Kapat
Üye Girişi
Motovento
Motomax
1. sayfa 12 SonuncuSonuncu

Bir Dakar macerası...

    REKLAM ALANI
  1. #1
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    1. Episod

    Bugünden başlayarak sizleri içinizdeki macera ve yeni diyarlara yelken açma duyularınızı ateşleyecek bir yazı dizisine başlıyorum. Bu dizi sanıyorum tarihin en zorlu yarışlarından biri, belkide en zoruna Dakar yarışına bakış açınızı değiştirecek, “motosiklete” ve onun açtığı ufuklara bambaşka bir ışık getirecek diye umuyorum.

    Benim üstümdeki etkisi hayatımı yeniden gözden geçirmeme varıncaya kadar etkili oldu. Motosikletimi daha bir sevdim, aileme, eşime bakış açımda, hayata bakış açımda bile değişiklikler yarattı bu küçük hikaye.

    Siz motosiklet düşkünleriyle bunu paylaşmamanın büyük haksızlık olacağını düşündüm geçenlerde ve kesin bir kararlıkla klavyenin başına geçtim...

    Bu bir günlük...Ya da bir öğreti, felsefe... ne derseniz artık. Tamamen kendi imkanlarıyla son Dakar yarışına katılan Kanadalı Bob Bergman bu büyük macerayı anlatıyor, kendi kaleminden. Siber uzayda karşılaştığım bu yazıyı büyük bir keyifle okudum, sonra bir daha, bir daha...

    Dayanamadım, kendisine bir email yazdım...yazıştık biraz ve bu Dakar tarihindeki bildiğimiz ilk özgün, “dobra”, gerçek bir derinliği olan hatıratı Türkçeye çevirmek ve internette yayınlamak istediğimi söyleyerek iznini aldım.

    Biliyorsunuz Tercüme ne kadar aslına sadık olsa o kadar çirkin, ne kadar güzel olsa sadakatten de bir okadar uzak oluyor. İkisinin arasını tutturabilmek de benim için ayrı bir macera oldu doğrusunu isterseniz ama bence değdi. Türkçe klavyeyle olan savaşımı katmazsak zevkle yazdım, sizlerinde zevkle okumanız dileğiyle.

    Reşat “DD” Arbaş
    Şubat 2005, New York

    ************************************************** ********

    Adam...



    Bob Bergman. Aralık 1962 doğumlu... Eski pist yarışçısı ve sonra dağcı ve sportif tırmanma şampiyonu Bob enerji ve kazanma konusundaki kararlılığını yıllar önce off-road yarışlarına aktarmaya karar vermiş. Enduro yarışlarından vakit buldukça dünyayı da motosikletle dolaşıyor.
    2004 te karısıyla beraber KTM LC4 larıyla Kuzey Afrikayı geziyor, 13,000km Büyük Sahrayı aşıyor, ve yine 2004 te Las Vegas-Reno arası off-road çöl yarışına katılıyor.

    Alttaki resimde onu Vegas – Reno yarışında görüyorsunuz. İçindeki yazıyı kendi yazmış...Dakar dan çok önce. Hazır ol Dakar ben geliyorum diyor... “Bergman Dakara karşı”...



    Yine ondan bir başka resim... İçideki yazı Bob a ait. “Dakar (beni) bekliyor”



    Ve bütün bunları Dakar a hazırlık olarak koyuyor bir köşeye... Kısa bir biyografi aktarmak istiyorum...

    1982 de ilk defa motora biniyor. Önce pist yarışlarına merak salıyor, ilk sezonda 550cc de 10., 84 te 750cc de 3., sonra da 1000cc sportbike sınıfında 7. oluyor. 1986 ya kadar takvime alınmış bütün pist yarışlarına katılıyor.

    Daha sonra pist yarışına ilgisini kaybediyor ve kaya tırmanma ve dağcılığa merak salarak 1994 te Kanada şampiyonu oluyor. Sonra da bunu profesyonel olarak “Joe Rockhead's Climbing Gym” adıyla bir tırmanma kulübü kurarak sürdürüyor.

    Daha sonra 90 lı yılların sonuna doğru tekrar motosiklete ama bu kez off-road tarzına geri dönüyor. Katıldığı birkaç yarışta 2.lik 3.lük gibi derecelerle göz dolduruyor ve an son AMA (American Motorcycle Association) Ulusal şampiyonasında sezonu 9. olarak kapatıyor.

    Motosikletle seyahat de Bob un hayatına yakın geçmişte giriyor ve Gana, Güney Hindistan ve Afrika turları gerçekleştiriyor.

    Alttaki resimde Bob Bergman ı Dakar yarışına hazırlanmış, kendi evinde, yola çıkmadan önceki son gün görüyoruz.



    Devamı var...


    REKLAM ALANI
    Oktay Motor CF Moto Polaris Mondial
    Motomax
  2. #2
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Bir Dakar Macerası. Episod 2...

    Evet, en önemli diğer parça “the Bike”, motosiklet...
    Proje şu alttaki şaseyle başladı...



    Bob bu “KTM660 Rally Replica” makineyi ikinci elden satın aldı. Bu motosikletler KTM tarafından yarışlar için imal ediliyor ve fabrikaya sipariş edilerek oldukça yüksek fiyatlara yaptırılıyor. Bob makineyi “Cycle Improvement” sponsorluğunda kendi garajında tamamen elden geçiriyor ve bu zorlu yarışa hazırlıyor.



    660, bu işlemler sonucu tamamen yeni baştan yapılıyor neredeyse ve bittiğinde yepyeni bir görünüş kazanıyor.



    Motosikletin özellikleri şöyle:

    GENEL:
    Model KTM 660 Rally Factory Replica 2003
    Kategory Off-road/Enduro

    MOTOR
    Tip 654 cc, sıvı soğutmalı, tek silindir, 4 zamanlı
    Bore x stroke (mm) 102 mm x 80 mm
    Kompresyon oranı 11.5:1
    Valfler OHC, 4 valfes/silindir
    Yakıt sistemi Keihin FCR 39
    Ateşleme Kokusan DC-CDI 4K5
    Güç 65 hp (48.5 kW) @ 7500 rpm
    Tork 69.5 Nm (512.6 ft. lbs) @ 6000 rpm

    AKTARMA
    5 Vitesli
    Zincir tahrikli

    ŞASE
    Ön suspansiyon WP-USD 48 Multi Adjuster, 295 mm travel
    Arka WP - Monoshock, 320 mm travel

    TEKERLEKLER
    Ön 90/90-21
    Arka 140/90-18
    Ön Fren tek 300 mm disk 2-piston kaliper
    Arka Fren tek 220 mm disk 1-piston kaliper

    ÖLÇÜLER
    Boy X En 1945 mm X 980 mm
    Tekerlek açıklığı 1510 mm
    Yerden yükseklik 320 mm
    Yakıt kapasitesi 48 l
    Kuru ağırlık 162 kg



    Şimdi bir de kısaca haritaya bakalım, yazı ilerledikçe buraya bakmanız gerekebilir çünkü...



    Yarın büyük macera başlıyor...



    Buradan bir yere ayrılmayın...

  3. #3
    powerbyaydin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    15 Ağustos 2004
    Şehir
    ANTALYA
    Motosikleti
    suzuki gsr600 2009
    macerada sınır tanımıyanlar için
    ERASER WİLL COME BACK

  4. #4
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 3: 29/12/04 Barselona

    Scrutineering “İnceleme”

    Motorum ancak dün öğleden sonra ulaşabildi... Kanada dan bir hafta önce yollamış olmama rağmen, British Airways motorun bir hafta Londrada istirahate ihtiyacı olduğunu düşünmüş olmalı.

    Motor “Parc Ferme” (kapalı park) ye girdikten sonra yarış başlayana kadar dokunma şansım olmayacağı için incelemeye kadar olan süre içinde motoru elden geçirmem, nihai bir ayarına bakmam gerekiyordu ve 5:30 da başlayacak incelemeye kadar yaklaşık bir gün sürem kalmıştı.

    “İnceleme” büyük bir arenada yer alan, yarış meraklılarının da gelip yarışçılar ve yarış araçlarını, hazırlıklarını takip edebildiği başlıbaşına bir olay.

    GPS cihazımı teslim almak, fotografların çekilmesi, bütün dökümanlarımın bir bir kontrol edilmesi, uydu telefonunun kontrolu, acil işaret cihazının nasıl kullanıldığının öğrenilmesi için bir video izlemek, numaraların motora ve üstüme sağlamca iliştirilmesi ve nihayet motosikletin incelenmesi 3 saatten fazla sürdü. Ve nihayet saat 22:00 civarında elimde zaman kartı ve “road book”(*) umla dışarı çıkabildim. Kapalı Park ın road book uma bakarak bulmam söylenmişti...ve road book beni Barselona sokaklarında gezdirip dokların bulunduğu bir yerdeki ilk CP (“Control Point” kontrol noktası) ye götürdü. Zaman kartımı damgalattım ve oradan şehrin merkezindeki Placa du Espana ya, kapalı parka ulaştım.

    Avrupada Dakar ın büyük ilgi gördüğünü hep duyardım ama şehrin ana caddesi La Ramba dan geçerken çakan flaşlardan şoke oldum. Sanki kırmızı halı üstünde Oskar ödülünü almaya gidiyormuş gibi hissettim kendimi. Ne zaman duracak olsam civarda ne kadar insan varsa yanıma koşup benimle fotograf çektiriyor, imzamı istiyordu...gördüğüm ilgi sanki selemin arkasında Madonna oturuyormuş gibiydi.

    Öyle anlaşılıyordu ki bütün şehir ralli meraklısıydı ve herkes sokağa dökülmüştü. Bir saati aşkın bir süre içinde zar zor kapalı parkın sükunetine ulaştım. Motoru nereye nasıl parkedeceğimi gösterdiler ve imza fotograf için bekleşen kalabalığı elimden geldiğince memnun edip, en yakın metro istasyonuna ve oradan da otelime kavuştum. Geriye yatağa tırmanıp ne olup bittiğini TV den izlemek kalıyordu.

    Arkası var...

    --------------------------------------------------------------------------
    DD den notlar:

    (*)Road Book: Yarışçının takip edeceği rotayı, yoldaki çukur tümsek, su geçişi vb. tehlike ve özellikleri de gösteren rulo şeklinde el kitabı. Altta Bob un road book unu motoruna takılı görüyorsunuz.



    Bir başka raod book. 131.87 km de üç ünlemle ve kurukafayla gösterilen çok tehlikeli bir çukurun nasıl işaretlenmiş olduğuna dikkat edin. Bir altta da bir demiryolu geçişi ve CP2 - 2nci kontrol noktasına giriş uyarısı görülüyor.



    Burada da road book kutusu / mekanizması görülecek şekilde ve boş. Kronometre ve en önde gidona bağlı bir GPS cihazı görünüyor.


  5. #5
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 4: 31/12/04 Barselona-Barselona



    Liaison 27km (*)

    Özel Etap 10km (SS: Stage Spéciale)(**)

    Liaison 17km

    Dün son boş günümdü... Annem ve eşim Sharon Kanada dan ve kardeşim Amsterdam dan geldiler. Niyetleri Granada ya kadar bana eşlik edip, feribotla Afrika ya geçerken uğurlamaktı. Günümü onlarla sağı solu gezerek, son dakikada aklıma gelen bir iki işimi hallederek geçirdim. Bu arada da Kevin le karşılaştık. Kevin Heath ile Las Vegasta Nevada Rallisinde tanımış, iyi arkadaş olmuştuk. O da benim gibi sponsor desteği olmaksızın, amatör sınıfında ve benimkinin aynı bir KTM660 kullanıyor. Dolayısı ile doğal olarak iyice kaynaştık ve birbirimize o günden başlayarak hep yardımcı olacaktik.

    Gün sürücü toplantısıyla başladı...Kim kimdir tanıştık bunların arasında Meoni, Alfie Cox, Shlesser gibi isimlerlede tanıştım tabii. Bu arada Rauseo kardeşler, Charlie and Dave ile de tanıştım, Bu iki Amerikalı kardeş geçen yılki denemeden sonra bu yıl da katılmaya karar vermiş ve birkaç İngilizle beraber “Rally Raid UK” den sponsorluk bile almışlardı.

    İlk buluşmadan sonra kapalı parkın önünde dizildik ve motorumuzu almak için numaramızın okunmasını beklemeye başladık. Bir saat kadar sonra sıra bana geldi, zaman kartımı ve motorumu elime tutuşturup beni kalabalığın içine saldılar. Spesiyalin yapılacağı yere kadar bütün yollar trafiğe kapatılmış, halk yol kenarına dizilmiş tezahürat inanılmaz boyuttaydı. Spesiyal 10km den ibaretti ve Castelldefels adında, Barselona dışında küçük bir sahil kasabasında yapıllıyordu.

    Yarışın büyüklüğüne göre bu spesiyalin önemi neredeyse sıfırdı... Öyle ya 5500 km nin yanında 10km nin lafı mı olur. Kendime sabit bir hedef belirledim, tek amacım bizi izlemeye gelmiş yüzbin kişinin önünde düşmemek olacaktı. Çift çift çıkış almaya başladık, bana 2 çeker Yamahasıyla bir Hollandalı düştü ve bayrak işaretiyle ilk spesiyal başladı. Bizim kum ustası Hollandalı bir anda ortadan kaybolup gitti... İlk birkaçyüz metre çakıldı ve gayet rahat aşıp sahile kuma indim. Ancak ne o güne kadar, ne o günden beri böyle kum görmemiştim...Son derece kaba ve ıslak bir kum. Aynı taze dökülmüş ama yeterince su konmamış beton gibi bir şey.

    Bir aydır motora binemiyordum ve burası pasımı atmak için hiç de uygun bir yere benzemiyordu. Oluklar(***) en az 30cm derinliğindeydi ve motor kendi canının istediği yere gidiyordu. Hakim olmaya çalıştım ve en nihayet kabaca belli bir istikamet tutturmaya başardım bu 15m enindeki parkurda ve aynı anda da yarış organizasyonunun pek münasip gördüğü ilk sıçrama rampasıyla karşılaştım.

    Şimdiye kadar çabucak öğrenebildiğim şey gazı açıp ağırlığımı arkaya varirsem motorun aşağı yukarı istediğim yere doğru gidiyor olmasıydı. Ancak bu sıçrama rampasında sökmedi. İnişte gazı kesince ön tekerlek dalacak bir yer buldu ve gidonun üstünden uçtum. Göya bütün yapmam gereken düşmemekten ibaretti... Neyse hemen motoru kaldırdım, bir sonraki rampada yine aynı şey..oradan bir sonraki rampaya. Nabzım, kalbim kulaklarımdan fışkıracak gibiydi. Son bir senedir her gün kardiyovasküler antreman yaptığıma şükrediyordum ve 10km lik parkurun henüz sadece ikinci km sindeydim... Sakinleşmeye acele etmemeye, motorla boğuşmamaya karar verdim, oluklara girmemek için virajları dıştan almaya başladım, bol bol fotografçılara poz verdim ve nihayet damalı bayrağı gördüm.

    Hayatımın en zor 10 dakikasını yaşamıştım, kan ter içinde ve zorlukla boğulacak gibi nefes alabiliyordum. 10km lik spesiyali zar zor bitirebilmiştim ne halt edip Dakar a katılıyordum ki?

    Arkasi var...

    --------------------------------------------------------------------------------

    DD nin notları:

    Yazının orijinalinde harita ve fotograf bulunmuyor. Bunları ben ayrıca eklemenin iyi bir fikir olabileceğini düşündüm. Bunları yazı gövdesinin dışında bulacaksınız.



    Fotografta yukarda Fretigne sağda Ingles 1, Özel etapta. Oluklar ve kumla mücadele veriyor.

    Hem işin tadı hem de yarış terminolojisi gereği bazı tabir ve kelimeleri tercüme ettim, bazılarına da dokunamadım. Bilmeyenler için açıklamaları bu bölümde yapmaya devam edeceğim.

    (*)Liaison: Özel etaplar arasındaki normal trafiğe açık, yarışılmayan transfer yollarına bu isim veriliyor. “Liyazon” diye okunur. Liaison da işaret edilmiş bütün hız vb. Trafik kurallarına kurallarına uyulur. Yerel trafik görevlisi dışında yarış hakemleri de bunu kontrol eder ve aksine bir harekette ceza verebilir.

    (**) Özel Etap (Fr. SS; Stage Spéciale) : Esas zamana karşı yarışın yapıldığı etap.

    (***) Oluk (İng. Rut): Toprak yollarda sıkça görülen, diğer araçların önceden bıraktığı, tekerlekleriyle oyduğu uzunlamasına izler, çukurlar. Sürüş istikametinde oyuk. Zıvana.

  6. #6
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 5: 01/01/05 Barselona- Granada



    Liaison 920km

    Bugün özel etap yok ama oldukça uzun bir yol beni bekliyor. Sırf bugün için oturdum asfalt lastiklerimi taktım.

    Yine sabah kapalı parktan başladık ama bu kez doğrudan podyuma çıkarıldık. Halka tek tek tanıtıldık... bu arada Patrick Zaniroliyle (*)tanıştım. Oradan şehrin ortasındaki kontrol noktası CP1 e yollandık, böylece meraklı halk bizi son kez izleyebilecekti.

    Kartımın damgalanmasını beklerken kalabalığın arasından birinin adımı seslendiğini duydum. Gerçi nasıl olduysa hepimiz iki günde meşhur olmuş, adımızın seslenilmesine alışmıştık ama bu ses tanıdık geldi ve ön ismimle sesleniyordu. İngiltereden arkadaşım John Baxter gelmiş. Bizimkiler ona benim geleceğimi ve bana gözkulak olmamı söylemişler...

    Kevin le buluştum ve yola vurduk kendimizi. 60km ilerdeki ilk benzincide eşim ve ailemle buluştum, yolun gerisinde bizi feribota kadar otomobille izleyeceklerdi... Ve 250 km sonra yoldaki CP2 ye geldik. Bir tente kurulmuş öğle yemeği servisi başlamıştı. Güzel bir yemekten sonra motorlarımızın etrafında neşe içinde kahvemizi içerken David Fratigne nin kar motosikleti kıyafeti içinde dolaştığı dikkatimi çekti... Böyle güzel güneşli bir günde giyecek başka şey bulamamışmıydı?

    Bahsettiğim gibi uzun süredir motora binmemiştim ve bir süre sonra kıçım ve sırtım fena halde ağrımaya başladı. Kendi kendime yeni oturma pozisyonları aramaya başladım ve sonunda bundan böyle favori oturuş tarzım olacak pozisyonu buldum. KTM660 ın olağandışı yüksekliği sayesinde ayaklarımı peglere basmaksızın yere dümdüz uzatıyordum, yinede ayağım asfalta sürtmüyordu. Bunun güzelliği sırtımın dümdüz kalması ve sol elimle de köprülere sıralanmış seyircileri rahatça selamlamak oldu.

    Havanın kararması uzun sürmedi ve sahile, Granadaya yaklaşmaya, dağlara tırmanmaya başladık, ve 1000m irtifa civarında hava sıcaklığı büyük bir hızla düştü. Durup ne kadar giyecek varsa giydik. Yola koyulduk yine ama resmen titriyor bir taraftan da sıcacık kar motosikleti kıyafeti içinde Fretigne nin ne kadar rahat sürdüğünü hayal edebiliyordum...

    Granada sokaklarında o kadar çok seyirci vardıki Barselona buna kıyasla terkedilmiş bir şehir sayılabilirdi. Aynı Tour de France (**) da gördüğünüz gibi, sadece bir motorun geçebileceği kadar boşluk vardı caddelerde. Zar zor 22:30 da servis parkına girebildim. İlk iş asfalt lastiklerini söküp orada bir deliğe atıp Michelin Desert ları takmak oldu. Daha sonra arabanın bagajından alacaklarımı alıp uçak kutumu (airbox) doldurdum. (bu kutu yol boyunca organizasyon tarafından taşınıyor, yarışçının bütün eşyasının yer aldığı kutu) Oradan doğru kapalı parka çektim. Sonra gidip bir otel ve bir benzinciden yiyecek sandviç bulduk. Saat 1:00 olmuştu bile ve 5:30 da kalkmam lazımdı...

    Arkası var....

    -------------------------------------------------------------------
    DD den: Altta Barselona da Dakar podyumu...



    (*) Patrick Zaniroli, Dakar yarış organizasyonu başkanı.
    (**) Ünlü bisiklet yarışı.

  7. #7
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 6: 02/01/05 Granada- Rabat




    Liaison 6km
    Özel Etap 10km
    Liaison 557km

    Anlayamadığım bir sebepten bir türlü relaks olamıyordum, 2 saat kadar uyuyabildim. Sürekli binlerce detay düşünüyordum. Sürüklene sürüklene bir zombi gibi kahvaltıya indim. Yavaş yavaş nasıl bir işin içine kendimi soktuğumun bilincine varıyordum, daha Afrikaya ayak basmamış ama dağılmaya başlamıştım bile. Ama bu öğleden sonra feribotta sıkı bir uyku çekip kendime gelecektim nasıl olsa...

    Bugünkü spesiyal tam bana göreydi. Barselonadaki kumdan ne kadar nefret ettiysem burayı da o kadar sevdim. Benim bir dakika önümde başlayanları bile yakalayıp geçmeye başlamış, virajlarda iki tekerleği birden kaydırarak apekslere giriyor neşe içinde uçuyordum ki aklım başıma geldi... Düşersem kaybedeceğim şeyler burada dereceye girip kazanabileceklerimden çok daha fazlaydı...
    Kendime sürekli telkin ederek yavaşladım ve sakin bir tempoyla rahatça bitirdim.

    Tekrar motorun üstüne yarışmak güzel ve eğlenceliydi, üstelik 230 yarışçının içinde 60. olmuştum bu rahat tempoyla ve bu da hiç fena sayılmazdı...

    Yarıştan sonra parkta yine ailemle buluştum, yüksek çamurluklarımı ve ön çatal koruyucularını Afrika için alçak olanlarla değiştirdim. Yüksekleri orada bizi hayranlıkla izleyen bir çocuğa hatıra olarak hediye ettim, geriye yollamak zahmetine değmezdi zaten. Sonra ayrılık zamanı geldi ve annem haricinde hepimiz gözyaşlarımızı bir şekilde sıkı sıkı tuttuk, vedalaştık ve Afrikaya gidecek feribotun yolunu tuttum. Artık tek başımaydım...

    Yarış meraklılarıyla dolu 250 km yol, köprü, otoyol gişeleri ve binlerce fotografçıyı aşıp sonunda Dakar kervanıın toplandığı Algeciras limanına ulaştım. Sonra motorumu feribota parkedip yukarı güvertelerden birine çıkıp kuytu bir köşede yuvalandım. Evden getırdiğim ton balığını atıştırdım biraz ve uykuya çekildim. Mümkün olduğunca çok uyumam gerektiğini biliyordum, günler ilerledikçe uzayacak, daha çok yorulacak daha çok uyumam gerekecekti...Ancak bu konuda endişelendikçe uyumak daha da zorlaşıyor. Sonunda birazcık uyuklamışım...

    Tanca ya vardığımızda hava kararmıştı ve bu akşamki kampa ulaşmak için önümüzde daha 300km yol vardı. Kevin i buldum, sonra bize Rauseo kardeşlerde katılmaya karar verdi dördümüz birlikte yola koyulacaktık. Bu arada motoru parketmiş diğerlerini beklerken motorum büyük bir gürültüyle devrildi. KTM660 lar tank gibi ama birisi yan desteği dizayn ederken uyumuş olmalı, yan destekteki aluminyum bir parça eğilmiş ve kırılmış. Afrikanın içlerine doğru yola koyulmadan önce yan desteği nefretle fırlattım attım oradaki çalıların arasına...

    Uzun ve buz gibi soğuk bir yolculuktan sonra saat 23:30 gibi kampa ulaştık. Bu benim ilk kampım (Bivouac(*)) olacaktı, herşeyi keşfetmem lazımdı... Birşeyler yemem lazımdı, kutularımızı bulmam, KTM kamyonunu bulmam, yemek saatlerini öğrenmem, çadırımı kurmam .. stres gittikçe artıyordu. Kaçta yattığımı bilmiyorum, saati 5:30 a kurdum...

    Arkasi var...

    ------------------------------------------------------------------------
    DD nin notları:



    Yukarda Meoni ve sağda Alfie Cox Avrupada son özel etaptalar...

    (*) Bivouac –biyoak okunur- kelimesini “kamp” diye tercüme ettim ama aslında Türkçe karşılığı “üs” yada “sahra karagahı” olabilir. Askeri bir tabir. Organizasyonda 2,300 görevlinin çalıştığını, helikopterleri, biri dev Hercules askeri kargo ucagı olmak uzere olmak üzere irili ufaklı 20den fazla ucağı, bunlar için gerekli pist vb. altyapıyı, sahra hastanesini, mutfağı, servis istasyonlarını, güvenlik, basın mensuplarını ve tabiiki yarış ekiplerini, sponsorlarını düşünecek olursanız bu kampa özel bir isim verilmesini daha iyi anlayacaksınız.

  8. #8
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 7: 03/01/05 Rabat-Agadir




    Liaison 122km
    Özel Etap 123km
    Liaison 421km

    Saat 2:00 de yine uyanmıştım. Stresim öyle yükselmiştiki uyku tutmuyordu bir türlü, ve ne kadar az uyursam yeterince uyuyamadığım için daha çok endişeleniyor, endişelendikçe daha çok uykum kaçıyordu. Artık tam bir panik-atak eşiğine gelmiştim. Ne yapmıştım ben? Karımın ve kendimin bütün biriktirdiği parayı bu aptalca maceraya yatırmış, daha topu topu 20km spesiyal etap görmüş bisküvi gibi ufalanmaya başlamıştım...

    O anda mantıklı gelen iki seçenek vardı önümde, yarışı terketmek ve devam etmek. Her ikiside birbirinden korkunç görünüyordu. Terkedersem bir daha karımın ve arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakacaktım? Haydi ondan vazgeçtim bu kararla ömrümün geri kalan kısmında kendimle nasıl hesaplaşacaktım? Devam etme fikri ise tam bir kabus gibiydi, düşünmesi bile beynime sancılar saplıyor beni hasta etmeye yetıyordu...

    Alarm benı 5:30 da uyandırdı...Meger hep istediğim şeyi yapıyor ve uyuyormuşum diye düşündüm apar topar giyinip eşyalarımı, çadırı, uyku tulumunu zifiri karanlıkta topladım, koşa koşa gidip kahvaltı niyetine birşeyler tıkındım, motora atladım ve CP ye kendi zamanımda zar zor yetiştim. Yola koyuldum...

    Nereye gittiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Sadece önde giden motorları sis, toz ve zifiri karanlık içinde takip ediyordum. Çok yorgun olduğum için yükleyemediğim road book umu ilk benzin istasyonunda yükledim.

    Bu yol bizi Atlas dağlarının eteğinde biryerlere getirdi. Yola çıktığımızda sahilde oldukça yoğun bir sis vardı ve her nedense ta buraya, dağlara kadar yayılmıştı. Özel etabın başlayacağı noktaya kadar gayet yavaş ve dikkatli sürdük. 120km lik şehirlerarası yol 2 saatten fazla sürdü. Start noktasında zaman kartım “pas du Spécial” diye damgalandı... Özel etap iptal edilmişti. Sisin yoğunluğundan helikopterler kalkamamıştı ve bizim güvenliğimizi sağlayacak imkanlar yoktu. Özel etabın ilk 70km sini liaison olarak geçecek, sonra 100km lik yapılı bir köy yolundan ana yola bağlanacak ve 421km lik planlı liaisonu tamalayıp kampa ulaşacaktık.

    Bu halimle özel etaba girmeyecek olmam oldukça rahatlatıcıydı ama bu kez de bütün günün tamamı yolda, sele üstünde geçecekti.

    Fas Dakar yarışına oldukça askeri bir hava veriyor. Her kilometrede bir-iki asker nöbetteydi. Bu durum özellikle trafiğin olduğu şehir kasaba geçişlerinde bizi rahatlattı. Bir askerin kımızı ışık salladığını gördüğümüzde anlıyordukki trafik durdurulmuş ama bizimde biraz gaz kesmemiz lazım.

    Motosiklet sürerken uyumanın sağlığa aykırı olduğunu söyler doktorlar... Saat öğleni geçiyordu 100km/h hızla gidiyorduk ve ben göz kapalarımı büyük bir mücadeleyle açık tutuyordum. Bir yerde durup kahve içmem gerektiğini nihayet idrak edip geçmekte olduğumuz bir kasabada gördüğüm bir “café” tabelası önünde durdum. Geniş bir avlu içinde birkaç kişi Berberi kıyafetler içinde oturmuş naneli çay demleniyordu ve ben parlak portakal rengi Sinasalo pilot kıyafetimle bir anda ilgi odağı oluverdim.

    Bildiğim en iyi Fransızcayı kullanarak bir kahve sipariş ettim ve tam gevşeyip kahvemi yudumlarken yanımda beş kuruş yerel para olmadığı aklıma geldi. Euro ve US$ vardı biraz ama tek bir Dirhem bile yoktu. Kahveci Euro kabul etmedi, bir türlü de anlaşamadık bende 2 $ tutuşturup eline oradan kaçarcasına uzaklaştım. En azından Starbucks ta da kahve fiyatı buydu...

    Agadir kampına ulaştığımda güneş batmak üzereydi, işte bu bana “road book”umu yüklemek, taze bir set Michelin Desert lastik takmak, yağı ve hava filtresini değiştirmek, GPS e gerekli bilgiyi yüklemek, en nihayet karnımı doyurmak için yeterli süreyi verecekti. Ölü gibi uyuyacağımı tahmin ediyordum, saati 4:30 a kurdum. Sabah şafaktan önce 240km liaison beni bekliyordu...

    Arkasi var...

    -----------------------------------------------------------

    DD nin notları:



    Yukarda Rabat biouac ından bir görüntü ve sağda sabah sisi…

  9. #9
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 8: 04/01/05 Agadir- Samara






    Liaison 240km
    Özel Etap 381km
    Liaison 33km

    Feribota binmeden doktor tavsiyesi ile Gravol tableti almıştım, dün gecede yatarkende bir tane aldım. Beni tam nakavt etmiş olmalı ki kendimi eni konu dinlenmiş hissediyordum bu sabah.
    Bu kamplarda gece uykusu son derece zor, kendi stresinize ek olarak gündüz gibi aydınlatılmış bir yer ve sabaha kadar dizel jeneratörlerin uğultusu, servis ekiplerinin bağıra çağıra hiç bitmeyen havalı tabancaların takırtısı ile çalışmaları, serviste çalıştırılan motosikletlerin, otomobil turbo motorların gürültüsü var. Kulak tıkaçları, uyku gözlüğü ve uyku tabletleri vazgeçilmez ekipmanınız olarak sürekli sizinle beraber olmak zorunda.

    Bugün ilk gerçek Afrika özel etabı koşulacak. 380km çok dar kayalık-taşlık yol, ara ara yüksek hız bekleyen kuru göl yatakları geçilecek. Fas etapları tradisyonel olarak ekipman üzerinde yıkıcı etkisi ile biliniyor. Küçücük bir hata sert kayalar üstünde motoru onarılmaz hale sokuyor ve yarış dışı kalıveriyorsunuz.

    Hedefimi belirledim, motosikleti ve lastikleri koruyacak, çiziksiz olarak etabı bitirecektim. Yine hızlı gidip kazanılacak şey motoru devirip kaybedilecek şeye değmeyek bir durumla karşı karşıyaydım.
    Etap hızlı başladı, kıvrımlı toprak yolda büyük bir neşe içinde gazladım ve tabii bu dar kayalık bölgeye kadar sürdü. Tabii bu neşem arkadan gelen geçtiğim sürücülerin sırayla beni geçmeye başlamasıyla da kaçtı biraz. Aslında sorun değildi benim için. Birinin yarışını değil kendi yarışımı, kendi tempomda sürdürmek istiyordum. Zaten birazdan kayalık zemınde devrılen motorların bazılarını gerıde bırakmaya başlamıştım bile.

    Bu kez ilk defa “road book”u büyük bir dikkatle, işaretlerin ilerde karşıma çıkanlarla ilişkisini çözmeye çalışarak kullanmaya başlamıştım. “Çukur”... iyide ne kadar büyük? Road book ta yanındaki ünlem işareti kadar büyük olduğunu üç ünlemli “Çukur !!!” bir çukur gördüğümde anladım. O “!!!” işaretini farketmeyen Repsol fabrika ekibi motoru hurdahaş olmuş, sürücüsü de yanında yatıyor, tıbbi yardım görüyordu. Gayet aşikar ki road book a bakmıyordu, birden uçtu. Çukurun duvarına büyük bir hızla çarpmış olmalıydı.

    Geçen günkü liaison da selede oturmaktan dolayı kıçımın ağrısı dayanılmaz hale gelmişti, şimdi ise şu kuru göl yatağına gelsem de seleye otursam diye dua ediyordum. Sırtım ve kollarım saatlerdir kayalıklarda ayakta gitmekten cayır cayır yanıyor, artık ağrılar yerini acıya terkediyordu.

    Neyse sürüş gittikçe kolaylaşmaya ve hızlanmaya başlamıştı ki sonunda gözalabildiğine uzanan bir kuru göl yatağına ulaştım. Her yönde göz alabildiğince uzanan bir düzlük, sanki okyanusun ortasındaymıssınız gibi... Ön camın arkasına saklanıp, GPS in ibresine konsantre olup gazı açtım. Ta ki final CP ye değin.

    Bu arada arkada bıraktığım diğer sürücüler beni çılgın süratlerle geçmeğe başladılar ama ben şu anda üstünde olduğum KTM660 ın ilk sahibi, Dakar ve başka çöl yarışları tecrübesi olan Guy Giroux un sözlerini hatırlıyordum...”Bu motorla 120km/h i aşmazsan onu sonsuza kadar sürebilirsin”. Katıldığı yarışlarda düzlüklerde onu deli gibi sollayanların ilerde parçalanmış motorlarının yanından geçmiş, pek çok yarış kazanmış, hatta Dakarda 16. gelmişti. Muhakkak bir bildiği olmalıydı.

    Saat 3:30 sularında etabı bitirdim. 380km yi 5.5 saatte geçmiş, bir kez dahi düşmemiştim ve aydınlıkta kampa ulaşacağım için mutluydum. Yemek yiyebilecek, motoru yarına hazırlayabilecektim. Günler uzuyor ve olay gittikçe zorlaşıyordu, buna karşın kendimi geçtiğimiz günlerden çok daha iyi hissetmeye başlıyordum.

    Geçtiğim zorlu gecelerden değerli bir ders almıştım. Kendimi çok kötü hissetsem bile toparlanıp üstesinden gelebiliyordum... Kendime güveniyordum artık.

    Aklıma arkadaşım Scot Harden in bir deyişi geldi...”ne kadar kötü durumda olursan ol, içinde bulunduğun durum aslında hiç de o kadar kötü değildir”

    Arkası var...

    -----------------------------------------------------------
    DD nin notları:



    Yukarda 5. Özel etapta Despres ve sağda Fretigne

  10. #10
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 9: 05/01/05 Samara - Zourat






    Liaison 121km
    Özel Etap 492km
    Liaison 6km

    Yine erken bir startla gün başladı. Kamptan 120km ilerdeki starta yetişebilmek için 5:15 de kalktım. Bu aslında son erken start olacaktı, bundan sonraki startlar kampa yakın yer alıyordu.

    Zifiri karanlıkta havaalanından ayrılıp beni Fas-Moritanya sınırına götürecek liaisona girdim. Yol sınır boyunca gidiyor ve hemen hiç kullanılmamış bir yola dönüşüyordu. Gerçi askeri birlikler yolu meşalelerle işaretlemişti ama ben yine de kısa bir süre kaybolmaya muvaffak oldum... Tekrar yolu nasıl bulduğumu da bilmiyorum, ki burada kaybolmak mayınlı arazi dolayısıyla son derece tehlikeli. Arazi Polisario olayları sırasında sınır geçişlerini önlemek amacıyla mayınlanmış...Kimsenin biraz off-road yapayım deme lüksü yok buralarda.

    Özel etabın başlangıcında organizatörler bir yakıt istasyonu kurmuşlardı, burada depoları ağzına kadar dolduracak ve bu iş içinde “gas jockey” denilen yerli çocuklardan yardım alacaktık. Bu bekleme sırasında üşümemek için kayak eldivenleri ve bir rüzgarlık pantalon giyiyordum... Birden bunlara bir daha hiç ihtiyacım olmayacağı aklıma geldi ve benim “jokey” e hediye ettim. Çocuğun yüzü birden yılbaşı ağacı gibi renklendi, ışıldadı. Sanki ona yepyeni bir otomobil hediye etmişim gibiydi. Artık bundan böyle bir çift eldiven alınca dünyalar onun olmuş gibi sevinen bu insanların arasından vvrooom diye gazlayıp geçmek çok yanlış görünecekti bana.

    Etap dolu depoyla ilerlemesi hayli zor dar ve kayalık bir pistle başladı ve son derece hızlı kuru göl yataklarıyla devam etti. Bu yarıştan şunu anladım ki her ne zaman zevk almaya başlarsam hemen ardından olayı eziyete dönüştüren bir değişiklik beni bekliyor. Bu kez kum fırtınası...

    Saate 120 km ile esen ve ve görüşü neredeyse sıfıra düşürüren cinsten. Cadde yarışçıları gibi motora yapışıp sımsıkı sarılmaktan başka çaremiz yok. Saatler sonra boynum koparcasına ağrımaya, acıdan gözlerim yaşarmaya başlamıştı ki göl yatağı yerini inişli çıkışlı kumluk araziye bıraktı. Tepelerde rüzgar dayanılmaz bir güçle esiyor, bir dakika önümde giden sürücünün kumda bıraktığı izi bile yokediyordu. Şansıma ilerdeki CP ye sadece 30km vardı ve GPS in okunu güçlükle de olsa takip ediyordum ki arkama bir ara göz attığımda motosikletlerden oluşmuş bir trenin önündeki bir lokomotif gibi buldum kendimi...

    Yahu ben tamamen kaybolmuştum, bunlar beni niye takip ediyorlardı acaba?

    Tekrar yakıt aldıktan sonra rallinin ilk kum tepeleriyle karşılaşmaya hazırlandık. Öyle hissediyordum ki Dakar yarışının bu en heyecan verici görsel efekti herkesi biraz ürkütüyor heyecanlandırıyordu, tabii benimde kimseden farkım yoktu.

    Başlangıçta kum sıkı ve yumuşaktı, bunca sert zeminde hırpalandıktan sonra birden çok iyi geldi doğrusu, ama daha önce dediğim gibi, eğer birşeyler size zevkli gelmeye başladıysa çok yakında burnunuzdan fitil fitil gelecek demektir... Ufukta ilk dev kum tepeleri görünmeye başlamıştı bile.

    Diğer sürücülerin kumda bıraktığı izleri takip edebiliyor, bunların içinden felakete yol açanları ayırd edebiliyordum. O kadar da kötü değilmiş diye düşünmeye başladım. Sanırım kumun kara benzer yapısını keşfeden bu kıçı buzlarda donmuş Kanadalının bir avantajı vardı burada. İşin sırrı nerenin yumuşak, nerenin sert olduğunu doğru tahmin etmek, aşağıdan zirveye ulaşmaya yetecek yeterli momentle kaptırıp, yavaşaça ama durmadan zirvede iniş yolunun keşfini yapmak, ve öbür taraftan güvenle aşağıya inebilmekti.

    Zirveye ulaşacak hızı yakalayamazda 50-60 cm geride kalırsanız yapılacak tek şey hiç durmadan tekrar başladığınız yere dönüp tekrar tekrar denemek. Eğer biraz hızlı çıkarda zirveye gereksiz bir hızla ulaşırsanız fren yapmak, motoru saplamak ve gidonun üstünden uçmak gerekiyor. Bu dersleri en zor tarafından öğrendim bugün...

    Son kum tepesi geçişi 421.km de CP3 den evveldi. Bugün bir hata yapmış son istasyonda depoyu tam dolduramamıştım. Her ne kadar az yakarak ilerlediysemde kum tepelerinde boğuşmak hesapladığımdan çok fazla sarfiyata neden olmuştu. Ayrıca yaptığım bir başka hata ise CP1 den önce bir başka sürücünün peşine takılmış olmamdı. Sonunda ikimizinde tamamen kaybolmuş olduğu ortaya çıktıydı... tekrar yolu bulana kadar gereksiz vakit ve tabii yakıt harcamıştım.

    Ve karşımda bir kum dağı, ardında kamp, depomda çok az benzin vardı. GPS i takip ederek kum tepesini geçmeye kalkışmanın intihar olacağını hesaplayarak etrafından dolaşmaya karar verdim ve öyle de yaptım. Son derece stres içinde geçen bir saat sonra benzin buharıyla kampa ulaşmıştım. Kutumun yanına parkettiğimde hala hava aydınlıktı ve 622km yi 10 saatte bitirmiştim bugün.

    Bir süre Kevin i aradım. O benden hızlıydı, o nedenle etaplarda karşılaşamıyor ama kampta buluşup motorların servisini beraber yapıyor, yardımlaşıyor, konuşuyorduk. Kum tepelerinde boğuşmaya çok vakit ayırdığını düşünüp beklemekten vazgeçtim ve kendi işime baktım.

    O günden sonra Kevin i bir daha hiç görmeyecektim yarışta.

    Yarın ilk maraton etabı başlıyordu ve bu yarın akşam kampta hiçbir servis aracının bulunmayacağı, servis yapılamayacağı anlamına geliyordu. Benim zaten servis aracım olmadığı için fazla dert değildi bana ama motoru iki günlük bir sürüşe hazırlamam gerekiyordu bu gece.
    Yarınki etabın delikleri daralan bir süzgeç gibi tasarlandığını biliyordum, en korktuğum gün geliyordu...

    Lastikleri kendim takmak yerine Euromasterin servis kamyonuna bıraktım taksınlar diye ve bu birbuçuk saat içinde uydu telefonundan karımı aramayı, ve yemek yemeyi kararlaştırdım.

    Sharon un sesini duymanın bendeki etkisi müthiş oldu, birden ruhum dirildi sanki. Yarışı internetten saat saat izliyor ve ne olup bittiğini benden çok daha iyi biliyordu.

    Artık hava kararmıştı ve yemek yeme kararıyla yemek çadırını aramaya başladım. Bu kamp hep bana kaotik geliyor, arada bir kayboluyordum ama yemin ederimki yemekhane az önce buradaydı ! Kampı iki kez daha dolaştıktan sonra öğrendimki ben telefondayken yangın çıkmış ve yemekhane 20 dakika içinde tamamen yanıp yokolmuş !

    Arkası var....
    ------------------------------------------------------------------------
    DD nin notları:



    Yukarda Alfie Cox veMeoni ve sağdaki resimde Brucy etapta…



    Yukarda Meoni ve yanda Coma ile Despres i kampta görüyorsunuz.

    Haritalardaki DSS, ASS kısaltmaları Departure -Çıkış- ve Arrival -Varış- kelimelerinin baş harfleri ile SS -Stage Spécial- kelimelerinden oluşuyor. Özel etap başı ve sonu...

  11. #11
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 10: 06/01/05 Zouerat- Tichit





    Liaison 9km
    Spesiyal 660km

    Ananevi olarak Dakar organizasyonu her yıl “erkeklerle oğlan çocuklarını birbirinden ayıran” en az bir “zor gün” planlıyor. Geçtiğimiz Kasım ayında yayınlanan rotayı elime aldığım anda bugünkü etabın bu etap olduğunu anlamıştım. O gün bu gündü... Bu gece bir erkek mi yoksa bir oğlan çocuğu mu olduğumu anlayacaktım...

    Etabın ilk 70 km si dünkü yarışın son etabıydı ve bu kez tersinden gidilecekti. Dün arkamızdan gelen kamyonlar derin oluklar açmış sürüşü eni konu tehlikeli hale getirmişti bizler için. Dünkü etapta terkedilen sepetli Aprilianın yanından geçtim, küçük bir kum tepesine dönüşmüş kaybolmak üzereydi.

    Kum tepelerinin eşiğine geldiğimde dünkü taktiği uygulamaya karar verdim. GPS i takip etmeyip pusulayı kullanacak, kum tepelerini aşmak yerine daha uzun yoldan etraflarından dolaşacaktım. Diğerleri büyük bir iştahla kum tepelerine doğru yollarına devam ettiler. Ben de durup road book umu terseten okuyup dünkü rotayı tersten takip etmek için keskin bir sağ dönüşle onlardan uzaklaşmaya başladım. Birkaç dakika içinde kum tepeleri ufukta görünmez olmuştu bile.

    Sağlam zeminde güvenle sürerek ve bir yandan da pusulayı takip ederek yolu kolayca buldum. Kum tepelerinin arkasın geçmiş ve herkesin aradığı işaret noktasına ulaşmıştım...Yolun bundan sonrası kayalık bir pist şeklinde devam ediyordu dah sonra keskin bir sağ dönüşle 500km lik “Hors Piste” tamamen off-road bölgeye girdik. Önce kısa bir deve çayırı (*) ve daha sonra birkaç küçük kum tepesini aştım ve kendimi sımsıkı sert bir bir kum çölünde buldum. Sağda solda biraz ot kümesi vardı ama onun dışında dümdüz ve çok hızlıydı arazi.

    İlerde başka yarışçılar görüp onları yakalamaya ve geçmeye başladım ta ki herkesin arkamda tren gibi sıralandığını anlayana kadar. Aman allahım, bütün ağır işi ben yapıyordum! Yeni bir ders daha almıştım. Önünde bir nerey gidileceğini, daha da önemlisi nereye gidilmeyeceğini bilen bir tavşan (**) varsa hızlı gitmekten daha kolay birşey yok. Allahtan bunu anlamam uzun sürmedi, hemen gazı kestim, sanki motorda bir arıza varmış filan gibi davranıp “Tour du France” stili arkalara yerleştim.

    Günün ortasında bir zamanda, 250km işaretinde “passé de Gallaouiya” ya ulaştık. Burası dar bir pasajdı ve buradan geçip platoya çıkacak, ilk CP ye ulaşıp yakıt ikmali yapacaktık. Pasajı geçmek zemin yapısı dolayısı ile oldukça tehlikeliydi. Gayet yumuşak kum üzerinde mümkün olabilecek her boyutta kaya parçaları. Küçük bir hata ve yarışın sonu türünden bir bölge. Pasajı geçtim geçmesine ama CP ye birkaç km kala motorum fena halde hırpalandı. Ön tekerleğin altından bir taş dönüverdi ve motoru yumuşak kum ve taş karışımı araziye yanlamasına sapladı. Yan grenaj berbat oldu, ön ve arka yakıt tankları tamamen ezik büzük bir hal aldı... Sanırım motorun ikinci el satış bedeli fena halde düşmüş olmalı...

    Etabın sonlarına doğru yarış gittikçe daha da güçleşmeye başladı. Deve çayırları ve kum tepeleri ardarda birbirini izliyor, kum tepelerindeki kum yumuşadıkça yumuşuyor, deve çayırındaki ot tümsekleri sıklaştıkça sıklaşıyordu. Öyle bir hal aldı ki deve çayırındayken bir an evvel kum tepelerine ulaşmak, kum tepelerinde boğuşurken bir an evvel deve çayırlarına ulaşmak için dua ediyor, yalvarıyordum. Zorlukla 2. CP ye ulaştık. Kum o kadar yumuşaktı ki kartlarımızı damgalatmak için durduğumuzda motorlar tekerlek aksına kadar gömülüyordu.

    Önümüzde daha 263km bu kumdan vardı ve anlayamadığım bir sebepten yakıt sorumlusu herkese belli miktar yakıt veriyor, depoları tam doldurmamıza izin vermiyordu. Bir önceki istasyonda ağzına kadar doldurduğumdan ve hala biraz yakıtım kalmış olduğundan benim için bu büyük bir sorun değildi ama diğer yarışçılar için probleme dönüştü. Sonradan duyduğuma göre bu istasyonda yumruk yumruğa kavgalar olmuş ardımdan.

    Önümde sadece yarım saat daha gün ışığı vardı ve fena halde yorulmuştum. Motoru çok daha sık düşürmeye başlamıştım ve artık motoru kaldıramaz hale geliyor, zorlanırken gözümün önünde yıldızlar uçuşuyordu. Ve hava karadı. Önümde 200km daha yol vardı ve artık bu etabı bitiremeyeceğim gerçeğini kavradım. Dakar organizasyonu benden kurtulmak istiyordu ve bu planlarını başarmışlardı...


    Sonunda motoru yerde yatar durumda öylece bıraktım, orcıktaki bir ot kümesinin üstüne oturdum ve gözyaşlarımı tutamadım artık. Ağlıyordum... Uydu telefonu ile karımı aramaya karar verdim.

    Sharon yarışı internetten izliyordu ve şu anda 9 yarışmacının bitirdiğini, bu etabın iptal edilmesi konusunda tartışmalar olduğunu, devam etmem gerktiğini söylüyordu. Evet herşey iyiydi hoştu da benim kolumu kaldıracak halim yokken birazdan çökecek karanlıkta, bu deve çayırında 200km daha nasıl motor sürecektim... Sharon bana bugün Okyanusun ortasında bir ağaca sımsıkı sarılmış bir Tsunami kurbanının bir hafta sonra bulunduğunu, onun bunu yapabildiğine göre benim de bu işi becerebileceğimi söyledi. Haklıydı...birden şımarıklık ettiğimi, kendi problemlerimin Doğu Asyadaki felaket kurnbanlarıyla kıyaslandığında ne kadar önemsiz olduğunu farkettim.

    O sırada bir 660 sesi duydum, kum tepesini aştı ve benim istikametimde geldi geldi bir kaç metre ilerde benim motorumun yanında düştü. Sahron a elveda edip yanına gittim, birlikte motoru kaldırdırdık. Estonyalı bir sürücüydü... Bana baktı ve bitmiş bir halde İngilizce “çok yorgunum” dedi.
    En az benim kadar berbat görünüyordu. “Misery loves company” [sefalet birliktelik getirir] biraz daha dinlenip birbirimize yardım ederek yola devam etmeye karar verdik, benim motoru da beraberce kaldırıp ilerdeki kum tepelerine doğru yola koyulduk.

    Daha hava tam kararmamıştı bile ve HID farlarımızın aydınlatması tam evdeki pazarın çarşıya uymaması gibi hiç bir işe yaramıyordu. Ne kum tepelerinin siluetini ne de iyi sürüş hattının ne olabileceğini görebiliyorduk. Bu arada kurtarıcımız bize yetişmeye başlayan otomobiller oldu. Durup nerey gittiklerine bakıyor, en azından 20-25m lik kum tepeleriyle boğuşmak zorunda kalmıyorduk.

    Bu arada aslında kendimi pek de fena hissetmemeye başladım. Telefonla konuştum arada bilinçsizce birşeyler yemiştim. Onun etkisi olmalıydı, o zaman idrak ettimki o sırada yorgunluk, üzüntü ve kafamın karışması sonucu şeker kaybından bayılmak üzereymişim...

    Şimdi sanki etabı bitrecekmiş gibi hissetmeye başlamıştım. Ama Dakar da iyi şeyler uzun sürmüyor. Karanlıkta katettiğimiz son 10km bir saatten fazla sürmüş ve sonunda da Estonyalı dostumu kaybetmiştim. Bir süre onu aradım, bulamadım. Sonra başka sürücülerle karşılaştım, onlara yardım ettim, onlar bana yardım ettiler...herkes birden herkese her alanda yardım ediyor olay tam bir hayatta kalma savaşına dönüşüyordu.

    Bir süre her tarafımda “Bob” yazmasına rağmen bana sürekli “Bobbie” diye seslenen Fransız Etienne le sürdüm. Aküsü ölmüştü. Motoru ne zaman bayılsa stop ediyor bir daha başka bir motordan kabloyla takviye almadan çalışmıyordu. Sonra onu da kaybettim, yada o beni... Ardından BMW650 li bir İngiliz le buluştum Simon Pavey, onunla ne kadar beraber sürdüğümüzü bilmiyorum çünkü onu da kaybettim ve hemen ardından da bir tuzağa düştüm. Bir kum tepesinin etrafından dolaşıp kolay bir yol bulmaya çalışıyordum, birden kendimi iki kum tepesinin oluşturduğu krater benzeri 15m derinliğinde bir çukurun içine yuvarlanırken buldum. Motoru doğrulttum, marşa bastım ve motor çalışmadı.... Dedim tamam. Buradan kendi başıma çıkmam mümkün değil... bu iş bitti.

    El fenerini çıkartıp çevreyi keşfetmeye başladım. Bir defa sevindirici haber, çukurun dibinde değil yan duvarındaydım. Motoru çalıştırabilirsem aşağıya doğru kaptırıp karşı duvardan tırmanrak kaçmayı deneyebilirdim. Motorun neden çalışmadığını anlamak uzun ama tamiri kısa sürdü. Marş düğmesinin içine kum kaçmiş sadece...
    Güçlükle motou kaldırıp burnunu aşağıya verdim ve egzozlar kumun içinde, motor viteste çalıştırdım. Arkamda görülesi bir kum sütunu fışkırtıp çukurun dibine doğru gazladım ve öbür taraftaki duvara saldırıp sanki sifonu çekilmiş tuvaletten su akıp geçer gibi bir hisle özgürlüğüme kavuştum.

    Birkaç kum tepesi daha aştıktan sonra yüksek bir tanesinin tepesinde durup etrafı kolaçan etmeye karar verdim. Tam aşağıda Schlesser in buggy lerinden biri tamamiyle kuma gömülmüş pilotlar ellerinde küreklerle çıkartmaya çalışıyordu. Fakat daha ilerde, ufuğa doğru gaip bir metalik ışıklar pırıltılar gördüm. Ne olduğunu anlamaya karar verdim ve az önce buggy nin içinde olduğu çukuru geçip tuhaf ışıkların ne olduğunu anlamak üzere o tarafa doğru yöneldim.

    Garip ışıklı parıltıların metalik acil durum battaniyeleri olduğu ortaya çıktı. 15 civarında motor bir halka şeklinde aynı kızılderililerle savaşan kovboy arabaları gibi parketmişlerdi Estonian, Etienne, Simon Pavey herkes ordaydı. Etabın zorluğu üzerine içimizdeki Dakar yarışı ustalarından birisi organizatörlerle temasa geçmiş, bu gece burada prak edip sabah devam etmek üzere karar alınmış.
    Etienne sağolsun bana yanında yer ayırdı ve içine kıvrılabileceğim bir çukur açtı... hemen oracığa kaskım botlarımla olduğum gibi kıvrılıverdim.

    Arkasi var....

    -----------------------------------------------------------------------------------
    DD den notlar:

    (*) Deve çayırı: Bu tabir literatürde "Camel grass" diye geçer. Türkçesini ben uydurdum. Bu arazi aslında dümdüz bir çöl, ancak rastgele aralıklarla tutam tutam otlar ve bu otların dibine toplanmış kumlardan oluşan, bazen yüksekliği 70-80cm yi bulan küçük kum tepecikleri ve bunların arasından gidebileceginiz örümcek ağı gibi karmaşık bir yol şebekesinden oluşuyor. Çöl yarışçıları için bir nevi kabus.

    (**)Tavşan: (Ing. Rabbit) Önde hızlı giden biri. Arkasına takılıp hem onun hızında gitmek ve hemde onun navigasyonundan yaralanmak kurnazca ve bildik bir yarış taktiğidir. Bir taraftan yön ve yol bulmakla uğraştığı için tam kapasitede gidemiyor olduğundan, şartlar lehinize döndüğünde bir ara fırsat bulup geçebilirsiniz.



    Üstte Tichit ten bir manzara, sağda Brucy bu etapta gazlıyor...

  12. #12
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 11: 07/01/05






    Yaklaşık bir saat sonra titriyerek uyandım. Battaniyem kum fırtınasından liğme liğme olmuş gitmişti. Diğerleri ise çok daha kaliteli battaniyelerinin içinde mışıl mışıl uyuyordu. Kanadaya döndüğümde bu battaniye firması benden ciddi bir mektup alacaktı... Gecenin bu saatinde titremenin kötü bir işaret olduğunu biliyordum, cebimde kahvaltı için sakladığım powerbar olmalıydı, onu şimdi yemeye, biraz enerji toplamaya karar verdim. Sinisalo ralli ceketimin bir sürü cebi var ve powerbarı ararken birden bir mucize oldu. Kimyasal ısıtıcı paketler! Ben onları Barselonadan Granadaya giderken lazım olur diye almış, alakasız bir cebime tıkıştırmış ve sonra tamamen unutmuştum.

    Bu paketleri dikkatli kullanmak gerektiğinin farkındaydım. Hemen birtanesini merkez sıcaklığımı takviye etmek için göbek çukurumun tam üstüne yerleştirdim. Ayrıca kimse bunu bilsin istemiyordum şimdi. Hayatta kalma oyununu öğrenmiştim, eğer birine yerdım edersen o da sana yardım etmek zorundaydı ve şidiye kadar herkesle ödeşmiştim. Bundan böyle kartlarımı iyice göğsüme yakın tutarak oynamaya kararlıydım.

    Battaniyenin kalan kısmını bacaklarıma sardım, geri kalan kısmını kum doldurmaya başladı zaten. Neyim varsa giydim, balaklava, goggles... Shark helmetimin uyumak için son derece rahat olduğunu da keşfettim bu arada. Rahatlamış olarak uykuya dalmak üzereyken şaşmaz Dakkar kuralı kendini gözsterdi. Birşeyler yolunda giderse kesinlikle çok sürmüyordu. Büyük Sahranın ortasındaydık, kum fırtınası yeni dinmişti ve yağmur başladı.

    Yavaş yavaş ortalık aydınlanırken diğer kamp sakinlerini de görmeye başladım. Bir düzlüğün tam ortasındaydık... Hangi gerizekalı burayı kamp yeri diye seçmişti kimbilir. Luc Pagnon oturduğu yerde telefonla konuşuyordu, bu kaşarlı “Dakarcı” da organizasyon başkanı Patrick Zaniroli nin şahsi telefon numarası bile vardı.

    Konuşma sonunda bugünkü etabın iptal edildiği, bütün yapmamız gerekenin Tichit e varıp oradan liaison yoluyla Tidjikja ya ulaşmak ve programa kaldığımız yerden aksamadan devam etmek olduğu ortaya çıktı.

    Açlıktan ölüyordum ve yiyecek hiçbirşeyim kalmamıştı. Beraber sürdüğümüz Simon dan istedim biraz birşeyler... Bütün gün beraber sürmüş, bu sırada benden habire yiyecek birşeyler almıştı. Bir tane granola çubuğu olduğunu memnuniyetle paylaşacağını söyledi. Belli ki o da dersini almış, kartları göğsüne yakın oynamayı öğrenmişti...

    O sırada İrlandalı Gary Ennis le karşılaştım. Çölün ortasında elinde aktarma kablolarıyla öyle duruyordu. Aküsü ölmüş motorunu çalıştırdık... Bütün geceyi yanlız başına burada geçirmiş, o da benim gibi gözyaşları içinde uydu telefonuyla karısını aramış, artık devam edemeyeceğini, birkaç gün içinde evde olacağını söylemişti.

    Ona etabın iptal edildiği, hala şansının olduğu müjdesini verdim ve biz üç anglofon (*) ahbap çavuşlar Tichit e doğru yola koyulduk.

    Daha zorluklardnan çıkmak için çok işimiz vardı. Deve çayırı gittikçe yoğunlaşıyor, kimi yerde içinden çıkılmaz hale geliyordu ve bu mücadele sırasında tahmin ettiğimden çok daha fazla benzin harcamıştım. Bitmesi yakındı. Sağda solda yakıtı bitip kalmış çaresiz ağlamaklı yarışçılar görmeye başlamıştık. Herkes birbirinden yakıt dilenir hale gelmişti. Gerçi benim iki yol arkadaşımın durumu pek fena değildi ve eğer benimki biterse yakıtı paylaşmaya söz vermişlerdi ama daha yolumuz vardı ve üçümüz de yolda kalabilirdik.

    O sırada karşıdan gelen, üstünde devasa bir taret ve makineli tüfek yüklü askeri bir cip gördüm. El sallayarak o taraf doğru gidip durdurdum ve cebimdeki bütün para karşılığında biraz yakıt vereip veremeyeceklerini sordum. Evet vardı, ve aslında organizasyon tarafından yolda kalanlara yakıt vermek üzere görevlendirilmişlerdi. Arkadan varillerce yakıt yüklü başka araçlar da belirdi. Hepimize 10ar litre verdiler. Bu bize kampa ulaşıp hakketiğimiz istirahat ve yemeğe kavuşmak için fazlasıyla yeterdi.

    Saat 2:30 da son kontrol noktasına ulaştık. Ömrümüm en stresli 30 saati geride kalmıştı. Artık yapacağım tek şey akşama doğru Tidjikja ya ulaşıp dinlenmekti. “Rest Day” [istirahat günü] e alt tarafı bir gün daha vardı şunun şurasında...

    Rahatlama pek tabii ki kısa sürdü. Önümüzdeki 240km lik liaison un 2001 yılında özel etap olarak kullanılan Allahın cezası deve çayırı ve yumuşak kum bir parkur olduğunu bulduk. Bu arada Simon ın BMW su hararet yapmaya başladı. Durup sorunun ne olduğunu anlamaya çalıştık ama başaramadık. “Kendim hallederim artık siz gidin beni beklemeyin” diye bizi kovaladı sonunda. Ardından Gary nin farları öldü ve zifiri karanlıkta yarıyol Lekhcheb köyüne ulaştık. Yolun gerisi kum ve oluklarla dolu olmakla beraber belirgin bir yola benziyordu ve benim farlarımın aydınlattığ istıkamette Gary ile yanyana devam edebildik.

    Son kontrol noktasına doğru kilometreleri geriye doğru saymak bana bir ömür gibi geldi o akşam, ve sonunda Tidjijka nın ışıkları ufukta göründü. Sonra asfalt yol, ve nihayet havaalanı ve kamp.
    Ardarda iki gün 15 er saat motor üstündeydim ve dün geceyi bütün hava şartlarına maruz bir şekilde açıkta geçirmiştim.

    Saat 22:30 du, şimdi motorumun servisini yapmak, birşeyler yemek, çadırımı kurmak ve uyumak zorundaydım yarın sabah 8:30 da 400km lik etap beni bekliyordu...

    Arkası var .....

    ----------------------------------

    DD Den...

    Motosiklet yarışsız etaptan bir iki görüntü...



    Dört tekerlerin kum güreşi, Wade bir yerli ile alışverişte...

    (*) Anglofon: İngilizce konuşurlara verilen genel isim.

  13. #13
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 12: 08/01/05 Tidjikja- Atar





    Liaison 3km
    Özel etap 361km
    Liaison 35km


    Gecenin ortasında sırılsıklam ıslanmış vaziyette uyandım. Nasıl olduysa gece Camelback (*) imin ağızlığı açılmış ve bütün çadır yapış yapış Cyotomax (**) kaplanmıştı. Tabii bu arada uyku tulumum büyük bir iş başarmış, yere yayılan bütün içeceğimi güzelce emmiş damlasını bile bırakmamıştı. Ironik gerçeğin bu kadar çarpıcı örneklerle karşıma çıkmasına inanamıyordum. Gerçekten de içinde bulunduğun durumun kötü olduğunu sandığın anda durum daha da kötüleşebiliyor ve daha önceki durumun aslında hiç de o kadar kötü olmadığını anlıyorsunuz.

    Evvelsi gece berbat durumdaydım. Bütün yapabildiğim birşeyler yemek, kabaca çadırı kurup kendimi içine atmaktan ibaret kalmıştı. Motorun hiçbir bakımını yapamamıştım. Bütün yaptığım KTM servis aracına gidip yeni bir hava filtresi almak ve cebime tıkıştırmaktan ibaretti.

    Oturup motorla konuştum... Eğer bu gün kırılmazsa Atar a vardığımızda onu yıkayacağıma, zincir, arka dişli ve yağını, filtrelerini, lastiklerini değiştireceğime söz verdim. Kabul ettimi bilmiyordum ama ben sözümde durmaya karalıydım.

    Lök gibi olmuş uyku tulumumu kutuma tıkıştırırken kum fırtınası başladı. Olsun... yarın “rest day” idi ve karım Sharon benimle buluşmaya Atar a gelmeye karar vermişti. Bu motivasyonla herşeyin üstesinden gelebilirdim. Onu orada beni beklerken hayal etmek bile gözlerimin yaşlarla dolmasına, yanaklarımdan süzülmesine yetiyordu. Bunları düşünmemeli işime konsantre olmalıydım...

    Etap kum fırtınası içinde ve yumuşak kum zeminde seyrek ağaçlıklı bir arazide başladı. Kuvvetli yan rüzgar, belirsiz yol ve ağaçlar arasında navigasyon oldukça incelik istiyordu. Bir kaç kez kaybolup motosikletlerin bana doğru geldiğini görüp tekrar yolu buldum. Sonra bir ara fırtına içinde uzakta bir karaltı, bir helikopter görür gibi oldum. Durup GPS ve road book u inceleyip gitmem gereken yönün orası olduğuna hükmederek kendime bir off-road rotası çizdim. Sonunda helikopterin orada ve artık doğru yoldaydım.

    100km civarında yeniden kum tepeleriyle karşılaştık ve bir tanesi nedense çok zor geldi. Kazarak, iterek düşe kalka zar zor aşabildim ve motorun gücünün çok düştüğünü farkettim... O zaman aklıma üç günden beri kum fırtınasında olduğum ve hala aynı hava filtresiyle devam ettiğim geldi. Cebime tkıştırdığım filtreyi taktım, eskisini kum tepesine gömdüm marşa bastım ve artık yepyeni bir motorum vardı.

    Hava filtreleri aslında defalarca kullanılabiliyor. Güzelce benzinle yıka, temizle basınçlı havayla kurut, yeniden yağla 20 dakikada oldu bitti. Eskilerini atıp her gün 50$a yeni bir tane almamın sebebi basit. 20 Dakika fazla uyuyabilmek.

    Şimdi de arazi sert kayalığa dönüşmüştü ve ben düşürüp zarar vermemek için tam bir babaanne gibi dikkatle giderken başka bir 660 la karşılaştım. Motoru devirmiş debriyaj kolunu koparmiştı.

    Yedeğim olup olmadığını sordu... Tabiiki vardı. İnsanın böyle bir yarışa bu tür sıradan yedeklerle çıkmaması gibi bir aptallık nasıl düşünülebilirdiki? Hemen indim alet çantamı açtım ve o anda kafama dank etti ki yedeğimi ona verirsem bu kez ben yedeksiz kalacağım. Onun aptallığının cezasını yolun geri kalan kısmında ben çekleceğim. O problemini kolayca çözmüş olacak ve ben durup duruken bir problem sahibi olmuş olacağım.

    Sanki bulamamış gibi yaptım ve üzgün olduğumu, yardımcı olamayacağımı söyleyip uzaklaştım oradan.

    Artık final kontrol noktasına fazla bir şey kalmamıştı ama yol boyunca geçtiğimiz kum tepelerinin en zorlarıyla mücadele ediyorduk. Kontrol noktası da bu tepelerin en büyük ve zor olanının tam arkasında yer alıyordu. Bir tepeyi aştıktan sonra bir ilerdeki devasa yumuşak tepede akbabalar gibi sıralanmış pek çok fotografçı gördüm.

    Eski Dakarcılardan Lawrence Hacking in sözleri aklıma geldi... “Nerde fotografçı görürsen oradan kaç. Onların söylediği yere sakın gitme. Harika Dakar fotografı çekmek için istedikleri tek şey senin ızdırap içinde boğuşurkenki halin”.

    Hepsi birden bana ilerdeki kum tepesini gösteriyordu, ama ben buradan bile onun bir problem dağı olduğunu görebiliyordum. Tepenin dibine kadar gidip oradan keskin bir dönüşle vadinin sonlarına doğru gazladım, ta ki kum tepeleri iyice küçülene kadar. Sonunda 10-15 m yüksekliğinde birini gözüme kestirip öbür taraf geçtim ve kontrol noktasına dogru yola koyuldum. Evet iyi bir fotograf çekemediler, hiç umurumda değil doğrusu. Bütün düşündüğüm yaklaşık yarım saat içinde bu etabı bitirmek, Sharon a ve “rest day” e kavuşmaktan ibaretti. İstatistiklere göre rest day e ulaşabiliyorsan yarışı bitirme şansın oldukça yüksekti ve bunu çok iyi biliyordum.

    Asfalta ulaştığımda motordan inip yeri öpmemek için kendimi zor tuttum. Yavaş yavaş Atarın binaları da görünmeye başlamıştı. Artık şehre girmek ve el salayan insanlarla karşılaşmak için sabrım tükenmişti. Evet başarmıştım.

    Benden kurtulmak için herşeyi yapmışlar ama başaramamışlardı. O sırada iki Avrupalı turist gördüm yol kenarında beni alkışlıyorlardı. Artık göz yaşlarımı tutamadım gogglarımın içinde bir çocuk gibi hüngür hüngür ağlayarak havaalanının yolunu tuttum.

    Sharon la buluşmak için sabırsızlanıyordum, belkide beni son kontrol noktasında bekliyordu, belkide zaman kartımı o damgalayacaktı. O sırada Estonyalıyla karşılaştım. İkimiz de suratlarımızdaki sırıtmayı silemiyorduk. Hiç bir zaman buraya ikimizin de ulaşabileceğini düşünememiştik. Ve tam o sırada birisi arkamdan bana sımsıkı sarıldı...

    Arkası olmasınmı şimdi ?

    ----------------------------------------------------------------

    DD den notlar:

    (*) Camelback: Sırtta taşınan bir çeşit su torbası, yolda içebilmek için bir de hortumu var. Hörgüç.

    (**) Cyotomax: Sporcular için bit tür enerji içeceği. Marka.



    Üstte Despres ve Meoni yanda Robin



    Hayatta kalmak için yardımlaşma, Mougeot. Sağda Rivera...

  14. #14
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 13: 09/01/05 Atar

    ”Restday” İstirahat günü....

    O akşam motorla ilgili hiçbirşey yapmadım. Sharonla beraber onun yanında getirdiği büyük çadırı misafirlere ayrılmış bölümde kurduk. Etrafı, kampı ona göstermek çok güzeldi. Sonra beraberce sahra mutfağında yemeğimizi herkesle beraber yedik ve erkenden yattım. Sharon gelirken yanında bir I-Pod (*) getirmiş. Günlerce rüzgar uğultusu ve motor gürültüsünden başka birşey duymayan kulaklarım için bu minik elektronik cihazdan gelen Björk ün yumuşak ve rahatlatıcı sesi o kadar gariptiki... Tamamen rahatlamış yatıyordum, karım yanımdaydı ve yarın motosiklete binmek filan yoktu.

    Saat 9:00 da kahvaltıya gittim, ve üstümdeki baskı geri döndü. Son birkaç gündür motorun bakımıyla ilgili ciddi hiç bir şey yapmamıştım. Bu gün planladığım bütün bakımı tamamlayıp programıma yetişmek zorundaydım ve bunu bir an önce tamamlayıp günün geri kalan kısmını yine dinlenerek geçirmeliydim.

    Önce şehre gidip motoru bir güzel yıkattım, sonra da kampa dönüp işe başladım. Tam alt muhafazayı söktükten sonra bir şey için ayağa kaltığımda birden heryerde yıldızlar uçuşmaya başladı, herşey etrafımda fıldır fıldır dönüyor nefes almakta büyük güçlük çekiyordum. Bayılmak üzere olduğumu düşünerek yavaş yavaş ve dikkatle sahra hastanesine doğru yürürken belki de kalp krizi geçirmekte olduğumu düşünmeye başladım.

    Doktorlar kalbimde hiçbirşey bulamadı, bütün başıma gelen aşırı yorgunluk ve stresin yol açtığı şoktu. Motorda çalışmaya devem etsem yorgunluğum daha da artacak daha şiddetli bir şok geçirecek yada aşırı strese girip panik atak yaşayacaktım. Doktor elime birkaç uyku tableti ve vitamin tutuşturup beni derhel çadıra dinlenmeye yolladı. Ayrıca Sharon a da başıma gelenleri anlatmalıydım.

    Birkaç saat uyuduktan sonra kendimi biraz daha iyi hissederk uyandım, gidip birşeyler daha yedim ve doğru motorun başına gittim. Hava kararmış, bütün gün heba olup gitmişti. Kafama taktığım lambayla zifiri karanlıkta çalışmaya koyuldum... Ne “istirahat günü”ydü ama !

    Yolun yarısındayız, daha var devamı...

    ---------------------------------------------------------------------------
    DD den notlar

    (*) Apple I-Pod; minik bir MP3 çalar.

    Atardan görüntüler


    Fotograflar Zigzag dan http://www.zig-zag.tm.fr/Anglais/index.htm

  15. #15
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 14: 10/01/05 Atar- Atar - Özel Etap #10






    Liaison 8km
    Özel Etap #10 483km
    Liaison 8km

    Önümüzdeki üç günün çok zor geçeceğini biliyordum, ama bunu başarabilirsem ralliyi bitirebileceğimi de.

    Son üç gün yarışlar Sahal (Sahil) bölgesinde genellikle iyice sertleşmiş laterit (*) zeminde yer alıyordu ki benim tarzıma çok daha iyi uyuyordu bu. Dakar yarışını mental düzeyde lokmalara bölmeden bu işin üstesinden gelinmiyor. Bütün olay tamamını birden kavrayabilmek için çok fazla karışık.

    Bu gün bu kadar uzaklara bakmıyordum. Bugünkü rotamızda her biri 40km lik iki zor kum tepesi etabı ve bizi oldukça zorlayacak vadi geçişi vardı. Günü kurtaracak olan ise 200km lik hızlı düzlüktü. Yine mental olarak etabı lokmalara bölmeyi başarmıştım. Eğer yumuşak kumdan kurtulup CP2 ye varabilirsem ondan sonrası 293km güvenle yuvaya yelken açmaktan ibaretti.

    Sharon un uçağı saat 1:00 de ve benim startım 8:30 daydı. Birlikte kahvaltı ettik ve gözyaşlarımızı zorlukla zaptederek ayrıldık.

    Yarış hızlı başladı, ve kum fırtınasıyla beraber görüş mesafesi de gittikçe düşmeye başladı. Daha önceki etaplardaki kötü derecelerimi de dikkate alıp biraz hızlanıp diğerlerini bir bir geçmeye başladım. Dünkü drama rağmen bugün keyfim yavaş yavaş yerine gelmeye başlamıştı. Biraz kendimi toplamış olmalıydım.

    İlk kum tepelerine gelmemiz uzun sürmedi, ve fazla bir açmaza girmeden teker teker geçmeye başladım. Eski korku ve endişelerim azalmış olmakla beraber hala vardı ama buna karşın kendime güvenim oldukça sağlamlaşmıştı. Hala önümdeki yolun çok zor ve gittikçede zorlaşacağını bilmekle beraber, oldukça zor zamanlar yaşamış ve bunlardan paçamı kurtarmasını bilmiştim. Aynısı yine karşıma çıksa yine başımın çaresine bakarım diye düşünüyordum.

    90 km lik hızlı bir bölgeden sonra nihayet CP1 e ulaştım. Gerçek imtihan buradan sonra başlıyordu. Önce yumuşak kum ve kayalardan oluşan pasajdan geçecek, sonra yarışın en yoğun ot kümeleriyle dolu 60km lik deve çayırında kendimi bulacak ve sonra Dakar tarihinde hiç geçilmemiş yükseklik ve yumuşaklıktaki 30km ye yayılmış kum tepelerini aşacaktım.

    Zorlukla ama motoru sadece bir kez devirerek pasajı geçtim ve deve çayırına girdim. Bu sahada gittikçe daha iyi olmaya başlamıştım. Mümkün olduğunca uzağa bakmak, ot kümeleri arasından doğru hatlar görmek ve bunun içinde büyük sabır ve konsantrasyon gerektiriyordu burada sürmek.
    Hızlı gitmenin hiçbir anlamı yoktu ve denemeyede kalkışmadım zaten. Göz ucuyla sürekli GPS i kontrol edip başımı derde sokmaksızın kilometreleri geriye saymaktan başka yapacak birşey yoktu.

    Başka bir KTM660 da bir Fransızla karşılaştım bu arada. Benzini tamamen bitmiş orada kalmıştı. Halbuki bu sabah hepimizi yakıtı dikkatli harcama konusunda uyarmışlar, etaba yakıt takviyesi yapmanın imkansız olacağını söylemişlerdi; ve bu aptal deli gibi gazlayıp 250.ci kilometrede benzinini bitirmişti. Önümde CP ye varmaya 50 km vardı ve benim depom yarıya bile gelmemişti. Onu oracıkta bırakıp gitmek geçti içimden. Tabii ki içim elvermedi. Sonra bu kadar yakıtı boşuna taşımamın anlamsız olacağını da hesaba katarak benim arka tanklardan birini sökerek içindeki yakıtı onunkine boşalttık. “Bana bak” dedim “ benim numaram 151. Bunu aklına kazı. Eğer beni yolda kalmış görürsen durmak zorundasın”.

    Devasa bir kum tepesinin önündeki kararlaştırılmış işaret noktasına geldiğimde eski dostum İrlandalı Gary ile karşılaştım. Beni gördüğüne öyle sevindi ki... Bana kum tepelerinde çok iyi olduğumu beni izleyeceğini söyledi. Niye böyle düşündüğüne akıl erdiremedim aslında. Bence kumda hiç de iyi değildim. Belki de bu yoldan nereden gidilmemesi gerektiğini görecekti ! İyice şüpheci olmaya başlamıştım.

    Kum tepeleri CP2 den hemen önceydi. Burada durulacak, yakıt tekviyesi alınacak, birşeyler atıştırıp yola devam edilecekti. O tarafa doğru yola koyulduk ve kum tepeleri ufukta büyüdükçe büyümeye başladı. Etklerine geldiğimizde tepenin yüksekliğini 30m olarak tahmin ettim.

    Birlikte hiç acele etmeden sabırla ve metodik olarak, diğerlerinin bıraktığı izleride inceleyerek, kumu “okuyarak” tepeye devam ettik. Ve birden kendimizi zirvede bulduk. CP2 tam altımızdaydı ve o tepeden aşağı inişimiz, motorları yan kaydırarak zar zor duruşumuz, aynı anda da zaman kartlarımızı hakeme verişimiz görülecek şey olmalıydı...

    Benzini doldurduk ve yemeğimizi yedik, o sırada enteresan bir şey gördüm. Bir helikopter ilerde kum tepeleri arasından bir motosikleti iple bağlamış yukarı çekiyordu... Gery nin omuzuna vurup ona da gösterdim. Her gün görülen şeylerden değildi. Motoru getirip yakınımızda bir yere bıraktı, halatı aşağı attılar, ve yeni bir tane toplamak için helikopter kum tepeleri arasınad gözden kayboldu.

    Geri kalan 200km hızlı ve dümdüz bir rotaydı. Birbirimizin tozunu yutmamak için Gary ile yanyana sürdük. Arada bir daha düzgün yerler bulabilmek amacıyla ana rotadan ayrıldığımız da oluyordu ama bunun tehlikesini keşfetmem uzun sürmedi.

    Bir ara yaklaşık 80km/h ile giderken arka tekerlek küçük bir basamaktan zıpladı, selede havlandım ve uçup gitmemek için gayrı ihtiyari ayaklarımla yanlardan seleyi sıkıştırdım ve santrifüj gücüyle motoru dik tutabimek için sonuna kadar gaz verdim. Motor büyük bir hızla yere ve bende aynı hızla seleye düştüm. Cidden büyük bir kazadan kıl payıyla kurtulmuş herhalde hayali izleyicilere şahane bir gösteri yapmıştım. Yaptığım şeye inanamayarak yola devam ettim, sanırım tanrıyı görür gibi olmuştum bir ara...

    Yolun geri kalanı sorunsuz geçti ve bu herkesçe zor denilen etabı 58ci olarak bitirdim. Bunu kutlamak lazımdı. Gidip yarışın başından beri ilk defa traş oldum ve sahra mutfağına kendime bir ziyafet çekmek için ağzım kulaklarımda olarak yöneldim. Fakat Dakar kuralı yine bozulmadı. Tam herşey güzelken muhakkak biri altınızdan halıyı çekiveriyordu. İki gün önce kaza geçiren Jose Manual Perez in ölüm haberiyle hepimiz yıkıldık.

    Arkasi var...

    - - - - - - - - - - - - - -

    DD den notlar:

    (*) Laterit: Kuruduğunda çok sert ama kolayca tozuyan, ıslakken çok yapışkan, bir çeşit kırmızı renkli, metalik minerallerce zengin kil tabakası.

    Etap manzaraları...



    Üstte Meoni yandaki resim Norveçli Ullevalseter. Bu etaptan sonra yarışı terkedip elendi.



    Üstte her zaman ilk onda görülen Italyan Sala ve sağ yanda yine en iyilerden biri, Ispanyol Pujol.


  16. #16
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 15: 11/01/05 Atar- Kiffa Özel etap #11






    Liaison 34km
    Özel etap #11 400km
    Liaison 340km

    Güneş yükselmeye başlarken özel etab girmek üzere liaison a girdim. Bu günkü özel etap 656km olarak planlanmış ama geçen günkü fiyaskodan sonra 400km ye kısaltılmıştı. Yeni plana göre CP2 de bitecek oradan Kiffa kampına 340km liaison yoluyla ulaşacaktık.

    Dünkü başarılı etaptan sonra bugün kendime iyice güveniyordum, dünkünden 100km daha kisa olan parkuru bugün çok daha çabuk bitirebilecektim.

    Maalesef son derece yanılıyordum.

    Özel Etap yumuşak kum zeminli geniş bir Oued (*)ile başladı. Ne kadar hızlı bir rota bulmaya çalıştımsa da başaramadım. Yolda Amerikan Red Bull takımından Kellon Walsh la karşılaştım. Motoru arızalanmış servis kamyonunu bekliyordu. Biraz onunla oyalandım ama yapacak birşey olmadığını anlayınca yola devam ettim. Birazdan arkamdan Gary yetişti, beraber kayalar, çakıl bölgeler, kum zemin ve ağaçlardan oluşan bu labirentten çıkmaya çabaladık. Oued şimdiye kadar karşılaştığımız en berbat zemindi, bir türlü hızlanamıyor, orada burada takılıp debelenip duruyorduk.

    Ouedin hemen ardından Feç-feç denilen yumuşak kum bölgelerin olduğu araziye geldik. Bir tür kum bataklığı feç-feç. Un-pudra kıvamında ama görünüşü normal kumdan farksız. Motor denk gelirse o anda duruyor ve yarısına kadar gömülüyor. Bunlardan birine denk gelmemeniz tamamen şans meselesi ve o gün ben pek de şanslı günümde değildim anlaşılan.

    Küçük bir tepeciği aşmak için biraz hızlanmış ve gidona kendime çekip yükü arkaya vermiştim ki motosiklet bir anda durdu. Bütün hızımla gösterge panosuna ve road book a vurdup bir tarafa fırladım. Yine aynı yıldızlar gözümün önünde uçuşuyor ve kesinlikle nefes alamıyordum. Kafam gövdemden ayrılacak gibi öne doğru fırlamış olmalıydı boynum koparcasına acıyordu. Allahtan vücut zırhım göğsümü korumuş kaburgalarım kırılmamştı. Yinede duyduğum acılar katlanılacak gibi değildi ve yarıştan sonraki iki ay daha öksürüp hapşırırken kendini hissettirecekti.

    Oued sononda bitti ve kendimizi yine deve çayırında bulduk. Göya en zorunu daha önce geçtiğimizi düşünürken bunun daha zor olduğu ilk bakışta belli oluyordu. Ot kümelerinin arası çok dardı ve aralarından yılan gibi süzülecek boşluk bulmak neredeyse imkansız gibiydi. Oued den geçerken tanrım bitsin herşeye razıyım diye dua ederken şimdi ouede bile razıyım diye dua ediyordum.
    Arada bir küçük kurumuş göllere denk gelip hiç olmazsa 30 saniye için oturma şansımız oluyordu sonra yine lanet olası deve çayırına dalıyorduk.

    En nihayet deve çayırının sonuna ulaştık ve yine kendimizi dev bir kum tepesinin önünde bulduk CP
    tepenin tam ardındaydı ve artık bu numara da bayatlamaya başlamıştı. Gary her zamanki güveniyle bana yamandı ve eski taktiğimi uygulayıp kum tepesini aşmak yerine 90derece sola dönüp daha küçük tepecikleri bulunduğu vadi aşağı yolu tutturduk. Diğerleri kum dağıyla boğuşmaya başlamışlardı bile. Ve onlar yumuşak kumla hala boğuşurken biz tepelerin etrafından dolaşıp kontrol noktasına salimen ulaştık.

    İlk 175 km yi tamamlamak 4 saat sürmüştü ve etabı karanlık basmadan tamamlamamızın imkansız oluğunu anlamıştım. Kaldı ki etabı bitirdikten sonra beni bekleyen 340km lik bir liaison daha vardı. Alelacele yakıt ikmali yapıp gırtlağımıza bir iki power bar tıkıştırıp yola koyulduk.

    Yol derhal bir deve çayırına sonrada feç-feç dolu kum tepelerine oradan yine deve çayırına ve tekrar kum tepelerine dönüşerek devam etti. Bugün yarıştan zevk alabileceğim tek bir şey dahi olmamıştı. Etabın ortaların a geldiğimizde artık ömrümün geri kalan kısmında bir daha hiç motosiklet görmek istemediğime karar verdim.

    Feç-feç korkunç birşeydi. Sağlam zeminde kum tepecikleri arasında giderken ön tekerlek birden kendini çamurluğa kadar gömüp kumun içinde tamamen kayboluyordu. Ayrıca motoru tekrar bu kum bataklığından sökmek büyük enerji, sabır, zaman ve dikkat gerektiriyor, üstelik bir sonrakine birkaç yüz yada sadece birkaç metre sonra gömülüp gömülmeyeceğinizide bilmeniz mümkün değil.

    Kum tepelerinin birinde Gary den ayrı düştüm. Diğerlerinden ayrılıp kum tepelerini kendi bildiğim gibi aşmayı akıllılık sanıyordum ama bu kez yüz metre yol katetmek yarım saatten fazla sürmüştü. Tekrar rotayı bulduğumda Gary ortalarda yoktuö 10-15 dakika kadar bekledim ve sonra yola kendi başına devam ettiğini, önümdemi yoksa geridemi olduğunu anlamamın mümkün olamayacağını idrak edip yola koyulmaya karar verdim.

    Daha sonra saatlerce deve çayırları ve kum tepeleri ile mücadele ederek kayalık sağlam bir zemine ulaştım. Güneş batmadan etabı tamamlayabileceğim umudu doldu içime. Ve bu şekilde devam ederken motor birden bire duruverdi. Kenra bir yere çekip problemi anlamay çalıştım...depo tamtakırdı. Bu son derece yumuşak kumlarda uğraşırken tahminimden çok daha fazla benzin harcamış olmalıydım ve etabın sonuna sadece 40km kalmıştı. O kadar yakın ve o kadar uzak!

    Evet benim için Dakar bitmişti...kimsenin değil, sadece benim kendi kabahatim yüzünden üstelik.

    O sırada gelen bir motora el salladım, durdu. Bir Fransız sürücü. “Benzinim bitti, bana yardım edermisin” diyorum, depoyu gösteriyorum ve ne deiğimi anlamıyor. Soruyorum “İngilizce biliyormusun?”... “Tabii” diyor “tabii ki biliyorum” ama “benzinim bitti, yardım et”i anlamıyor bir türlü. Alaşılan Fransızlar yardıma ihtiyaçları olduğu zaman her ne dili konuşursan konuş anlıyor ama biri yardım istediği zaman Fransızcanın alasını bile konuşsan anlamıyorlar. Allahın cezası Fransızlar!

    Büyük bir şans eseri hemen ardından Amerikalı Charlie Rauseo geldi ve deposunu paylaşmayı teklif etti, ki onunda benzini oldukça azalmıştı. Hatta benzin deposunu sökmeye yardım etmemi bile kabul etmedi. Yolun bundan sonrası bu azıcık benzini bitirmemek için büyük stres altında ve bitmek bilmeden sürdü. Endişeden kan ter içinde giderken ufukta kontrol noktasını görerek rahat bir nefes aldım. Artık benzin bitse bile bu lanet olasıcayı oraya kadar ite ite bile götürürdüm.

    Atık hava karamış ve kontrol noktasında da benzinim tamamen bitmişti. Yakıt istasyonuna kadar motoru iterek götürdüm. Bugünkü özel etap 10 saat 15 dakika sürmüş ve ömrümde yaşadığım en zor etap olmuştu..perişan durumdaydım. Benzin pompalarken başka bir sürücü geldi, hali benden daha iyi görünmüyordu... “korkunç, inanılmaz vs.” diye söyleniyordu... “Evet” dedim “berbat bir gündü” bana döndü ve “evet” dedi “ bu gün Fabrizio Meoni öldü” !

    Kulaklarıma inanamadım, motoru olduğu yere bıraktım elimden, çöle doğru birkaç adım yürüdüm ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. Artık herşey kontrolden çıkmıştı, devam etmeye değmezdi. Cehennemden geçiyorduk ve arkadaşlarımız bir bir ölüyor sakatlanıyordu... Ne uğruna? Sıkı adamlar olduğumuz kanıtlamak uğrunamı? Tamamen anlamsızdı bu !

    Orada bir süre durup ailesinin ne hale geldiğini, aynı şey benim başıma gelirse bizimkilerin ne hale geleceğini düşündüm. Koca bir çölün ortasındaydım ve motosiklete binip gitmekten başka yapacak birşey yoktu burada. Ve hala gidecek çok uzun ve meşakkatli bir yol vardı önümüzde.

    Kendimi topladıktan sonra motora binip liaison a koyuldum. Zifiri karanlıktı ve Afrika çöllerinde sokak aydınlatması yoktu haliyle...Yolda çizgide yoktu. Motosikleti yolda tutmak bile başlıbaşına marifetti. 80km/h i geçmeye cesaret edemedim, o tempoyla giderken birden bir yarış otomobili bana yetişip geçti. O da hızlı gidemiyordu ama hemen arkasına yapışıp 100 km/h i aşan bir hız tutturdum.

    Dakar bütün sabrımı taşırmıştı artık, bu asfalt liaison bile 4 saat sürecekti. Biliyordum yapacağım tek şey oturup kilometreleri saymaktan ibaretti ama yorgunluk iyice bastırmıştı artık.

    Sonunda 23:00 de kampa varabildim ve kontrol noktasında zaman kartımı çıkrtırkende motorumla beraber yere yuvarlandık. Çevreden yetişip bizi kaldırdılar, artık ayakta bile duramıyordum. Bugün 775km yi 15 saatte geçmiştim. Hakemler Fabrizio nun onuruna yarınki etabın iptal edildiğini, motorlar ve sürücülerin uçakla Bamakoya aktarılacağını söyledi.

    Yllardır son derece yakından izlediğim ve hayranı olduğum Meoni nin ölümünden derinden etkilenmiş olmama rağmen bir yandan da yarınki etabın iptal edilmesinden dolayı şükran duyguları içindeydim.

    Arkası geliyor....

    - - - - - - - - - - - - - -

    DD den notlar:

    (*) Oued : Genellikle kuru nehir yatağı.

    Etap manzaraları...



    Üstte bu etabı 1. bitiren Coma ve sağda Varga...


    Bu atapta dünya bir ustayı kaybetti, Fabrizio Meoni... Onun anısına iki resim.







    Yolun açık olsun Meoni...Tanri ailene ve yakinlarina sabir versin....

  17. #17
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 16: 12/01/05 Kiffa – Bamako

    O gece Kiffa da motoru uçak kutularının yanına parkettikten sonra arkamı dönüp bakmadım bile. Sadece oradan ayrıldım ve sahra mutfağına doğru yürüdüm.

    Yemekte Gary ve Simon u gördüm. Kaybolduğumuzda ben Gary yi beklerken meğerse o da kum tepesinin ardında beni bekliyormuş. Sonra o da vazgeçip kendi başına gelmiş. Üstümde hala motor kıyafetleri ile birşeyler atıştırdım, çadırı kurmaya bile kalkışmadım, öylece yere atıp içine kıvrıldım.

    Perişan vaziyette ama bir taraftan da yarın yarış iptal edildiği için de hala şükran duyguları içindeydim. Ralli sanki benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu. Kopacağım noktaya kadar baskı uyguluyor, tam kırılıp kopmak kırılmak üzereyken insafa gelip bırakıyor, sonra kaldığı yerden aynen devam ediyordu.

    Saat 6:00 da çadırı silkeleyen birileri tarafından uyandırıldım. Uçağın pervane rüzgarından parçalanmak istemiyorsam toplanmalıymışım. Ne uykuydu ama! İstemeye istemeye sürünerek çadırdan çıktım, toparlandım ve bir kahve için aranmaya başladım ortalıkta.

    Rauseo kardeşler yemek çadırlarının orada biryerde kamp kurmuşlardı ve gidip onların yanına yuvalandım. Dave ayağını fena yaralamıştı ve sırtüstü yatıyordu. Hayatımda hiç böyle bacak görmemiştim. Üstünde morun hayal edilebilecek her tonu vardı. Gerçi gülüp konuşuyordu ama içinde bulunduğu ızdırap müthiş olmalıydı. Planı yarın ayağına çizmelerini giyip finale kadar bir daha hiç çıkartmamaktı. Ayağının şişmesini böylece kontrol altında tutacağını aslında çok da ciddi bir şeyi olmadığını tahmin ediyordu. Oysaki eve vardığında doktoru kontrol edecek ve ayağında dört tane kırık kemik bulacaktı.

    Daha sonra Amerikalılarla beraber hepimiz kamptan kovalandık. Hava alanına da uçağımız hemen geldi. Scot Harden, Alfie Cox, Amerikalı ve diğer anglofonlarla bir gurup oluşturup eski yeni yarış hikayelerine daldık. 3 saat sonra uçağın yüklenmesi tamamlandığında gülmekten karnıma sancılar girmişti.

    Artık bu işi bitirebileceğimi biliyordum. Genel sıralamada 80. ciydim ve ister yavaş ister deli gibi gideyim sıralamadaki yerim pek değişmiyordu. Aslında artık umurumda da değildi. Bitiş listesinde adımın an altta olması bile hiç olmamasından çok daha iyi ve yeterliydi. Artık dört gün daha dikkatli gidecek, bütün hünerimi kullanıp kaza yapmayacak, yarışı bitirecek ve yerışı bitirme madalyasını cebime koyacaktım.

    Devam ediyor....

    - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
    DD den notlar:


    Meoni onuruna motosikletçilere iptal edilen 12. etaptan iki resim...



    Üstte ünlü usta, dafalarca Dakar şampiyonu Ari Vatanen, sağ yanda Kiffa civarından bir manzara.

    Rauseo biraderlerden de iki resim. Dave solda ayaginda her türlü mor renkle.



    Sağda da Charlienin motoru, geçen günkü etaptan bir manzara...

  18. #18
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 17: 13/01/05 Bamako- Kayes Özel Etap #13






    Liaison 205km
    Özel Etap #13 370km
    Liaison 93km

    200km lik liaison a saat 5:40 da başlayabilmek için bu sabah 4:30 da kalktım. Bu abuk subuk saatlerde kalkmaya yavaş yavaş alışmaya başladığımı farkediyordum.

    Yolun başlangıcının Bamako şehrinin içinden geçmesi bir şanstı. Gündüz vakti çeşitli araçalarla dolup taşan bu büyük şehirden sabahın erken saatinde kolayca süzülüp kendimizi şehrin öbür tarafında asfaltın bittiği laterit bir yola dönüştüğü yerde bulduk. Laterit son derece sert ve düz yüzeyli ama yine son derece tozuyan bir çeşit kırmızı renkli kil tabakası.

    Bir önceki günkü sıralama nedeniyle önümde 90 tane motosiklet vardı ve toz tabakası sis gibi görüşü engelliyor, zavallı hava filtremi tıkadıkça tıkıyordu. Özel etap start noktasına ulaştığımda tepeden tırnağa kıpkırmızıydım... Ciğerlerimin ne halde olduğunu hayal bile edemiyordum. Dakar tecrübeyi işkenceye dönüştürmek için hiç bir fırsatı kaçırmayacaktı anlaşılan.

    Bugünkü özel etap laterit ve kaplamalı yollardan oluşan hızlı bir pasajdı ve eski bir yol yarışçısı olduğum için de tam bana göreydi diye tahmin ediyordum. Hedefimi motosikleti düşürmemek, kaza yapmamak ve motoru zorlamamak olarak belirledim. Bu şekilde Kayes e rahatça ulaşmam lazımdı.

    Etap hızlı ve son derece kafa karıştırıcı şekilde başladı. Yolda roadbook ta işaretlenmiş derin çukurlar ve oluklar vardı. Hem bunları kontrol etmek, kilometre saatiyle karşılaştırmak, bir taraftan tozdan önümü görmeye çalışmak ve bir yandan da yavaş sürücüleri bu tozda geçmek gerekiyordu.

    Yol yarışı tecrübemle öndeki yarışçıları kolayca yakaladım ama Murray Walker in söylediği gibi “onları yakalamak başka, geçmek son derece bambaşka birşey”di. Öndeki sürücüye yaklaştıkça toz yoğunluğu artıyor, hiçbirşey göremez hale geliyordunuz. Bazen geçmeye uygun bir anı yakalamak için 15-20 km birinin tam arkasında gitmek zorunda kalıyordum. Bazı yerlerde yol asfalta dönüştüğünde ise yakaladığım herkesi rahatça geçtim. Yine de azami 120km/h kuralımı çiğnememeye özen gösteriyordum. Asfalt tümseklerle doluydu ve sık sık tekerlekler yerden kesiliyor uzun uçuşlar yapıyordum. Kendimi bir an Isle of Man de ünlü yarışçı Joey Dunlop gibi hissettim.

    Atık temiz hava soluyor ve sürüşten zevk almaya başlıyordum ki asfalt bitiverdi. 152ci km de dev “Manantali Elektrik Santrali”ne gelmiştik. Buradan yine laterit etaba girdik. Bu etap Dakarın ünlü eteplarından biriydi ve eskiden defalarca TV de seyretmiştim. Ama şimdi nostaljiyle uğraşacak halim yoktu, yol bir anda oluklanmaya ve parça parça kayalarla dolmaya başlamıştı.

    Bu sürüş beni fazla rahatsız etmedi, zaten günlerdir buna alışmıştım. Hatta birkaç sürücüyü de geçtim. Herşey planladığım gibi gidiyordu, iyiydim, motoru devirmemiş, aşırı zorlamamış, başkalarının temposuna uymamış, kaza yapmamıştım işte o anda felaket beni buldu.

    Hiç bir uyarı yapmadan arkamdan yetişen bir otomobil büyük bir hızla yanımdan geçti. Bir anda kör olduğumu sandım, yer gök birbirine karıştı, nereye gittiğimi bırak kendi motorumu bile göremiyordum tozdan. Ve o anda birşeye çarptım.

    Kendime geldiğimde bir yerde yattığımı farkettim. Organlarım yerindeydi. İyi bir tekme yemiş gibiydim ama onun dışında Allahtan heryerim sağlamdı. Aklıma motor geldi birden, bütün grenaj mahfolmuş, roadbook eğrilip bükülmüş, el koruyucuları kopup gitmiş ve debriyaj pedalı fena halde eğilmişti. Hiç bu kadar sinirlendiğimi hatırlamıyorum. Yanlız başıma sürüyor, kimseyi rahatsız etmeden kendi işimi görüyorken birden motorum rezil olmuştu ve şimdi bütün gece onu tamir etmekle uğraşacaktım. Bu hiç de planımda yoktu!

    Motoru kaldırdım, hemen çalıştı, ezilmiş debriyajla kullanabileceğimi anlayıp tekrar yola koyuldum.

    Ve bu otomobillerle olan problemlerin sadece bir başlangıcıydı. CP2 kontrol noktasında yakıt istasyonuna geldiğimde hemen herkes tepeden tırnağa toza bulanmıştı ve anlatılanlardan hepsinin başına benimkine benzer olaylar gelmiş olduğunu anladım. Kontrol noktasına Amerikalı Kellon Walsh hemen benden sonra gelmişti. Bir önceki etapta mekanik sorunlar nedeniyle gerilerde kalmış, bu etapta biz amatörlerin arasına düşmüştü.

    Son 120km yeni greyderlenmiş çakıllı bir yoldu ve rahatça 120km/h hız tutturabiliyordum. Birazdan Kellon arkadan yetişti, ve beraber sürmeye başladık. Onunla beraber sürecek tempoyu yakalamakta güçlük çekiyordum, gerçi yakalayayım diye arada yavaşlıyordu ama onu tutmaya hakkım olmadığını düşünüp onu serbest bıraktım beni beklemesin diye. Herkesin kendi temposunda gitmesi en doğrusuydu. Daha sonra Amerikan KTM ekibiyle konuşurken sordum “siz ne hız yapıyorsunuz yahu” gibilerden, Chris Blais in cevabı arada bir 186km/h a kadar çıktığı şeklindeydi. “Vay canına, bende 120 yi hızlı sanıyordum” diye düşündüydüm...

    93km lik liaison yine aynı şekilde bütün gün tozuyacak laterit zeminde, bir altın madeni şehri olan Sadiola da başladı. Bu yolun diğerlerinden tek farkı her km de bir sellerde sürüklenip gitmemesi için açılmış beton kanallardı. Büyük bir sabırla her kanaldan önce 2. cı vitese kadar yavaşlayıp, sonra tekrar hızlanıp, sonra bir sonraki kanal için yeniden yavaşlamak gerekiyordu.

    Saat 16:00 da, Dakar standartlarına göre erken bir saatte Kayes kampına ulaşıp yakıtımı doldurdum ve havaalanındaki çadırıma gittim. Son günlerde havaalanında kargo uçağının arkasında bir yerde, tam uçağın yükleme rampasının yanına yerleşmiş, orada kamp kurmaya başlamıştım. “Moto-box” lar sıralanmış hep oradaydı. Bu kutular raflarda sıralanıyor, üstlerinde yarışçıların numaraları var. Kendinize ait olanı bulup, kilidini açıp herşeyinize kavuşuyorsunuz. Çadırınızdan yedek lastiğinize kadar. Çadırı çıkarıp oraya kuruveriyorsunuz, kampınız orası! Dizel jeneratörden 15cm yada 100m uzakta olmanız hiç farketmiyor bir süre sonra zaten... Çadırı daha iyi bir yere taşıyacak enerjiyi hiçbir zaman bulamıyorsunuz. Ve uyuduğunuz yer işte orası oluyor.

    Benim gibi desteksiz amatörler için yakıt, yağ vb. ihtiyaçları Elf Oil Company sağlıyordu ve onları yeri de bu moto-box ların yanındaydı zaten. Yarışın ilk günlerinde bu bölge arı kovanı gibiydi, değil buraya çadır kurmak ışıkta motorun bakımın yapmak için bile yaklaşmak mümkün olmuyordu. Şimdi yarışın bitimine 3 gün kala burası hayalet şehir gibiydi. Desteksiz amatörlerin hemen hepsi elenmişti, ben ve bir iki kişi daha kalmıştık. Diğerlerinin el sürülmeyen sandıkları sessiz hüzünlü anıtlar gibi öylece duruyordu yanyana...

    Arkasi var...

    - - - - - - - - - - - - - -

    DD den notlar:

    Etap #13 manzaraları...



    Üstte Despres, yandaki resim yarışın göz dolduran isimlerinden Hollandalı Verhoef.

  19. #19
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 18: 14/01/05 Kayes- Tambacounda Özel Etap #14







    Liaison 93km
    Özel Etap 529km
    Liaison 8km

    Artık bitsin istiyordum, iki gün daha kalmıştı. Robota dönmüştüm... ne mutluluk, ne üzüntü hiç bir duygum yoktu ve bunu kaldıramayacak kadar yorgundum. Kafamdaki bütün düşünceler yemek saat kaçta, lastikler değiştimi, roadbook hazırmı, benim stratım saat kaçta gibi şeylerden ibaretti. Bu işleri yıllardır yapmakta olan bir otomatik pilot gibiydim. Sadece 3 hafta önce ailemle evde kutladığımız Noel gecesi şimdi sanki başka bir hayattan kalma belli belirsiz bir hatıradan ibaretti.

    Saat 4:30 da çaldı. Artık ne yapacağımı çok iyi biliyordum. Bir dakika daha kımıldamadan yatacak, sürüş kıyafetimi yattığım yerde üstüme geçirecek neyim varsa uyku tulumunun içine doldurup çadırdan çıkıp, çadırın iki direğini söküp herşeyi olduğu gibi katlamaksızın, rulo yapmaksızın airbox a tıkıp kitleyecektim. Maksimum verimlilik ! sadece 15 dakika.

    Liaisona çıktığımızda her zamanki gibi zifiri karanlıktı hava. Gary ile birbirimizi bulduk yine ve dünkünün aynı ama bu kez tersten gideceğim 93km lik yola koyulduk.

    Aslında özel etabın ilk 120km si de dün geçtiğimiz aynı karakterdeki hızlı çakıl yol olacak bu kez yine tersinden geçecektik. Yol yine dünkü hızlı cakıl yol olduğundan ve toz büyük bir problem olacağından temiz havada ne gitsem kardır düşüncesiyle hızlanıp pek çok sürücüyü geçtim. En büyük endişem otomobiller bize yetişmeden özel etap start noktasına yetişmekti.

    Hızlı yol bizi Kanieba kasabasına götürdü. Bütün ahali bizi karşılamaya sokaklara dökülmüş el sallıyor şarkılar söylüyordu. Kasabadan ayrıldık ve çalıların arasında dar ve derin oyuklu bir patikaya girdik, ki bu yol bizi bir nehir geçişine ve oradan Senegal sınırına çıkartacaktı. Arada görülen sazdan damlı kulübeler ve içinde bulunduğumuz atmosfer bana evde seyrettiğim Dakar yarış filmlerini, fotograflarını hatırlattı.

    Nehir geçişi konusunda evvelki gece bir brifing düzenlemiş ve bizi uyarmışlardı. Nehir derin ve geniş, tabanı da gevşek büyük taşlarla kaplıydı... Tavsiye edilen şey motordan inip motoru yürüterek geçirmekti.

    Daha önceden birkaç nehir geçişi yapmış oradan bir iki taktik kapmıştım. Ancak nehrin genişliğiğni görünce şaşkınlığa uğradım doğrusu. Durdum ve benden önce nehre gelen motorcuların nasıl geçmekte olduklarına bakarak nereden “geçmemek” lazım diye planlar yapmaya başladım. Ortalarda kenarda biryerde bitki uçları suyun yüzeyine çıkıyordu. Birkaç fotografçı da orada sıralanmışlar dizboyu suyun içindeydiler. Seyircilerde bir takım sığ geçiş rotaları tavsiye ediyorlardı ama ben orada bekleşen herkesin bizi yüzerek karşıya geçerken görmek istediğinden bal gibi emindim.

    Suyun yüzeyindeki kıpırtılardan ne derinlikte olduğunu tahmin edebiliyordum biraz, ve nehre daldım yarısına kadar da kendi planladığım rotadan kafama göre ilerledim. Karşı sahile varmama az bir mesafe kalmıştıki resmi Dakar sponsor tişörtlü bir bana çılgınca seslenerek yolun çok dışına çıktığımı başıma iş açmak üzere olduğumu işaret etmeye başladı. Bu uyarı üzerine aniden sağa döndüm ve su birden bire daha da derinleşiverdi.

    Olan olmuştu, gerçi bu hafif enduro makineyi sudan sürükleyerek çıkarmak pek de büyük bir marifet değildi. Kaldıki yakıt tankları sayesinde yüzüyordu bile denebilir. Sahilin uzak bir yerinde motoru çalıştırdım ve nehir yanı yamacını aşıp yola girerken bana ve herkese o işaretleri yapan yetkili kimmiş diye bir göz atayım dedim. Patrick Zaniroli nin ta kendisiydi ! Yani bütün Dakar organizasyonunun başı... Az önce bana gösterdiği yolun berbat bir seçim olduğundan bunu anlamalıydım zaten... Her allahın günü bizi ardarda deve çayırlarıyla boğuşturan ve bunun harika olduğunu düşünen adam da bu değilmiydi zaten...!!!

    Nehir geçişinden CP2 ye kadarki 258km lik yol bütün ralli boyunca en sevdiğim bölüm oldu. Sert ve düzgün iki şeritli, virajlı bir toprak yol. Biraz gazı açınca virajlarda savruluyor eğleniyordum, nihayet motosiklet kullanmanın keyfine varmıştım, kilometreleri saymaktan çok daha iyiydi bu.

    Ancak bir süre sonra ayak tabanlarımda önce bir tuhaflık, sonra yanma başladı. Ne yapsam geçmiyordu bir türlü ve gittikçe şiddetlenmeye başlamıştı. En sonunda dayanamaz hale gelip motordan indim...ve komik gerçeği keşfetmem uzun sürmedi. Ayaklarım çizmelerimin içinde neredeyse haşlama olmuştu. Nehir geçişinde çizmelerim su dolmuş, boşaltıp kurutmakla uğraşmamıştım tabii ki. Şimdi bu sıcakta ve tam peglerin altından egzoz sıcaklığı ile içindeki su neredeyse kaynayacak kadar ısınmış ayaklarımı pişiriyordu. Yapacak bir şey yoktu...sırıttım, kalan suyu boşalttım ve bir an önce kalan ıslaklığın buharlaşıp kuruması için dua ederek motor atladım yine.

    CP2 de durup yakıt ikmali ve birşeyler atıştırmak için oyalanırken ilk otomobil kıyameti kopararak geçti. Bu hiç de iyi bir işaret değildi, önümüzde daha 250km yol vardı ve tozdan görüş mesafesi kayda değer bir şekilde kaybolmuştu bile. Ayrıca otomobillerle ilgili çok kötü tecrübelerim olmuş, bunlardan en kötüsünü de kaza yaparak geçen gün edinmiştim. Finişe bu kadar yakın sırtımda bu baskıyla yolu nasıl tamamlayacaktım...

    Bu kadarı başarmışken burada pes etmeye hiç niyetim yoktu, hele kendi kabahatim olacak bir nedene izin vermemeliydim. Yavaşlamaya ve geziye çıkmış bir turist temposuna düşmeye karar verdim. 250km özel etap bugün, 220km yarın... Dakar standartlarına göre gayet kısa bir yol kalmıştı. Fakat birden bire gözüme çok uzun göründü.

    Korktuğum başıma geldi, her otomobil geçişinde özel dikkat etmeme rağmen birinde yine bir şeye çarparak motordan uçtum. Sağ elim ve sırtım fena halde acıyor beni kıvrandırıyordu yerde. Toz dağılıp nerede olduğumu, yolun öbür tarafına fırlamış motorumu gördüm. Elimi bir ağaca çarpmıştım, ve zaten orta ve işaret parmağımda ortaya çıkan tendonitis e bir de yüzük ve serçe parmağımın şişmesi, ağrısı eklenmişti.

    Neyse en azından motorda ciddi bir hasar yoktu ve kolayca çalıştı. Bu rallinin en son metreye kadar bana cehennem hayatı yaşatmaya kararlı olduğnun bilinciyle yola devam ettim. Yine kilometreleri saymaya başlamıştım ve yine otomobiller geliyordu ama bu kez kenara çekilip, durup geçmelerini ve tozun dağılmasını bekliyordum.

    Yolda devam ederken birkaç motorcuyu durmuş, yerde yatan birine acil durum battaniyesi örtmüşler gördüm yavaşlayıp herşey yolundamı gibilerden el işaretiyle sordum. Karşılığında sorun yok gibilerden bir iki işaret aldım ve durmadan devam ettim. Arkama da dönüp baktım kimse bir şey sesleniyormu, haber verecek birşey varmı ileriye gibilerden... kimse bana bakmıyordu bile. Sona bu kadar yaklaşmışken bir sürücünün bu şekilde düşmüş olması beni yine gözyaşlarına boğdu... Otomobiller, hayvanlar, içi yumuşak toz dolu oluklar, çukurlar her türlü tehlike her yerdeydi ve bunun her an benim de başıma geleceğini biliyor, bekliyor hale gelmiştim.
    Duygusal, fiziksel ve mental olarak perişan olmuş, çökmüştüm.

    Nihayet 9 saat sonra Tambaya ulaştım, motoru parkedip üstümü başımı çıkratmak sonsuza kadar sürdü sanki. Pişen ayaklarım su toplamış yürüyemez hale gelmiştim. Airbox umun yanına çöktüm kaldım. O sırada Elf te çalışan çocuklardan biri soğuk bir kutu kola uzattı. Sanırım bütün ömrümde bu kadar güzel bir şey içmemiştim. O enerjiyle neredeyse sürünerek hastane çadırına ayklarımı göstermeye gittim. Çadırın kapısına gelmiştimki birisi yaklaştı ve sordu “Senin Gary yi gördünmü?”.. “Hayır” dedim. “ Kaza geçirdi bugün ve bacağını kırdı”. Bunu duyduğum anda mahvoldum. Halbuki ben, Gary ve Simon birlikte bitirecektik bu yarışı...

    Ayağımı ve yorgunluğumu unutmuş koşuyor çadırların arasında Gary nin yattığı sedyeyi arıyordum. Sonunda buldum. Öylece yatıyordu, ve bütün kendi servis ekibi etrafındaydı. Ne diyecektim yarabbi... “Üzülme neredeyse bitirdin sayılır”? “Senin suçun değildi”?? Allahtan her zamanki gibi morali neşesi yerinde görülüyordu.

    “Seni piçkurusu” diye bağırdı bana “yanımdan gazladın gittin, gördüm seni”...ve bastı kahkahayı. O an anladım ki yavaşlayıp baktığım ve beni hüzne boğan kaza onun kazasıydı.

    Başından beri irili ufaklı pek çok şey için birbirimize yardım etmiş binlerce kilometreyi omuz omuza dayanışma ile aşmış, şimdi bana en çok ihtiyacı olduğu anda yanından gazlayıp uzaklaşmıştım. Göz yaşlarımı tutamadım. Biraz şakalaştık, bu cesur adama biraz olsun neşelendirmeye çalıştım... Bir süre sonra doktorlar hemşireler bizi kovaladı oradan tabii. Gary yi Paris uçağına yüklemek üzere hazırlıklara başladılar. Vedalaştık ve ayrıldım oradan... arkamı döner dönmez dayanamadım ve yine gözyaşlarına boğuldum...

    Arkası var...


    - - - - - - - - - - - - - -

    DD den notlar:

    Etap #14 manzaraları...



    Üstte Despres, yanda İtalyan Matteo Graziani nehir geçişinde...



    Üstte Belçikalı Ennio Cucurachi ve Brezilyalı Jean De Azevedo yine nehirdeler...

  20. #20
    Donald_Duck - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Mayıs 2003
    Şehir
    New York, ABD
    Motosikleti
    BMW R1150GS Adventure
    Episod 19: 15/01/05 Tambacounda- Dakar Özel Etap #15







    Liaison 108km
    Özel Etap 225km
    Liaison 236km

    İşte hepsi buydu...bu akşam Dakar a varacağımı umuyordum. Sharon ve annem beni karşılamaya Dakara uçuyorlardı bugün, belki de varmışlardı bile... Bütün yapmam gereken şey 569km daha motora binmekten ibaretti. 225km lik özel etap oldukça kısa sayılırdı. Bunu da başaracaktım, başarmalıydım. Uyumak üzere çadırıma girdim. 6:45 e kadar motora binmem gerekmiyordu, tembeller gibi 5:30 a kadar uyudum !

    Son defa paket ediyordum herşeyi artık. Herşeyi darmadağınık airbox un içine tıkıştırdım yine. O sırada yerlilerden biri yanıma geldi ve artık gereği kalmadıysa çedırımı ona verip vermeyeceğimi sordu. Zar zor bir gece daha ihtiyacım olduğunu ama isterse benim için çok kıymetli sayılan Vegas/Reno tişörtümü verebileceğimi söyledim. Anında arkasını dönüp gitti. Dilencilerin seçme lüksü olmadığı sözü ne kadar da yanlış... [ing: “beggers can’t be choosers”]

    Motoru çalıştırdım, ışıkları açtım, hiçbirşey olmadı. Farlar çalışmıyordu ve ortalık hala zifiri karanlıktı. Yolun başlangıcında kalabalık kasabalardan geçecektik üstelik. Ne kadar uğraştıysam sorunu çözemedim ve karanlıkta kontrol noktasına kadar güçlükle gittim.

    Noktada Charlie Rauseo ile karşılaştık, ona sorunumu anlattım ve yanyana sürerek ışığınla bana yardımcı olması konusunda anlaştık. Start aldıktan sonra kenara çekilip bekledim ve birlikte yola çıktık. Buna rağmen Tamba şehrinin trafiğinden geçmek erken saatte hafif de olsa tüyler ürperticiydi. Kimse beni görmüyordu...

    Bütün istediğim motoru finişe kadar idare etmekti artık. Bu ışık problemi gibi küçük sorunlar motosikletin artık yorulduğunun ve daha büyük ve öldürücü arızaların yaklaştığının habercisiydi.

    Artık lastiklerim de bitmiş ve başka değiştirecek yedeğim de kalmamıştı. Yarış boyunca 2 ön ve 3 arka lastiği çöpe atmış şimdi bu iyice aşınmış bitmiş takıma kalmıştım. Tekerlekler bana iyice ağırlaşmış gibi geliyor ve dişleri iyice aşındığından hararet yapıyordu. Yarın plajda sürerken belki harika olacaktı ama şimdi hızımı 90km/h a kadar düşürmek zorunda kalacaktım.

    Özel Etap iki şeritli ve içi toz dolu devasa çukurların bulunduğu 255km lik yolda başladı. 3 saatte süreceğini ve eninde sonunda biteceğini biliyordum, başka hiçbir şeye konsantre olmamalıydım.

    Bize anlatıldığından çok daha kolay bir etap olacak gibi görünüyordu, bu etabı da bitirdimmiydi ralli çantada keklikti artık. Sadece birkaç saat sonra konforlu bir otelde Sharon la buluşacaktım. Tabii Pembe Göl etrafında bir özel etap daha vardı ama bu da zafer turundan başka birşey değildi artık.

    Bu arada ilerdeki sürücülerden bir kısmını yakaladım ama onları bu tozda geçmek evvelki etaplardan çok daha zordu. Bu noktada sadece bitirmekti önemli olan. Ömrümün en uzun 220km sini katediyordum. 100km kaldı, 80km kaldı, 1saat kaldı... Bütün motosiklet sürüş hayatımın en geniş ve en hızlı torak yolundaydım ve son 20 km yi 100km/h i geçmeksizin sürüyordum.

    Kontrol noktasına ulaştığımda hakemler, turistler ve servis ekipleri toplanmış beni alkışlıyordu. Mutluydum, suratımdan gülümsemeyi silemez olmuştum. Ve tabii ki kendimi aldatmıştım. “Bir kere kontrol noktasına ulaştmmıydı herşey bitecek”...Oysaki önümde bu günü bitirmek çin daha 236 km liaison vardı ve şimdi de onun için endişelenmeye başlama zamanı gelmişti.

    Aşağı yukarı liaison un yarısında su içmek için bir yerde durdum ve o sırada karter muhafazasında bir ıslaklık gözüme ilişti. Kırmızı antifriz! İnanamıyordum, bu kaynar sıcaklıkta daha 150km yolum vardı ! Bu rallinin sonuna kadar işkence olacağını çoktandır anlamıştım, Dakar teslim olmuyordu bir türlü!

    Hortumlardan biri çatlamıştı ve radyatörde hala yeterli sıvı vardı. Ağzına kadar suyla doldurdum ve yeniden yola koyuldum. Artık paranoya halinde her yerde, her benzincide durup su doldura doldura sonunda Dakara girdim.

    Dakar trafiği ömrümde şimdiye kadar gördüğüm en kötü şehir trafiğiydi. Thailand da, Hındistanın her yerinde, Ghana da kalabalık ve düzensiz şehir trafiği görmüş ama böylesini hiçbir yerde görmemiştim. Sabrım taşmıştı artık, yaya kaldırımlarından, su kanallarından nereden yol bulursam oradan gidiyordum, yine ağlamak üzereydim ve bir taraftan da kalan kilometreleri sayıyordum geriye doğru 5, 4, 3, 2, 1, Meridian Hotel !!!

    Otelin önü ve kontrol noktası aileler, eş dost ve servis elemanlarıyla hınca hınç doluydu. Herkes bağırıyor, el sallıyor, alkışlıyor... Kontrol noktasına girdim, kartımı damgalattım ve son roadbook umu aldım “Dakar to Dakar”. Gözlerim kalabalığın içinde onu ararken noktadaki görevliler sırtımı pat pat ladılıyor beni tebrik ediyordu...birden onu gördüm ve doğru o tarafa doğru gazladım, tam önünde durduğum anda o da kalabalıktan sıyrılıp olanca hızıyla bana sarıldı, motoru stop etmeye bile fırsat bulamıştım...

    Arkası var tabii....

    - - - - - - - - - - - - - -

    DD den notlar:

    Etap #15 manzaraları...



    Üstte yine Despres, yanda yakın takipçisi Fransız David Fretigne 15. etapta...



    Üstte harika bir yarış çıkartan İspanyol Pujol ve yanda yarışın parlak isimlerinden Marc Coma...


1. sayfa 12 SonuncuSonuncu

Konu içerisindeki kullanıcılar

Şu an bu konu içerisinde 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 misafir)

Bu Konudaki Etiketler