arkadaşlar Ümit ZİLELİ' nin bu yazısını paylaşmak istedim sizlerle, yorum size ait...
ÜMİT ZİLELİ
Anamızı Alıp Gitmek!..
Biliyor musunuz, hiç şaşırmadım...
Öfke de duymadım... Sadece üzüldüm!.. Hayır, Tayyip Bey 'in sözlerine değil; biliyorum ki bıraksanız o sözlerin çok ötesinde şeyler de söyleyebilir.. Hatta korumalarından çevik davranabilse dövebilir de!.. Tayyip Bey'in ne söylediği ya da söyleyeceği sözcükler ne de yaptığı ve yapacakları beni hiç şaşırtmıyor artık...
Tayyip Bey ve şürekâsı, üç yıl içinde söyledikleri ve yaptıklarıyla ne olduklarını, nerede durduklarını ve neyi hedeflediklerini hiçbir şüpheye meydan bırakmayacak denli açıklıkla gösterdiler!..
- Ben, bizim için üzülüyorum!..
Dünyanın adam gibi hangi ülkesinde yaşanırsa yaşansın, deprem yaratacak, hükümet devirecek üslup ve tavır karşısında Türk kamuoyunun, özellikle medyanın tutumu, ancak iki sözcükle açıklanabilirdi:
- Utanç verici!
Çuvaldızı kendimize, yani medyaya batıralım; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın külhanbeyi ağzıyla bir yurttaşı haşlaması üzerine şaşkınlık yaşayan güzide medyamız ve çok önemli köşe yazarlarımız neyse ki kısa sürede ''titreyip'' kendilerine geldiler!.. Başbakan'ın aşırı tahrik edildiğini yazan da oldu, o yurttaşın ''profesyonel kışkırtıcı'' olduğunu manşete çıkaran da!.. Hele birisi kendini alamamış, sütununda ''Başbakan'ın halkın dilini kullandığını, bu nedenle Türk insanına çok sempatik geldiğini'' açıklamaya çalışmıştı!..
- Bir insan, bir gazeteci olarak yerin dibine geçtim...
*****
Peki, ya halkımız ne yaptı?..
Birkaç yürekli sesin dışında içlerinden birine karşı yapılan bu aşağılamayı neredeyse alkışladı!.. Televizyonlarda yapılan röportajları seyrederken ''Kurtlar Vadisi'' nin niçin izlenme rekorları kırdığını, ''Susurluk olayı'' nın niçin çözülemediğini, naylon fatura düzenlemek ve hayali ihracattan yargılanan, ihaleye fesat karıştırdığı ileri sürülen bir kişinin nasıl Maliye Bakanlığı koltuğuna oturabildiğini bir kez daha olanca çıplaklığıyla kavradım!.. Mikrofon uzatılanları bıraksanız büyük bir coşkuyla şu ortak yargıda birleşebilirlerdi:
- Delikanlı Başbakan!..
Peki, ya halkın hakkını savunması gereken demokratik kitle örgütleri, onlar neredeydi? Ülkenin yüzde 40'lık kesimini temsil ettiğini iddia eden Ziraat Odaları Birliği neredeydi? Birkaçı dışında sendikalar, meslek örgütleri neredeydi?..
- Vicdan neredeydi?!.
*****
Bir toplumda vicdan susmuşsa...
Bir toplumda duyarsızlık egemen olmuşsa... Halk arasında, ''Bana dokunmayan yılan bin yaşasın'' , ''Azıcık aşım, kaygısız başım'' bencilliği yerleşmişse o toplum her türlü zillete mahkûmdur...
Böyle bir toplum, egemenlerin arayıp da bulamayacağı türden bir cennettir!.. Türkiye'nin yarım yüzyılı aşkın tarihinde giderek yükselen ve iyice yerleşen yönetim anlayışı işte bu oldu!.. Ülkeyi dışarıdan yönetenler ve yerli işbirlikçileri hep bunu işlediler, buna güvendiler:
- Duyarsız, bencil ve kör bir toplum!..
Yalnızca bakan ama görmeyen, göremeyen bir toplum... Bu duyarsızlığın üzerine eklenecek din (ve gerektiğinde milliyetçilik) sosu ise tam kıvamında, istedikleri yöne çekilebilecek bir ülke yaratacaktı. İstedikleri kıvama çok ama çok yaklaştılar... İşte bu mantık içinde söylenen ''Ananı al git'' haklı bir kızgınlıktı!.. Buna yanıt verecek olan ise yine bizleriz; Türkiye'yi tarihinde görülmemiş bir zavallılığa mahkûm eden bu mantıkla savaşacak mıyız?..
- Yoksa anamızı alıp gidecek miyiz?!.