ODTÜ Efsaneleri&İngilterede Yurtta Kalan 2 Türk Kızının Hikayesi...
Reklamlar
-
ODTÜ Matematik Bölümü'nün önünde kitaplarını eline almış, uzun boylu, soluk yüzlü bir kız heykeli vardır. ODTÜ'de anlatılana göre; bu kız gerçekten yaşamış. Normal şartlarda bitirmenin büyük başarı sayıldığı Matematik Bölümü'nü 3 senede kafayı sıyırmadan birincilikle bitirmiş. Ancak mezuniyet törenine gelirken trafik kazası geçirip ölmüş. Bunun üzerine Matematik Bölümü, kızın heykelini "örnek öğrenci" niyetine diktirmiş.
Bu efsaneyi Ozan Bolat gönderdi.
ODTÜ kampüsünün altı dev tüneller ağıyla çevriliymiş. Neden ve nasıl yapıldığı bilinmeyen bu tüneller, ODTÜ'ye ait olan Eymir Gölü'ne kadar uzanıyormuş (ki bu yaklaşık 20 kilometre oluyor). Öğrenciler tünelleri, 70-80'li yıllarda polis ve jandarmadan saklanmak için kullanıyormuş. Son yıllarda ise ODTÜ'nün çimleriyle yetinmeyen çiftler, bu tünellerde bir takım ihtiyaçlarını (!) karşılıyormuş.
Bu efsaneyi Ahmet Cihat Toker gönderdi.
ODTÜ yurtlarında yeni gelen öğrencilere şaka yapmak adettenmiş. En sık yapılan şaka ise şöyleymiş: Yurdun eskileri, yeni gelen öğrenciye uyku hapı içiriyormuş. Deliksiz uyuyan kurban, sabah kendisini pijamalarıyla rektörlüğün önünde buluyormuş.
Bu efsaneyi Ayca Erden gönderdi.
alıntı...
http://www.efsaneler.com/dispefsane....45&kt=6&ei=679
İngiltere’de okuyan iki Türk kızı yurttta aynı odada kalıyolarmış. Bi gece kızlardan biri arkadaşının evine ders çalışmak için gidecekmiş. Diğer kızla vedalaşıp çıkmış ama daha yurttan 100 metre falan uzaklaşmış ki ders kitaplarından birini unuttuğunu farketmiş. Odaya geri dönmüş tabiyatıyla.
Kapıyı açtığında ışıkların kapalı olduğunu görmüş. “Banu yattı heralde” diye düşünüp ayaklarının ucuna basa basa karanlıkta kitabını aramış. Bulamayınca da, “Şimdi kızcağızı rahatsız etmeyim, nasılsa arkadaşımda aynı kitaptan var. İdare ederiz artık” deyip çıkıp gitmiş.
Ertesi sabah sınavdan sonra odasına döndüğünde bi de ne görsün! Oda baştan aşağı kan içinde! Arkadaşının vücudu da parçalar halinde oraya buraya dağıtılmış. Duvarda da (muhtemelen kızın kanıyla yazılmış) bi yazı varmış: “Aren’t you glad, you didn’t turn on the lights?” (Işıkları açmadığın için memnun musun?)
bu biraz tüyler ürpertici...doğrumu acaba...
www.efsaneler.com
ulan ne geyikler dönüyor be...tavsiye edilir...
Gerçekler acıdır/Metehandro acıtır//Pinokyo/BMX/Star103/Cobra105/Dt125/İnnova125/Lıberty200/Ybr125/CBF150/PCX/Activa/Inazuma/NC700S/750S/750 X/750SDCT
(1992/2020) Köftestar&Pandastar&Banstar
Reklamlar
-
işsiz adam ya o kadar mesajım silinse kendimi bunalıma vururdum puhaha gene baktım mesaj sayısına yarılıyom gülmekden bide 3000. mesaj için konu açmıştı
-
bbaday adlı üyeden alıntı
işsiz adam ya o kadar mesajım silinse kendimi bunalıma vururdum puhaha gene baktım mesaj sayısına yarılıyom gülmekden bide 3000. mesaj için konu açmıştı
bir süre sonra yine 3000 e gelirim ben...
Gerçekler acıdır/Metehandro acıtır//Pinokyo/BMX/Star103/Cobra105/Dt125/İnnova125/Lıberty200/Ybr125/CBF150/PCX/Activa/Inazuma/NC700S/750S/750 X/750SDCT
(1992/2020) Köftestar&Pandastar&Banstar
-
aboww.. kanla onu mu yazmislar? urkunç, tırsınç.. yusuf yusuf.. fiti fiti..
Wanna see my Bannnnnnnkai?!?!!!
-
yani açsaydı kız ölmeyecekmiymiş?????
eğer öleyse insan vicdan azabından öler beee....
-
ya geyik meyik beilmemde agalar okudukça komiklerin yanında böyle şeyler valla tüylerim diken diken oluyor....kaynak maynak yok ama yaşananlarla alakalı...yani sallamasyonda olabilir...
Amerika'da bir baba ve oğlu beraber bir karavan yolcuğuna çıkmışlar. Alternatif bir tatil yapmayı planlıyorlarmış. Belli bir yol güzergahı çizmedikleri için macera olsun diye anayoldan sapıp, dar bir yola girmişler. Bayağı bir yol gittikten sonra çöl gibi bir yere varmışlar. Etrafta in cin top oynuyormuş. Bu sırada adam benzinlerinin azaldığının farkına varmış. Hemen haritayı açıp en yakın yerleşim yerini aramışlar. Karavan bir süre daha gittikten sonra, benzin bittiği için yolda kalmış.
Baba kasabaya gidip benzin alıp geleceğini söylemiş. Ancak çocuk bulundukları yerden hiç hoşlanmamış. Babasına kendisini de götürmesi için yalvarmış. Ancak adam çocuğun onu yavaşlatacağını düşündüğü için, karavanın kapısını kilitleyeceğini ve kısa sürede döneceğini söyleyerek çıkmış. Cep telefonunu da çocuğa bırakmış. Çocuk korku içerisinde beklemeye başlamış. Bir saat geçip babası geri dönmeyince paniğe kapılmış. Bir zaman sonra, karavanın tavanından "pıt pıt pıt" diye sesler gelmeye başlayınca telefona sarılıp, eyalet polisini aramış. On dakika sonra kasaba şerifi karavana ulaşmış. Şerif ve yardımcıları kapıyı kırarak açmışlar. Çocuk dışarıya çıkar çıkmaz babasının kasabaya gittiğini, ama çok geç kaldığını nefes nefese anlatmaya başlamış.
Ama şerif çocuğa bakacağına karavanın altında durduğu ağaca bakıyormuş. Sonra yardımcısına "Çocuğu buradan uzaklaştırın" deyince, çocuk arkasını dönüp ağaca bakmış ve düşüp bayılmış. Meğer karavanın üzerine pıt pıt diye damlayan, ağacın dalına asılmış olan babasının kafasız cesedinden akan kanın sesiymiş.
Bu efsaneyi Ezgi T... gönderdi
Büyük bahçeli bi villada yaşayan genç bi çift, çocuklarını bakıcıya bırakıp dostlarının verdiği bi partiye gitmiş. Bakıcı kız çocukları yatırdıktan sonra televizyon seyretmeye başlamış. Bi ara telefon çalmış. Kızcağız telefonu açtığında karşısında hırıltılı bi sesle konuşan biri varmış: “Şu an üst katta çocukların başucundayım. Sen de gelsene buraya. Huhahuha!” Kız feci korkmuş haliyle. Ama kendini “Kesin salak bi telefon şakası bu” diye düşünüp sakinleştirmeye çalışmış ve televizyonun sesini sonuna kadar açmış. Telefon tekrar çalmış. Aynı hırıltılı ses yine o histerik kahkahasını attıktan sonra, “Çocukların yanındayım. Hadi sen de gel yukarı” demiş.
Kız daha da korkmuş ve santrali arayarak durumu anlatmış. Santralde iyi bi kadın varmış, “Adam sizi aradığında bi’kaç dakika konuşturun. Numarayı tespit eder, sonra da polise bildiririz” diyerek kıza yardımcı olmuş. Bakıcı kız telefonu kapatır kapatmaz hemen çalmış telefon. Aynı ses yine aynı sözleri tekrar etmiş. Kız konuşmayı uzatmaya çalışmış ama sapık anlamış bunu ve hemen telefonu kapatmış. Bi’kaç dakika sonra tekrar çalmış telefon, arayan santral memuresiymiş ve panik durumdaymış: “Hemmen kaç oradan! Arayan numaranın da adresi aynı. Yukarıda bi telefon hattı daha var demek ki!”
Kız koşşa koşşa kaçmış evden. Bu arada santraldeki kadın, polisi olaydan haberdar etmiş bile. Polisler bi’kaç dak’kada adrese gelip eve girmiş. Gerçekten de üst katta elinde kocaman bi kasap satırı olan bi katil yakalamışlar. Üst kat pencerelerinin birinden eve giren sapık katil iki çocuğu öldürdükten sonra o telefonları etmeye başlamışmış
ulan o kadar komik şey var bu zırtoları bulurum hep...
Gerçekler acıdır/Metehandro acıtır//Pinokyo/BMX/Star103/Cobra105/Dt125/İnnova125/Lıberty200/Ybr125/CBF150/PCX/Activa/Inazuma/NC700S/750S/750 X/750SDCT
(1992/2020) Köftestar&Pandastar&Banstar
-
Baba şu ilk bölümde kız ışığı açınca öteki kıza bişey olmayacakmıymış biraz takıldım anlamadım özünü....
İkinci hikaye de ilginç....Agatha christie falan mı okuyosun bu aralar? Alfred Hictcook la anlaşma mı yaptın senaryo için...Nerden çıktı yaaa??????
T Ü R K İ Y E. . . .T Ü R K L E R İ N D İ R
N E ... M U T L U... T Ü R K Ü M... D İ Y E N E
-
gece vakti nerden buluyon böle enterasan şeyleri mete yav..
-
Tüylerimi diken diken ettin ya akşam akşam.....Hepsi sana batsın emi........
T Ü R K İ Y E. . . .T Ü R K L E R İ N D İ R
N E ... M U T L U... T Ü R K Ü M... D İ Y E N E
-
abiler valla garip ama insan düşünüyor işte...olayları fazla deşmeyin yav...belkide geyiktir...inanıp inanmamak size kalmış...
bak bu hikaye gerçeğe benziyor...
www.efsaneler.com
Bu olay 10 yıl kadar önce Çapa Tıp Fakültesi'nde olmuş. Tahsin adında bi doktor, ihtisasının 4. yılında yeni bir ameliyat tekniğini etüd etmek için bi kadavraya ihtiyaç duymuş. Çapa'da da kadavralar çok zor elde edilirmiş. Tahsin anatomi kürsüsüne başvurmuş; uzun bir naz-niyazdan sonra tam bir vücut değil ama bir kafa (erkek kafası) vermeye razı olmuşlar.
Bizimki daha uygun bir paket malzemesi bulamadığı için kafayı büyükçe bir pasta kutusuna koymuş. Kutuyu da naylon poşete yerleştirip Nöroloji - Nöroşirürji binasının en üst katındaki asistanlar odasına çıkartmış. Bu odada da külüstür bir buzdolabı varmış. Pakedi o buzdolabına yerleştirmiş. Tam o sırada, ruhsal problemlerinden ötürü uzunca bi süre hava değişimine yollanmış ve de tatili taze bitmiş olan bölüm hademelerinden Niyazi odaya girmiş. Tahsin, Niyazi'nin pakedi karışıtırmasından, beklenmedik bir anda kesik kafayla karşılaşıp korkmasından ve de maazallah kendini yedinci kat penceresinden atmasından falan çekinerek, "Niyazi, bu kutuyu kat'i surette açmıyorsun, tamam mı?" diye defalarca tembih etmiş. Niyazi de, "Tahsin Beyimin emri başım üstüne. Ne açarım, ne açtırırım" yollu teminatlar vermiş. Tahsin nisbeten ferahlayarak odadan ayrılmış. İşlerini yapmak üzere Nöroşirürji katlarından birine inmiş.
Kısa bir süre sonra bölüm başkanı, genç doktoru çağırtarak, "Oğlum ne yaptın, ne ettin?" diye başlayan bir fırça seansına girişmiş. Meğer Niyazi, Tahsin odadan ayrılır ayrılmaz, buzdolabından kutuyu çıkarıp kafayı bulmuş. Ama korkmak şöyle dursun, kafayı kaptığı gibi koşa koşa "Tahsin Bey adam öldürmüş, Doktor Tahsin adam kesmiş diye!" diye naralar atarak Nöroloji asistanlarının odasına dalmış. Elindeki kafayı da o sırada orada bulunan üç hanım asistanın önüne atmış. Kızlardan ikisi oracıkta fenalık geçirmiş. Kendilerine gelince de Tahsin'i şikayet etmişler. Olayın altında yatan gerçek ortaya çıktığında Tahsin, olayı küçük bir disiplin cezası ile atlatmış.
Olayın geçtiği yer Beyoğlu, Asmalımescit Sokak 50 numaralı evdir, olayın geçtiği tarih ise 1912-1914 yılları arası, olayın kahramanı ise bu yazarın (Giovanni Scognamilla) büyükannesi, adı ile Mariana Filipucci.
Ailenin oldukça dar bir gelirle yaşamakta olduğu o yıllarda (Birinci Dünya Savaşı öncesi ya da başlangıcı) bir kış sabahı evin geniş avlusunu süpürmekte olan, kara kara düşüncelere dalmış büyükanne Mariana üst kat merdivenlerinden birinin inmekte olduğunu, yaklaştığını görmüş, dönmüş bakmış ve hayretler içinde kalmıştı.
Merdivenlerden inen ve yaklaşan, evde hiç görmediği bir zenciydi, alımlı, kır saçlı ve fesli. “Bir paşa gibi giyinmiş, sırmalarla süslenmişti” diye anlatırdı büyükanne. Zenci önünde durmuş, eğilip selam vermiş sonra da redingotunun cebinden bir kese çıkatıp Mariana’nın eline bırakmış ve kapıdan çıkıp gitmişti.
Büyükanne hayretten dona kalmış, bir süre sonra kendine gelmiş, keseyi açtığında ise içinin altınlarla dolu olduğunu görmüştü.
Tam o sırada sokaktan kızı (annemiz) Elisabetta gelmiş büyükanne de sormuş ona sokakta böyle bir zenciyi görüp görmediğini. Hayır, kızı böyle bir kimseyi görmemişti, ne o ne de başka birileri. Sanki birden cisimlenmiş, büyükannenin parasal sorunlarını bir çırpıda halletmiş ve de kayıplara karışmıştı.
Kesin olan bir şey varsa o da o gün, o evde herhangi bir zencinin kalmadığı, daha önce ve daha sonra hiç gelmediği görünmediğidir.
Ancak o evde, dört-beş yıl sonra, bir ruh çağırma seansı esnasında üç bacaklı yuvarlak bir masanın dört kat merdiven boyunca indiği
hehehe batsın evet...
ama bu en kötüsü abi ya...bunu oku tüyerin diken diken olur valla...
Bu olay Bursa’da olmuş. 17 yaşında bi genç kız aniden ölmüş. Aile perişan olmuş ama n’apsınlar, kızı defnetmişler taabi. Aradan bi’kaç gün geçmiş. Baba kızını rüyasında görmüş. Kız sürekli titriyomuş ve “Çok üşüyorum baba. Yalvarırım üstümü ört” diyomuş. Adam sabah kalktığında rüya aklına gelince hüngür hüngür ağlamış. “Gül gibi evladımı kaybettim. Rüyama giricek tabii” diye düşünmüş. Karısının üzülmemesi için de ona hiç bişey söylememiş. Ama ertesi gece, sonraki gece, daha sonraki gece, hep aynı rüya: “Çok üşüyorum baba. N'olur üstümü ört!”
Baba bi gece yine aynı rüyayı görürken kan ter içinde uyanmış. Dayanamamış, karısının, “Nereye bey bu saatte?” demesine aldırmadan sokağa fırlayıp soluğu mezarlıkta almış. Kızının mezarına gelince ne görsün? Mezar açık ve bomboş! Adam ne yaptığını bilmez bi halde mezarlık bekçisinin kulübesine yönelmiş. Allahım, o an gördüğüne yürek dayanmaz… Bekçi resmen kıza tecavüz ediyomuş! Meğer bu aşşağılık herif her zaman, yeni gömülen ölülere belli bi süre bunu yaparmış.
Bu efsaneyi Yelda Cengiz gönderdi. Sağolsun, varolsun
http://www.efsaneler.com/dispefsane....19&kt=4&ei=297
Bu efsane, 80'li yıllarda dilden dile dolaşıyordu. Gazi Kız Öğrenci Yurdu'nda bir grup kız, eğlence olsun diye cin çağırmaya karar vermiş. Bi odaya toplanıp başlamışlar seansa. Cin çağırmadaki en önemli husus da, cini geri göndermekmiş. Kızlarımız cini çağırıp bi güzel eğlenmişler. Hatta dalga falan bile geçmişler, gülmekten yerlere yuvarlananlar olmuş.
İşleri bitince cini göndermek istemişler ama cin gitmiyomuş. Saatlerce uğraşmışlar. Sonunda cin gitmiş. En azından öyle sanmışlar. Gece yarısından sonra ise katlardan tuhaf tuhaf gürültüler gelmeye başlamış. O aralarda da bi sapık hadisesi yaşanmışmış yurtta. Cin olayını bilmeyen diğer kızlar korku içinde gürültüleri yurt idaresine haber vermiş. Gene sapık geldi sanılmış ve yurt didik didik aranmış ama bi'şey bulunamamış. Herkes tekrar odasına çekilmiş. Ancak o tuhaf gürültüler hala devam ediyomuş. Bu kez polis çağırılmış. Bütün kızlar dışarı çıkarılıp bi de polis didik didik etmiş yurdu. Ama yine nafile. Hiiiç bi'şey bulunamamış.
Bu esrarengiz gürültüler durmuyomuş. Cin çağıran kızlar, olayı kendi aralarında konuşurlarken birisi, "Yaa yoksa bizim cin mi gitmedi mi, o çıkarıyo olmasın bu gürültüleri?" demiş. Aynı cini tekrar çağırmaya karar vermişler. Evet, gerçekten de önceki cin kendisiyle alay edildiği için gitmemiş ve cini kim çağırdıysa ancak o ikna edip gönderebilirmiş. Cini çağıran grubun başındaki kız panik olmuş. Çok da iyi bilmezmiş bu işleri. Ertesi gün bilenlerden cinlerle ilgili bi'şeyler öğrenerek cini göndermeye çalışmış. Ama o gürültüler durmamış. Cinin gidip gitmediği tam anlaşılamamış. Ancak o günlerde Gazi Yurdu'nun üst katlarından atlayarak intihar eden kızın, işte bu kız olduğu söyleniyormuş.
Gerçekler acıdır/Metehandro acıtır//Pinokyo/BMX/Star103/Cobra105/Dt125/İnnova125/Lıberty200/Ybr125/CBF150/PCX/Activa/Inazuma/NC700S/750S/750 X/750SDCT
(1992/2020) Köftestar&Pandastar&Banstar
-
of ya.. ben yalnizim ya evde. tuvalete bile gidemem artik. korku filmi gibi. sen nasi okuyosun bunlari? korkunc. of, simdi omzuma biri dokunacakmis gibi. anaaa... ulem elektrikler kesilse bi de simdi var ya.. tam olur..
Wanna see my Bannnnnnnkai?!?!!!
-
İngiltere aniden bastıran sisiyle ünlüdür. Yine sisin yoğun olduğu bir gün kadının biri şehirlerarası bir yolda arabasıyla seyahat ediyormuş. Sabahın erken saatleriymiş. Sis yüzünden pür dikkat ve olabildiğince yavaş gidiyormuş. Derken yolun iki tarafında oldukça garip açıyla park etmiş iki araba görmüş. Önce tırsmış. Ama merakına yenik düşmüş ve arabasını biraz ileride güvenli bir yere çekmiş.
İhtiyatla ilk arabaya yaklaşmış. Her halinde savrularak durduğu belli olan otomobilin görünen bir hasarı yokmuş. Otomobilin etrafında dolaşan kadın şoför mahalinde yan koltuğa doğru yatmış bir adam olduğunu görmüş. Açık pencereden içeri uzanarak, adama seslenmiş. Yanıt alamamış. Bu arada farkında olmadan kapıyı tutunca eline yapışkan bir şey bulaşmış. Alacakaranlıkta eline bulaşan şeyin önce ne olduğunu anlayamamış, ama birden bire jeton düşmüş. Elindeki kanmış.
Panik içinde arabasına koşmuş. Son sürat en yakın yerleşim yerine gidip, polise durumu anlatmış. İngiliz polisi hemen harekete geçmiş. İki arabanın bulunduğu yere vardıklarında, olağanüstü tedbirler alarak arabalara aynı anda iki ekip halinde yaklaşmışlar. Biraz sonra her iki ekip lideri, polis müdürüne arabalarda kafası kopuk birer ceset olduğunu rapor etmişler.
Bir süre sonra cesetlere ait iki kafa bulunmuş. Kafaların her ikisi de darmadağan olmuş vaziyetteymiş. Otomobillerde ise hiç bir hasar yokmuş, cesetlerde başka bir darbe de. Kafalar ise kesici bir aletle kesilmemiş, güçlü biri ya da bir şey tarafından sanki bir serçe kafasıymış gibi çekip kopartılmışa benziyormuş. Polisler bu işin içinden bir türlü çıkamamış. Olaya İngiliz gizli polisi MI5 el koymuş.
MI5'da yeni kurulan seri katil araştırma birimi, olay mahalini didik didik incelemiş. İki gün sonra MI5 karargahına bu esrarengiz olay hakkında bir rapor ulaşmış. Dehşet verici bu olay, aslına basit bir trafik kazasıymış. Raporda olay şöyle anlatılıyormuş. Yoğun sise rağmen hız yapan iki sürücü de bellerine kadar sarkarak yolu daha iyi görmeye çalışıyorlarmış. Karşı yönlerden gelen bu iki otomobildeki sürücüler hızla gelen diğer otomobili çok geç farketmişler. Kafaları birbirine hızla çarpınca, ikisinin de kafası kopmuş.
Bu efsaneyi Can Özer gönderdi. sağolsun, varolsun
Mezbahadan et taşıyan bir tırın sabahın erken saatlerinde yüklenip bir an önce yola çıkması gerekiyormuş. İşe sabahın kör vakti gelen işçiler, tırı yüklemeye başlamışlar. Alelacele işi bitirmişler. Tırın şoförü arkadaki soğuk hava deposunun kapısı kapatılır kapatılmaz yola çıkmış. Ancak son eti çengele takmaya uğraşan işçinin içeride kaldığını kimse farketmemiş. Uyku sersemi olan işçi de başına gelen korkunç şeyi, ancak tır hareket edince farkedebilmiş. Tır hiç durmadan 8 saat yol alacağından, arkadaşları kaybolduğunu farketmezlerse donarak öleceği kesinmiş.
Bir süre duvarları yumruklamış ama sesini duyuramayacağını biliyormuş. Bir süre sonra üşümeye başladığından hareketleri yavaşlamış ve bir kenara çöküp ölümü beklemeye başlamış. Oturup kaçınılmaz sonunu beklemeye başlamış ve cebinden çıkardığı kağıt kaleme yazmaya başlamış. 1. saat: çok üşüyorum; 2. saat: her yerim uyuşuyor; 3. saat: ayaklarımı hissetmiyorum; 4. saat: donarak ölmek istemiyorum, kalemi tutucak gücüm kalmadı, ellerim dondu...
Tır etleri teslim edeceği yere geldiğinde şoförü dondurucunun kapısını açınca içerisinin soğuk olmadığını farketmiş. Sabah yola çıkarken aceleden dondurucuyu çalıştırmadığını hatırlayan şoför, lanetler okurken köşede büzülmüş yatan işçiyi görmüş. Adamın uyuyakaldığını sanan şoför, işçiyi sarstığı halde uyandıramamış.
Polis olaya el koymuş, şoför tutuklanmış. Bir müddet sonra adli tabip raporunda işçinin ölüm nedeni vücut ısısının hızla düşüşü olduğu açıklanınca temize çıkmış. Meğerse talihsiz işçi psikolojikman ölmüşmüş.
İstanbul'da 1800'lü yıllar... O zamanın ünlü kabadayılarından Ustura Kemal ve arkadaşları, Karacaahmet Mezarlığı'nın karşısında bi evin bahçesinde çilingir sofrası kurmuşlar. İçki masası muhabbeti tüm hızıyla devam ederken laf dönüp dolaşıp mezarlık ve ölü konusuna gelmiş. İçinde zırnık Allah korkusu ve vicdan bulunmadığını iddia ettiği için lakabı Allahsız Osman olan bir kabadayı, "Ulan ölü ne ki be?! Sen sağ olanlardan kork, ölüden kimseye zarar gelmez" demiş. Ustura Kemal da muhabbeti koyulaştırmak için, "Ulan Osman, madem ölüden korkmuyosun, gel şunu iyiden iyiye ispatla bize" diye dalga geçmiş.
Allahsız Osman bunu nasıl yapacağını sorunca, Ustura Kemal, "Aha şu karşıdaki Karacaahmet mezarlığını görüyosun. Madem Allah'a inanmaz ve ölüden korkmazsın, bu gece 12'de mezarlığa girip sana vereceğimiz kazığı mezarlığa içinde bi yere çak. Sabah biz gidip, kazığın orada olup olmadığına bakarız. Eğer orada bi kazık varsa seni takdir ederiz" demiş. Allahsız Osman aslında, gece mezarlığa girmek bi yana, yanından geçerken bile türkü söyleyen bi adammış. Ama yiğitliğe leke süremeyeceğinden, "Peki ama siz de benimle gece gelip, mezarlık çıkışında bekleyeceksiniz" demiş. Zaten bu konuşmalar akşam saatlerinde yapılıyomuş, gece yarısı kalkıp Karacaahmet Mezarlığı'na gitmişler.
Osman, gece karanlığında mezarlığın büyük kapısından içeri girmiş. Herkesin Allahsız Osman olarak bildiği o cesur (!) kabadayı, mezarlığın içinde salavatlar getirerek bi elinde kazık, bi elinde çekiç ilerlemiş. Bi mezarın yanına geldiğinde alelacele eğilip kazığı yere çakmış. Korktuğu için de hemen or'dan uzaklaşmak istemiş. Ama bi'şey, giydiği setrenin, (o zamanlar erkeklerin giydiği uzunca eteği olan bi tür giysi) ucundan tutmuş. Allahsız Osman vargücüyle, "İmdaaat! Ulan yardım edin. Ölü beni tutuyooo" diye feryat etmiş ama kendinden epey uzakta olan arkadaşlarına sesini duyuramamış. Bağıra çağıra mezarın üzerine yığılıp, kalp krizinden oracıkta ruhunu teslim etmiş.
Uzunca bir süredir mezarlığın dışında bekleyen arkadaşları, Allahsız Osman'ın kendilerine oyun oynayıp, mezarlığın öteki kapısından çıktığını düşünüp dağılmışlar. Ertesi sabah ise, Ustura Kemal ve arkadaşları kazığın çakılı olup olmadığına kontrol için Karacaahmet Mezarlığı'na gelmiş. Bi bakmışlar ki, Allahsız Osman, kazıkla beraber setresinin ucunu toprağa çakmış durumda, bi mezarın üzerinde cansız yatıyomuş.
Bu efsaneyi Mehmet Dinar gönderdi. sağolsun, varolsun
Bu efsane, çeşitli tarihlerde, değişik insanlara ithaf edilerek de anlatılır. Benzer bi efsaneyi üyemiz Koray Dağlar da şöyle anlatmış...
İki arkadaş mezarlığa gidip sevmedikleri birinin mezarına bıçak saplamaya karar vermişler. Bu işi gece kimse yokken yapacaklarmış. Ama adamlardan biri korkarak dönmüş. Öbürü ise, onun bu korkaklığıyla dalga geçerek, "Ben yaparım, n'olacak ki" demiş.
Sabah adamı o mezarın üzerinde ölü bulmuşlar. Mezara bıçağı saplarken, aynı zamanda paltosunu da toprağa saplamışmış. Talihsiz adam ölünün kendisini tuttuğunu sanarak kalpten gitmiş.
Gerçekler acıdır/Metehandro acıtır//Pinokyo/BMX/Star103/Cobra105/Dt125/İnnova125/Lıberty200/Ybr125/CBF150/PCX/Activa/Inazuma/NC700S/750S/750 X/750SDCT
(1992/2020) Köftestar&Pandastar&Banstar
-
tanıdığım bütün odtülüler daha sorulmadan odtülüyüm diyen ve bölücü akımlara sempati duyan itici tiplerdi.
-
de get laaaa.tövbe tövbe gece gece
rafi kanka nasılsın yavvv...
-
ben okuyup hatim etmiştim bu efsaneler.com u
ben giderim adım kalır dostlar beni hatırlasın
-
askerde izmir eski foçadaydım.nöbet tutan cahil cühela çocuklar bana karanlığı gösterip ordan bi ak sakallı dede geldi ,şunu bunu dedi derlerdi.ulan halisinasyon görüyo bu çocuklar karanlıktan korkuyolar diyordum.1 yıl sonra askerliğini doğuda yapmış biriyle sohbet ederken onlarında gördüğü bir ak sakallı dede olduğunu anlattı.
-
Gencin biri otostop yapıyormuş. İyi kalpli kamyoncunun biri durmuş ama kamyonun ön tarafında yer yokmuş. Gence kasada gitmeyi kabul ederse onu alabileceğini söylemiş. Çocuk atlamış kamyonun arkasına. Giderlerken acayip bir yağmur başlamış. Kamyonun arkasında da boş bir tabut varmış. Islanıp üşümeye başlayan genç, tabutun içine gireyim de bari ıslanmayayım diye düşünmüş.
Delikanlı keyfi yerinde, tabutun içinde kestirmeye başlamış. Bu arada kamyoncu yol kenarında otostop yapan iki köylüyü de almış. Tabii onlara da kasaya binmeleri gerektiğini söylemiş. Köylüler tabutu görünce biraz ürkmüşler ama yine de binmişler.
Kamyon anayoldan ayrılıp köy yoluna girince, tabutun içinde kestiren genç, sarsıntıdan uyanmış. Acaba yağmur dindi mi diye bir bakayım demiş ve tabutun kapağını aralamış. Bizim köylüler, içinde ölü olduğunu düşündükleri tabut açılınca bağıraraktan kamyondan atlamışlar. Tabi haşat olmuşlar.
Bu efsaneyi Miss Witch gönderdi. Sağolsun, varolsun
Genç kızlar korkunç efsanelerin çoğunda başroldeler. İngiltere’de yaygın olan bi hikayede anlatıldığına göre bi grup kız bi gece korkunç hikayeler anlatıyolarmış birbirlerine. Laf dönüp dolaşmış ve gece mezarlığa girip giremeyecekleri tartışmasına dönüşmüş. Kızlardan biri, “Girmek ne ki, sabaha kadar bile otururum ben orada” demiş.
Yaparsın, yapamazsın tartışması sürerken korkmayacağını söyleyen kız üzerine montunu alıp fırlamış dışarı. Giderken de, “Sabah beni mezarlıktan almaya gelirsiniz. Herhalde gündüz vakti korkmazsınız di’mi?” demiş gülerek. Kızlar engellemeye çalışmışlar ama nafile, dönmemiş sözünden cesur kızımız.
Evde kalan kızlar, sabahın ilk ışıklarıyla arkadaşlarının yanına yani mezarlığa gittiklerinde onu, yanında mermer bi heykel olan bi mezarın üzerinde bulmuşlar. Kız gözleri pörtlemiş bi halde cansızmış ve mezardaki heykelin elleri kızın boynundaymış. Sonradan öğrenmişler ki, mezarın sahibi, nişanlısı son anda evlenmekten vazgeçtiği için intihar eden bi gençmiş. Heykel/ölü kadınlardan intikamını işte böyle, kızı öldürerek almış
bu deprem geyikleri beni hep etkiler...
17 Ağustos gecesi Adapazarı'nda yaşlı bi teyze, gece saat 2 buçukta ana caddedeki apartmanlardan birinin zillerini çalmaya başlamış. Kimse kadına kapıyı açmamış, hatta uyandırdıkları için, camı açan bağırıp çağırmış. Üst katlardan bi adam, "Gecenin bu saatinde ne istiyosun teyze?" diye sormuş. Kadın, "Karnım aç oğlum. Bi parça ekmek var mı?" deyince adam, "Yok, yok. Allah Allah, gecenin bu saatinde ne bu yahu?" demiş. Yatağa döndüğünde karısı, yaşlı kadının aç olduğunu öğrenince, "Keşke verseydik" demiş.
Teyze zillere basmaya devam etmiş. En üst katta yeni evli bi çift oturuyomuş. Kadının ne istediğini öğrenince kapıyı açıp yukarı çağırmışlar. Evin hanımı, hemen yiyecek bi'şeyler hazırlamış. Kadına eşlik edip beraberce yemişler. Yemek bitince kadıncağız, "İçimde bi huzursuzluk var. Bi an evvel dışarı çıkalım" diye yalvarmaya başlamış. Genç çift, sırf kadını kırmamak için sokağa inmiş. Daha dışarı adım atar atmaz da her yan sallanmaya başlamış. Depremde o kocca apartman yerle bir olmuş.
O binada oturanlardan sadece yeni evliler ve kocasına, "Keşke yemek verseydik" diyen kadın ölümden kurtulmuş. Onu da 3 gün sonra enkazın altından çıkarmışlar.
Bu efsaneyi Demet XXX gönderdi. Sağolsun, varolsun
İzmir'in oldukça işlek olan İnönü Caddesi'nde kaza eksik olmaz. Fakat bu kazaların nedeni sürücülerin ve yayaların dikkatsizliği değilmiş. 1960'larda yapılan bu cadde, bazı yerlerde mezarlığın üzerinden geçirilmiş.
Bu efsaneyi İlker Hepkaner gönderdi.
Çanakkale'de Jandarma Kampı'nın önünden İzmir'e giden yol, civardeki en çok trafik kazası olan yolmuş. Bu yolda haftada en az bir kere kaza oluyormuş. Kazalar genelde kampın önünde olurmuş. Çünkü geceleri savaşta ölen askerlerin ruhları askeriyeyi ziyaret edermiş. Bu görüntüden tırsan sürücüler direksiyon hakimiyetini kaybedermiş.
Bu efsaneyi Batuhan Erginbaş gönderdi
Cem Altel: Sigorta şirketlerinin belalısı
Paris'te Arc De Truimph meydanı çevresinde de çok kaza olur. Çünkü zaman kaybına sebep olacağı düşünülerek meydana trafik lambası konulmamış. Sigorta şirketleri bu meydanda olan kazalarda zararı kesinlikle karşılamıyorlar.
engin ali: Avcılar-Küçükçekmece yolu
İstanbul'un "kazası bol" yolu, E-5 karayolunun Avcılar'dan Küçükçekmece yönüne giderken lunaparkın önündeki bölümüdür. Bu kazaların sebebi o hizada bir yatırın olmasıymış. Nerden biliyorum? Aynı yerde ben de bir kaza geçirmiştim.
Genç bi kız ailesinin evde olmadığı bi akşam arkadaşlarını davet etmiş. Kız kıza yemişler, içmişler, derken içlerinden biri “Hadi cin çağıralım” demiş. Ev sahibi kız da hiç inanmazmış böyle şeylere ama arkadaşlarına ayıp olmasın diye kabul etmiş. Harfler kesilmiş, fincan ortaya konmuş ve elele bir masanın etrafında daire olunup cin çağırma olayına girilmiş. Cin gelmiş gelmesine ama bizim kız hala fincanı arkadaşlarının ittiğini düşünüyomuş. Bi ara fincan hızlı hızlı harflere giderek şöyle demiş: “İçinizde bana inanmayan biri var. Yarın saat 4’te o kişiyle tavla oynamaya geleceğim!” Kızlar feci tırsmıslar ama ev sahibi kız hala dalgasındaymış işin. Saat çok geç olmadığı halde seans hemen bitirilmiş ve kızlar evlerine dağılmış.
Bizimki zaten o tür şeylere hiç inanmadığından cin olayını ertesi sabah unutmuşmuş bile. Öğlene doğru telefon çalmış. Arayan, kızın çok sevdiği, çok iyi anlaştığı teyzesiymiş, “Bugün içimde bi sıkıntı var, evdeysen bi ara sana uğruycam. Dertleşelim biraz” demiş. Kız da sevinmiş teyzesini görecek diye, “Hemen gel, ben de seni çok özledim” demiş.
Kız, teyzesini hakikaten dertli ve solgun görmüş. Hoşbeş etmişler ama teyze hala dalgınmış. Kız, “Teyzecim sen konuştukça daha kötü oldun, istersen başka bişey yapalım” demiş. Teyzesi de “O zaman tavla oynayalım. Ne zamandır seninle oynamadık. Kafam dağılır biraz” demiş. Kız tavlayı almaya giderken bi gece önceki olay aklına gelmiş, “Meğer benim teyzem cinmiş” deyip gülümsemiş.
Kızla teyzesi güle oynaya tavla oynarken bi ara teyze tuvalete gitmek için kalkmış. O içerdeyken telefon çalmış. Arayan kızın babasıymış. Adamcağız çok üzgün bi sesle konuşuyomuş: “Kızım teyzen öğlen bi trafik kazası geçirdi. Durumu çok iyi değildi ama Allahtan ümit kesilmez deyip sana haber vermedik ama az önce teyzeni kaybettik, başımız sağolsun…”
Bu efsaneyi Tolga Gum gönderdi. Sağolsun, varolsun.
1970'lerde, saçları dimdik, yukarıya doğru kalıp gibi yaptırmak moda olmuş. Buna uymak için insanlar saçlarını yaptırıyo, haftalarca da yıkamıyolarmış. Bir liseli kız, okulundaki en yüksek saç yarışmasını kazanmak için saçlarını bu şekilde yaptırmış. Eve dönerken saçları örümcek ağına takılmış ama farketmemiş. Okuldaki yarışmayı kazandıktan sonra saçlarını bi'kaç hafta yıkamamış. E havasını atacak ya, banyoya kafasına bi torba geçirip giriyomuş.
Bi gün okulda sınav olurken kız aniden, şak diye bayılmış. Hastaneye kaldırmışlar, fakat maalesef kurtaramamışlar. Doktorlar ölüm nedenini anlamak için otopsi yaparken, kızın saçlarını aralayınca morgu binlerce örümcek basmış. Meğerse kızın takıldığı ağdaki örümcek, kafasının içine yumurtlamış ve o örümcekler sonraki birkaç hafta da kızın kafa derisini kemirip beynine girmişler. Bu olaydan sonra Amerika'da, saçlarını öyle havaya doğru yapmak yasaklanmış.
Balıkesir'deki bi kız lisesinde yatakhanenin birinde, kızları gece uyku tutmayınca birbirlerine hikayeler anlatmaya başlamışlar. Bunların çoğu da okullarına ait korkunç olaylarmış. Güya şeytan çok eski zamanlarda burada yaşayan bi ailenin fertlerine dadanmış ve onların ruhlarına giriyomuş. İnanışa göre şeytanın ayakları terstir ya, o insana da şeytan girince doğal olarak ayakları ters dönüyomuş.
Aradan bi kaç saat geçmiş. Gruptakilerin uykusu gelince herkes yatağına gitmiş. Kızlardan biri accayip sıkışmış. Tuvalete gidecek ama anlatılanlardan epey bi korktuğu için gidemiyomuş. Alt ranzada yatan arkadaşını dürtüp uyandırmış. Diğer kız da bu hikayelerden en çok etkileneniymiş. Zaten zar zor uyuduğundan hiç kalkmak istememiş. Ancak arkadaşı ısrar edince onunla tuvalete gitmek zorunda kalmış. Arkadaşı tuvalete girince o da kapının önünde beklemeye başlamış.
Diğer kız tuvaletten çıktığında bi tuhaf bakıyomuş. Bizimki anlatılanların etkisiyle de olsa gerek direkt kızın ayaklarına bakmış. Bi de ne görsün! Arkadaşının ayakları ters dönmüş. Parmakları arka tarafa bakıyomuş. Kızcağız çığlık çığlık kaçmaya başlamış. Koşarken de ara sıra arkasına bakıyomuş. Tam bu sırada koridorda belletmen öğretmenle çarpışmış. Kız nefes nefese başına gelenleri anlatmış. Sonunda, "Hocam inanamıyorum, ayakları resmen ters dönmüştü" demiş. Öğretmen, "Benimkiler gibi mi yani?" diyerek ayaklarını göstermiş. Kız kafasını aşağı indirince belletmenin ayaklarının da 180 derece arkaya baktığını görmüş. Napsın kızcağız, bu manzarayla beraber oracıkta aklını yitirmiş.
Bu efsaneyi Buket Kurt gönderdi. Sağolsun, varolsun
Olayı Amerikalı bi abinin ağzından dinliyoruz: Bizim bi komşunun akrabası olan Linda başka bi kentte oturan kızkardeşini ziyarete gitmiş. Oradayken bi gün alışverişe çıkmış ve eve dönerken de şehir merkezindeki bi süpermarkete uğramış. Marketin önündeki otoparka arabasını parketmiş. Kapıları kilitlerken hemen yanındaki arabada bi kadının gözleri kapalı vaziyette, elleriyle başının arkasını sıkıca tuttuğunu görmüş. Kadın o halde epeyce tuhaf görünüyomuş.
Linda markete girip alışverişini yapmış. Arabasının başına döndüğünde kadının yine aynı durumda olduğunu görmüş. Cama doğru eğilip, “İyi misiniz?” diye sormuş. Kadın hiç kıpırdamamaya gayret ederek, “Başımın arkasından vuruldum. Beynim dışarı akmasın diye böyle tutuyorum” demiş. Linda panik olmuş tabii. Koşarak gidip market görevlilerini çağırmış. Adamlar da telaşla gelmişler ve arabaya girmeye çalışmışlar ama kapılar kilitliymiş. Onlar uğraşırken zavallı kadın, “Yavaaşş... Sarsmayın! Duruunn! Beynim dışarı akıyooo” diyomuş.
Kapı açıldığında gerçek ortaya çıkmış. Meğer kadının arka cam tarafında teneke kutudaki bisküvitlerden varmış. (Bu bizde çok yaygın değil ama ABD’de genelde bisküvitler teneke kutuda satılıyo) Kadın marketten çıkıp arabasına bindiğinde muhtemelen sıcaktan genleşen kutu patlamış ve içindeki yumuşamış bisküvitler de kadının kafasına fırlamış. Kadın patlamayı silah sesi sanıp, -darbe de gelince- başından vurulduğunu sanmış. O an panikle elini vurulduğu yere atmış tabii. Dokunduğu ılık, hamurumsu şeyin de beyni olduğunu düşünmüş kadıncağız.
Gerçekler acıdır/Metehandro acıtır//Pinokyo/BMX/Star103/Cobra105/Dt125/İnnova125/Lıberty200/Ybr125/CBF150/PCX/Activa/Inazuma/NC700S/750S/750 X/750SDCT
(1992/2020) Köftestar&Pandastar&Banstar
-
Annnnnnnnnnnnnnneeeeeeeeeeeeee.
Üperdim.
Dur bir de ben ürperteyim.
Ama bu geçek. Bundan 60 yıl kadar önce. Bizim köyde iki adam iddia ya giriyorlar mezarlıkda sabahlamacasına.
İşaret olarak felancanın mezarına bir kazık çakılacakmış.
Neyse bizimkiler sabah aydınlandığında hemen mezara geliyorlar kazığa bakmaya ama diğer elemanı ölü buluyorlar.
Ölüm sebebi çok ilginç adam kazığı paltosunun üzerinden çakmış. Ve ölüler beni çekiyor diye korkudan ödü patlamış.....................
Bu arada meraba metecan.
Gitti TDM kaldık yine ybr ile başbaşa..
-
önceden watercan derdim artık su silahıcanmı diyim bilemiyorum...
İsa’dan 1500 yıl önce yaşayan Mısırlı Prenses Amen-Ra öldükten sonra dönemin geleneklerine uygun olarak mumyalanmış ve tahta bi tabuta konmuş. 1890 yılında 4 zengin İngiliz genci, prensesin mumyasını bi “tarihi eser” kaçakçısından (böyle söylediğimi prenses duymaz inşallah) satın almış. Ve felaketler zinciri de böylelikle başlamış.
Mumyayı alan gençlerden birini en son alış-verişten bi’kaç saat sonra çöle doğru yürürken görmüşler. Bi daha da İngilizi gören olmamış. Dörtlü grubun bi başka üyesi ertesi gün Mısırlı hizmetkarlarından biri tarafından kazayla vurulmuş. Hizmetkar, elini o an kontrol edemediğini ve hiç istemediği halde silahı alıp “sahip”i vurduğunu iddia etmiş.
Kalan iki genç mumyayı alıp memleketlerine dönmüş. Üçüncü adam İngiltere’ye döndükten sonra bütün parasını yatırdığı bankanın battığını öğrenmiş. Son adam da iflah olmaz bir hastalığa yakalanmış, servetini hastanelerde harcayıp sokaklarda kibrit satmaya başlamış.
Bu arada mumya bi işadamının eline geçmiş bu felaketler sırasında. O da British Museum’a hediye etmiş lanet(li) prensesi. Müze mumyayı Mısır bölümüne koymuş. Ama prenses boş durmamış taabi. Gece bekçileri, tabuttan hıçkırığa benzer sesler duyduklarını iddia ediyolarmış. Bekçilerden biri, bi sabah ölü bulunmuş. Temizlikçiler mumyanın etrafını temizlemeyi reddediyolarmış. Bi gazeteci tabutun dıştan fotoğrafını çekmiş. Fotoğrafı tab ettiğinde kartta sadece korkunç bi suratın olduğunu görmüş. Gazeteci koşa koşa evine gitmiş, yatak odasına girip kapıyı kilitlemiş ve kendini vurmuş. Falaaan, filaaan... (Prensesin daha sonra da o kadar çok vukuatı var ki, falan filan demek yetmiyor.)
Müze sonunda mumyayı özel bi koleksiyoncuya satmış. Ondan sonra da bi sürü felaket olmuş. Vakit kaybetmeyelim. En son Amerikalı bi arkeolog satın almış prensesi. 1912 Nisan’ında da mumya Amerika’ya götürülmek üzere Titanik gemisine yüklenmiş ve asıl olan da böylelikle olmuş zaten. Amen-Ra son volesinde 1500 yolcunun kendi yanına gelmelerini sağlamış.
Üç çocuklu bir aile, steyşın tipi arabalarıyla Siirt'ten Hasankeyf yönüne gidiyormuş. 5 ve 7 yaşındaki iki çocuk arka koltukta, 3 aylık bebek de önde, annenin kucağında oturuyormuş.
Arabayı baba kullanıyormuş. Yolun yarısı sayılabilecek bir yerde önlerine bir araba lastiği çıkmış. Önce tuzak filan olur diye endişelenmişler ama sonra başka bir arabadan düşmüş stepne olduğuna karar verip durmuş. Baba arabadan inip stepneyi steyşının bagajına atmış. Adam, "Bedavadan lastiğim oldu" diye sevinirken, meğer bir felakete davetiye çıkarıyormuş. Çünkü lastiğin içinde çiftleşen bir çift yeşil yılan varmış.
Huzurları kaçan yılanlardan biri arka koltuğa doğru akıp, büyük çocuğu sokmuş. Öbürü ise küçük çocuğun boynuna dolanmış. Baba teybi sonuna kadar açmış halde türkü dinlediğinden dünyadan bir habermiş. Anne de uyukluyormuş. Arkadan durumu gören bir başka araba, korna çalarak ailenin önünü kesmiş.
Baba durunca anlamış olan biteni. Can havliyle küçük çocuğun boğazına dolanan yılanı söküp almış ancak artık çok geçmiş. Büyük çocuk ise zaten çoktan ölmüşmüş. Bu arada anne, olayın şokuyla kendini öyle bir kasmış ki; kucağındaki 3 aylık bebek nefessiz kalarak ölmüş.
Kadın tamamen dellenmiş doğal olarak. Arabaya koşmuş. Bagajı açıp kocasının av tüfeğini almış ve "O lastiği yoldan sen aldın. Çocuklarımın katili sensin!" diyerek dom dom kurşunuyla başından adamı vurup öldürmüş.
Trajedi burada da bitmiyor. Kadın sonunda, ailesindeki herkesi yitirmenin verdiği acıyla o yakında bulunan on metrelerce yükseklikteki uçurumdan aşağı bırakmış kendini. Maalesef kadıncağız da kayalara çarpa çarpa düşüp ölmüş.
Bu efsaneyi Mustafa Laro gönderdi. Sağolsun, varolsun
1983 yılında, İngiltere’de yaşanmış bu olay. Röntgen teknisyeni olan babasını sık sık ziyarete giden bi çocuk bu yoldan aldığı radyoaktif ışınlar sonucunda kanser olmuş. Talihsiz çocuğun annesi olaydan kocasını sorumlu tuttuğu için uyurken onun boğazını kesmiş sonra da kafasını havagazı fırınına sokarak kendi hayatına son vermiş.
Böylelikle hem öksüz hem de yetim kalmış talihsiz yavrucak. Bunca felaketi bi’arada yaşayan çocuk sonraki günlerde gazetelere ve haber ajanslarına birer mektup göndermiş. Anne babasıyla beraber mutlu bi aile fotoğrafını eklemeyi de unutmadığı mektuplarda, başına gelenleri anlattıktan sonra insanlardan tek bi isteği olduğunu söylüyomuş: “Bana mutlu aile fotoğraflarınızı gönderin. Sizin mutlu olduğunuzu bilirsem, görürsem, ben de son günlerimi mutluluk içinde geçiricem!” Gazetelerin ve haber ajanslarının hemen hepsi arkasını hiç araştırmadan kullanmış bu fotoğrafı ve mektubu.
Sonra doğal olarak mektuptaki adrese mutlu aile fotoğrafları gelmeye başlamış. Hem de çuvallarca... Ama gelen fotoğraflar sonucunda alıcı(lar) mutlu olamamış pek. Hatta üçü intihara teşebbüs etmiş, 12’si ağır depresyon geçirerek hastanede, büyük bi kısmı da oldukları yerde psikolojik tedaviye alınmış. Meğer gazetede çıkan mektuptaki adres bi yetimhaneye aitmiş. Aile hasretiyle yanıp tutuşan, büyük bi kısmı yetim ya da öksüz, ya da her ikisi de olan çocuklara bi anda dünyanın dört bi yanından “ana+babalı+çocuklu+çoook mutlu” aile fotoğrafları yağmaya başlayınca hepsi bi anda bunalıma girmiş.
bu cezerye ve kütük için özel bir hikayedir....
Boğaziçi’nden bi grup öğrenci sömestrde tatil için İngiltere’ye gitmiş. Bunlar bi araba kiralamış; sabah yola çıkıyorlarmış, önlerine çıkan her kayda değer yerde mola verip sonra da akşam bi yerlerde konaklıyolarmış.
Bi akşam İskoçya yakınlarında bi restoranda yemek yemişler. Bi ara arabayı kullanan çocuğun aklına kapıları kilitlemediği gelmiş, koşarak arabanın yanına gitmiş. Nası koşmasın, sürekli seyahat halinde olduklarından bütün eşyaları da arabadaymış bizimkilerin. Arabanın yanına geldiğinde asayişin berkemal olduğunu görüp rahatlamış çocuk. Bütün eşyalar olduğu gibi duruyomuş.
Buraya kadar herşey iyiymiş hoşmuş da Türkiye’ye döndükten sonra tatil fotoğraflarını tab ettirdiklerinde iğrenç bi durumla yüzyüze gelmişler. Fotoğrafların 5-6 tanesinde bizimkilerin kiralık arabasının üstünde bi grup serseri varmış. Herifler, arkadaşların diş fırçalarını çüklerine, kıçlarını sürer durumda pozlar vermiş kameraya. Fotoğrafların çekildiğini sandıkları akşamdan (İskoçya restoranı) o ana kadar arada tam 10 gün varmış ve bizimkiler –gulp!- bu süre içinde herşeyden habersiz kullanmışlar diş fırçalarını.
Gerçekler acıdır/Metehandro acıtır//Pinokyo/BMX/Star103/Cobra105/Dt125/İnnova125/Lıberty200/Ybr125/CBF150/PCX/Activa/Inazuma/NC700S/750S/750 X/750SDCT
(1992/2020) Köftestar&Pandastar&Banstar
-
İyi hoş güzel de yarın sabah tören var. Saatler de ileri alındı. Hadi iyi geceler iyi bayramlar. Ben yatar.
Gitti TDM kaldık yine ybr ile başbaşa..
Reklamlar
Konu içerisindeki kullanıcılar
Şu an bu konu içerisinde 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 misafir)
Bu Konudaki Etiketler