Kapat
Üye Girişi
Motovento
Motomax
1. sayfa 12 SonuncuSonuncu

Türk gençliği !!!

    REKLAM ALANI
  1. #1
    aSuBaYaH - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    23 Mart 2009
    Şehir
    istanbul
    Motosikleti
    iki teker
    arkadaşlar son günlerde çok sıkıntılı üzücü olayların yaşandığı bir dönem geçiriyoruz.

    allah bütün şehitlerimizin yattıkları mekanları nur içinde cennet eylesin, ruhları şadolsun.

    siyasete dokunmadan politika yapmadan sizlerde içinizden gelenleri yazın.

    bir daha hatırlayalım,
    İstiklâl Marşı

    Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
    Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
    O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
    O benimdir, o benim milletimindir ancak!

    Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
    Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
    Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
    Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.

    Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
    Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
    Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
    Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

    Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
    Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
    Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
    'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

    Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
    Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
    Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
    Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

    Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
    Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
    Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
    Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

    Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
    Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
    Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
    Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

    Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
    Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
    Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
    Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

    O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
    Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
    Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
    O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

    Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
    Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
    Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
    Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
    Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!


    REKLAM ALANI
    Oktay Motor CF Moto Polaris Mondial
    Motomax
  2. #2
    Akileos - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    06 Ocak 2009
    şu laf çok etkiliyo insanı ya..

    Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak

    bu mısrayıda politikacılara armağan ediyorum...

    Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
    Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
    Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
    Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatan

    anlayana...
    AYNI DİLİ KONUŞANLAR DEĞİL,AYNI DUYGULARI PAYLAŞANLAR ANLAŞIR

  3. #3
    aSuBaYaH - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    23 Mart 2009
    Şehir
    istanbul
    Motosikleti
    iki teker
    Alıntı Akileos adlı üyeden alıntı Mesajı göster
    şu laf çok etkiliyo insanı ya..

    Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak

    bu mısrayıda politikacılara armağan ediyorum...

    Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
    Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
    Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
    Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatan

    anlayana...
    anlayana

  4. #4
    alix35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    14 Ağustos 2008
    Şehir
    izmir karşıyaka
    Motosikleti
    sattım düğünden sonra bakıcam
    .......................
    başkasının ayıbını ört ki; bi başkası da senin ayıbını örtsün...

  5. #5

    Üyelik
    14 Mayıs 2007
    ATATÜRK'ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ

    Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

    Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

    Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda, mevcuttur!


    Mustafa Kemal ATATÜRK

    koyu renkli olanlar bu gün yaşadığımızı anlatıyor

  6. #6
    Mersin İl Temsilcisi yürekçe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    02 Ağustos 2006
    Şehir
    Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam
    Motosikleti
    Cân ile hem cahan, dehr ile hem zaman
    yıllar önce trt de nazıl yasıldığı hakkında bir belgesel izlemiştim. mehmet akif geceyarısı uyanıp kalem kağıt bulamayınca duvara tırnağıyla, kaşık veya bıçakla kazımış bu marşı yazarken... ve yıllar sonra da kızı makbule hanımla tanıştığımda kısa bir süre sohbet etme imkanım olmuştu...

    hele bir de çanakkale için yazdığı şiiri eklemek gerekir,
    ÇANAKKALE ŞEHİDLERİNE



    Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

    En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,



    - Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya -

    Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,



    Ne hayâsızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!

    Nerde - gösterdiği vahşetle "Bu: bir Avrupalı"



    Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

    Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!



    Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,

    Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.



    Yedi iklîmi cihânın duruyor karşında;

    Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!



    Çehreler başka, lisanlar, deriler, rengârenk.

    Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.



    Kimi Hindû, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ...

    Hani tâûna da züldür bu rezil istîlâ!



    Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-u asil,

    Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyla sefil,



    Kustu Mehmed'ciğin aylarca durup karşısına;

    Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.



    Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...

    Medeniyet denilen kahpe, hakîkat, yüzsüz.



    Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,

    Öyle müthiş ki: eder her bir mülkü harâb.





    Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

    Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı:



    Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

    Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.



    Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam;

    Atılan her lâğımın yaktığı: yüzlerce adam.



    Ölüm indirmede. gökler, ölü püskürmede yer;

    O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...



    Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

    Boşanır sırtlara, vâdîlere sağnak sağnak.



    Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,

    Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.



    Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,

    Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.



    Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

    Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!..



    Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

    Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat imân?



    Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrından râm?

    Çünkü te'sis-i ilâhî o metîn istihkâm.





    Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,

    Beşerir azmini tevkîf edemez sun'-ı beşer;



    Bu göğüslerse Hüdâ'nın ebedî serhaddi;

    "O benim sun'-ı bedîim, onu çiğnetme!" dedi.



    Âsım'ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek:

    İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.





    Şühedâ gövdesi, baksana, dağlar, taşlar...

    O, rükû olmasa dünyâda eğilmez başlar,



    Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;

    Bir hilal uğruna, yâ Rab, ne Güneşler batıyor!



    Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!..

    Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.



    Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...

    Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...



    Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

    "Gömelim gel seni târîhe!" desem, sığmazsın.



    Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb.

    Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.



    "Bu, taşındır" diyerek Kâbe'yi diksem başına;

    Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;



    Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmiyle,

    Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle,



    Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,

    Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;



    Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,

    Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,



    Türbedârın gibi tâ haşre kadar bekletsem;

    Gündüzün fecr ile âvizeni lebrîz etsem;



    Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam yarana...

    Yine birşey yapabildim diyemem hâtırana.





    Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini;

    Şarkın en sevgili sultânı Selâhâddîn'i,



    Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayrân...

    Sen ki, İslâmı kuşatmış, boğuyorken husran;



    O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

    Sen ki rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;



    Sen ki a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!

    Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...



    Ey şehîd oğlu, şehîd isteme benden makber,

    Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
    KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
    BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
    KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....

  7. #7
    askon - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    21 Şubat 2009
    Şehir
    istanbul-gaziosman paşa
    Motosikleti
    pıoneer 200cc 2007
    Alıntı avkan65 adlı üyeden alıntı Mesajı göster
    ATATÜRK'ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ

    Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

    Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

    Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda, mevcuttur!


    Mustafa Kemal ATATÜRK

    koyu renkli olanlar bu gün yaşadığımızı anlatıyor

  8. #8
    AYGÜL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    15 Ağustos 2008
    Bugün hepimize düşen ortak görev; ulusal değerlere, bilince, Cumhuriyet'e sahip çıkmak, Çanakkale'yi, Kurtuluş Savaşı'nı kazanan ruhu korumak ve bu bilinci gelecek kuşaklara aktarmaktır. Türk Ulusu dili, kültürü, tarihi ve saygın kimliğiyle aydınlık yarınlara el ele güçlü biçimde yürüyecektir.




    "Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat da senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! .. Bu belli. Fakat zekânı unut! .. Daima çalışkan ol..."

    Mustafa Kemal ATATÜRK

  9. #9
    Forumdan Uzaklaştırıldı
    Üyelik
    23 Temmuz 2007
    Alıntı aSuBaYaH adlı üyeden alıntı Mesajı göster
    arkadaşlar son günlerde çok sıkıntılı üzücü olayların yaşandığı bir dönem geçiriyoruz.

    allah bütün şehitlerimizin yattıkları mekanları nur içinde cennet eylesin, ruhları şadolsun.

    siyasete dokunmadan politika yapmadan sizlerde içinizden gelenleri yazın.
    Siyaset yapmadan memleketin hali nasıl anlaşılır ki?nasıl anlatılır ki?

    Islanmadan denize girmek mümkün mü?



    Utanıyorum



    çünkü
    Aşağılık ama şerefli görünen.Hain ama vatanseverlik taslayanlar
    Kansız ama asaletiyle övünen,Hırsız ama dürüstlük pazarlayanlar
    Zalim ama mazlumu oynayan.İmansız ama iman ticareti yapanlar
    Vatanı elalemin arpa tarlası zannedip peşkeş çekenler utanmıyor.
    [/B]

  10. #10
    sularseller - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    03 Eylül 2009
    Şehir
    İstanbul
    Motosikleti
    Nexus 500
    Alıntı yürekçe adlı üyeden alıntı Mesajı göster
    yıllar önce trt de nazıl yasıldığı hakkında bir belgesel izlemiştim. mehmet akif geceyarısı uyanıp kalem kağıt bulamayınca duvara tırnağıyla, kaşık veya bıçakla kazımış bu marşı yazarken... ve yıllar sonra da kızı makbule hanımla tanıştığımda kısa bir süre sohbet etme imkanım olmuştu...

    hele bir de çanakkale için yazdığı şiiri eklemek gerekir,
    ÇANAKKALE ŞEHİDLERİNE



    Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

    En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,



    - Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya -

    Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,



    Ne hayâsızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!

    Nerde - gösterdiği vahşetle "Bu: bir Avrupalı"



    Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

    Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!



    Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,

    Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.



    Yedi iklîmi cihânın duruyor karşında;

    Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!



    Çehreler başka, lisanlar, deriler, rengârenk.

    Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.



    Kimi Hindû, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ...

    Hani tâûna da züldür bu rezil istîlâ!



    Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-u asil,

    Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyla sefil,



    Kustu Mehmed'ciğin aylarca durup karşısına;

    Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.



    Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...

    Medeniyet denilen kahpe, hakîkat, yüzsüz.



    Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,

    Öyle müthiş ki: eder her bir mülkü harâb.





    Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

    Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı:



    Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

    Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.



    Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam;

    Atılan her lâğımın yaktığı: yüzlerce adam.



    Ölüm indirmede. gökler, ölü püskürmede yer;

    O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...



    Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

    Boşanır sırtlara, vâdîlere sağnak sağnak.



    Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,

    Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.



    Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,

    Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.



    Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

    Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!..



    Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

    Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat imân?



    Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrından râm?

    Çünkü te'sis-i ilâhî o metîn istihkâm.





    Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,

    Beşerir azmini tevkîf edemez sun'-ı beşer;



    Bu göğüslerse Hüdâ'nın ebedî serhaddi;

    "O benim sun'-ı bedîim, onu çiğnetme!" dedi.



    Âsım'ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek:

    İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.





    Şühedâ gövdesi, baksana, dağlar, taşlar...

    O, rükû olmasa dünyâda eğilmez başlar,



    Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;

    Bir hilal uğruna, yâ Rab, ne Güneşler batıyor!



    Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!..

    Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.



    Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...

    Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...



    Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

    "Gömelim gel seni târîhe!" desem, sığmazsın.



    Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb.

    Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.



    "Bu, taşındır" diyerek Kâbe'yi diksem başına;

    Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;



    Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmiyle,

    Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle,



    Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,

    Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;



    Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,

    Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,



    Türbedârın gibi tâ haşre kadar bekletsem;

    Gündüzün fecr ile âvizeni lebrîz etsem;



    Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam yarana...

    Yine birşey yapabildim diyemem hâtırana.





    Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini;

    Şarkın en sevgili sultânı Selâhâddîn'i,



    Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayrân...

    Sen ki, İslâmı kuşatmış, boğuyorken husran;



    O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

    Sen ki rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;



    Sen ki a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!

    Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...



    Ey şehîd oğlu, şehîd isteme benden makber,

    Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.


    Teşekkürler.

  11. #11
    SmirnouF - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    17 Mayıs 2006
    Şehir
    Tekirdağ - Çerkezköy & Kırklareli - Pınarhisar
    Motosikleti
    ne bulursam gezerim xD
    her harfi beynimde kazılı !! her okuduğumda Türklüğümle gurur duyuyorum !!
    Bir Afrika Atasözü; Sular yükselince, balıklar karıncaları yer.Sular çekilince de karıncalar balıkları yer .Kimse bugünkü üstünlügüne ve gücüne güvenmemelidir. Çünkü kimin kimi yiyecegine “suyun akışı" karar verir. - Drift Religion

  12. #12
    draggy - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    18 Eylül 2008
    Şehir
    İstanbul
    Motosikleti
    Dragstar 650
    Foruma yazmıyordum ama buna yazma ihtiyacı duydum...

    Bursa Nutku

    Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

    Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”

    Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”

    İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
    İkinci el Dragstar alacaksanız bknz: http://www.motosiklet.net/forum/motosiklet-modelleri/44545-yamaha-dragstar-xvs-650-kullanicilari-bilgi-paylasim-basligi-12.html#post2100035

  13. #13

    Üyelik
    31 Ağustos 2009
    arkadaşlar bu şiiri çok önemsediğim için buraya koyuyorum

    allaha emanet olun.
    VATAN HAİNİ (167228 Hit)

    "Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
    Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
    Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
    Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
    bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
    66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
    Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
    "Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
    Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

    Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
    hainiyim, ben vatan hainiyim.
    Vatan çiftliklerinizse,
    kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
    vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
    vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
    fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
    vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
    vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
    ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
    vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
    vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
    ben vatan hainiyim.
    Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
    Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

    ---------- Mesaj ekleme zamanı: 15:03 PM ---------- İlk mesajı ekleme zamanı 14:53 PM ----------

    ÇANAKKALE DESTANI

    SEKİZİNCİ BAP
    26 AĞUSTOS GECESİNDE SAATLAR
    İKİ OTUZDAN BEŞ OTUZA KADAR
    ve
    İZMİR RIHTIMINDAN AKDENİZ’E
    BAKAN NEFER

    Saat 2.30.
    Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
    ne ağaç, ne kuş sesi,
    ne toprak kokusu vardır.
    Gündüz güneşin,
    gece yıldızların altında kayalardır.
    Ve şimdi gece olduğu için
    ve dünya karanlıkta daha bizim,
    daha yakın,
    daha küçük kaldığı için
    ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
    evimize, aşkımıza ve kendimize dair
    sesler geldiği için
    kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
    okşayarak gülümseyen bıyığını
    seyrediyordu Kocatepe’den
    dünyanın en yıldızlı karanlığını.
    Düşman üç saatlik yerdedir
    ve Hıdırlık-tepesi olmasa
    Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
    Küzeydoğuda Güzelim-dağları
    ve dağlarda tek
    tek
    ateşler yanıyor.
    Ovada Akarçay bir pırıltı halinde
    ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
    şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var :
    Akarçay belki bir akar su,
    belki bir ırmak,
    belki küçücük bir nehirdir.
    Akarçay Dereboğazı’nda değirmenleri çevirip
    ve kılçıksız yılan balıklarıyla
    Yedişehitler kayasının gölgesine girip
    çıkar.
    Ve kocaman çiçekleri eflâtun
    kırmızı
    beyaz
    ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
    haşhaşların arasından akar.
    Ve Afyon önünde
    Altıgözler Köprüsü’nün altından
    gündoğuya dönerek
    ve Konya tren hattına rastlayıp yolda
    Büyükçobanlar Köyü’nü solda
    ve Kızılkilise’yi sağda bırakıp
    gider.
    Düşündü birdenbire kayalardaki adam
    kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
    Kim bilir onlar ne kadar büyük,
    ne kadar uzundular?
    Birçoğunun adını bilmiyordu,
    yalnız, Yunan’dan önce ve Seferberlik’ten evvel
    Selimşahlar Çiftliği’nde ırgatlık ederken Manisa’da
    geçerdi Gediz’in sularını başı dönerek.
    Dağlarda tek
    tek
    ateşler yanıyordu.
    Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
    şayak kalpaklı adam
    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
    güzel, rahat günlere inanıyordu
    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
    birdenbire beş adım sağında onu gördü.
    Paşalar onun arkasındaydılar.
    O, saatı sordu.
    Paşalar : «Üç,» dediler.
    Sarışın bir kurda benziyordu.
    Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
    Yürüdü uçurumun başına kadar,
    eğildi, durdu.
    Bıraksalar
    ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
    ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
    Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlıyacaktı.
    Saat 3.30.
    Halimur - Ayvalı hattı üzerinde
    manga mevziindedir.
    İzmirli Ali Onbaşı
    (kendisi tornacıdır)
    karanlıkta gözyordamıyla
    sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi
    baktı manga efradına birer birer :
    Sağda birinci nefer
    sarışındı.
    İkinci esmer.
    Üçüncü kekemeydi
    fakat bölükte
    yoktu onun üstüne şarkı söyliyen.
    Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
    Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
    tezkere alıp Urfa’ya girdiği akşam.
    Altıncı,
    inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,
    memlekette toprağını ve tek öküzünü
    ihtıyar bir muhacir karısına bıraktığı için
    kardeşleri onu mahkemeye verdiler
    ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
    ona «Deli Erzurumlu» derdiler.
    Yedinci, Mehmet oğlu Osman’dı.
    Çanakkale’de, İnönü’nde, Sakarya’da yaralandı
    ve gözünü kırpmadan
    daha bir hayli yara alabilir,
    yine de dimdik ayakta kalabilir.
    Sekizinci,
    İbrahim,
    korkmıyacaktı bu kadar
    bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp
    birbirine böyle vurmasalar.
    Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki :
    tavşan korktuğu için kaçmaz
    kaçtığı için korkar.
    Saat 4.
    Ağzıkara - Söğütlüdere mıntıkası.
    On ikinci Piyade Fırkası.
    Gözler karanlıkta, uzakta.
    Eller yakında, makanizmalar üzerinde.
    Herkes yerli yerinde.
    Tabur imamı
    mevzideki biricik silâhsız adam :
    ölülerin adamı,
    kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru,
    durdu boyun büküp
    el kavuşturup
    sabah namazına.
    İçi rahattır.
    Cennet, ebedî bir istirahattır.
    Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
    meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
    Cenâbı rabbülâlemîne şühedâyı.
    Saat 4.45.
    Sandıklı civarı.
    Köyler.
    Sarkık, siyah bıyıklı süvari,
    çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.
    Çukurova beygiri
    kuyruğunu karanlığa vuruyordu :
    dizkapaklarında kan,
    kantarmasında köpük…
    İkinci Süvari Fırkası’ndan Dördüncü Bölük,
    atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.
    Geride, köylerde bir horoz öttü.
    Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari
    ellerinin tersiyle yüzünü örttü.
    Karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan
    bir başka horoz vardır :
    baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.
    Düşmanlar herhal onu çoktan kesip
    çorbasını yapmışlardır…
    Saat beşe on var.
    Kırk dakka sonra şafak
    sökecek.
    «Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak».
    Tınaztepe’ye karşı Kömürtepe güneyinde,
    On beşinci Piyade Fırkası’ndan iki ihtiyat zabiti
    ve onların genci, uzunu,
    Darülmuallimin mezunu
    Nurettin Eşfak,
    mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak
    konuşuyor :
    -Bizim İstiklâl Marşı’nda aksıyan bir taraf var,
    bilmem ki, nasıl anlatsam,
    Âkif, inanmış adam,
    fakat onun, ben,
    inandıklarının hepsine inanmıyorum.
    Meselâ, bakın :
    «Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.»
    Hayır,
    gelecek günler için
    gökten âyet inmedi bize.
    Onu biz, kendimiz
    vaadettik kendimize.
    Bir şarkı istiyorum
    zaferden sonrasına dair.
    «Kim bilir belki yarın…»
    Saat beşe beş var.
    Dağlar aydınlanıyor.
    Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
    Gün ağardı ağaracak.
    Kokusu tütmeğe başladı :
    Anadolu toprağı uyanıyor.
    Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
    ve pırıltılar görüp
    ve çok uzak
    çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
    bir müthiş ve mukaddes mâcereda,
    ön safta, en ön sırada,
    şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
    Topçu evvel mülâzımı Hasan’ın
    yaşı yirmi birdi.
    Kumral başını gökyüzüne çevirdi,
    kalktı ayağa.
    Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
    Şimdi bir hamlede o kadar büyük,
    öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki
    bütün ömrünü ve hâtırasını
    ve yedi buçukluk bataryasını
    ağlanacak kadar küçük buluyordu.
    Yüzbaşı sordu :
    - Saat kaç?
    - Beş.
    - Yarım saat sonra demek…
    98956 tüfek
    ve şoför Ahmet’in üç numrolu kamyonetinden
    yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
    bütün âletleriyle
    ve vatan uğrunda,
    yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle
    Birinci ve İkinci ordular
    baskına hazırdılar.
    Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,
    beygirinin yanında duran
    sarkık, siyah bıyıklı süvari
    kısa çizmeleriyle atladı atına.
    Nurettin Eşfak
    baktı saatına :
    - Beş otuz…
    Ve başladı topçu ateşiyle
    ve fecirle birlikte büyük taarruz…
    Sonra.
    Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
    Bunlar :
    Karahisar güneyinde 50
    ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.
    Sonra.
    Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik
    Aslıhanlar civarında
    30 Ağustosa kadar.
    Sonra.
    Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu.
    Esirler arasında General Trikopis :
    Alaturka sopa yemiş bir temiz
    ve sırmaları kopuk frenk uşağı…
    Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak’ın ayağı.
    Nurettin dedi ki : «Teselyalı Çoban Mihail,»
    Nurettin dedi ki : «Seni biz değil,
    buraya gönderenler öldürdü seni…»
    Sonra.
    Sonra, 31 Ağustos günü
    ordularımız İzmir’e doğru yürürken
    serseri bir kurşunla vurulan
    Deli Erzurumluydu.
    Devrildi.
    Kürek kemikleri altında toprağı duydu.
    Baktı yukarı,
    baktı karşıya.
    Gözler hayretle yandılar :
    önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
    her seferkinden kocamandılar.
    Ve bu postallar daha bir hayli zaman
    üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
    seyredip güneşli gökyüzünü
    ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.
    Sonra…
    Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden
    ve Deli Erzurumlu ölürken kederinden
    yüzlerini toprağa döndüler…
    Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı.
    Kan içindeydi yüzü gözü.
    Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
    Kaçanı kovalamıyordu yalnız
    ulaşmak da istiyordu bir yerlere
    ve sadece kahretmiyor
    yaratıyordu da.
    Ve kılıçların,
    nalların,
    ellerin
    ve gözlerin pırıltısı
    ardarda çakan aydınlık bir bütündü.
    Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
    ve şu türküyü duydu :
    «Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
    Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
    bu memleket bizim.
    Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
    ve ipek bir halıya benziyen toprak,
    bu cehennem, bu cennet bizim.
    Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
    yok edin insanın insana kulluğunu,
    bu dâvet bizim…
    Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    ve bir orman gibi kardeşçesine,
    bu hasret bizim…»>
    Sonra.
    Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik
    ve Kayserili bir nefer
    yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
    öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
    Güneyden Kuzeye,
    Doğudan Batıya,
    Türk halkıyla beraber
    seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz’i.

    Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
    Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
    Türk halkı bağışlasın bizi,
    onlar ki toprakta karınca,
    suda balık,
    havada kuş kadar
    çokturlar;
    korkak,
    cesur,
    câhil,
    hakîm
    ve çocukturlar
    ve kahreden
    yaratan ki onlardır,
    kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır…

    NAZIM HİKMET

    ---------- Mesaj ekleme zamanı: 15:05 PM ---------- İlk mesajı ekleme zamanı 15:03 PM ----------

    şiarımız "ŞEHİTLER ÖLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ"!!!!!

  14. #14
    ergün1968 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    27 Ağustos 2008
    Şehir
    İstanbul
    Motosikleti
    NC 700 SA
    ATATÜRK hakkında,

    *Atatürk`ün dünyada `başöğretmen' sıfatlı tek lider olduğunu...

    * Bir geometri kitabı yazdığını...

    * Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin (Türkçe) isim babasının bizzat Mustafa Kemal olduğunu...


    * Norveç`de `Atatürk gibi olmak` diye bir deyim olduğunu. ''Atatürk'' çiçeği'nin adını, çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın`in koyduğunu ve bu çiçeğin tüm dünyada bu isimle üretilip satıldığını...

    * Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki; Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu...

    *''Mimber'' adında bir gazete çıkarttığını ve 52 sayı yayımlanan gazetede ilk defa sansür kelimesi geçtiğini...

    * Kurtuluş Savaşı'nda rütbe alan bir çok kadın askerlerimizin olduğu, dünya tarihine geçen tek bir üsteğmenimizin olduğunu, Üst teğmen Kara Fatma'nın 700 erkek, 43 kadından oluşan bir müfrezenin reisliğine bizzat Atatürk, tarafından atanmış olduğunu...

    *Bir röportajda Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?' diye sorulduğunda 'Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için, davet gelirse düşünürüz' dediğini ve bunun üzerine BM
    yasasının değiştirildiğini ve üyeliğe davet edilen ilk ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu....

    *1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; 'Şuanda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim' dediğini...

    *1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde; 'Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal, gibi lider getirir' denildiğini...

    *1996'da Haiti Cumhurbaşkanının vasiyetinde, mezar taşına yazılmasını istediği metinde; 'Bütün ömrüm boyunca Türkiye'nin lideri Mustafa Kemal ATATÜRK'ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm' yazdığını...

    *2000'de ABD Başkanı'nın milenyum mesajında; ''Milenyumun hiç şüphe yoktur ki; tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK'tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış, tek liderdir' denildiğini...

    *2005'de Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Johns`un önerisinin 'Türkiye ekonomiyle savaşta bir tek Atatürk'ü örnek alsın yeter' olduğunu...

    *2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini...


    BİLİYOR MUYDUNUZ!!!


    AB Uyum yasalari geregince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin
    kaldirilmasina izin verildiğini biliyormuydunuz.

    Izmir kurtulmus, çok tatli bir yorgunluk, Ankara'ya hareket edecekler...
    Trene binerler ve kompartimana çekilirler. Ertesi gün, yaveri, Atatürk'ün
    kompartimaninin kapisini çalar. Atatürk, yorgun, bitkin bir halde kravatini
    yikamaktadir. Yaveri: 'Pasam bu ne hal, hiç uyumadiniz herhalde; niye
    böylesiniz', der. 'Çocuk, kompartimanima yastikla battaniye koymayi
    unutmussunuz, kolumu yastik yaptim agridi, setremi yastik yaptim üsüdüm,
    uyumadim kalktim', der. Yaveri: 'Aman Pasam! Birimize haber vereydiniz;
    hemen size bir yastikla battaniye getirirdik', der. Ve bir ülke kurtarmaktan
    dönen komutan tarihi bir cevap verir:'Geç fark ettim, hepiniz en az benim
    kadar yorgundunuz, hiç birinize kiyamadim. Önemli olan benim uyumam degil;
    milletimin rahat uyumasi'.

    ATAMIZ SAYESİNDE NE KADAR RAHAT UYUYORUZ Kİ; HÂLA UYANAMADIK?...


    Bursa Nutku



    Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

    Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”

    Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”

    İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!



    _________________
    "Dünyada her millet icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortak sayılır."
    Mustafa Kemal ATATURK
    AKILLI OLALIM;DÜNYADA EŞİ BENZERİ OLMAYAN BU MÜKEMMEL COĞRAFYAYA,TÜRK İNSANINA VE TÜRK'LÜĞE SAHİP ÇIKALIM.100 YILI AŞKIN SÜRDÜRÜLEN TÜRK ULUSUNU BÖLMEYE YÖNELİK OYUNLARA ALET OLMAYALIM.HEPİMİZ KARDEŞİZ.NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE...

  15. #15

    Üyelik
    14 Mayıs 2007
    Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar taşlar...
    O, rûkü olmasa, dünyada eğilmez başlar,
    Vurulmuş temiz alnından uzanmış yatıyor;
    Bir hilâl uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!
    Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
    Gökten ecdâd inerek öpse o pak alnı değer.
    Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
    Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
    Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
    Gömelim gel seni tarihe!" desem, sığmazsın.
    Herc u merc ettiğin edvara ya yetmez o kitab...
    Seni ancak ebediyyetler eder istiab.
    "Bu, taşındır" diyerek Kabe'yi diksem başına;
    Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
    Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namiyle,
    Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;
    Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
    Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan;
    Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
    Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına,
    Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
    Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
    Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
    Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
    Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
    Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin'i,
    Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
    Sen ki İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
    O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
    Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
    Sen ki; a'sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
    Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
    Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
    Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber



    Mehmet Akif ERSOY

    ---------- Mesaj ekleme zamanı: 22:16 PM ---------- İlk mesajı ekleme zamanı 21:36 PM ----------


  16. #16
    fireblade1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    23 Haziran 2008
    Şehir
    İzmir/Buca
    Dağdaki soysuzlar affedildi..
    Peki niye verildi bu kadar Şehit?? Neden aktı onca kan..
    Bir şehit annesi oğlunun affedilmesini,geri verilmesini istiyor..Var mı onu affedip geri getirebilecek..??

    Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
    Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!

    Hala hür müyüz??

    Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
    Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
    O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
    O benimdir, o benim milletimindir ancak!

    Korkmuyorum..!!Neden mi?? O Ay Yıldızlı Bayrak İNMEYECEK..!!!



    ATA'M İZİNDEYİZ..!!
    Here I'm,on the road again.... ultrAslan

  17. #17
    sularseller - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    03 Eylül 2009
    Şehir
    İstanbul
    Motosikleti
    Nexus 500
    Gözlerim yaşardı görüntülerden.İki kere gittim ehliyeti alır almaz yine gideceğim.
    Layık olacağız size! Kanımın son damlasına kadar!
    Mekanlarınız cennet olsun.

    http://www.youtube.com/watch?v=5GdUSUMZ9N4

    http://www.youtube.com/watch?v=B0-qS...eature=related

  18. #18

    Üyelik
    14 Mayıs 2007

    bu gibi durumlarda tüylerimi diken diken eden mehter marşı...


  19. #19
    OGLUMVE BEN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    08 Şubat 2008
    Şehir
    3. gün fatih 5 gün dolapdere
    Motosikleti
    var bi yeşil fıstık
    inanın topiği okudukça gözlerim doldu

    türk olduğum için gururluyum

    cerrahi sana teşekkür ederim bana hayatımın süprizini yaptın:

  20. #20
    hanedan12 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    29 Mart 2007
    Çok şeyler yazacağım da
    Devlet adamlığını yazayım bir kıssa ile ...

    DEVLET ADAMI!

    Atatürk'ün başyaveri Salih Bozok anlatıyor...

    Başkumandan, düşmandan kurtardığı İzmir'de geçireceği ilk gecesinin tarif edilemez sevincini yaşıyordu. İzmir'deki yeni evinde Mustafa Kemal Paşa ilk gecesini çalışarak geçirdi.
    Kendisi için zengin bir sofra hazırlandığı halde hiçbir yemeğe dokunmadan ufak tefekle karnını doyurdu ve geç vakitlere kadar çalıştı. Ertesi sabah erkenden uyanmıştık. Hafif bir kahvaltıdan sonra vilayet konağına gittik ve doğruca Vali'nin odasına girdik. Vali, İngiliz Konsolosu ile konuşuyordu. Biz gelince Vali ayağa kalktı ve Konsolos ile Mustafa Kemal Paşa'yı tanıştırdı. Konsolos, iyi Türkçe biliyordu. Paşa Vali'ye sordu:

    - Konu nedir?

    Vali anlattı:

    - Sayın Konsolos, İngiliz tebaasından olan vatandaşlar ile Rum, Ermeni, Yahudi gibi azınlıkların güven altında bulunduklarını belirtir bir "güvence" istiyorlar. Ben kendilerine herkesin eşit biçimde güven altında olduklarını bildirdim.

    Mustafa Kemal Paşa, konsolosun Türkçe bildiğini biliyordu, öyle olduğu halde öfkesini belirtmek için sordu:

    - Ee, peki daha ne istiyormuş?

    Bu soruya konsolos Türkçe cevap verdi:

    - Tebaamız hakkında hükümetinizden yazılı teminat istiyorum!

    Konsolos garip bir biçimde diklenmişti... Paşa'nın sesi havada kırbaç gibi şakladı:

    - Yunanlılar zamanında kendi tebaanızı daha emniyette mi görüyordunuz?

    Konsolos gerisinde İngiliz devletinin bulunduğunu belli eden bir kasılma ile:

    - Evet, dedi. Yunanlılar burada iken tebaamızı emniyette görüyorduk.
    - Öyleyse buyrun tebaanızla birlikte Yunanistan'a gidin, efendim!

    Konsolos kendisinden umulmayacak bir cesaret gösterdi:

    - Yani majestelerimin hükümetine savaş mı açıyorsunuz?

    Mustafa Kemal iyice öfkelenmişti; fakat öfkesini tuttu ve konsolosa:

    - Siz kiminle ve ne konuştuğunuzu biliyor musunuz? Ben Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Türk Orduları Başkomutanıyım. Savaş açmaya, barış yapmaya hakkım var. Siz kimsiniz! Hükümetiniz adına savaş ve barış görüşmeleri yapmaya yetkili misiniz? Böyle bir yetkiniz varsa görüşelim. Yoksa (eliyle kapıyı gösterdi) buyurunuz efendim!

    O kasım kasım kasılan konsolos, Mustafa Kemal Paşa'nın son cümlesi üzerine sapsarı kesildi ve tek bir kelime söylemeden kapıdan çıktı gitti. Mustafa Kemal Paşa arkasından bir sure baktıktan sonra Vali'ye dondu:

    - Yüz vermeyin Vali Bey! Bunlar karşılarında hâlâ Babıali Hükümeti var sanıyorlar. Bir zırhlısı önünde pısacak, bir blöfü önünde yelkenleri suya indirecek "devletçik" sanıyorlar bizi! Küstahlığın derecesine bakın, bana "Savaş mı açıyorsunuz?" diye soruyor, barut kokan bir odada sorduğuna bak! Savaş halinde değil miyiz sanki!
    Kangren olmuş tüm kollara adanmıştır.
    Eğer bir yıl sonrasını düşünüyorsan, bir tohum ek. Eğer on yıl sonrasını düşünüyorsan, bir ağaç ek. Eğer yüz yıl sonrasını düşünüyorsan, insanları eğit.


1. sayfa 12 SonuncuSonuncu

Konu içerisindeki kullanıcılar

Şu an bu konu içerisinde 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 misafir)

Bu Konudaki Etiketler