Kafasını kaldırdı. Uzun bir süredir bankta oturduğunu biliyordu ama bunu tam olarak ne kadar zamandır yaptığını kestiremiyordu. Güneşin de etkisiyle iyice ağırlaşan bedenini taştan bir kütle gibi hissetti. Lanet olsun işte... yine hiçbir şey yapmadan oturuyordu. Amaçsızlığına nazire yaparcasına bir sigara yaktı. Yaklaşık olarak on metre ilerde bulunan banktaki kıza baktı. Ortalamaların üstünde bir güzelliği vardı kızın. Acaba yanına gitse... öylesine bir selam verse kendisiyle konuşur muydu kız? Bunu bilemezdi tabii ve denemeye de niyeti yoktu. "Zaten hep böyle yapıyorsun" diye kızdı kendine. "Her gün bir yerlerde oturup, bir şeyler yapıp yapmamak hakkında teoriler üretiyor ve hep bir şey yapmamakla kalıyorsun". Sıkıldığını hissetti ve bunda da alışılmışın dışında bir şey yoktu. Sadece kıza bakıyordu. Derin bir nefes çekti ve elindeki sigarasına baktı. Bakışında derin bir minnet ifadesi vardı. Sigarası her zaman yanındaydı. Sürekli yanında olan bir şeye açıklama yapmak zorunda olmamanın rahatlığıyla bir nefes daha çekti sigarasından ve artık bitti denecek kadar kısaldığından yere bıraktı. Sigara havada bir tur döndükten sonra çok da yüksek olmayan bir şangırtıyla yere çarptı.
Kafasını kaldırdı. Önce nerde olduğunu anlayamadı. Bir kaç saniye içinde gözlerindeki bulanıklık kaybolunca okulun kantinde olduğunu fark etti. Yere düşürdüğü çay bardağının şangırtısı adamı derin bir transtan uyandırmış gibiydi. Zor denebilecek bir sınavdan çıkmıştı ve kantinde çay içerek stresini atacaktı. Belki sınavın etkisiyle, belki de tamamen nedensiz olarak masada dalmış gitmişti. Acaba bu süre içinde kimse gelmiş miydi yanına. Kim bilir kaç kişi cevap alabileceğini umarak selam vermişti. Gerçi her ne olduysa artık bir önemi yoktu. Şimdi umursadığı tek şey bardağın çıkardığı ses yüzünden civar masalardan adama yönelen can sıkıcı bakışlardı. Eğilip bardağın parçalarını toplamayı düşündüyse de bunu yapmadı. Arkasına yaslanıp kafasını dışarıda basketbol oynayanlara çevirdi. "Belki de yapmam gereken şey budur" diye düşündü. Evet, gerçekten de zor ve sıkıcı bir sınavdan çıkmıştı ve belki biraz basket oynarsa rahatlayabilirdi. Ama dışarı çıkabileceğine ihtimal vermiyordu. Hatta sadece ayağa kalkmak bile oldukça zahmetli bir iş gibi görünüyordu adama. Yorgunluğun da etkisiyle iyice ağırlaşan bedenini taştan bir kütle gibi hissediyordu. Bu halde basket oynamazdı ve eve gidişini bile ertelemek zorundaydı. "Lanet olsun" dedi. Yüzünü tekrar masaya çevirdi. Boş gözlerle, masanın üstündeki kaleme doğru bir müddet baktıktan sonra uyumak istiyormuş gibi başını ellerinin üstüne gelecek şekilde masaya bıraktı. Tam masaya temas ettiği sırada az önce sınava beraber girdiği arkadaşlarından birinin sesini duydu… "heyy! ......."
Kafasını kaldırdı. Gözleri açıktı ama hiçbir şey göremiyordu. Gece veya gündüz olduğunu bile anlayamayacak kadar karartılmış odasındaydı. El yordamıyla aramasına gerek kalmayacağı kadar kolay bir yerde olan çakmağını aldı ve mumu yaktı. Şimdi içerisi en azından nesneleri seçebilecek kadar loştu. Aynı sesi tekrar duydu. "heyy! ......"… ve şarkı devam ediyordu. CD çaların sesi fazla açık değildi ama adam kendi bir konser salonunda, en büyük kolonun hemen dibinde gibi hissediyordu. Hâlbuki odasında yatağa oturmuş ve müzik dinliyordu. Çalan şarkı albümde orta sıralarda yer aldığına göre yaklaşık yarım saattir bu şekilde oturuyordu. Bacaklarında tatlı bir uyuşukluk ve ağzında dayanılmaz bir kuruluk hissediyordu. İki sorununu da halledilmesi için mutfağa kadar yürüyüp bir bardak su içmesi gerektiğinin farkındaydı. Ama bunu yapamayacağını da biliyordu. Çünkü hiçbir şey yapmamanın boşluğuyla iyice ağırlaşan bedenini taştan bir kütle gibi hissediyordu. Bacaklarının uyuşmasının pek bir önemi yoktu ve su içmeden uzun bir süre daha dayanabilirdi. "Neyse ki kalkmak zorunda değilim" diye düşündü ve hâlâ devam etmekte olan şarkıya odaklandı. Bu haliyle şarkı dinleyen birinden çok, acı çeken birine benziyordu. Bir-iki dakika içinde sınırlı hareketlerle şarkını ritmine eşlik etmeye başladı. Tam olarak şarkı dinlediğine emin olunabilecek bir görüntü vermeye başladığı sırada birden hareketsiz kaldı. Şarkının gürültülü bir sonu vardı ama ağır bir metal cismin sert bir yere çarptığında çıkardığı bir sese benzemiyordu hatırladığı kadarıyla. Şimdi duyduğu ses kesinlikle böyle bir şeydi. Hareketsizleşti… anlamsızlaştı.
Kafasını kaldırdı. Anlamsız bakışların, yerini dehşet ve çaresizliğe bırakması sadece bir saniye sürdü. Görenleri hayrete düşürecek kadar büyük bir soğukkanlılıkla "lanet olsun" dedi. Sadece lanet olsun. Eğer kamyon şoförü adamın kırmızı ışıkta geçeceğine yüzde bir bile ihtimal vermemiş olsaydı şu an asfaltta bir et ve kan peltesine dönüşmüş olacaktı. Neyse ki elektrik direğine arabanın yarısına kadar girerek atlatmıştı kazayı. "Lanet olsun... ne yapıyorum ben". "Yine daldım" diye düşündü ve yine kızmaya başladı kendine. Şoku çabuk atlatmıştı ama şimdi kendisine, geçirmekte olduğu sinir krizine benzer şey hâkimdi. Hiddetle arabanın direksiyonuna vuruyor ve bir yandan da bağırıyordu. "Müzik dinlerken dal, ya da kitap okurken, evde boş boş otururken ya da her ne zaman istersen. Ama araba kullanırken olmaz... araba kullanırken olmaz.". Ve fısıltıyla ekledi; "çünkü sen ölmeyi bile beceremiyorsun.". Arabanın etrafında toplanan gruptan iki kişi adamın yanına geldi. Kapıyı açıp adamı dikkatle dışarı çıkarttılar ve yere yatırdılar. Adam kısa bir süre kendini dinledi. Kazayı çiziksiz atlatmıştı ve hiçbir yeri ağarmıyordu. Gereksiz bir panik havası yaratılmaması için kalkmasının iyi olacağını düşündüyse de bunu yapamayacağını biliyordu. Az önce yaşadığı dehşet ve sinir krizinin de etkisiyle iyice ağırlaşan bedenini taştan bir kütle gibi hissediyordu. Gözlerini kapattı. "Heyecan bu mu acaba" diye düşündü. "Eğer kim olduğumu bilselerdi beni o arabadan bile çıkartmazlardı" diye düşündü. Gözlerinin hâlâ kapalı olmasına rağmen birilerinin başucunda olduğunu fark ettiren gölgelere küfretti.
Kafasını kaldırdı. Kimse yoktu. Araba da yoktu, direk de. Yattığı yer kaldırım diyebileceği kadar sert değildi. Etrafa bir göz atmasına rağmen nerde olduğunu anlayamadı. Burasının tanımadığı bir yer olduğuna emindi ve her neresi olursa olsun hakkında emin olduğu bir şey vardı… burası çok soğuktu. "Acaba bir arkadaşımın evi mi?". Bunu anlamanın iki yolu vardı. Ya bağıracak ya da kalkıp diğer odalara bakacaktı. Kalmayacağını biliyordu. Gördüğü ilginç rüyanın da etkisiyle iyice ağırlaşan bedenini taştan bir kütle gibi hissediyordu. Bağırmayı denedi. Başaramadı. Son bir gayretle -belki bir ipucu görürüm umuduyla- etrafına bakındı. Az önce yerlere saçılmış olarak gördüğü kâğıt parçaları hafifçe sallanıyordu. Bulunduğu odaya nerden geldiği belirsiz bir rüzgâr hâkimdi artık ve bu rüzgârı tüm soğukluğuyla bedeninde hissetmeye başladı. Vücuduna baktı. Lanet olsun… adam çıplaktı. Ama kendini çıplaklıktan daha yoğun bir şeyle ifade etme ihtiyacı duydu. "Lanet olsun" dedi. "Sadece çıplak değilim. Lanet olsun… bedenimde bile değilim". "Saf bir madde bu" diye düşündü. Soyutlaştığını hissedebiliyordu. Ruhu yatağın üzerinde hareketsizce yatıyordu ve kesinlikle bir ölüden daha fazlasıydı. "Neler oluyor" diye mırıldanırken sesi kesildi.
Kafasını kaldırdı. Binlerce nesnenin büyük bir hızla üzerine geldiğini gördü. Başı dönmüyordu ve bu gördüğü şey bir rüya değildi. Rüzgâr hala üzerindeki etkisini hissettiriyordu. Üzerine doğru gelen nesnelere tekrar baktığında hepsinin sabit durduğunu hayretle fark etti. Hareket eden kendisiydi. "Lanet olsun" dedi, "düşüyorum". "İyi ama nerden… ve nasıl" diye düşündü. Cevabını bilmiyordu ve elinde bir tek gerçek bilgi vardı. Düşüyordu. Anlayamamanın ve çaresizliğin etkisiyle iyice ağırlaşan bedenini taştan bir kütle gibi hissediyordu. İlk başta üzerine geldiğini zannettiği nesnelere tekrar baktığında hepsinin artık seçilebilecek kadar büyüdüğünü gördü. Demek ki sona gittikçe yaklaşıyordu. Finale yakışır bir cümle düşündü ama aklına daha öncelerde sıkça söylediği kelimelerden başka bir şey gelmedi. "Öyle ya da böyle, bitecek". "İşte bitiyor" dedi. Ne olduğu hakkında hiç bir fikri olmadığı ama nedensizce merak ettiği cevaba o kadar yaklaşmıştı ki. Ölümdü bu. Kendini şartlandırmaya başladı. "Panik yok... panik yok. Mantığını koru ve ölürken neler olduğunu fark et". İşe yarayacağı inancıyla zihnini boşalttı. Heyecan yoktu. Var olan tek şey gittikçe büyüyen nesnelerdi ama adam sadece asfalta bakıyordu. Birden aklına gelen bir soruyla irkildi. "Yoksa bu intihar mı?". Cevabını düşünecek vakti kalmamıştı. Ölürken, olanların bir intihar olup olmadığı sorusu vardı zihninde ve sonrası o kadar karanlıktı ki... siyah'tı...