Serzenişler ve yazılanlar tamamen doğru, bunun sebebi " böyle gelmiş böyle gidiyor " tarzı saçma "atasal" geleneklerdi diye düşünüyorum ama artık " böyle gidiyordu, bundan sonra böyle gitmeyecek " kısmını çevremize, çocuklarımıza aşılamamız lazım, en azından bu şekilde kendi mikro çevremizi şekillendirebiliriz, biraz da bu işler " büyüklerin dediği ve yaptığı doğrudur, örnektir " temeline de dayalı ama artık o devirler geçti tabii, artık biliyoruz ki doğru ya da iyi olmanın yaş ile ilgisi yok, ahlaki eğitim, vicdani gelişme ve görgü ile ilgisi var, eskiden büyüklerin sözü üstüne söz söylenmez, dedikleri kesinlikle doğru kabul edilirdi, artık böyle değil, iyi ki değil.
Özetle ; hayatının büyük kısmını Max. 50 km kare alanda geçiren büyükler yüzünden bu iğrenç muhabbetler böyle şekillenmiş olabilir, insan bir merak eder " dış dünyada neler oluyor ? başka kültürler nasıl yaşıyor ? " diye .. Yani insanın başına aslında yine büyüklerin dediği gibi ya meraktan ya (y)...dan gelen kötü bir şey yok .. bu söz bile bir frenleme yaratıyor ne acı .. merak edeceksin, keşif edeceksin, karşılaştırma yapacaksın .. ona göre hayatına şekil vereceksin ..
Ben doğduğumda amca oğlum ile ta(..)klarımızı karşılaştırmışlar " hangisi daha büyük " diye, ulan siz sapık mısınız 😁 Hala babam ile amcam yer yer " bizimki daha büyüktü " falan sohbeti yapar, bu nasıl mantık baba ? Sana buradan diss atıyorum, yanına gelince okutacağım yazdıklarımı utan be adam ayıptır 😅
Her şey şu kullanmayı bilmediğimiz sosyal medya kanalları yüzünden. İnsanlar yediğini, içtiğini, giydiğini, gezdiğini, ev halini, her şeyini paylaşmaya başladı. Hal böyle olunca da karşıdakine de sormaktan çekinmez oldu.
Benim en uyuz olduğum da ısrarcı olma huyumuz. Yabancı arkadaşlarıma istemiyorum diyorum konu kapanıyor, bizimkileri ekmek için ise aile büyüklerinden birini öldürmek zorundayım..
Abi bu durum artık ( OHAAA ) ötesi bir şey olmuş. Bu konu fikir beyan etmek istemmiyorum. Esas konuya
dönersek , kullanmayı çok sevdiğim iki sözcük var --SANA NE-- . Ne yazık 39 yıllık eşim bu iki sözcükten çok alınıyor. Ya hu Hanım;-- sen hangi arkadaşına gittin , hangi akrabanla görüştün -- diye
soruyor muyum ben sana. YOOO. Peki ya sen bana-- kime gittin , ne kadar durdun, ne konuştun -- deyu
sual edersin ki. Hele hele de motosiklet söz konusu olduğunda, yahu muhterem sen zaten iki teker ismini
dahi duymak istemiyorsun, SANA NE benim hangi demirden beygirciyle kaç saat, ne sohbeti yaptığımdan ?
Ondan sonra da biz SANA NE dediğimizde MÜCRİM oluyoruz. Haa,, benim eşimle aramda olması gereken özel
hayatın masuniyyeti bile bu derece önemliyken, ulan dingil, sen kim oluyorsun da, bana A marka yerine
B marka küheylan aldığımın hesabını istiyorsun ? Gerçekten ülkemde insanlar ÖZEL HAYAT mevzuunda
ZIR CAHİL değil , ZIR ZIR CAHİLler. İnsanlara saygının lafta değil yaşamda gerçekleştiği bir Türkiye
ümidiyle.
---------- Mesajlar birleştirildi - 06:54 ---------- bir önceki mesaj zamanı 06:41 ----------
Gökhan niye gizledin ki noktalarla. Açık açık yazaydın ya ; insanın başına ne gelirse ya meraktan ya da
şimşir taraktan diye.
---------- Mesajlar birleştirildi - 07:05 ---------- bir önceki mesaj zamanı 06:54 ----------
Bu arada övünmek gibi olmasın da şu ; ya meraktan ya da şimşir taraktan ifadesi Ali ağabeyinizin güzel
Türkçe miz literatürüne kazandırdığı yeni bir deyimdir.
---------- Mesajlar birleştirildi - 07:13 ---------- bir önceki mesaj zamanı 07:05 ----------
Aynen MOTO TERAPİ lafzında olduğu gibi. En azından M.T. ehalisi içerisinde bu moto terapi deyiminin
yaygınlaşacağını ümit etmiştik . SÜKUTU HAYALE uğradık.
Bu sadece şahıslarla ilgili değil ki? Kurumlarda farklı mı ?
Eşim öğretmen, gecenin 21.00 ında müdür toplantı yapıyor on-line, veya Cumartesi- Pazar. Ya da ben hekimim , adam benim özel numaramı bir yerlerden bulup gecenin saçma sapan saatinde bana özel sorunlarından bahsediyor? Arkadaş biz sizin köleniz miyiz? Canınızın istediği saatte istediğiniz gibi arayıp , toplantı düzenleyip, derdinizi çözmeye uğraşıyorsunuz. Bu iş için ayrılmış "mesai saati" diye bir kavram var hiç haberiniz var mı? Bunun için kurulmuş kurumlar var biliyor musunuz ? Adam koskoca Bakanlık yetkilisi , kurumunu WA gurupları üzerinden yönetiyor. Güler misin ağlar mısın ?
Aslında bu kavramlardan haberi olmayan insanlar özel hayatında da , iş hayatında da aynı şekilde davranıyor. Kimse de düzeltmeye uğraşmıyor. Öğretme çabası yok.
Ali abi, "ya meraktan ya da şimşir taraktan" deyimini tuttum. Bundan sonra iznin olursa kullanmak isterim.
Ya biz sıcak akdeniz ülkesi insaniyiz ya galiba ondan dolayı fazla cıvık hareket ediyoruz. Resmi olamıyoruz. Resmi ortamlarda sıkılıyoruz. Genlerimize işlemiş.
Bi özel hayata müdahele etmeye, öğrenmeye hevesli grup var, bir de özel hayatını paylaşmayı acayip sevenler.
Geçen 1 senedir aynı sokakta oturduğumuz, tanışmadığımız komşuma selam verdim, 5 dakika da tüm hayatını öğrendim neredeyse.
forumda bile var gerçi.
hatta türkiyeden olmasına bile gerek yok, forumda yurtiçi yurtdışı bir grup her türlü fikrine , yaşadıgına yorum yapabilecek salaklıkta.
He bir de bu şekil tüm hayatını anlatan tipler var ya insanı deli eden. Bir dakikalık olayı on dakikada yaydira yaydira anlatan. Hiç gerekmediği halde saçma sapan konuları konuşan.
Kafam almaz oldu bir yolunu bulup kaçmak en iyisi.
Aslında yüzüne karşı ben bunları dinlemek zorunda değilim demek lazım ama yufka yürek keşkül gibi titriyor anasını satayım.
Ama yok hocam böyle söylemekte yakışık almaz, bu fazlaca Amerikanca bir yaklaşım olur Bize yakışmaz bu tutum.
Adam dalgındır, gevezedir, birşeye sıkılmış konuşacak birini ararken seni bulmuştur vs vs. "Hey lanet olasıca, ben seni dinlemek zorunda değilim, canın cehenneme dostum" gibi söylemler bize yakışmaz hocam. Empati yaparsan bir gün sende dalgınlıkla birisine lafı az fazla uzattığında karşındaki sana "lafı fazla uzattın, seni dinlemek zorunda değilim" diyerek dönüp gitse ne hissedersin?
Bu durumlarda biraz kıvrak zekalı davranıp konuyu geçiştirmek çok daha makul olmaz mı? Adamın konuşması seni yorduysa hemen ufak bir bahaneyle konuyu değiştirip sonucu öğrenmek o kadar da zor değil. Yada ayak üstü biryere giderken birisi lafa tuttuysa kibarca bahane sunup "aaa çok geç kalmışım, başka zaman uzun uzun devam ederiz, kusura bakma" deyip tüymek çok daha yakışık alır değil mi mesela?
Aslında bizim insanımızı yabancılardan ayıran bu sıcakkanlı davranışları. Tamam özel hayatı pek umursamıyoruz, biraz kabayız, hatta hanzoyuz ama genele bakınca yine iyiyiz be hocam.
Bir anadolu köyüne gidince o köylüler hala yabancıları el üstünde tutuyor, ellerinden geldiğince güzel ağırlamaya çalışıyor, bir ihtiyacın varsa yardıma koşuyorlar. Kimse "Hey dostum biz buralarda yabancıları hiç sevmeyiz" demiyor. En azından ben bunca yıldır böyle diyen bir köylüye daha denk gelmedim
Yani hep kötü tarafından bakmayı bırakıp biraz da iyi tarafından bakmak lazım bence. Bir şekilde orta yolu bulmanın mümkün olduğunu düşünüyorum.
Tamamen batı gibi olmamıza gerek yok. Sonuçta biz sıcakkanlı milletiz. Sadece sıcakkanlılıkla başkalarını rahatsız etmemeyi ayıramıyoruz. Sokakta böğüre böğüre telefonla konuşmak sıcakkanlılık değil mesela.
Kesinlikle doğru. Sokakta bağırarak konuşmak, arabanın sesini son ses açıp insanları rahatsız etmek, arabaya veya motora açık egzoz takıp gece yarısı böğürte böğürte insanları uykusundan uyandırmak... Bunlar çok büyük saygısızlık hatta hayvanlık.
Ama bunlar bizim güzel kültürümüzün bir parçası değil, sonradan ortaya çıkan aile terbiyesi almamış görgüsüzlerin işi.
Ama yine de bizim sıcakkanlı ve iyi niyetli insanlarımız olduğu gerçeğini de değiştirmiyor. Biz batı medeniyetlerine özenirken o batı medeniyetlerinde yaşayanlar bizim eski anadolu örf ve adetlerimizi görünce bize özeniyorlar.
Bizim batıdan sadece adalet anlayışlarını almamız yeterliydi. Bizim ülkemizin bence tek eksiği adalet. Geri kalan örf, adet, yaşam kültürü ve insanlık olarak aslında çok daha iyiyiz.
En büyük eksiğimiz adaletin olmayışı. Sırf adaletin ve yasaların düzgün uygulanmayışı medeneyitten uzak karaktersizlerin ciddi bir ceza almayacaklarını bildikleri için her türlü hayvanlığı rahatça yapmalarına zemin hazırlıyor. Ve sonuçta bütün bir toplumu bozukmuş gibi gösteriyor.
Eğer siz sokakta telefonla bağırarak konuşmuyorsanız, ben konuşmuyorsam, hokakey de konuşmuyorsa, bu toplumda hala bir şeyleri doğru yapanlar var demektir. Klişe olacak ama iyinin olduğu yerde ümit de var demektir
Valla birisi öyle dese özür dilerim başını ağrıttım der susarım.
Bana köylü örneği verme çünkü eski şehirli yarı köy yarı kasaba insanıyım. Köy insanının kılcal damarlarına kadar bilirim. Yardim ederler, hoş davranirlar ama menfaatçidirler. On cm. toprak için birbirlerini vururlar. Siz onlara benzeyene kadar yardım ederler. Onlara benzemezseniz dışlarlar. Kimse benimle köy hayatı ve köylü hakkında iddiaya girmesin, tokat manyağı yaparım.
Köylüler konusunda aynı düşüncedeyim , gelip geçiciyseniz sıkıntı yok, muhabbet de olur, ikram da olur. Yerleşin bakalım neler oluyor ? Hele de camiiye gitmiyorsanız, malum partiye oy vermiyorsanız, düzenlerine ayak uydurmuyorsanız çoğu yerde sizi Türk filmlerinden beter ederler. O filmlerin tümünün gerçek hayatta karşılığı vardır, boş hikayeler değildir.
Tr'de en büyük sorun köylünün şehire taşınması ile başlamıştır. Bendeniz de köyden şehire göç etmiş bir ailenin çocuğuyum. Ne köylü idik ne de şehirli. Şehirde yaşamamıza rağmen bedenen ve zihnen köyden kopamadik.
Köylü kurnazdir. Küçük hesaplar peşinde koşar. Dünyası dardır. Kolektif zihniyete sahip değildir. Estetikten yoksundur. Bugün dünyadaki tüm zihnî devrimler şehirliler tarafından gerçekleştirilmiştir.
Eskiden insanlar dünyayı köyünden ibaret saniyorlarmis.
Bu saydiklarimdan ötürü köylünün ezilmesi, hor görülmesi anlamı çıkmasın. Sadece köylü köyde, şehirli ise şehirde kalmaliydi diye düşünüyorum. Köylüyü şehire doldurursaniz şehiri de koca bir köy haline getirirler ki günümüzde yaşadığımız şey tam olarak da budur.
cemaat toplanın tespitim var. Yazdıklarımı okuduktan sonra ufak çaplı bir aydınlanma vaat ediyorum. Hayde bismillah
Şimdi arkadaşlar daha öncede biyerlerde belirtmiş olabilirim, ben Türk erkeğinin problemini "karaktersizlik", Türk kadının problemini ise "istilacı karakter" olarak değerlendiriyorum. Karaktersizlik derken hakaret olan değil tabi, karakter yoksunlugu.
Şimdi argümanımızı destekleyelim.
1-Ebeveyn dogumdan itibaren çocuguna hiçbir şekilde özgürlük alanı vermez. Bebekken yanında yatırır, yürürken "yavrım çocum düşme etme eyleme" deyip dogru duzgun yurumesıne musade etmez, 18 yaşına gelmiş çocugun sırtına havlu koyar, 25 yaşındaki cocuguna meyve soyar getirir, 35 yaşında işssiz cocuguna cep harçlıgı verir.
2-Ancak karakter oluşumu için kişisel alan olması gerekir. insan özgürlük alanında yalnız kalmalı, etrafına açıldıkça sınırlarını kendisi keşfetmelidir. Canı yanınca durması gerektiğini, başarılı oldugunda ilerlemesi gerektiğini, neyi sevip neyi sevmediğini ancak ve ancak kendi konfor alanının etrafına açılıp, dış dünyayı keşfederek öğrenmesi gerekir.
Bireyin Sınırlarını keşfetmesine imkan saglamayan ebeveynler, üniversite hayatıyla cocugunu terk edince, o birey sudan çıkmış balık gibi mal gibi kalır.
Kendi sınırlarını bilmez, güvensizdir. Hacıyla hacı, hocayla hoca, rockçıyla rockçı, şakirtle makrube olur. Bu cepte kalsın.
Türk kadını için durum biraz daha farklı.
Türk erkeği için özgürlük alanı yoktur ama, en azından stabil bir koruyucu kafes vardır. Ancak Türk kadını için durum daha da vahim. Kadın için de özgürlük alanı yoktur. Dahası dışardaki her bir yaşayan canlının uyguladıgı baskı sebebiyle, kadın vakumlu bir ambalajın içinde hapsolmuş yiyecek misali, o baskıyı iliklerine kadar hisseder. Bu durumun sonucunda;
1- kadın çocukluktan itibaren savaşmayı, dış baskının daralttıgı özgürlük alanını genişletmek için mücadele vermeyi ve yalan söylemeyi öğrenir.
2- bu mücadelenin sonunda özgürlük alanını söke söke alır. Ancak, kendine yarattıgı bu alan, hep bir mücadele ve savaş sayesinde oldugu için, kadının oluşturdugu kişisel alan, doğal keşif sonucu oluşan karakter sınırının içindeki alan değildir.
3- Kadın için bu baskının hafiflemesi, ancak ve ancak evlendiği zaman olur. işte burda işler ilginçleşiyor.
4- Sürekli etraftan gelen yogun bir baskı ile mücadele etmek zorunda kalan kadın, o baskı ortadan kalkınca afallar. Boşluga düşer. Hayatı boyunca bildiği, öğrendiği tek şeyi yapar: sınırları arar, kendi benliğinin etrafındaki alandan olabildğince uzaklaşır.
Karakter, kişisel alanı çevreleyen sınırdır demiştik.
Erkeğin sınırı yok kadının ise istilacı bir karakteri var. Sonra ne olur? Ne oldugunu hepimiz biliyoruz. Kadın erğin ümüğünü sıkana kadar bunaltır. Kişisel alan bırakmaz. erkek ne yapacagını bilemez, çünkü onu çevreleyen karakter duvarı yoktur. savunmasızdır.
Sonra kadın erkeğin cep telefonundaki msjlardan, donundaki sidik damlasına kadar herşeyini didik didik eşeler. Erkek bunalır, sonra neler oldugunu zaten hepimiz 3. sayfa haberlerinden okuyoruz.
Bu yazdıklarımda kişisel birşeyler bulamadıysanız, şanslısınız. Çünkü Bizim çocuk yetiştirme kültürümüz bu.
Hepinize saygılar.
Bugün covid aşısı oldum. 15 dakika malüm bekletiyorlar herkesi, bi dayı geldi yanıma oturdu.
-Ne iş yapıyorsun?
-Nerede oturuyorsun?
-Ne kadar kazanıyorsun?
-Araçla mı geldin?
-Evli misin falan yardırıyor dedim herhalde bana yürüyor dayı en sonunda dediki hadi kalkalım artık benide şu ileriye bırakırsın dedi :D Yalnız ben motorla geldim diyince kalktı gitti yanımdan :D :D
Instagram: Ekremalp85
Youtube: Ekrem Alp
Şu an bu konu içerisinde 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 misafir)