Evlendiğimde 58 kiloydum. Sonra birdenbire kilo almayı başladım. Kocam "Artık yediğine biraz dikkat et canım" demeye başladı. Önce biraz boğazımı tutmayı denedim. İnanır mısınız neredeyse aç geziyor ama bir türlü kilo veremiyordum. Ardından uzun yürüyüşler başladı. Sabahları erken kalkıp işe gitmeden önce mekik çekiyordum. Ama olmadı. Gitmediğim diyetisyen kalmadı. Ama nafile. Gün geçtikçe kilo almaya devam ettim. İşin garibi şişmanlamakla kalmıyordum sanki büyüyordum. Taa ki... 35 yaşındaki Nicole, bir gün pes etmiş. Tartı 88 kiloyu gösterdiğinde gözyaşlarına boğulmuş ve diyet listelerini bir kenara atmış. İşi bırakmış, bütün gün yataktan çıkmamış. Sonra bir gün "Bir gün tuvalete giderken tartıya gözüm çarptı. Üstüne çıktığımda gözlerime inanamadım. 10 kilo vermiştim." O gün Nicole garip bir hastalığa yakalandığını düşünmüş ve doktor doktor gezmeye başlamış. Hepsine "Ben yattığımda kilo veriyorum, en ufak bir hareket yaptığımda kilo alıyorum, inanın" demiş ama kimseyi ikna edememiş. Doğru doktora rastladığında ise gerçekten hastalığının binde bir görüldüğünü öğrenmiş. "Doktor bana 'Ayakların büyüdü mü?' diye sordu. Ağlayama başladım çünkü ayak numaram bir değil iki numara büyümüştü."
***
Gözlerimi ekrandan ayırmadan nefesimi tutmuş izliyordum. Siz bundan daha ilginç bir hastalık daha duydunuz mu? Duymadınız mı? Alın bir tane daha. 40 yaşındaki Jilles'in hastalığı daha da ilginç. Genç kadın soğuğa dayanamıyor. Vücudu soğuk havada donuyor. Şaka değil. Örneğin ıslak çamaşırları çamaşır makinesinden çıkarırken bile parmakları donma tehlikesiyle karşı karşıya. O yüzden sürekli eldiven kullanıyor. Üstelik Londra gibi çok da sıcak olmayan bir şehirde yaşayan Jilles, sabahları nasıl işe gidiyor biliyor musunuz? Önce sıkıca giyiniyor. Özellikle ayaklar ve eller iyice sarıp sarmalanıyor. Çünkü onlar vücudun en önce etkilenen bölümleri. Sonra montunu giyiyor ve arabasına koşuyor. Arabayı çalıştırıyor ve ısınması için arabayı çalışır durumda bırakıp hemen eve koşuyor. Yaklaşık 15 dakika sonra arabanın içindeki ısı kendisine uygun duruma gelince yola koyuluyor. Tabii elinde eldivenlerle. İşe gittiğinde ise ilk yaptığı kahve makinasının buharında ellerini ısıtmak oluyor. "Bu kadar önlem çok diye düşünüyorsunuz ama değil. Bir gün sadece soğuk bir bardağı elimde uzun süre tuttum diye neredeyse küçük parmağımı kaybedecektim. Öylesine dondum yani." İzledikçe şaşırıyorum. Şaşırdıkça izliyorum. Bu seferki vaka 28 yaşındaki Nicole. Nicole'de "Huysuz Bacak Sendromu" denilen hastalığın değişik bir versiyonu var. Nicole ayakta kaldığı,yürüdüğü, koştuğu sürece mutlu. Peki ya oturursa? Ya yatarsa? İşte cehennem o zaman başlıyor. Kıvrık duruma geçen bacakları öylesine büyük bir acı veriyor ki genç kadın hastalığının en başında acı çekmemek için ayakta uyumayı bile denemiş.
***
Bazen elimizdekinin kıymetini onu kaybetmeden anlamıyoruz. Klasik oldu biliyorum. Ama doğru. Yemek yemek, gezmek tozmak, uyuyabilmek, nefes almak Hepsi aslında öylesine büyük bir lüks ki haberimiz yok. En azından bu üç kadının hikayesini televizyondan izlerken ben öyle hissettim. Detayları öğrendiğimde şaşırdım. Gözlerim yaşardı onlar her ağladığında. O yüzden, keyfinize bakın. Hayatta hiçbir şeyi dert etmeyin. İnanın, hiç kimseye ve hiçbir şeye üzülmeye değmez. Yaşamak güzel.
11/03/06 SABAH GZT. BALÇİÇEK PAMİR
kendime ithafen.......