bana gelen maillerden biri.ben çok beğendim ve duygulandım. copy yaptım kusura bakmayın.Ağlamamak elde değil. saygılar
******
> >*Lütfen Sonuna kadar okuyunuz...Son bölüm eminim sizi de biraz
>carpacaktir(.Ben ağladım )Ama gene de ben onlarin cok azinlikta
>olduklarina, buyuk cogunlugun hala bizi bugunlere getirenlere layik
>olduguna inaniyorum. Iyi okumalar. Dr.A.Nazmi ÇORA*
> >Benim görüşüme göre şu anda Türkiye 2 ye ayrılmıştır.
> >1.Vatanını sevenler ( Sevenler ama ne yapacağını bilemeyenler dahil)
> >
> >2.Vatan hainleri ( Bunlar da a.bilinçli vatan hainleri b.Bilmeden
>vatan hainlerine yardımcı olan hainlerin psikolojik hareketına inananlar)
> >Merhaba,
> >Kovanında Gazisi olurmu, oluyormuş. İbretle ve keyifle okudum. Onlara
>gıpta ettim. İnanmışlardı. Başardılar. Bizlerin ise teker teker
>inaçlarımızı yıkıyorlar.Ancak ben bütün bunlara rağmen güzel günlerin
>Çocuklarımızı beklediğine inanıyorum.
> > GAZİKOVAN
> >Mart 1921 - İnönü Ovası İnsanın iflahını kesen buz gibi bozkır
>ayazında Ethem Çavuş'un sırtı üşüyor, avuçları ise kızgın mermi
>kovanlarına çıplak elle dokunduğu için alev alev yanıyordu. Top atışı on
>sekiz saattir durmaksızın sürüyordu ve bunca süreden sonra elleri
>neredeyse
> >duyarsızlaşmıştı.
> >
> >Sabit, artmayan, ıstırap verici sayılmayacak basit bir sızlama gibiydi
> sadece. Oysa her iki avucu da tamamen su toplamış, kabarmıştı. Mart
>ayazında esen poyraz, İnönü ovasından kalkan tozu düşmana doğru süpürüyor,
> süvariler düşman hatlarına doğru, poyrazdan da hızlı hücum ediyorlardı.
>At kişnemeleri, top gümbürtüleri, insan çığlıkları, tüfek sesleri, süngü
>ve kılıç şakırtıları birbirine karışmış, Ethem Çavuş'un yarı sağır
> >kulaklarında değişmez, bitimsiz bir savaş uğultusu haline gelmişti.
>Her ses o tek sesin minik bir harmoniği, o polifonik ezginin bir anda
>işitilip kaybolan notaları gibiydi. Ethem Çavuş, 75 mm'lik topu
>durmaksızın dolduruyor, her seferinde besmele çekip keşif
> >kolundan bildirilen menzillere kıyamet yağdırıyordu.
> >Artık otomatik hale gelmiş hareketlerle sandıktan mermi alıyor, topa
>sürüyor, ateşliyor, boş kovanı çıkarıp ayaklarının dibindeki başka bir
>sandığa atıyordu. O anda eline bir somun ekmek verseler, onu bile topun
>mermi yatağına sürebilirdi.
> >Sandıkta kalan sondan üçüncü mermiyi aldığında bir an duraksadı.
> >Merminin üzerine bir çaput sarılıydı. Hareketini yavaşlatan bu
>saçmalığa söverek çaputu sökerken avucuna kalem büyüklüğünde demir bir
>çubuk düştü. Çaputun ve çubuğun anlamını çözmeye çalışırken sarı metalden
>mermi kovanına kazınarak yazılmış yazıya gözü ilişti.
> >Okumaya vakti yoktu. Mermiyi topa sürüp ateşledi. Demir çubuğu cebine,
>boş kovanını ise bu sefer sandığa değil yere attı. Taarruza ara
>verdiğinde merakını uyandıran yazıyı okumak istiyordu. Birkaç dakika
>sonra soğumuş olan kovanı kaybolmaması için yerden alıp mintanının
>yakasından içeri attı.
> >Akşam ezanı vaktinde çarpışma durulmuş, mevzileri ileri, düşman
>hatlarına doğru ilerletme emri gelmişti. Batarya komutanı, Ethem Çavuşa
>istirahat verdi. Yarım saatlik istirahatta erler top arabasını
>çekerlerken o da yemeğini yiyecek, namazını kılacaktı. İlk iş olarak boş
>kovanı çıkarıp üzerindeki yazıyı okudu.
> >Kovanın üzerinde "Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8.Batarya
>26 Rebiyülahir 1339* İnönü" yazıyordu. Birinci İnönü savaşının en kızgın
>günlerinden birinde düşülmüş not ve mermiyle gelen demir çubuk, İmalat-ı
>Harbiye atölyelerinde çalışanların bir mesaj istediğini gösteriyordu.
>Boşalan kovanlar Ankara'daki atölyelere yollanır, oradan tekrar doldurulup
> cepheye dönerdi.
> >Üç saat sonra gecenin iyice çökmesiyle savaş tamamen durulmuş,
>birlikler yeni mevzilerine yerleşmişti. Ethem Çavuş, cebindeki demir
>çubuğu çıkarıp bir köşeye oturdu. Ucu sivriltilmiş çubuk, bakır
>ustalarının 'kalem' dedikleri, metal üzerine desen oymaya yarayan keskin
>bir aletti. Eline yumruk büyüklüğünde bir taş alarak hafif tıklamalarla
>kendi mesajını kovana kazıdı. "Aksekili Ethem Çavuş 8.Alay 3. Tabur
>1.Batarya 20 Recep 1339** İnönü"
> >* * *
> >Beş gün sonra Ankara Atölye'nin bir köşesinde cepheden gelen
>sandıkları açan kalfa, tezgâhlardan birinde harıl harıl çalışmakta olan
>ustaya seslendi.
> >Sesinde, eşi doğum yapmış bir adama bebeğini müjdeleyen ebenin
>heyecanı vardı. "Kâmil Usta! Müjdemi isterim! Senin yavru cepheden
>dönmüş!" Tüm personel kalfanın ne söylemek istediğini anlamıştı.
> >Kısa bir süre için işler durdu. Hepsi sandıkların olduğu kısma
>koşturarak kovanın üstündeki yazıyı okumak için toplandılar. Tabii ki bu
>şeref Kâmil Ustaya aitti. Yüksek sesle Ethem Çavuşun notunu okudu.
> >Atölyede bir bayram havası esmişti. Tüm çalışanlar, Kâmil Ustayı yeni
>baba olmuş biriymiş gibi kutluyor, hayır dualar ediyorlardı.
> >Ustalar, iş tezgâhlarından birinin başında toplandılar. Kâmil Usta
>kovanın ağzının eğilen yerlerini düzeltip özenle kapsülünü yeniledi.
> >İçine barutunu doldurduktan sonra yeni bir çekirdeği kovanın ağzına
>oturttu. Mermi hazır olunca, Ethem Çavuşun kovanın içinde geri yolladığı
>çelik kalemi yeni bir çaputla merminin üzerine sardı.
> >Kundaklanmış mermiyi şefkatle tutarak yeni doldurulan bir sandığa
>yatırdı.Çalışanlar hep bir ağızdan "Allah kavuştursun" diyip işlerinin
>başına döndüler. Kâmil Usta, halen açık duran sandığa yatırdığı mermiye
>hüzünle bakıp "Selametle git aslanım. Allah muvaffak etsin. Çok bekletme
>bizi" dedi.
> >Kovan, Birinci İnönü savaşı sıralarında üzerindeki ilk notla Kâmil
>Ustanın eline geçtiğinde bu fikir doğmuştu. Karahisarlı Seyfi Çavuşun
>başlattığı bu geleneğin süreceğinden emin değildi; ama denemeye değerdi.
>Nitekim Aksekili Ethem Çavuş umutlarını boşa çıkarmamıştı.
> >Cephede patlayan her merminin kovanı buradaki ustaların elinden
>geçtiğine göre bir aksilik olmazsa yeniden görüşeceklerdi.
> >* * *
Eylül 1922 - Ankara Bir buçuk yıl içinde kovan sekiz kere
>daha
> >atölyeye uğradı.
> >Üzerindeki mesajların sayısı da sekize ulaşmıştı. Mesaj yazanların
>sekizi de başka alay ve taburlardan farklı kişilerdi. Kovan her keresinde
> atölyedekilere daha büyük bir coşku yaşatıyor, istiklâl savaşının her
>zorlu durağından Ankara'ya barut, kan ve zafer kokusu taşıyordu.
> >Türk ordusunun İzmir'e girdiği gün Ankara'da bayram havası eserken
>kovan yeniden gelmiş, ama bu sefer tüm atölyeyi yasa boğmuştu.
> >Kovanın içinde, çelik kalemin yanı sıra bir mektup ile bir tane de
>bakır künye vardı. Kovanın üzerine kazınmış dokuzuncu notta; "Karahisarlı
>Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8. Batarya 12 Muharrem 1341*** Banaz"
>yazılıydı. Atölyedekiler mektubu açıp okumaya koyuldular;
> >"Bismillahirrahmanirrahim.
> >Selamün aleyküm gayretperver ustalar. Allah'a şükürler olsun ki
>mendebur düşman kaçıyor. Muzaffer Türk ordusu beş gündür durup
>dinlenmeksizin kâfiri kovalıyor. Güzel İzmir'e, kalplerimizdeki imânımız
>kadar yakınız artık. İki gün evvel Banaz'daki muharebede bataryamın
>çavuşlarından Seyfi, kalleş düşmanın kurşunuyla şahadete ermiştir.
>Cenazesini sıhhiyecilere teslim etmeden önce mintanının içinde bu kovanı
>buldum. Malumunuzdur ki vefat eden neferin künyesi ailesine yollanır.
>Lâkin beş gün önce Karahisar'ı ele geçirdiğimizde, Seyfi Çavuşun
>ailesinin düşman tarafından katledildiğini öğrendik. Bu kahraman Türk
>evladı kederini yüreğine gömüp anacığını, babacığını defnedemeden
>düşmanın peşine düştü. Üç gün sonra kendisi de hakkın rahmetine kavuştu.
>Kovandaki yazılardan anladığım üzere bu topçu neferlerin bir ailesi de
>sizler olmuşsunuz.
> >Bu sebeple Seyfi Çavuşun künyesini sizlere yolluyorum.
> >Başınız sağ olsun. Hayır dualarınızı bizlerden, Fatihalarınızı aziz
>şehitlerimizden esirgemeyiniz. Hakkın rahmeti üzerinize olsun. Yüzbaşı
>Muhsin Talat. 4. Alay 2. Tabur 8. Batarya 14 Muharrem 1341 Salihli"
> >Mektup bittiğinde tüm personel ağlıyordu. Atölyeye bir ölüm sessizliği
> çökmüştü. Hiç tanımadıkları halde iki satır yazıyla kardeş oldukları
>Seyfi Çavuşun ardından Fatiha okuyup amin dediler.
> >Amin, işin bahanesiydi. Ellerini yüzlerine sürüp çevrelerine belli
>etmeden gözlerini silmekti dertleri. Oysa her biri bir diğerinin de
>ağladığını biliyordu. Dışarıdan gelen neşe dolu marş sesleri bile
>kederlerini dağıtamıyordu:
> > İzmir'in dağlarında çiçekler açar
> >
> > Altın gümüş orda sırmalar saçar
> >
> > Bozulmuş düşmanlar sel gibi kaçar
> >
> > Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa
> >
> > Adın yazılacak mücevher taşa.
> >
> >
> >
> >Kâmil usta yutkunarak tezgâhının başına oturdu. Kovanı yeniledi ama bu
> sefer, minik iki perçinle Seyfi Çavuşun künyesini kovanın dibine çaktı.
>Yine her zamanki merasimle mermiyi kundaklayıp sandığa yatırdı. Oysa o
>mermi bir daha düşman mevzilerine gönderilmeyecekti.
> >* * *
> >Ocak 1923 - Ankara Savaşın bitmesinin ardından Ankara'daki mühimmat
>depolarında sayım ve temizlik yapılıyordu. Sandıklar tek tek açılıyor,
>mermiler sayılıp yeniden sandıklanıyor, kayda geçirilip daha tertipli bir
>cephaneliğe gönderiliyordu. Teğmen Hamdi Vâsıf, Kâmil ustanın hazırlayıp
>kundakladığı mermiyi buldu. Böyle bir anının -belki de yıllarca-
>sandıkların içinde kalmasına gönlü elvermedi. Ciddi bir suç işliyor olmayı
> göze alıp mermiyi evine götürdü. Niyeti, ömrünün sonuna kadar mermiyi bir
> anı olarak saklamaktı. Öyle de oldu; ama mermi bir kez daha
>kullanıldıktan sonra Hamdi Vâsıf'ın evinde, camekânlı konsolun içindeki
>yerini alacaktı. Üstelik teğmen, bir tesadüf eseri merminin hikâyesini
>öğrenecek, bu hikâyeyi hatıratında yazacaktı.
> >* * *
> >
> >29 Ekim 1923 - Ankara Teğmen Hamdi Vâsıf Ankara kalesine çıkan dik
>sokakları koşarak tırmanıyordu. Soğuğa rağmen kan ter içinde kalmıştı.
>Surlara ulaşınca 75 mm'lik toplardan birinin yanına koştu. Yarım saat önce
> 20:30 sıralarında meclisten, cumhuriyetin ilan edildiği duyurulmuştu. 101
> pare top atışıyla cumhuriyet kutlanıyordu ve Seyfi Çavuş'un mermisi bu
>şöleni kaçırmamalıydı. Yetmiş, belki de sekseninci atışta topçuların
>yanına ulaşabilmişti. Yüzbaşı Muhsin Talat'ın yanına giderek sert bir
>asker selamı verdi.
> >"Hamdi Vâsıf Edirne! Bir maruzatım var komutanım" Yüzbaşı sorar
>gözlerle genç subaya bakıyordu.
> >"Evet teğmenim? Sizi dinliyorum"
> >Teğmen, üniformasının içinden mermiyi çıkarıp yüzbaşıya uzattı.
> >
> >"Yüzbirinci pareyi en çok bu mermi hak ediyor komutanım. Müsaadenizle
>bu şerefi ondan esirgemeyelim"
> >Yüzbaşı Muhsin Talat gözlerine inanamamıştı. Sevinç gözyaşlarını
>tutamadı. Hamdi Vâsıf'a defalarca teşekkür ediyor, çevresindeki askerlere
> mermiyi sökebileceği bir iki alet getirmelerini emrediyordu.
> >O kadar heyecanlanmıştı ki neredeyse aralarındaki rütbe farkına
>bakmaksızın genç teğmenin ellerini öpecekti.
> >Mermiyi alıp çekirdeğini dikkatlice yerinden çıkardı. Kovanın tepesine
> bir bez parçası tepip iyice sıkıştırdı. Subay şapkasını çıkarıp surun
>üzerine koydu. Mermiyi şapkanın içine yatırdı. Toplar atışlara devam
>ediyordu. 82, 83, ...97, 98, 99...
> >On dakika kadar sonra, atışları sayan çavuş "Yüzüncüyü attık
>komutanım" diyince, Muhsin Talat, kovanı topun yatağına kendi elleriyle
>sürerek ateş emrini verdi. Subayların kılıçlarını çekerek selamladığı o
>son top sesi Ankara'nın her duvarından yankıyıp dört yıllık istiklâl
>savaşının tüm hikâyesini anlatmıştı sanki. Rütbe ve mevkilerine
>bakmaksızın topun başındaki tüm askerler kucaklaşarak birbirlerini
>kutladı. Son olarak Yüzbaşı Muhsin Talat ile Teğmen Hamdi Vâsıf
>sarıldılar. Kovan ayaklarının dibindeydi. Yüzbaşı eğilip saygıyla
>kovanı yerden aldı. Avuçlarının yanmasına aldırmadı bile.
> >Hamdi Vâsıf, yüzbaşının kovanı biliyor olmasına şaşırmıştı. Muhsin
>Talat, sorar gözlerle kendisine bakan genç subaya ötedeki, üzeri son
>baharın son kır çiçekleriyle ve iki küçük Türk bayrağıyla süslenmiş
>masayı işaret etti.
> >"Gelin teğmenim. Bizim çocuklar çay demlemiş. Çay içip sohbet edelim.
>Size kovanın hikâyesini bildiğim kadarıyla anlatayım ve sizin hikâyenizi
>dinleyeyim"
> >Dört gün sonra kovan, Millet Bahçesinde bir tahta masanın üzerindeydi
>ve çevresinde üç adam oturmuş sohbet ediyorlardı.
> >Yüzbaşı Muhsin Talat, Teğmen Hamdi Vâsıf ve Kâmil Usta. O gün
>aralarında bir karar aldılar. Kovanı her yıl cumhuriyet bayramında değiş
>tokuş etmek üzere nöbetleşe saklayacaklardı. Kovanın nihai sahibi,
>içlerinde en son ölen kişi olacaktı. 1936 yılında Kâmil ustanın ve 1942
>yılında Muhsin Talat'ın vefat etmesiyle kovan Hamdi Vâsıf Gazikovan'a
>kaldı.
> >1934'deki soyadı kanununda bu üç adam da "Gazikovan" soyadını
>almışlar, kovanın aracılığıyla isim kardeşi olmuşlardı. Aralarındaki ülkü
>kardeşliği ise zaten yadsınamazdı. "Kovan" sözcüğü insanlarda "Kovalayan"
>anlamını çağrıştırıyordu. Bu yüzden üç adam da soyadlarının anlamını
>sorana sormayana, hikâyeyi heves ve gururla anlatıyorlardı.
> >* * *
> >Temmuz-2005 İstanbul Gazikovan ailesinin evi
> >
> >"Alooo! İyidir kanki yaa nolsun! Siz ne ayardasınız? Bizim valide
>sultan akşam akşam iş çıkardı başıma... Taşınıyoruz ya; bodrumdaki
>öteberiyi toplayacakmışım. Bir sürü ıvır zıvır var. Bir hurdacı çağıralım
>dedim dinletemedim.... Ya ! Gelirim gelmesine de annem yaratık gibi
>dikilmiş başıma hareket çekiyor... Tamam baba. Araşırız. Baaay!"
> >Evin 20 yaşındaki oğlu Sertan telefonu kapatıp annesine ters bir bakış
> fırlattı; "Ne var yaa? Ne kaynaşıp duruyon?"
> >
> >"Doğru konuş yırtarım ağzını. Bodrumu toplamadan hiçbir yere gidemezsin"
> >"Tamam yaa! Toplayacağız işte"
> >
> >"Hadi sallanma"
> >Sertan karanlık ve nem kokan bodrumun ışığını yakıp ayaklarının
>dibinde yığılı karton kolilere sıkı bir tekme savurdu. Nereden
>başlayacağını bilmez bir halde kolilere bakarken bir tanesini sinirle
>tepetaklak etti. Koliden dökülenlerin en üstünde sedef kakmalı ahşap bir
>kutu gözüne çarptı. Kutuyu açıp içindeki kovanı çıkardı. Bir süre
>üstündeki Osmanlıca yazıları inceledikten sonra kutudaki meşin kaplı
>defteri eline aldı. Mürekkepli kalemle muntazam bir yazıyla doldurulmuş
>defteri okumaya koyuldu. Neyse ki defterdeki yazılar Latin alfabesiyle
>yazılmıştı; "Evlatlarım, torunlarım! Bu kovan şanlı bir tarihin
>tezahürüdür.
> >Üzerinde yazanları yeni alfabemizle bir arka sayfaya not ettim. Bu
>defterdeki hikâye ve kovan, sizlere intikal ettirdiğim en kıymetli
>mirâsımdır. Sakın ola ki yitirmeyin ve satmayın. Kıymet bilmezlerin
>himâyesine vermeyin. Gerekli hürmeti ondan esirgemeyin. Evinizde, vatan
>kadar kutsal yegâne varlık varsa o da bu emanetimdir. Hakkın rahmeti ve
>inâyeti üzerlerinize olsun. Babanız, dedeniz, Emekli Albay Hamdi Vâsıf
>Gazikovan. 29 Ekim 1953"
> >Hamdi Vâsıf ve eşinin 1956 yılında bir deniz kazasında ölmelerinin
>üzerine eşyaları, acılı aileye yardım etmek isteyen konu komşu tarafından
> toparlanıp oğulları Şerif ve kızları Hamiyet'in evlerine götürülmüştü.
>İşe yarar eşyalar iki evde kullanılırken, kutuların çoğu yıllar boyu hiç
>açılmamış, bodrum katlarda neredeyse çürümeye terk edilmişti. Babasının
>kovan hakkındaki hikâyesini defalarca dinlemiş olan Şerif Bey, bir yığın
>eşyanın arasından kovanı bulup çıkarmaya üşenmiş, her aklına geldiğinde
>bir sonraki sefere ertelemişti. Lâkin kovan gün yüzüne çıkamadan Şerif
>bey de Hakkın rahmetine kavuştu.
> >Ardında, hikâyeyi önemsemeyecek kadar az bilen iki evlat bırakarak.
>Hamdi Vâsıf'ın bu en değerli mirasına elli yıl sonra ilk dokunan,
>torununun çocuğu Sertan oldu.
> >Genç adam loş ışıkta defterin sayfalarını hızlı hızlı çevirerek her
>sayfadan birkaç cümle okudu. Defterde yazılanlar çok da ilgisini
>çekmemişti. O sırada çalan cep telefonunu yanıtladı; "Alooo! .....
> >Hadi yaa! Mega fikir!................Tamam moruk. Geliyorum. Bekleyin.
> >
> >Kızlardan kimler var?................Uff! Kadroya bak! Pelin'e
>dokunanı yakarım bilmiş olun"
> >Elindeki kovanla defteri duvarın dibine doğru fırlatıp bir küfür
>savurdu "Ulan başlarım kovanınadaaaa, defterine deee!" . Söve saya
>merdivenleri çıktı. Annesinin bağırtılarını kulak arkası ederek kapıyı
>çarpıp kendini sokağa attı. Alemlere akmaya gidiyordu.
> >Bir hafta sonra hamallar Gazikovan ailesinin eşyalarını Sarıyer'deki
>yeni evlerine indirirken, Maltepe belediyesinin temizlik işçileri ise boş
>evin önündeki karton kutuları çöp arabasına yüklüyorlardı.
> > Aracın hidrolik presi tıslayarak kutuları hazneye
> >sıkıştırırken yükselen çatırtılar, bir milletin kadir bilmezliğine
>yakılmış ağıt gibiydi. Çatırdayan, kovanın sedef kakmalı tabutu değildi
>tabii ki. Cumhuriyetin yitirilen ruhuydu. Mustafa Kemal'in tüm
>kötülükleri, cehaleti, geriliği ve aczi içine hapsedip kilitli bir
>şekilde milletine emanet ettiği Pandora kutusuydu. Çeyrek asır süren bir
>diriliş efsanesinin, yarım asır daha sonra gördüğü muameleye isyanıydı.
>Ve hatta, Sertan'ın yaşındayken şehit olan Karahisarlı Seyfi Çavuş'un
>kemikleriydi.
> >Sevgiyle kalın..
> >
> > -----------------------------------------
>*>-- Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden,
>içerideki cephenin suskunluğudur*
> >