Osmanlı hükümdarları içinde tebdil-i kıyafet eyleyip halkın arasına çıkanlar II. Osman, IV Murad, III. Osman, III. Selim ve II. Mahmud ile sınırlıdır. Bunlardan sonuncusu bir yaz gününde yanına iki mabeyncisini alarak yollara dökülür. Sirkeci'ye gelip bir sandala binerek Beylerbeyi'ne geçeceklerdir. Şanslarına ihtiyar bir kayıkçı düşer. Amma ne kayıkçı. Yılların tecrübesi ile artık neredeyse İstanbul Boğazı'nda görünen yolcuları hallerine, tavırlarına ve kılık kıyafetlerine bakarak köylerini söyleyecek kadar tanımaktadır. Bittabi bu seferki yolcularının da kimliklerini hemen anlar. Ancak asla ses çıkarmaz ve işini yapar.
Beşiktaş önlerine gelindiğinde padişah kayıkçıya,
- Baba, der. 32 ile nasılsın?
İhtiyar hiç tereddüt etmeden cevaplar:
- 32'yi 30'a vuruyorum, 15 çıkıyor.
Biraz sükuttan sonra padişah yeniden kayıkçıya laf atar:
- İşitiliyor ki son zamanlarda şehirde hırsızlar ziyadeleşmiş, senin evine de giren oldu mu?
- Bundan iki ay evvel biri girdi. Son günlerde birisi daha dadandı ya. Bakalım ne olacak.
Padişah sükut eder. Kayıkçı da işine devam eder. Ancak mabeynciler konuşulanlardan bir manâ çıkarmak için kıvranıp durmaktadırlar. Bu durum padişahın gözünden kaçmaz ve kayık Beylerbeyi İskelesi'ne yanaşmak üzereyken kayıkçıya sorar:
- Babalık, sana iki besili kaz göndersem, yolabilir misin?
- Hay hay efendi, ruhları duymaz, cascavlak ederim.
Padişah sandala bir kese akçe atar ve karaya çıkarlar.
Gel gelelim mabeynciler meraktadır. Nihayet ertesi gün, hünkâr ile kayıkçı arasında geçen konuşmayı anlamak üzere doğruca Sirkeci sahiline. Öyle ya bir vesile ile padişah hazretleri bu konuyu açar da sözlerin manâsını kendilerine soruverirse!
İhtiyarı, kayıkçılar kahvesinde çubuk çekerken bulurlar. Bir kenara çağırıp hususi görüşmek istediklerini söylerler. Dışarı çıkıp kayıkla biraz uzaklaşırlar. Adamlar hemen sadede gelerek;
- Baba dün Beylerbeyi'ne üç yolcu götürdün.
- Beli.
- Onlardan ikisi biz idik, seninle konuşan da hünkârımız hazretleriydi.
- Bir hatamız mı oldu ağalar?
- Hayır da biz konuştuklarınızı merak etmekteyiz.
- Canım mahrem şeyleri mi söyleteceksiniz bana?
- Haşa! Ancak...
İhtiyar nazlanırken ağalardan biri bir kese altın çıkarıp avucuna sıkıştırır. O zarnan ihtiyar, kayığın yönünü Sirkeci'ye doğru çevirip anlatmaya başlar:
- Sultanımız buyurdular ki, 32 ile nicesin? Yani geçimin nasıldır, demek istedi. Ben de ağzımda 32 dişim var, onu bir aya göre ayarlıyorum. Ay 30 gün, ben ise 15 gün ancak iş bulabiliyorum, dedim.
-Eee?
İhtiyar yine nazlanır. Bu sefer diğer mabeynci keseye kıyar, ihtiyar devam eder:
- Sultanımız son aylarda hırsızlar çoğaldı, sana da gelen oldu mu dedi. Yani 'kaşık hırsızlarını' kastederek 'Son günlerde evlenmeler arttı. Senin çocuklarından da evlenen oldu mu?' demek istedi. Ben de 'Evet evime bir hırsız girdi, yani oğlumun biri evlendi, diğeri için de hazırlıklar var, bakalım, Allah Kerîm dedim. Hünkârın hırsızdan kasdı, kaşık hırsızı, yani gelin idi.
Mabeynciler 'Meğer ne kadar basitmiş!' manâsında birbirlerine bakarken kayıkçı sandalı iskeleye yanaştırır.
-Ya üçüncü sual ne idi?
İhtiyar yavaşça sandaldan çıkıp misafirlerini etekleyerek şu cevabı verir:
-Aman efendim kerem buyurunuz. Padişah efendimiz buyurdular ki iki besili kaz... Allah ömrünüzü arıtırsın, işte sizleri gönderdi.
O günden sonra bu hadise halk arasında şüyu bulur ve kolay para kaptıranlar için 'yolunacak kaz' deyimi dilimize yerleşir.
--------------------------------------------------------------------------
Bir yerde okudum ve paylaşayım dedim