Ülkemiz iktidarı büyük yabancı ilaç sermayesine hoş görünmek için büyük tavizler veriyor ... Yönetiminde bulunduğum Çağdaş Eczacılar Derneğinin imza kampanyasına sizde katılın ...
İlgili metin aşağıdadır ...
ÇOCUK DENEKLER*
Biliyorduk. Bir sabah kapımızı çalacaklardı. Son beş-altı yıldan beri hazırlıklar yapılıyordu. Bir takım yabancı firmalar bazı üniversite öğretim görevlilerini yutdışına götürüp eğitimden geçiriyorlar, bazı aracı kuruluşlar ülkemizde eğitim seminerleri düzenliyordu. Yani birileri uzmanları denemeler yapabilmeleri için eğitimden geçiriyordu. Yönetmelikler hızla değiştiriliyor ilaç alanında uluslararası uyum yasaları uygulamaya konuluyordu. Bu arada eğitimden geçirilen bilim adamları henüz yönetmelikler yasalar değişmeden resmi kurumlardan izinsiz denemeler yapıyorlar, sonuçlar uluslararası dergilerde yayınlanıyordu.
Şüphesiz ki birileri yabancı kuruluşlardan beş yıldızlı aferinler alıyordu. Uluslararası bilim çevrelerinde itibarları artıyor hayal edemedikleri ciddi bilimsel dergilerde çalışmaları yayınlanıyordu.
Yani insanların ilaç alanında denemelerde kullanılması yasalar yönetmelikler çıkarılmadan çok önce başlamıştı. Bunlar genellikle gizli yapılıyordu. Kayut kuyut yoktu. Kim öldü, kim kaldı kimler ömür boyu ciddi sağlık problemleri ile yaşamaya çalışıyor…. Sessizlik! Sessizlik her yere sinmişti. Arada sırada basında “Acaba insanlar denek olarak mı kullanıldı?” gibi küçük haberler çıkıyordu.
Bu ülkede neler oluyordu?
Bundan üç yıl önce Türk Eczacılar Birliği’nin bir kongresinde sunmak üzere patent konusunu araştırmaya başlamıştım. Çeşitli kaynakları incelerken, yabancı bilimsel dergilerde ve değişik kaynaklarda bizim içeriden göremediğimiz yeni bir Türkiye fotoğrafıyla karşılaştım.
Eğitim hastanelerimizin neredeyse tamamında inanılmaz bir faaliyet başlamış ve sürüp gitmekteydi. Yasaklanan ilaçlarla yapılan denemeler, deprem bölgesinde yapılan denemeler… Denek olarak kullanılmış bebekler…
Neler oluyordu?
Yaptığım araştırmalar özetle beni aşağıda özetlediğim bir noktaya getirdi:
Biz yıllardır ithalata dayalı bir sistemde hazır yiyici bir ülke olarak farkında olmadan kendimizi korumuştuk. Çünkü ancak başka ülkelerde üretilmiş, hayvanlar üzerinde denenmiş, insanlar üzerinde denenmiş, ilaç olarak güvenilirliği kabul edilmiş ürünleri ithal ettiğimizden işin ağır tablosunun bir anlamda dışında kalmıştık.
Özellikle son kırk yıl içinde batı ülkelerinde devleşen ilaç endüstrisi tüm kurallara yönetmeliklere ve yasalara rağmen binlerce kez etik kuralları çiğnemişti. Açılmış davalarda deneklere ödenen milyon dolarlık tazminatlara rağmen etik kuralların çiğnenmesi ilaç endüstrisini daima karlı kılıyordu. Elde edilen olağanüstü karlılık, etik kuralların çiğnenmesini adeta tahrik ediyordu. İlaç endüstrisi karlılığı nedeniyle hükümetler tarafından korunuyor ve kollanıyordu. Kar oranının yüksekliği aynı zamanda tıp ve eczacılık alanında çalışanları da etikten uzaklaştırıyordu. Ola ki bu pastadan onlara da bir pay düşüyordu. Dünyanın en saygın tıp ve eczacılık dergileri hayalet bilim adamlarının uydurma araştırmalarını yayımlıyor, dürüst bilim adamlarını ve hekimleri de ilaçların zararlı etkileri konusunda yanıltıyorlardı.
Tüm bunların yanısıra sektörle uyumlu çalışan bilim adamları(!), yılın bilim adamlığı ve muhteşem para ödülleri ile ödüllendiriliyor; dünyanın en saygın üniversitelerinde yönetici konumlara getiriliyordu. Zaman içinde bazı ülkelerde bazı parlemento üyeleri, ilaç endüstrisi tarafından maaşa bağlanıyor, endüstriyi denetleyecek organlardaki görevliler endüstrinin maaşlı adamları durunmuna geliyordu.
Dışarıda kıyametler kopuyordu. Her yıl onlarca skandal patlıyor, ölen deneklerin yakınları milyonlarca dolarlık tazminatlar kazanıyor ama hiçbir şey bu gidişi durduramıyordu.
KİMLER DENEK OLUYOR
Kullanılan denek profillerine baktığımızda ise başka bir fotoğrafla karşılaşıyordunuz. Siyahlar, kızılderililer, latin amerikalılar, azınlıklar her toplumda görülen ortak hedef kitleyi oluşturuyordu.Özet olarak denekler;
1.Toplumların en eğitimsiz ve en yoksul kesimlerinden oluşuyordu,
2. Denemelerde karşılaşacakları riskleri anlamalarına yetecek eğitimden yoksundular,
3. Helsinki Bildirgesine göre -uluslararası etik değerleri belirleyen bildirge- deneklerin zahmetleri için çok küçük bir para ödenmesine izin veriyordu,
4. Bu küçük ödemeler aslında denekler için çok çok büyüktü,
5. Çocuk deneklerde çocukların ana -babalarının ya da yasal vasilerinin izni ile yapılıyordu.
6. Çocuk denekler için en önemli hedef kitle kimsesizler yurtlarındaki bebekler ve çocuklardı.
YAKIN TARİH
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin üzerinden 20 yıl geçmişti. 1966 da New England Journal of Medicine’de Harvard Üniversitesi öğretim üyelerinden Anestiyoloji Profesörü Henry Beecher’ın bir yazısı yayımladı. Yazı, araştırma ve tıp çevrelerinde bir şok dalgası yarattı. Yazının başlığı “Klinik Çalışmalar ve Etik” ti. Beecher olağanüstü büyük fonlarla Tıp Fakültelerindeki hekimlerin,
bilimle ilgilenenler
ve
hastadan yana olanlar
gibi iki grup arasında bir tercih yapmak baskısı altında kaldıklarını yazıyordu.
Dr. Beecher yazısında 1948 ve 1965 yılları arasında kendisinin şahit olduğu 22 etik olmayan çalışmadan söz ediyordu. Bunlardan bazı örnekler:
1. Zeka özürlü çocuklara kasıtlı olarak Hepatit B virüsü bulaştırıldı,
2. Zihinsel özürlü hastalara kanser hücreleri enjekte edildi,
3. Mental konfüzyon üzerinde çalışma yapmak amacıyla yatan hastaların tansiyonlarının aşırı derecede düşürüldüğü,
Beecher’in yazısında buna benzer 17 örnek daha yer almıştı. Bu örnekler Ulusal Sağlık Enstitüleri (National İnstitues of Health), Amerikan Askeri Vakıfları ve birçok ilaç firması tarafından finanse ediliyordu ve çok tanınmış bir çok Tıp Fakültesi bu çalışmalara katılmıştı. Çaslışmalara katılan doktorlar büyük ödüller kazanmışlar ve önemli mevkilere getirilmişlerdi.
Örneğin özürlü çocuklarda kasıtlı olarak Hepatit B virüsü enjekte eden doktor 1983’te yaptığı çalışmalar nedeniyle ödül almış ve New York Üniversitesi Pediatri Bölümü’nün başına getirilmişti.
Beecher’ın arkadaşları bu açıklamalardan hoşnut kalmadılar ve onun tehlikeli bir abartıcı olduğunu ileri sürdüler. Fakat, New York Times ve diğer gazetelerde hikayenin yayımlanması, Haziran 1966’da insanlar üzerinde yapılan denemelere yeni düzenlemeler getiren bir yönetmelik çıkmasını sağladı.
Beecher’ın yazısı aynı zamanda FDA (Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi) ’nin klinik ilaç denemeleri konusunda yeni kurallar getirmesi ile sonuçlandı.
Kaynak: http://www.nurseslearning.com/course...700/c1/p08.htm
Dr. Beecher’ın bu açıklamalarından sonra gök kubbe altında birşeyler değişti mi? Hayır. Sektör ve sektörle işbirliği yapan bilim adamları her koşulda karlı çıktıklarından etik değerler paranın gücü karşısında daima kırılgan olma özelliklerini korudular.
30 Kasım 2004 tarihli Jamie Doran tarafından yapılan ve BBC de yayımlanan haber gösteriyor ki alınan tüm önlemler, çıkarılan yönetmelikler ve yasalara rağmen bu alanda bir arpa boyu yol katedilemiyordu. BBC’deki habere göre New York’ta kilise korumasındaki bir kimsesizler yurdunda 500’e yakın bebek ve çocuk ölümcül sonuçlar vereceği baştan bilinen birtakım ilaç ve kimyasallar için denek olarak kullanılmıştı. Çocuklar verilen ilaçları yutamaz hale geldiklerinde veya almamak için direndiklerinde midelerine bağlanan bir tüple zorla ilaç verilmişti.
Kaynak: http://news.bbc.co.uk/2/hi/programme...ld/4038375.stm
Sonuç olarak yasaların ve adaletin daha hızlı işlediği gelişmiş ülkelerde bile etik kuralların acınası güçsüzlüğü deneklerin kaderini değiştiremiyordu.
İşin bir başka boyutu ise daha da ilginçti.. Helsinki Bildirgesi ve bu alandaki yönetmelikler deneklerin kimliklerinin gizli tutulmasını istiyordu. Bu durum da deneklere ulaşılmasını engelliyordu. Firmalar denemeyi yapacak bilim adamlarına milyon dolarlara varan gizlilik anlaşmaları imzalatıyorlar eğer bilim adamları elde ettikleri olumsuz sonuçları yayınlamaya kalkarlarsa milyon dolarlık tazminat davalarıyla karşı karşıya kalıyorlardı.
TCK MADDE 90’NIN ÖYKÜSÜ
Yazının başında da söz ettiğim gibi son 5-6 yılda ilaç alanında hızla yasalar ve yönetmelikler değiştirildi. Bu değişiklikler konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinde ve ilgili bilim alanlarında tartışmaya açılmadan “Avrupaya uyum yasaları” adı altında sessizce değiştirildi. Aslında yasalar ve yönetmelikler yine aynı süreç içinde gizli gizli yapılan denemerere biraz da yasal kılıf hazırlamak üzere değiştiriliyordu. İşin son aşaması ise Türk Ceza kanunu ile taçlandırıldı. Toplumsal duyarlılığı olan hukukçular ve yasa hazırlayıcılar hiç olmazsa bebek ve çocukları koruma altına almak istemişlerdi. Yasa çocukların ve bebeklerin bilimsel denemelerde denek olarak kullanılmalarına yasak getiriyordu. Bu yasa Mecliste böylece kabul edildi.
Bu arada yasanın yürürlüğe girişi başka bazı nedenlerle iki ay uzatıldı. İşte ne olduysa bu iki ay sonunda oldu. Son gece yasanın bebekler ve çocuklarla ilgili maddesi değiştirilerek denemeler serbest bırakıldı. Aynı Meclis bu kez yasayı bu haliyle onayladı.İşin ilginç yanı deneklerin zarar görmeleri halinde 3 yıl olan hapis cezası hükmü de iki yıla indirilmişti. Hukukçu olmadığım için bunun anlamını kavrayamamıştım. Sonradan hukukçu arkadaşlarımdan öğrendiğime göre bunun anlamı şuydu: Ceza üç yıl olursa paraya çevrilemiyor ve ertelenemiyordu. İki yıl olursa paraya çevrilebiliyor ve ayrıca ertelenebiliyordu.
TÜRKİYEDE NELER OLUYOR
Özellikle son on yıl içinde birileri düğmeye basmış ve birçok eğitim hastanesinde resmi otoritenin bilgisi olmadan insanlarımız denek olarak kullanmaya başlamıştı. Şu anda yasanın savunucuları “zaten gizli olarak yapılıyordu, bu alanda yasal düzenleme getirildi; kötü mü oldu?” gibi şeyler söylüyorlar.
Benim ve benim gibi düşünenlere göre ise yasalar toplumları korumak için yapılırlar. Peki bu yasa çıkarılırken ve değiştirilirken ne gibi toplumsal yararlar umulmuştu? Bu ülkede yeni formüller geliştirecek bir ilaç endüstrisi var mıydı?
İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası’nın verilerine göre bu ülkede yakın bir zamanda yeni bir ilaç bulmak için yatırım yapacak güçte bir endüstri yoktu. O halde bu ülkenin insanları ne için ve kimin için denek olacaklardı?
Bazıları çok çok karlı çıkacağımızı müjdeliyordu. 02.07.2003 tarihli Sabah gazetesine bir aracı kuruluş sahibi “Dünyada klinik deneyler pazarının 35-40 milyar dolar olduğunu tahminlere göre Türkiye'nin ilaç denemelerinden yıllık 2.5-3 milyon dolar pay aldığını bu payın çok az olduğunu aslında Türkiye'nin 400 milyon dolar pay alması gerektiğini” söylüyordu.
Bunları yaparken toplumsal eleştirilerin de olabildiğini ifade eden firma sahibi, “klinik araştırmaların insanların kafasında soru işaretleri uyandırdığını” kaydediyor. “Hastaların bu klinik araştırmalarda kullanılması ne kadar uygun”, gibi soruların hekimler tarafından da sorulduğunu ifade eden temsilci "Nisbeten daha genç hekimler 'acaba yaptığımız şey yanlış mı' diye düşünüyorlar. Biz de onları bilgilendiriyoruz" diyor.
Kaynak: http://arsiv.sabah.com.tr/2003/07/02/g04.html
SONUÇ
Sonuç olarak gelişmiş ülkelerde yaşanan acı olaylar o toplumlarda denek olmanın riskleri konusunda toplumların bir şekilde uyanmasına neden olmuştur. Yoksul nufusun giderek büyüdüğü ülkemizde eğitimsiz ve çaresiz insanların bu olayı bir ekmek kapısı olarak görmeleri ileride onarılmaz toplumsal yaralar açılmasına neden olabilir.
Batı ülkelerinde ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde son 20-30 yılda ilaç alanında yapılan denemelerde etik değerlerin binlerce kez çiğnendiğine ilişkin yine binlerce bilimsel yayın vardır.
Aşağıda sıralanan gerçekler dikkate alınırsa nasıl bir sosyal ve ekonomik tehlikeyle karşı karşıya olduğumuz görülecektir:
1. Türkiye'de yeni bir ilaç bulacak ne bir sermaye ne de bilgi birikimi vardır.(Türkiye İlaç İşverenleri Sendikası kendi web sitelerinde bu durumu itiraf etmektedir.)
3. Bu yasa sadece yabancı ilaç tekellerinin baskısıyla değiştirilmiştir.
4. Bu araştırmaları maliyetleri ilaç endüstrisinin ifadeleriyle ortalama 400-500 milyon Amerikan Doları civarındadır.
5.Yabancı firmalar bu maliyetleri ülkemizdeki şubelerine fatura edecektir
6. Deneme maliyetlerini de bizim vatandaşlarımız ödeyecektir.
Görüldüğü gibi bu işten karlı çıkma hayalimiz de tamamiyle bir uydurmacadır. Evet bir takım aracı kuruluşların bu işten pay alacakları doğrudur. Ama bu harcamalar sonuçta yine bizim ülkemizin vatandaşları ve sağlık kurumları tarafından finanse edilecektir. Dimyata pirince giderken eldeki sağlığımızı kaybetme riski oldukça büyüktür.
_________________
Barış URUNLU
İlgili adresler :
ŞUBELER
İSTANBUL ŞUBESİ
Adres: Ergenekon Cad. Pınar Apt. No:65 Kat:6 D.15
Pangaltı - İSTANBUL
Tel:(0212) 230 77 78
İZMİR ŞUBESİ
Adres:
Tel:(0232) 285 58 62
E-Posta: info@cedizmir.org
http://www.cedizmir.org/
BURSA ŞUBESİ
Adres:
Tel:(0224) 220 87 20
E-Posta: info@cedizmir.org