Sevgili Gençler;
Yazdıklarınızı okudum, hem üzüldüm hem güldüm, hem acıdım hem kızdım, hem ne kadar bilgili olduğunuzu, hem de bu kadar bilgi içerisinde ne kadar cahil olduğunuzu gördüm....
Aşağıda Ziya Paşa'nın bazı meşhur lafları ile ufak bir hikayesi var...Pek ümit etmiyorum ama, umarım içinizden anlayan çıkar da Türkiye'nin bu günkü durumundan bazı olaylarla eşleştirir siniz...Ne diyelim ''ALLAH'tan ümit kesilmez...
Saygılarımla...
ADANA VALİSİ ŞAİR ZİYA PAŞA İLE FEKELİ MEHMET AĞA
Adana Valisi Şair Ziya Paşa’nın nasihatler değerinde şiirleri vardır. Bunların en tanınmışları Terkibi Bent ile Terci-i Bent olarak bilinir. Ziya Paşa 1880 yılında Adana Valisi bulunduğu sırada Adana’da öldü. Sin’i/Kabri de Adana’dadır.
Bî baht olanın bağına bir damlası düşmez,
Baran yerine dürrü-güher yağsa semadan
Erbab-ı Kemâli çekemez nakıs olanlar,
Rencide olur dide-i huffaş ziyadan
Her âkile bir dert bu alemde mukarrer
Rahat yaşamış var mı güruh-u ukaldan
Halletmediler bu lügazın sırrını kimse,
Bin kafile geçti hukemadan fuzeladan
İdraki meali bu küçük akla gerekmez,
Zîrâ bu terâzû o kadar sıkleti çekmez.
“Bed asla necabet mi verir hiç üniforma,
Zerduz palan ursan eşek, yine eşektir.”
Pek rengine aldanma felek eski felektir,
Zira feleğin meşreb-i nâzâsı dönektir.”
“Seyr etti derler hava üzre taht-ı süleyman,
ol saltanın da yeller eser şimdi yerinde.”
Ziya Paşa Adana Valisi bulunduğu sıralarda, Adana’nın sarı sıcağından kurtulmak için pek çok Adanalının yaptığı gibi yaz aylarında Toros dağlarına yaylaya çıkarmış. Yaylada halim-selim Mehmet Ağa adındaki bir köylü, Paşanın ev işlerini görürmüş. Paşa, bu hizmetlerine karşılık hediye babından Mehmet Ağa’ya bir de eşek alıp vermiş. Bir yıl Paşa işlerin yoğunluğundan yaylaya çıkamamış. Mehmet Ağa kışın kestiği odunları bu eşekle kente getirir, odun parasıyla evinin ekmeğini çıkartırmış. Zorlu bir kış günü eşek açlığa-susuzluğa fazla dayanamayarak ölmüş. Mehmet Ağa’nın eşi:
“-Şuradan biraz üzüm, erik, armut, elma kakı hazırlayım, biraz çıtımık, biraz ceviz, biraz pestil koyalım, bunları al Paşa hazretlerine git, bize alıp verdiğin eşek öldü de, derdini anlat. Paşa Hazretleri insaflı, güngörmüş insandır. Halimize acır, bakarsın bir at alır verir” demiş. Bu öneri Mehmet Ağa’nın da zihnine yatmış. Mehmet Ağa arada-sırada giyebildiği yeni çarığını, kişilik giysilerini giyinmiş. İçi kak dolu heybesini omzuna vurarak “ver elini Adana” diyerek karda-kışta yollara düşmüş.
Nice yorucu günlerden sonra yayan-yapıldak Adana’ya ulaşmış. Evden getirmekte olduğu çıkınındaki azıkları da bitmiş, para yok-pul yok, ne yer, ne içer, ortalıkta kala-kalmış. Sora-sora Vali Paşanın konağını bulmuş. Yorgun-argın Paşa Hazretlerinin huzuruna çıkmayı umuyormuş. Ne var ki, şimdi bile hepimize yapıldığı gibi zaptiyeler Paşa’nın huzuruna Mehmet Ağa’yı almamışlar. Mehmet Ağa’ya:
“-Bekle! İl Genel Meclisi toplantısı biterse belki seni içeri alırız diyerek oradan savmak istemişler. Mehmet Ağa, Paşa yaylada bulunduğu sıralarda kendisi ile yakın ilgi kurar, halini-hatırını sorarmış. Bu yakınlığa dayanarak biraz ısrar edince zaptiyeler kendisini bağıra-çağıra hırpalamaya başlamışlar. {Şimdi de benzer davranışlarla karşılaşmakta olduğumuzu kim inkâr edebilir. Bizleri, yani bu Milletin bizzat kendisini, yaka-paça kapılardan dışarı atan bu günkü çağdaş zaptiyeleri de başka zaptiyeler, yaka-paça başka kapılardan dışarı atmaktalar. Bu Yüce Millet böylesine aykırı muamelelere layık değildir.}
Derken, “dışarı çık, giremezsin, kafamı kızdırma” sesleri Divan toplantısına dek ulaşmış. Paşa çıngırağı çalarak gelen görevliye ne olup-bittiğini sormuş. Görevli kişi:
“-Toros dağlarından falan köyden Mehmet Ağa diye biri geldi sizi görmek istiyor, biz de toplantı var dediysek te illa gireceğim diyor. Bu gürültü onun içindir” deyince Paşa Meclisi üyelerine toplantıya bir süre ara vermeyi teklif etmiş. Gelen kişinin yoksul bir köylü olduğunu, oralardan kış-kıyamette yorgun-argın gelmiş olacağını söyleyerek toplantıyı durduruyor. Mehmet Ağa’yı hemen içeri alıyorlar. Çarığını çıkaran Mehmet ağa, Paşanın elini öpüyor. Hanımının gönderdiği kakları heybesi ile Paşanın yanına bırakıyor, kapıdan yana geçiyor. Paşa hal hatır sorup oturmasını söylüyor. Bizim zavallı Mehmet ağa başına geleceklerden habersiz olarak söze başlıyor:
“ Paşa hazretleri Şükürler olsun iyilik sağlık. Bizim bir kederimiz yok’ta senin bize alıp verdiğin eşek öldü de SANA EŞŞEK DEMEYE GELDİM.” diyor. Diyor da alaca kıyamette ondan sonra kopuyor. Mehmet Ağa sözlerini bitirir-bitirmez Meclis üyelerinden bir kahkaha, bir fıkırdamadır ki ortalığı kasıp-kavuruyor. Meclis üyeleri bir-birlerini dürte-dürte gülüyorlar, Paşa; “zokayı yuttu” diyorlar. Durumu gören Ziya Paşa oldukça hiddetleniyor. Mehmet Ağa’ya dönerek:
“-Bire adam! Ben eşek tüccarı mıyım? Nereden çıktın geldin huzurumuzu bozdun. Şu heybeni, torbanı, kak mıdır, çak mıdır ne zıkkımsa getirdiklerini de al defol geldiğin yere git “ diyerek kovuyor. Olanlara hiçbir anlam veremeyen Zavallı Mehmet Ağa, az önce kendisine hal-hatır soran, Paşa’nın neden dolayı öfkelendiğini bir türlü anlamıyor. Heybeyi omuzluyor, çarıklarını giyiyor, dünya başına yıkılmış vaziyette odanın kapısına doğru yöneliyor. Çıkmadan önce bir serzenişte bulunmak niyetiyle geri dönüyor. Meclis üyeleri gülme krizinden hala çıkamamışlar, kendilerini bir türlü toparlayamıyorlar. Mehmet Ağa zavallım yıkılmış bir halde kapıdan çıkıp giderken aynı saflıkla Paşadan yana dönerek:
“-Paşa Hazretleri! Demek ki senin bize eşşek alıp vermeye niyetin yokmuş. Eğer sen bize bir eşek almak isteseydin sana göre eşek mi yoktu. Senin sağın da eşek, solun da eşek”
diyerek kollarını sağa-sola salamaya başlıyor. O andan itibaren ortalıkta birden bire bir sessizlik oluyor. Meclis üyelerinin gülen yüzlerindeki sevinç çığlıkları, yanaklarında buza kesiyor. Meclis üyelerinin şakaklarında keskin bir kırbacın şaklayışı gibi uğuldayan bu safiyane sözler, taşı gediğine oturtuyor. Bu kez devran meclis üyelerinin aleyhine işlemeye başlıyor. Artık gülme, neşelenme sırası Ziya Paşa’ya geliyor. Paşa Mehmet Ağa’yı çağırıp yanına oturtuyor. Çay-kahve ikram ediyor. Meclis üyelerinin solukları kesilmiş, Mehmet Ağa’nın saf-saf Paşa’ya söylediği sözlerinin benzeri kendilerine gelmiş oluyordu. Paşa yaverlerini çağırtıyor. Mehmet Ağa’ya iyi cins bir at, yiyecek içecek, çoluk-çocuğuna giyecek almalarını tembih ediyor. Üç gün Adana’da konuk edilmesini, sonra kış harçlığının da ayrıca verilmesini, bütün masrafların kendi kişisel hesabından karşılanması buyruğunu veriyordu.
eee tamam o zaman
Sabiht amcanın yazdıklarına istinaden demiştim: ) araya mesaj kaynadı..
şu mesaja kimse itibar etmemiş te hep eften püften mevzularla geçiştirdik 8 sayfayı
o sebepten, aramızdan yaşlı olup dikkati azalmış olanlardan "boş işlere meylettik" diye azar yiyoruz beyler
ayık olun
Lügatım elvermedi şiiri anlamaya o yüzden anlamış gibi görüneyim dedim
kıt aklıyla olayı kavrayamayıp, mümkün olmadığı kanaatine varanlarla uğraşma
sen nekadar anlatırsan anlat, karşıdakinin seni anladığı kadar anlaşılırsın
o halde boşa uğraşma
anafikri bu
8 sayfa mesaj yazılmış konuya, siz hala karada gemi mi taşıyorsunuz?
o nefret ettiğiniz, ahlaksız - terbiyesiz - medeniyetsiz ve pis batılılar o gemileri uzaydan taşıyorlar şu günlerde.
biz hala "nasılda aldık istanbulu, heheyyt! koyduk muuuu!!?" modlarındayız! çoğu kez tuşlarına bastığımız klavyeden tut hergün hayatımızı kolaylaştıran onlarca teknolojinin arkasında o medeniyetsiz ve ahlaksız batılıların olduğunu unutarak.. çoğu kez o pis ve fesat batılıları zengin ettiğimizi, çatır çatır sömürüldüğümüzü ve maşa niyetine kullanıldığımızı bilmiyormuş gibi yaparak.. ve çoğu kez geçmişteki başarılarımızla övünüp dururken - egomuzu rahatlatırken bugünümüzü unutarak!
ah benim güzel ülkemin pek ahlaklı dindarları, muhafazakarları, millyetçileri, neo osmanlıcıları!.. aslansınız kaplansınız! sizi kesseler acımaz!
evet koca koca techizatları ile o yüce batılı arkadaşlarımız kurtuluş savaşında elimizden almaya çalışmışlardı, sizin tabirinizle bi de o zaman koyduk!!
bir kere daha geliyorlar, nasipse bir kere daha çakacağız bunlara
ama bu sefer fitne kalkanları çok büyük
çok zeki(!) olanlarımız, tüm o hayatımızı kolaylaştırıyormuş gibi görünen şeylerin aslında hayatımızı daha da çekilmez kıldıklarını, ihtiyacı doğuranın da yine bu batının dayattığı oyuncaklar olduğunu anladıklarında daha da kolaylaşacak işimiz
sen arabalarla uzak mesafelere taşınmasan telefona ihtiyaç duymaz, elitizm anlayışına itibar etmesen ayfon almazdın yavrucum
bak bakalım o süper teknolojik oyuncaklar ne kadar fayda edecek imanı olanların karşısında haçlıya?
gördük vietnamdaki başarılarını, bir de bu işin piri Türklerle karşılaşsınlar
ama yemiyor
o sebepten bir sürü "hain" ve "hayran devşirme" geliştirdiler, modernizm ve çağdaşlık altında
çoktan yıktım sahte kişiliklerinizi de siz yediremiyorsunuz anlamayı
Kusura bakma ama kafamı birşeye yormadan oturacağıma bazı şeyleri düşünüp anlayamayıp kıt akıllı olmayı tercih ederim. Bu, insanı geliştirir. Burada konu batılı olmak veya onlara hayran olmak değil ama nedense bazı kişiler bu yaşlarına kadar hep sütten çıkmış ak kaşık gibi gördükleri, ilahlaştırdıkları kişiler veya kurumlar sorgulandığında her zaman konuyu batı hayranlığı zannediyorlar. Sanki biz burada Bizans savunuculuğu yapıyoruz, sanki onların tarafındaymışız gibi düşünüyorlar. Sanki Osmanlı'yı her sorgulayan Amerika yanlısı, Avrupa yanlısı, Türk düşmanı, İslam düşmanı...
Böyle bir şey yok arkadaşlar. Olayları siyah veya beyaz olarak görmekten vazgeçelim. Ben ne Amerika hayranıyım ne de Avrupa, hatta Amerika'dan nefret ederim. Bizim bunlardan teknolojik olarak güçlü olmamız bizi imansız yapmaz. Keşke olsak da onlar bizim elimize baksalar, bize mahkum olsalar. Bazılarının bu zamanda hala savaşla, orduyla üstün olmaya çalışmasını anlamak mümkün değil. O devirler artık bitti. Birgün zaman makinesi falan yapılırsa dönüp orada yaşarsınız ama emin olun kelle korkusundan üç gün sonra geri dönersiniz.
sabiht adlı yaşlı amcanın yazdığı şiirin anafikriydi o
konuyla ilgili yorum yapanlardan bazıları hakkındaki görüşlerimin yansıması var mı özetin içinde?
eh işte...
diyemeyiz ki herkes hain.
devşirmelerin bazıları durumun farkında olmadan öyledir.
bilseler durumlarını, kavrayabilseler ezberlediklerinin yanlışlığını, görebilseler bir sirkte seyirci olduklarını...
ah bir bilseler
uğraşıyoruz da bazen öfkeyle yaptığımız için kırabiliyoruz
insanız, hele benim sabrım çok az
Konu amacından baya bi sapmış durumda.Gemiler karadan yürüdü mü yürümedi mi?Fizik kanunlarıydı bilmemneydi derken konuyu laçkalaştırmaya çalışanlar amacına ulaştı.Konuya fransız kalan ve proveke etmek amacıyla boş beyniyle saçma sapan yorum yapan şahıs ( o kendisini iyi bilir ) amacına ulaşmadan konunun özüne dönmekte fayda var.Şu bir gerçektir ki Roma imparatorluğu dünyanın başının belası , sömürgeci , kölelik düzeni üzerine kurulmuş adi bir imparatorluktu.Gücünün yettiğini kılıçtan geçirip zorla egemenlik kurup halkları köleleştirmiş , vergiye bağlamış ve kendileri Constantin gibi 22 km'lik çift katlı devasa surlarla korunan dünyanın en büyük şehrinde sefa sürmekteydiler.Peygamberimiz zamanında da Suriye rumların egmenliği altındaydı ve bu rum tehditi bütün arapların başında belaydı.Peygamberimiz de ümmetine bu dünyanın başının belası imparatorluğu yerle bir etmeyi ve Constantin'i ele geçirmeyi hedef göstermiştir.Dünyaya adalet gelmesi için Roma imparatorluğunun yok edilmesi gerekliydi.Dünyada kölelerini birbirine öldürtüp bunu halkına izleten bu kadar adi bir devlet daha olmamıştır.Peygamberin Constantin bir gün fethedilecektir müjdesini gerçekleştirmek için sahabelerinden bile şehre saldıran olmuştur.Ancak bu şeref 21 yaşındaki Türk hükümdar Fatih Sultan Mehmet'e nail olmuştur.
Konunun özü budur.Konuya fransız kalmış bazı boş beyinlilerin bu konuya boş boş yorumlar yapmamasını ve gereksiz yazı kirliliği yaratmamasını rica ediyorum.Kimi kastettiğimi kendileri gayet iyi bilir.Belki bazı insanların aklına takılan bişeyler olabilir.Mantık çerçevesinde bunlar tartışılabilir.Ancak konuyu mantık dışına çekip resmen provoke etmeye çalışanlar var.Kendisi gitsin boş beynine uygun konularla meşgul olsun.İçki konusu falan onlarla meşgul olsun.Çünkü bu konular kendilerini baya baya bi aşıyo.
100 tonluk bir gemiyi 10 dakikada karadan tepeyi aşırtarak denize indirme fikrine inananların olması gerçekten çok ilginç. hayretler içersindeyim.
Roma İmparatorluğunun şerefsizliği ayrı bir konu zaten. Adamların imparatorları zevk için insan kesen, çocukları annelerinin önünde hayvanlara parçalattırıp onlara izlettiren ruh hastalarıydı. O bakımdan tabi ki yıkılmaları iyi oldu.
Bugün bu ülke birilerinin kuklası durumuna düşmüşse bunda eskilerin de çok hatası vardır.
Bir de benim anlamadığım nerde zulüm gören varsa kucak açmış bir milleti zorbalıkla suçlayan arkadaşlar var, gerçekten hayret ediyorum,
Bir de; geçmişten o döneme kadar defalarca toplanmış olan haçlı orduları sözkonusu..
Yani biz zaptetmesek, onlar derdest edeceklerdi.. Ve isteseydi Osmanlı, bugün üç cihanda Türkçe'nin yerleşmesini sağlayabilirdi, (bu noktada Osmanlı'yı nacizane hep eleştiririm,
Karamanoğlu Mehmet Bey'in yaptığını yapamamış ana dil olarak kendisi bile Arapça'yı seçmiştir.)
Bugün sadece sömürgesi olan ülkelerde bile neredeyse anadillerinden daha çok bilinen yabancı diller sözkonusu. Osmanlı gerçekten zorba olsaydı, İngilizce'den daha çok konuşulan bir dil olurdu Türkçe..
çoğunluk diye bir türk filmi var.. çoğunluktan olmamak.. bundan dolayı yalnız olmak..linç edilmen için (sözlü olarak) tüm gerekçeler hazırdır.
Güçlü olanın haklı sayıldığı bir dünya, bir ülke...işimiz zor be bizim gibilerin.. ha birde din ve millet düşmenlığıyla itham edilirsin. çık işin içinden çıkabilirsen..yapılan kirli şeyler temiz diye yutturulur asırlarca...ama yinede çoğunluk denen sıradanlığı kabul etmemek...cesaret bu işte...
tüm dünya türkçe konuşsa ne olurki? yada müslüman olsa..mesele bu mu yani..dünyaya hükmetmek...içinizdeki narsizmin başka bir yansıması..çok tehlikeli...
Şu an bu konu içerisinde 2 kullanıcı var. (0 üye ve 2 misafir)