Kapat
Üye Girişi
Motovento
Reklam Alanı
Motomax
Reklam Alanı

Çocukluğumuz

    Motovento
    REKLAM ALANI
  1. #1
    crato - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    20 Temmuz 2005
    Şehir
    Londra
    Motosikleti
    Triumph Tiger 800XC idi, calindi.
    e-mail ile gelen bir yazı, kaynağını bilmiyorum ancak paylaşmak istedim. Uzun bir yazı ama okuyun lütfen, eminim duygulanacaksınız...

    Şimdilerde şairin tabiri ile "yolun yarısına gelmiş olan
    nesil",çocukluğunu
    ya da ilk ergenlik yıllarını 1982, yani Özal öncesi yaşamış kişiler.

    30 ile 40 yaşları arasındaki Türk insanı üzerinde, yaşadıkları
    döneminçok büyük etkisi olmuştur. Onca olumsuzluğa, onca yokluğa rağmen
    o yıllara karşı müthiş bir özlem taşır içinde. Özlem, çocukluk ya da
    gençliğe midir yoksa o yılların masumiyeti ve saflığına mıdır
    bilinmez. Yıl ya 78 ya da 79. Erkek kardeşim bir- iki yaşında, ben
    ilkokuldayım. Evimizin karşısındaki müstakil evde üniversiteli gençler
    yaşıyordu ve ev arada sırada silahlı kişiler tarafından basılıyordu.
    Biz, kaza kurşununa hedef olmamak için ailecek yerde yatıyorduk.
    Polis evlerde olur olmaz aramalar yapıyor diye, babam kütüphanemizdeki
    tüm sol içerikli yayınları divandaki iki yatağın arasına saklıyordu.
    Yoldayürürken bile birileri sizi durdurup kimlik soruyordu. Her
    haftasonu,evimizin duvarına yazılan yazıları boyuyorduk.

    Okuduğum ilkokulun kantininde simit ve Çamlıca gazozu dışında bir şey
    yoktu, zaten o zamanlar çocuğa haftalık vermek diye bir şey de yoktu.
    Gene de bakkala gidişlerimde kalan para üstlerini haftalarca
    biriktirip, tüpte şokella alıyordum. Onca zaman para biriktirilerek
    alınan ve bitmesin diye gıdım gıdım yenen o tüpte şokellanın tadını
    hâlâ hiçbir şeyde bulamıyorum.

    Ben şanslıydım, babam denizciydi. Seyir dönüşleri bana envai çeşit
    oyuncak getiriyordu Avrupa'dan. Ama o zamanın çocukları bile bir
    tuhaftı,ben mahalledekilerle paylaşmayınca o oyuncaktan da zevk
    almıyordum.
    Hâlâ gazoz kapaklarını taşla düzeltip, bugünün TASO'larına benzeyen
    şeyler yapıyordum. Dokuz taş, misket, kukalı saklambaç, hele o "en de
    tura bir iki üç güzellik", unutulur gibi değildi.İınşaatlardan sökülen
    paslı çivilerle oynanan toprağa çivi saplamaca gibi tamamen yokluğun
    tetiklediği yaratıcılık örnekleri. Sokaklar bizim, dert yok, tasa yok,
    oyuncakyoktu,olsa da devir hesap devri alacak para yoktu ve eğlence
    yaratıcılığımıza kalmıştı.

    Yaz günleri, sabahtan akşama kadar sokaktaydık. "Sokağa Çıkmak"
    diye bir deyim vardı. Hayat o kadar güzeldi ki, ilk aşkıma dört yaşında
    vurulmuştum.
    Net hatırladığım bir sahne var: Adı Yalın. Babası ona iki tekerlekli
    bisiklet almış ve bana "Yarın seni de bindireceğim" diye sözvermişti.
    Bindim mi? Hatırlamıyorum, sonra taşındılar mahallemizden.
    İkinci aşkım,alt katımızda oturuyordu. Bir gün incir toplayacağız diye,
    Çengelköy sırtlarında kaybolmuştuk birlikte.
    Diyarbakır'lı Kürt bir Karpuzcumuz vardı. Salı Cuma karpuz, kavun
    getirirdi kamyonla. "Kavun ye bal ye" diye bağırırdı. Hakikaten de o
    kavun bal gibiydi. Hele o zamanın çilekleri, bir reçel kaynadı mı,değil
    apartman mahalleyi sarardı o nefis çilek kokusu. Reçel yapılacak çilek
    neredeyse birgün boyunca beş altı kez suyu değiştirilerek kovalarda
    bekletilirdi toprağı çıksın diye. Üstelik suya da rengi geçmezdi. şimdi
    çilekler toprakta yetişiyor ama toprağa değmeden büyüyor. Belki de o
    yüzden ne tadı var ne de kokusu.

    Siyah beyaz ve tek kanallı televizyon, küçücük parmaklarımızın arasında
    kaybolana dek bıçakla yontulan kalemler -ki kalemtraş kullanmak
    israftı,sınıflardaki çöp kovası önü kalem açma kuyruklarını unutan var
    mı?-, plastik ilkel beslenme çantaları ve okula götürülmesi yasak olan
    muz. Hele iç içe geçen halkalardan oluşan ve her zaman akıtan o plastik
    bardaklar,kabusumdu benim.
    Uçlu kalem geldiğinde memlekete, uzay mekiği gibi bakmıştık ve onun ucu
    da uzay mekiği fırlatma rampası gibi kavrardı kapkalın kalem uçlarını.

    Bunların her biri güzel birer anı, 30 lu yıllarını sürenler için. 40
    lıyıllarını sürenler için o dönem, terörle özdeş. Zira çoğu
    Üniversiteyi yazar zor bitirdi, ya da ayrılmak zorunda kaldı. 50 üzeri
    için ise hatırlanmak bile istenmeyen günler. Çünkü onlar çocuk okutmak
    ve yaşam mücadelesi vermek zorundaydı, onca yokluğa, parasızlığa ve
    kardeş kavgasına rağmen.Sadece çocuklar o yılların tadını çıkardı,
    sadece çocuklar mutlu ve umarsızdı ve sadece çocuklarda hatırlanası
    güzellikler bıraktı.

    O dönemin çocukları, şimdi çocuk yetiştiriyor. Sahip olamadıkları
    oyuncaklarla dolu çocuklarının odaları. Yedikleri dayakların inadına
    seslerini bile yükseltmiyorlar çocuklarına. Dizlerinden, dirseklerinden
    yara kabuğu eksik olmayan o zamanın çocukları, çocuklarından kan
    alınırken fenalaşıyorlar. Ancak hava karardığında ve babası işten
    geldiğinde eve giren şimdinin ana babaları, çocuklarını kapı dışarı
    çıkaramıyorlar,zaman zaman haklı sebeplerle. Annelerinin bir bakışı ile
    mum kesilen, akşama babana söylerim tehditleri ile büyümüş o çocuklar,
    bugün kendi çocuklarının psikolojisini bozar diye HAYIR bile
    diyemiyorlar.

    O zamanın çocuklarının, şimdiki çocukları doyumsuz, çoğu bilgisayar
    başında patates cipsi yediği için şişman, hepsi zehir gibi akıllı ama
    onca imkana rağmen okulu pek azı seviyor. Çelik çomağı, kukalı
    saklambacı ve hatta uçurtma uçurmayı bilmiyor. Onların uçurtmaları
    marketlerde hazıryapılmış olarak satılıyor ve babayla bir Pazar günü
    saatlerce uğraşarak uçurtma yapmanın zevkini ve yeşil tepelerde uçurtma
    uçurmanın tadını bilmiyorlar. Okulun açılacağı haftanın öncesinde
    önceleri zevkle başlayan ama sonra işkence halini alan, defter
    kaplamanın ne demek olduğundan habersizler, defterlerin kaplanmaya
    ihtiyacı
    yok çünkü.

    Kağıt onlar için buruşturulup atılabilecek bir şey, defterden kağıt
    koparmanın nasıl olup da YASAK olabileceğini akılları almıyor.

    Hiç dut silkelemediler, bembeyaz çarşaflara ve hiç incir ağacının ince
    dalına basıp yuvarlanmadılar komşunun bahçesine.

    Mutlular mı?

    Umarım öyleler.

    Peki çocukluklarını bizler gibi, özlemle anacaklar mı?

    Umarım...
    Ben, kimine göre deli, kimine göre keyifli, kimine göre lanet-li, kimine göre pek bi’ dertli, kimine göre efendi, kimine göre sadece biri, kimine göre hiç biriyim.
    Ben, crato’yum.


    REKLAM ALANI
    Oktay Motor CF Moto Polaris Mondial
    Motomax
  2. #2

    Üyelik
    23 Ağustos 2005
    Şehir
    istanbul
    güzeldi....
    teşkkürler...
    motorcu motorcunun arkadaşı,dostu ve kardeşidir

  3. #3
    UKYO - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    17 Mart 2005
    Motosikleti
    motozeus ms100
    Beni taa eskilere götürdün sağol. Film şeridi diye bir tabir varya onun gibi çocukluğum gözlerimin önünde geçti.

  4. #4
    Süper Moderatör (BBRR) Barış Şuşut - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    12 Haziran 2005
    Şehir
    marmaris
    bu anlatılanları babası memur olan bir çocuk olarak ankarada bire bir yaşadım hadisize eksikleride ben tamamlıyım o iki tekerli bisikletin markası PİNOKYO ydu çok seyrettim uzaktan belkide iki teker aşkımı o başlattı yani kavuşamadığım ilk aşkım oydu
    ya tüp kuyrukları anne ve babalar çocuklarla beraber tüpü getirir kuyruğa bırakır gider o yavaş ilerleyen kuyrukta tüpün üstünde ders çalışılır.
    margarin yağı kuyrukları
    kahve kuyruğu EKMEK KUYRUĞU eve ekmek gidecek yemek yenecek o dönemin çok uzun zamanı aslında o kuyruklarda geçti mahalle aralarında taşlı sopalı sağ sol kavgaları kavga esnasında apartmanın girşinde bilye oynardık kavga biter ortalık yatışır haydi dışarı o toprağa çivi saplama oyunu polisler gelir hepimizi toplar sorular sorar bizde anlatırdık çünki kimse şahitlik yapmazdı hatta ben yapıyom diye annemden çok dayak yedim.ama yine yaptım rahmetli dedem ekmeğin karneyle dağıtıldığı istanbul yıllarını anlatır ve biz o yokluğa rağmen şükrederdik durumumuz ne iyi derdik babam eğer eve gelebilirse pazar günleri anıttepeye uçurtma uçurmaya giderdik acaba şimdi orda uçurtma uçuran varmıdır hey gidi günler hey çokmu yaşlandık. şimdi bir çoğumuza masal gibimi geliyor
    [B][COLOR="DarkOliveGreen"]"İnanç, görünmeyene inanmaktır. Görünmeyene inanırsanız kimsenin göremediğini görürsünüz"[/COLOR][/B] [B]A. Şerif İZGÖREN[/B]

  5. #5
    MeTaL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    13 Mayıs 2005
    Şehir
    Antalya / Merkez
    Motosikleti
    Artık Yok ama Olacak ...
    20.03.1983 İzmir/Bornova doğumluyum. Misket oynamayı, toprağa çivi saplamayı, defter kaplamayı, pinokyo bisikletimi, şu anda yerinde spor salonu dikili olan alanda çamurların arasında yuvarlanmayı, sadece bize ait olan parkta mahalle maçarı oynadığım günleri, ilk okuldaki kalem açma sıralarını, babamla birlikte yapıp bir türlü uçuramadığımız uçurtmayı (mavi bir uçrutmaydı çok ağır olduğu için uçmamıştı ), Çamlıca gazozunu ve simiti hatırlayan nadir gençlerdenim sanırım. Babam üniverste sıralarından bir anısını anlatmıştı "yaşadığım için şanslıyım" diyerekten koşarken arkasındaki bir genç kafasından vurulmuş. Az da olsa o dönemleri kulaktan dolma bilgilerle hatırlıyorum. Yaşamadığım ekmek sıraları, tüp kavgaları, karaborsa margarinler hatırlamıyor olsamda tarihine bağlı bir genç olarak özlemini duymuyor değilim. Yaşıtlarım gibi büyümedim, 12 yaşında "baba ben işe gireceğim bir tüfek gördüm onu almak istiyorum" demiştim ve çalışmaya başladım. Tabii bu arada okulda okuduk. Şimdiki gençler ne mi yapıyor? Babasının parasıyla Mercedes, BMW kullanıyor, benzin hesabı yapmıyor, gece klublerinden çıkmıyor, ekmeğin dahi ne kadar olduğunu bilmiyor, umarsızca yaşıyor, bu geleceği ona hazırlamak için kan döken, eylem yapan, pankart açan, asılan, hapis yatan, yazan, aç kalan atalarını ve abilerini, amcalarını hiçe sayar gibi önünü görmeden yarına hazırlanıyor. Çok isterdim 50 li yıllarda doğup gerçek ekmek kavgasını, geçim dertlerini, saf hükümeti, hakkını arayan gençliği, düşüncesi ve ideolojisi doğrultusunda ölmeyi göze alan o şerefli insanlarla tanışıp onlar gibi yaşamayı ama olmadı ve olmayacak sanırım. "Ne kadar şanslıymışsın" diyorum bazen babama ve o da gülüp geçiyor ama bilmiyor ki bu kadar sahteliğin ve haksızlığın içerisinde sesimi duyurmanın ne kadar zor olduğunu, bilmiyor ki gece klublerinde yaşananlara duyduğum kini ve nefreti, bilmiyor her söylediğimi özgürce ifade ettiğimde yaşadığım serbestlik hislerini, keşke Deniz Gezmişin yanında asılmaya giderken büyük dayım değilde, arkasından gelecek arkadaşları yerinde olsaydım. Gerçekten şanslısınız yaşlı delikanlılar ...
    Eşini Seviyorsan, Onun (2 teker) Hayallerini de Seveceksin.

  6. #6
    muvattali - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    02 Nisan 2005
    Şehir
    Istanbul
    Motosikleti
    cbf 600sa
    Yazıyı ve devamındakileri okuyunca sanki mahalle arkadaşlarımı duyar gibi oldum. Yerler farklı, zaman ve hissettirdikleri aynı. Belki bunlara ben de birşeyler eklerim ama çok farklı olmayacağı kesin..


  7. #7
    temponejat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    17 Ağustos 2005
    Şehir
    BURSA
    Motosikleti
    DEĞİŞKEN
    BÝR MÜDDET ZEYTÝN YÝYECEÐÝZ, SONRA...

    Kendisini karþýlayan sekretere; Nazif Beyle görüþmek istediðini
    söyledi. Bunun üzerine sekreter birden ciddileþti: "Nazif Bey mi?"
    dedi.
    "Evet, Nazif Bey!" diye cevap alýnca, hüzünlü bir ses tonuyla "Nazif Bey
    sizlere ömür efendim, onu kaybedeli dört yýl oldu." dedi. Hiç
    beklemediði bu haberle bir acý saplandý yüreðine. "Ya, öyle mi...?"
    diyebildi sadece. Hicranlý bir suskunlukla bir müddet öylece kalakaldý.
    Gözlerine hücum eden yaþlar yanaklarýndan süzülüp göðsüne damladý.
    Kendisini toparlayýp "Onun adýna görüþebileceðim bir yakýný var mý acaba?" diye sordu.
    "Evet var, oðlu Selim Bey....". Titrek bir sesle "Öyleyse Selim Beyle
    görüþebilir miyim?" dedi. Görevli
    haným, insanda saygý uyandýran bu kibar
    beyefendiye, "Selim Bey oldukça meþgul bir insan, randevusuz görüþmek pek
    mümkün olmuyor; ama ben yine de kendisine bir haber
    vereyim." dedi ve telefona yöneldi.. Sonra "Kim diyelim efendim?" diye
    sordu. "Kendimi ona ben tanýtmak istiyorum kýzým." cevabý üzerine
    sekreter dahili telefonu çevirdi. Daha sonra mütebessim bir çehreyle,
    "Selim Bey sizinle görüþmeyi kabul etti, lütfen beni takip edin." dedi.
    Beraber merdivenden çýktýlar. Ýnce bir zevkle döþenmiþ geniþ bir
    salondan geçip büyük bir kapýnýn önünde durdular, sekreter kapýyý
    açarak, 'Buyurun!' dedi. O da içeri girdi. Kendisini ayakta bekleyen vakur
    ve mütebessim gence
    doðru hýzlý adýmlarla yürüdü, elini uzatarak,
    "Merhaba, ben Prof. Dr. Mehmet Baydemir." dedi. "Bendeniz de Selim
    Cebeci... Lütfen buyurun, oturun." dedi, genç iþ adamý.

    Mehmet Bey, kendisine gösterilen yere oturur oturmaz: "Yirmi üç yýl,
    tam
    yirmi üç yýl... Vaktiyle bana burs verip okumama vesile olan insanýn elini
    öpmek için bu âný bekledim." dedi ve dudaklarý titredi, gözleri doldu.
    "Ama o büyük insanýn elini öpmek nasip deðilmiþ, bunun için ne kadar
    üzgünüm anlatamam." Yaþarmýþ gözlerini kuruladýktan sonra Selim
    Beye
    döndü: "Fakat en azýndan o büyük insanýn mahdumunun elini sýkmaktan da
    bahtiyarým." Misafirin bu sözleri üzerine Selim Bey yerinden fýrladý,
    kulaklarýna inanamýyordu. Kelimelerinin her biri birer hayret nidâsý gibi
    dizildi cümlelerine: "Mehmet Baydemir demiþtiniz deðil mi, Tosyalý
    Mehmet
    Baydemir mi?" Profesör, delikanlýnýn bu heyecanlý haline bir anlam
    veremeyerek baþýyla "Evet" dedi. Bunun üzerine Selim Beyin gözleri
    sevinçle parladý. "Babamla sizi uzun yýllar aradýk; ama bulamadýk." dedi.

    Profesörün yanýna gelerek iki eliyle elini tuttu, candan bir dost gibi
    sýktý ve "Sizi karþýma Allah çýkardý." dedi. Bu sözler profesörü çok
    þaþýrtmýþtý . "Uzun yýllar beni mi aradýnýz? Peki ama neden?" dedi. Selim
    Bey gülen gözlerle profesöre bakarak "Bizdeki emanetinizi vermek
    için..." deyince, profesörün þaþkýnlýðý iyiden iyiye arttý. "Emanet mi?"
    dedi. Selim Bey cevap vermeden yerine geçip telefonu çevirdi.
    Karþýsýndakine "Gelebilir misiniz?" deyip telefonu kapattý. Mehmet Bey,
    þaþkýn gözlerle Selim Beye bakarken kapý çalýndý, odaya iyi giyimli bir
    bey girdi.

    Selim Bey ona yanýna gelmesini iþaret etti, sonra kulaðýna bir þeyler
    fýsýldadý. Gelen kiþi bir þey söylemeden geldiði kapýya yöneldi. O
    çýkarken Selim Bey, misafiriyle tatlý bir sohbete baþladý.
    Sohbetleri
    koyulaþtýkça, çehrelerindeki þaþkýnlýk, yerini birbirlerine hasret kýrk
    yýllýk ahbaplarýn yeniden buluþmalarýndaki sevinç, samimiyet ve güvene
    býrakmýþtý. Mehmet Bey yurt dýþýndaki tahsilinden, araþtýrmalarýndan ve
    yirmi üç yýl boyunca her yýl büyüyen memleket hasretinden bahsetti.
    Sonra
    Nazif Beyin duvardaki portresini göstererek, "Bu günlerimi þu büyük insana
    borçluyum." dedi. "Bana yalnýzca maddî destek vermedi, mânen de beni hiç
    yalnýz býrakmadý. Yurt dýþýnda tahsil görürken yanlýþa her yeltendiðimde
    hayalen yanýmda hazýr oldu. 'Sana bunun için burs vermedim.' diyerek
    bana
    istikamet verdi. Ona her namazýmda dua
    ediyorum." dedi ve gözlerini Nazif Beyin duvardaki fotografýna mýhladý.
    Sonra gözleri portrenin altýndaki ilk anda mânâ veremediði diðer tabloya
    kaydý.

    Son derece þýk bir çerçevenin içinde, bazý yerleri yamalý ve tamir görmüþ
    oldukça eski bir çift çorap duruyordu. Biraz daha dikkatli
    baktýðýnda çerçevede bazý cümlelerin de sýralandýðýný
    fark etti:

    "Bir müddet zeytin yiyeceðiz, sonra..."

    Selim Bey, kendisine bir soru sorduðu için baþýný ona çevirdi; fakat aklý
    tabloda kalmýþtý. Selim Beye cevap verirken tabloya bir daha baktý.
    Ýkinci
    cümle de birinci cümle gibi üç nokta ile bitiyordu:

    "Bir müddet sabredeceðiz, sonra..."

    Ýyice meraklanmýþtý. Bu ilk görüþmeleri olmasaydý, yanýna gidip
    tabloyu
    iyice inceleyecekti; fakat bu uygun düþmez, düþüncesiyle yalnýzca sohbet
    arasýnda göz ucuyla merakýný gidermeye çalýþýyordu. Ancak her seferinde
    biraz daha artan bir merakýn içinde kalýyordu. Üçüncü cümlede:

    "Bir müddet yürüyeceðiz, sonra..." diye yazýyor ve altta böyle birkaç
    cümle daha sýralanýyordu. Artýk aklý hep tablodaydý. Sonunda
    dayanamayýp, "Selim Bey merakýmý mazur görün. Þu tabloya bir mânâ
    veremedim."

    Selim Bey kendisine has bir gülüþ ile misafirine baktý, derin bir nefes
    alarak:

    "Malumunuz, babam varlýklý bir insandý. Oldukça iyi bir hayatýmýz
    vardý.
    Sonra ne olduysa her þeyimizi kaybettik. O zenginlikten geriye hiçbir þey
    kalmadý. Köþkümüzdeki hizmetçiler de gitti. Yemekleri artýk annem
    yapýyordu. Hatýrlýyorum da bir sabah, kahvaltýya sadece zeytin
    koyabilmiþti. O zengin kahvaltýlarýmýza bedel, yalnýzca zeytin...
    Þaþkýnlýk içinde, 'Baþka bir þey yok mu?' diye sormuþtum. Bu soru
    karþýsýnda annemin hüngür hüngür aðlayýþý gözümün önünden hiç gitmiyor.
    Annemin aðlayýþýna mukabil babam: 'Bir müddet zeytin yiyeceðiz,
    sonra...' dedi ve durdu, güçlü bakýþlarýný üzerimizde gezdirdi,
    'Alýþacaðýz.' dedi. Ve iþtahla
    bir zeytin alýp aðzýna attý. Birkaç gün
    sonra haciz memurlarý gelip köþkümüzü de elimizden aldýlar. Kenar bir
    mahallede küçük, eski bir eve taþýndýk. Doðru dürüst bir eþyamýz da
    kalmamýþtý. Annem bezgin bir sesle: 'Bu evde hiçbir þey yok! Burada nasýl
    yaþayacaðýz.' diye haykýrdý. Bunun üzerine babam:
    'Bir müddet
    sabredeceðiz, sonra alýþacaðýz.' dedi . Gittiðim özel okuldan ayrýlmýþ,
    bir devlet okuluna yazýlmýþtým.

    Sabahleyin okula servisle gitmeyi umarken, babam elimden tuttu, 'Bu
    ilk
    günün, okula beraber gideceðiz.' dedi. Yürümeye baþladýk. Okul oldukça
    uzak gelmiþti bana, yorulup geride kaldýðýmý hatýrlýyorum. Babam kim bilir
    hangi düþüncelere dalmýþtý. Geride kaldýðýmý fark etmemiþti. Biraz sonra
    fark edince bana döndü. Ýsyan dolu bakýþlarýmý yüzünde gezdirdim. Bir an
    bana ýzdýrapla baktýktan sonra, yanýma geldi. Bir þey söylemesine fýrsat
    vermeden, kýzgýn ayný zamanda nazlý bir tavýrla, 'Yoruldum.' dedim. Babam
    oldukça sakin bir þekilde: 'Bir müddet yürüyeceðiz, sonra alýþacaðýz.'
    dedi.

    Babam her sabah erkenden çýkýyor, geç saatlerde ancak dönüyordu.
    Döndüðünde ise küçük odaya çekiliyor, bazen saatlerce orada kalýyordu.
    Çoðu zaman buradan gözyaþlarý içerisinde çýktýðýný görüyordum. Bir gün,
    merakýma yenilip babamýn küçük odasýna girdim. Yerde bir
    seccade,
    seccadenin üzerinde de bir tespih vardý. Duvarda ise Arapça bir ibarenin
    altýnda þu yazý vardý: 'Allah borcunu ödeme niyetinde olanýn kefilidir.'
    Babamýn dediði gibi oldu, zor da olsa zamanla alýþtýk. Bu hal birkaç yýl
    sürdü. Bir gün babam eve çok farklý bir yüz ifadesiyle geldi.
    Aðlamaklý
    bir yüz ifadesi vardý. Her birimize bir paket getirmiþti. Köþkten
    ayrýldýðýmýz günden beri ilk defa paketlerle eve geliyordu. Bizi bir araya
    topladý. 'Bugün, benim için ne mânâya geliyor biliyor musunuz?' dedi,
    kelimeleri boðazýna düðümlendi, gözlerine yaþlar hücum etti.
    Sözlerini
    kesmek zorunda kaldý. Her birimize hediyelerimizi teker teker verdi ve
    bizi ayrý ayrý kucaklayýp yanaklarýmýzdan öptü, kendisi de bir koltuða o
    turdu. Cebinden gazeteye sarýlý bir þey çýkardý. O sýrada da aðlýyordu.
    Hepimiz þaþkýnlýk içinde babama bakýyorduk. Gazeteyi açtý, içinden
    bir
    çift yeni çorap çýkardý. Bu gözyaþlarýyla, bir çift çorabýn alâkasýný
    kurmaya çalýþýrken babam, beklemediðimiz bir þey yaptý. Çorabý burnuna
    götürdü, kokladý, kokladý. Arkasýndan hýçkýrarak aðlamaya baþladý.

    Hepimiz þok olmuþtuk, tek kelime bile söylemeden bekledik. Babam nihayet
    kendisini topladý ve 'Bir zaman önce, büyük bir borcun altýna girmiþtim.
    Borcumu ödeme niyetiyle yeniden çalýþmaya baþladýðým zaman kendi kendime
    'bütün kazancým, borçlarýmý ödeyinceye kadar alacaklýlarýmýn hakkýdýr.
    Onlarýn hakkýný vermeden ayaðýma bir çorap almak bile bana haram olsun.'
    demiþtim. Bugün ise, Allah'ýn yardýmýyla, borcumu bitirdim. Artýk
    kimseye tek kuruþ borcum kalmadý." dedi. Sonra gözyaþlarý içinde
    ayaðýndaki çoraplarý çýkarýp yeni çoraplarýný giydi. Ben de o eski
    çoraplarý hem aziz bir baba yadigârý, hem de bir ibret niþanesi olarak
    sakladým. Bu çoraplar her gün bana: 'Paralarýný ödeyinceye kadar bütün
    kazancým alacaklýlarýnýn hakkýdýr.'
    diyor".

    Selim Beyin bakýþlarý bilinmez âlemlere dalarken o, nemlenen
    gözlerini
    kuruladý, sonra dönüp duvardaki siyah-beyaz fotografa hayran hayran baktý.
    "Babanýz sandýðýmdan da büyükmüþ Selim Bey. Ben olsaydým öyle müreffeh bir
    hayattan sonra anlattýðýnýz gibi bir darlýkta, herhalde çýldýrýrdým."
    Selim Beye döndü ve "Siz ne yapardýnýz?" diye sordu. Selim Bey
    kendisine
    has tebessümü ile: "Bir müddet zeytin yerdim, sonra..." dedi ve gülümsedi.
    O sýrada kapý çalýndý, biraz önceki beyefendi elinde bir kutuyla içeriye
    girdi. Kutuyu Selim Beyin masasýna býrakýp çýktý. Selim Bey yerinden
    kalkýp kutuyu alarak Mehmet Beye uzattý. 'Buyurun, yýllarca size
    vermek
    istediðimiz emanetiniz.' dedi. Mehmet Bey bilinmez duygular içerisinde
    kutuyu açtý. Ýçinden kadife bir kese çýktý. Keseyi açýp içini kutuya
    boþalttýðýnda meraký iyiden iyiye arttý. Keseden birkaç tane cumhuriyet
    altýný ile bir not çýkmýþtý. Mehmet
    Bey
    hassasiyetle katlanmýþ kâðýdý açýp okumaya baþladý.

    Sevgili Mehmet Bey oðlum,

    Bazen istediðimizi yaparýz, çoðu
    zaman da mecbur olduðumuzu... Tahsil
    hayatýnýz boyunca size burs vermeyi taahhüt etmiþtim. Ancak eðitiminizin
    son altý ayýnda size burs verme imkânýný bulamadým. Bir müddet sonra
    imkânlarýma yeniden kavuþtum; lâkin bu sefer de size ulaþamadým.
    Dolayýsýyla size borçlandým ve borçlu kaldým. Eðer böyle bir
    borcu gözyaþý
    ve ýzdýrapla ödemek mümkün olsaydý, ben bu borcu fazlasýyla ödemiþ
    olurdum. Zira sevgili oðlum, bu altý aylýk zaman diliminde
    bursunu verememenin ýzdýrabýyla kaç gece aðladým onu Rabb'im bilir. Her
    neyse, bursunuzu tarihlerindeki deðeriyle altýna çevirdim. Bu
    altýnlar
    sizindir. Bunlar elinize ulaþtýðýnda, borçlarýmýn tamamýný ödemiþ
    olacaðým.

    Sevgilerimle, Nazif Cebeci.

    Mehmet Bey neye uðradýðýný þaþýrmýþt&yacut e;. Bu büyük insanýn yüceliði
    karþýsýnda bir çocuk gibi yalnýzca aðlýyor, aðlýyordu. Selim Bey de bir
    hayli duygulanmýþtý. Onun da yanaklarýndan yaþlar süzülüyordu. Bir ara
    yaþlý gözlerle babasýnýn siyah-beyaz portresine baktý.
    Kendisine
    yýllarca hüzünle bakan gözleri, bu sefer sevinçle bakýyor gibiydi
    Şanslı sürüşler.Yolunuz açık olsun...

  8. #8
    muvattali - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    02 Nisan 2005
    Şehir
    Istanbul
    Motosikleti
    cbf 600sa
    temponejat, Bu yazdıkların nece? Türkçe ile akraba bir dil herhalde.. Yok, baya benziyor da o bakımdan sordum yani..

  9. #9
    Süper Moderatör (BBRR) Barış Şuşut - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    12 Haziran 2005
    Şehir
    marmaris
    temponejat,
    her ne kadar anlamasamda muhakkak güzel bir yazıdır (uzunsa güzeldir ) bunu bizim dile çevirecek biri olsada anlasak
    [B][COLOR="DarkOliveGreen"]"İnanç, görünmeyene inanmaktır. Görünmeyene inanırsanız kimsenin göremediğini görürsünüz"[/COLOR][/B] [B]A. Şerif İZGÖREN[/B]

  10. #10
    Costantine - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    24 Ağustos 2005
    Şehir
    İstanbul
    Çocukluğunu tam yaşamamış insan, kolay kolay tam bir insan olamaz.
    (Hölderlin)
    Kaynak:Mynet Günün Sözü


    Teşekkürler crato

  11. #11
    poseidon_20 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    09 Temmuz 2005
    Şehir
    denizli
    Motosikleti
    mondial mt 125
    anlayabildiğim kadarıyla güzel bir olay bizlerle paylaştığın için tşk ederimtemponejat, ellerine sağlık


    crato, sanada çok tşk ederim çok güzel ve anlamlı bir yazı tşk ederim(THANK YOU DANKE SHÖN)
    0 rh(+) Rüzgarın hissetmek ve iki teker üzerinde olmak kadar keyifli ne var şu hayatta

  12. #12
    powerbyaydin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    15 Ağustos 2004
    Şehir
    ANTALYA
    Motosikleti
    suzuki gsr600 2009
    @carato sağol bizimle paylaştığın için
    azda olsa nostalji yaşadım düşüncelerle ama her sene gelişen teknoloji ile bakalım sonumuz nereye kadar evde geçen gün saydım 4 kumanda var elimde ayağa kalkmama bile gerek yok
    ERASER WİLL COME BACK

  13. #13
    sereye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    09 Ağustos 2005
    Şehir
    DÜZCE - 1959
    Motosikleti
    '08 Burgman 400 Siyah
    Yazdığını okuyor musun temponejat


    REKLAM ALANI

Konu içerisindeki kullanıcılar

Şu an bu konu içerisinde 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 misafir)

Bu Konudaki Etiketler