Ramazanın ilk günlerinden birinde toplantı için gittiğim Zincirlikuyu’dan öğle saatlerinde çıktım.
Orta şerit, uygun sürat giderken soldaki bir araç kesin ve ani bir kararla sağa dönmeye karar verdi.
31.08.2010
Milimetrik manevrayla kurtarırken aynı anda kornaya da basma becerisini gösterebildim.
Kornanın direksiyondaki sırtlanı çok sinirlendirdiğini yan yana gelip durduğumuzdaki diyalogdan anladım.
İlk cümlesi;
-Ne var lan!
-Ne biçim dönüş o. Çarpacaktın neredeyse. Görmüyor musun?..
-Hee görmedim. Görsem ne olacak, görmesem.
Bu gibi durumlar sözün bittiği yerdir aslında. Yan ayak açılır, durulur ve inip dayak yenilir.
Buradaki “Dayak yenilir” tabirini mütevazılığımdan söylüyorum. Bir motorcu olarak beni anlayabilirsiniz.
Böyle bir sinir patlaması durumunda büyük ihtimalle dayak yenmez.
İnsan kavga ederken artan adrenalin nedeniyle ağzı kurur, elleri titrer. Buna rağmen canı yanmaz.
Bıçaklandığını çok sonra anlar. Kafası patladıysa bile bunu canının yanmasından değil gözüne, kulağına dolan kanın sıcaklığıyla hissedersin.
Yani zaten o anda çok da önemli değildir. Vücut-ruh ikilisi başka bir boyuta geçtiği için sinirlerin çalışma dinamiği bambaşka bir şekle bürünür.
Taraflardan biri diğerini yaralayıcı bir cisimle kavgaya devam edemeyecek hale getirdiyse kavga sona erebilir.
Ya da birileri araya girer. Belki polis çağrılır, belki taraflardan biri alttan alır.
16 yaşımda bisikletimin antenini büküp, “Böyle daha güzel duruyor” diyen 7-8 kişilik bana akran bir çeteyle;
20 dakikalık meydan muharebesi yapmışlığımı, yıllar önce havalimanında üç arabalık bir maganda ailesiyle yarım saatlik kavga etmişliğimi hatırlıyorum.
Sonra bir miktar kendini iyi hissedersin. Hakkını aramış, kendini savunmuş, altta kalmamışsındır.
Dayak yesen de egon ezilmemiştir.
Aradan yıllar geçtiğinde de böyle yazarken kendinle ilkel duyuların bakımından gurur duyarsın aslında. Ama artık böyle düşünmüyorum.
Bu diyalogdan sonra ne yaptığımı merak ediyorsunuz değil mi?.. Derin nefes alın.
Bir şey söylemedim.
Motordan inmedim.
Küfür edip onların inmesine de zemin hazırlamadım.
Tıpkı bir zaman makinesinde saati birkaç saniye ileri almış gibi gözümün önünde kendimi motordan fırlayıp
arabanın camından içeri girmeye ya da şoförü dışarı çıkarmaya yönelik aksiyonun görsel sahnesi oynadı birkaç kare.
Cevap vermedim.
Kısa bir duruştan sonra ikimiz de kendi yolumuza gittik.
Bunun, Ramazan nedeniyle kendime dayattığım sufi duygularla bir ilgisi yok.
Çünkü bu olay kadar keskin olmasa da İstanbul trafiğinde bunlardan o kadar çok var ki.
Otomobildeyken nispeten çok daha az karşılaştığımız ama motosiklette sürekli yaşadığımız bir an işte.
Kendinizi benim yerime koyduğunuzu biliyorum.
O yüzden açıklamalıyım ki korkmak, egolarına önem veren tüm motosikletçiler için çok aza indirgenmiş bir duygudur.
Burada korkarak geri adım atmaktan bahsetmiyorum.
Kavga ilkesi normal insan düşünce ve duygularıyla bakıldığında eşitler veya eşite yakınlar arasındaki bir fiziki eylemdir.
Cama tükürdü diye bir deliye inilip vurulmaz. Çocuk küfretti diye tokatlayamazsın.
Bu yüzden çok kadın sürücüye ne söyleyeceğimi bilemez halde kalayı yiyip kös kös uzaklaşmışlığım vardır.
O anda hissettiğim her ne kadar tampon-çanta yaklaşımı yaşansa da bu aciz bireyin ilkel dünyasının
benimkiyle kesişmediği gerçeğini görmek oldu.
Ormanda yaşayan bir canlı olarak nasıl bir sırtlanı eğitemez ona soydaşın muamelesi yapamazsan
insan görünümündeki böyle bir kitlenin varlığını da kabul etmek durumundasın.
Bizimle aynı ormanda yaşıyorlar ama başka duygularla besleniyorlar.
Bir sırtlanı sopalamak leşçiler alemine nasıl bir mesaj olamayacaksa üzerini kirlettiğinle kalırsın.
O yüzden bu gibileri bir deli, çocuk, ihtiyar, sırtlan kategorisi içerisinde bir yerde konumlandırıp uzak durmak,
güncel doğanın ve günümüz varoluşunun temel esaslarındandır.
Derin nefes alın ve devam edin.
Rauf Gerz
Eylül 2010 Motoron