Seçkinlik algısı ve objektif kalite konusunda aslında düşünürseniz KTM ve Aprilia, zaten mecburen Honda'dan daha iyi olmak durumunda. Çünkü servis ağı, sorunsuzluk gibi konularda Honda'yla yarışmak, afedersiniz İslamcılık konusunda İran'la yarışmaya benziyor. Ya Çinliler gibi komple fiyat kıracaksınız, ya da elektronik donanımını, plastik kalitesini vesaire iyice arttıracaksınız. Triumph, KTM ve Aprilia'dan çok şikayet gördüm ama açıkçası "kalite hissi yok" diyeni görmedim. En kötü diyeni bile Honda ve Yamaha ile aynı hissettirdiğini söylüyor. Buradaki asıl sıkıntı kalitenin kısmen ölçülmesi zor bir şey olması. Motorun verdiği güç, viraj kabiliyeti gibi şeyler ölçülebilir şeyler. MotoGP'de, WSBK'de, Dakar Eco Race'te bu gibi şeyler son yıllarda Avrupalı üreticilerin atılımını gösteriyor. Ama bir de mesela işte "plastik kalitesi" falan var ki bunları nasıl ölçeriz bilmiyorum.
Mercedes konusunda örneği bilerek elektrikli araç diye verdim.
Takdir edersiniz ki günümüzde kriter satış, servis ve parça kolaylığı gibi şeyler olduğunda kimse kalkıp Mercedes EQS tercih etmez. Araç başka şeyler vadediyor ve bu vaatleri isteyen, karşılayabilecek olan gidip alıyor. Yani kimse "ben çılgınlar gibi hızlanabilen bir araba istiyorum, ama parçası da bol olsun, o halde Corolla Hybrid alayım" demez. Ayrıca markanın değerli olması için az satması veya parçasının az olması gerektiğini zaten söylemedim. Objektif kaliteye değil, seçkinlik algısına sahip olması için görece nadir olması gerektiğini söyledim. Kelime tanımı gereği bir şeyin seçkin algısı vermesi için kitlesel olmaması lazım zaten. Bu ayrışma zaten insan doğasında olan bir şey bu arada. Pareto prensibi diye bir şey var.
Bu arada parça konusunda şunu da söylemek lazım, "parça bulunamıyor" işi bence aslında yeni motosikletler için çok mantıklı değil. Asıl kastettiğim şey parça bekleme süresi ya da pahalılığı. Bugün İtalyan sitelerine girince aklınıza gelen gelmeyen tonla parçayı Aprilia'sından MV Agusta'sına kadar bulabiliyorsunuz. Mesele yine siz beklemeye ve fazla para vermeye razı mısınız, buraya çıkıyor. Honda'nın marka felsefesi, Rune ve Goldwing gibi birkaç istisna hariç bunu vadetmek değil. Ben seni A noktasından B noktasına yüzünde dev bir gülümsemeyle götürürümü değil, ben öyle bir motor yaparım ki Malezya'ya gitsen 600 cc'lik motorun parçasını sana 150 cc'lik skuterden söküp yine bulurlar, seni yine yolda tutarlar felsefesini benimsemişler. Bu arada bu bence kötü bir şey de değil. Tercih meselesi. Ben maliyet kısmak için arka ABS konulmaması, servis fiyatlarını öğreneyim diye aradığım İstanbul servislerinin telefona cevap bile vermemesi gibi nedenlerle Honda değil Piaggio aldım. Başkası çabuk satayım diye ya da tipini beğendi diye gider PCX alır, saygı duyarım.
Kolektif irrasyonalite konusu da bence Türkiye ile sınırlı değil. Bu markaların algıları her yerde böyle, ABD dahil. Orada da örneğin bir BMW ve Triumph, yukarıda dediğim Honda vaadiyle öne çıkmıyor. Bizdeki kadar uç şekilde olmasa da bence Batılı alıcı da "bir tarafta 98 sürüş modu, diğer tarafta sabah satışa koysam akşam satabilme ihtimali" diye düşünebiliyor. Zaten kolektif irrasyonalitenin literatürdeki tipik örneği trafik sıkışıklığıdır ki o da bize has bir şey değil; Los Angeles trafiği mesela dillere destandır.