Ortaköy-Beşiktaş arası sahil yolunda,kardeş kardeş otobüs bekliyolardı.İkiside ayakkabı boyacısıydı.Sarı saçlı,mavi gözlü,güzel yüzlü iki kürt çocuğu... Cılız omuzlarında koca birer boya sandığı... Gök yüzünde acı bir güneş.
Birbirlerine o kadar benziyorlardı ki,kardeş olduklarını yüz metreden anlayabilirdiniz. Aynı küçük burunlar,aynı küçük gamzeler,gelip geçen otobüslerin numaralarını okumaya çalışan aynı ışıklı bakışlar...
Kardeşlik böyledir işte... En ummadığınız zamanda kardeşinize benzetebilirler sizi. Bir çoğrafyanın ve bir tarihin benzeşen tortusudur kardeş olmak.
Otobüs bekliyorlardı üstelik gergindiler...
Büyük olan,kardeşine söylenip duruyordu.Küçükse abisinin sataşmalarına gülüp geçiyordu.Kim bilir ne geçmişti aralarında. Kim bilir hangi yoksulluğu paylaşamamışlardı.
Küçüğün aldırmazlığı dahada sinirlendirdi abisini. İşaret parmağını sallayarak hem hiç anlamadığım hem de çok iyi anladığım kürtçe küfürler etti.Kardeşi bunlarada aynı çıldırtıcı gülümsemeyle cevap verdi.
Küçük oğlan eğildi,abisinin fırlattığı sünger,başını sıyırarak geçti. Bu sırada koşup yakasına yapışmış,onu silkelemeye başlamıştı bile.Küçük kurtulmak için çırpınıyor,bir taraftanda ağabeyini tekmelemeye çalışıyordu.
Kardeşlik işte böyledir... Kavga başladığında acıtmak istersiniz birbirinizi. Üstelik zayıf yönlerini bilir,en kolay yaralanan noktasına ateş edersiniz. Bu yüzden ne kadar sevselerde aslında birbirlerinden korkar kardeşler.
Otobüs durağında kavga ediyorlardı.
Üzerlerinde kirli tişörtler...
Bisikletli bir adam geldi yanlarına. Adamın güneş gözlükleri,ensesinde topladığı uzun siyah saçları ve parlak eşofmanları vardı. İkisini ayırdı,karşılarına geçip uzun bir söylev çekti.
Bisikletli adam gidince bir an sessiz kaldılar. Çıt çıkarmadan,öfkeyle süzdüler birbirlerini.
Sonra abi kovalamaya başladı yine.
Küçük oğlan gülümsemeyi asla ihmal etmeden kaçıyordu. Sonunda saçından yakaladı kardeşini. Yere yatırıp pataklamaya başladı.
Aralarına bu sefer ak sakallı bir hacı dede girdi. Takkesi ve uzun beyaz entarisiyle mekke'den beş dakika önce gelmiş gibiydi.
Kardeşleri karşısına aldı,uzun uzun baktı önce.Sonra ikisine de okkalı birer tokat akşetti. Çocuklar neye uğradıklarını şaşırdılar.İnsan yüz yaşında bile olsa sokak ortasında ak sakallı bir dededen sopa yemeye hazırlıklı değildir.
İşte böyledir kardeşlik... En ummadığınız zamanda,en ummadığınız acıyı paylaşabilirsiniz. Bazen yanağınız olur sancıyan,bazen de yüreğinizdeki o kuytu köşe.
Hacı dede söylene söylene uzaklaştı.
Abinin kızgınlığına,kardeşi olacak aptal yüzünden durduk yerde sopa yemenin öfkesi de eklenmişti. Yeniden kovalamaya başladı. Hırsından ağlamaya başlamıştı.
İyi bir atletti küçük oğlan,omuzundaki ağır sandığa rağmen gayet hızlı koşuyordu.
Abisi yakalayamayınca elini omuzundaki sandığa attı,bu sefer de boya kutularından birini fırlattı kardeşine.Kardeşi eğildi,kutu üstünden geçti.
Tehlikeyi savuşturan küçük oğlan yerinde bir misillemeyle kutulardan birini abisine fırlatıverdi.
Metal kutu gidip çocuğun iki kaşının arasını buldu.
Büyüğün öfkeden döktüğü göz yaşlarına acılı bir ağlayış karıştı bu sefer.Daha fazla dayanamadı,omuzundaki sandığı öfkeyle vurdu yere,parçalandı.
Kırılıp kaldırıma dağılıverdi ekmek teknesi.
Boya kutuları bir tarafa gitmişti,sandığı süsleyen kartpostallar,çıkartmalar bir tarafa.
Kartpostallardan birindeki Hande Ataizi düştüğü yerden güzel gözleriyle,üzülerek bakıyordu ona.
Ama bütün güzelliğine rağmen hande de öfkesini dindiremedi abinin,sandığını göz yaşları içinde tekmeledi,üzerinde tepindi ve parçalara ayırdı onu. Sonrada gidip kaldırımın kenarına oturdu,uzaklara bakarak devam etti ağlamaya.
Kardeşin gülümseyişi dondu birden.
Kaşları çatılı verdi. Bir anlık tereddütten sonra yanına gidip ağabeyini teselli edecek oldu ama kafasına doğru uçan bir kaldırım taşı yüzünden vaz geçti hemen.
O sırada geldi otobüs. Küçük oğlan abisine seslendi ama o duymadı bile.Burnunu çekerek araçların gidiş yönüne doğru bakıyordu;göremezdi otobüsü.
Otobüs körüklü kapısını kapatıp uzaklaşınca, bir abisine bir de kaldırımdaki kırık sandığa baktı küçük.
Sonra ürkek hareketlerle eğildi,sandığın yanına oturdu ve tamir etmeye başladı.
Elindeki taşı çekiç gibi kullanarak kopan parçaları birleştirmeye çalışıyordu.
Dakikalarca uğraşacaktı böyle.
Taş,boya sandığının üstüne düzenli bir ritimle inecekti.
Çıkardığı ses kaybolup gidecekti trafiğin uğultusu içinde.
Kardeş kırık boya sandığına vurdu,vurdu...
Abi kaldırımın kenarında göz yaşı döktü,döktü...
Böyleydi işte kardeşlik... Kırıp dökmüş de olsanız,onarmadan yapamıyordunuz birbirinizi...
Tuna Kiremitçi ( Tempo Dergisinden alıntıdır... )