Selam forumdaşlar, öncelikle biraz kendimden bahsedeyim. 2004 yılında ...... üniversitesi bilgi işlem şefliği görevimden istifa ederek Seçluk Üniversitesinde İngilizce Öğretmenliği okumak üzere yola çıktığımda hayallerim ve ideallerim vardı. Üniversitede aldığım eğitimi gün ve gün gözden geçirip eksiklerimi tamamlamaya çalışırken bölümdaşlarımın bazılarının İngilizceden birhaber ingilizce öğretmenliğini bitiriyor olmalarına da ayar olurdum. 2009 yılında ilk kez sınıfa girip kürsüde dikilene kadar her şey iyiydi. Ankara'nın Çubuk ilçesinde bir meslek lisesindeydim. İlk gün anlamıştım ki "öğretmen mi? yatıyor abi onlar" inancının aksine gecelerim uykusuz geçecekti. Uykular ziyan olacaktı düşüncelerin elinde. Kafa yastığa rahat konmayacaktı.
Her zaman hiç kimsenin çalışmak istemediği o kavgacı küfürbaz öğrencilerin var olduğu meslek liselerinde görev yapmak için bütün tanıdıklarımı devreye soktum. Benim işim onlarlaydı. Zaten her şeyi kendi yapan öğrenciye televizyon da ders anlatır, o zaman televizyondan farklı olmalıydım. İlk işim küfür alışkanlığıydı. Yasaklamıştım küfür etmeyi. Ama benim yasağım disipline vermek kötü not vermek falan değildi. Bariz "konuşmam küfür edenle" diye tehdit ettim. Herkesin sınıfı geçeceğini ilk dersten beyan ettim. Kavgalara müdahale ekibindeydim hatta o ekipte sadece ben vardım. Aynı siyasi görüşün farklı fraksiyonlarından öğrencilerin kavgasını (150 kadar öğrenci) ayırmaya polisin gücü yetmeyince eşi polis olan öğretmen arkadaş asayiş baş komisere beni göstermiş, "o ayırır" demiş. Gelip rica edince "baş komiserim ben de çocuklarımı tehdit etme faslınızın bitmesini bekliyordum. Baştan söyleyim, gözaltı vs. yok." dedim. Başıyla onaylayınca, "olmadı çocuklar, ben size sevgiyi öğretmeye çalışırken, siz burda birbirinizi dövüp sonra bu kahramanlığınızı mı anlatacaksınız?, bu mudur size öğrettiklerim" diye grupların başlarındakilere fırça atınca kavga bitmişti. Disiplin kurulunun okuldan atmayı planladığı öğrencilerin birçoğuna lise diploması aldırdım. Çok defa karakoldan talebe topladım. Annesinin mezarının başında ağlarken bulduğum çocuklarım oldu. Yaşlanıyordum. Her çocuğun sorununu anlamaya çalışmak yaşlandırıyordu beni. Çocuk diyorduk ama öyle dertleri vardı ki. 6 yıl sonunda anlamıştım ki, "banane!" demek bana göre değil, hepsini düşünmeyi, korumayı, sevmeyi tek başıma beceremiyorum. Anlamıştım ki bana göre değil. Sonra öğretmen ve idareci arkadaşlarıda tarafıma çektim. Mesela disiplin kurul başkanı Müdür Baş Yardımcısı olan abim kimseye disiplin cezası vermemeye falan başladı. Neyse aradan biraz zaman geçti, ben daha çok yoruldum, daha çok yaşlandım. Derken baktım ki bana göre değil. Yahu biz sevgiyi, saygıyı, adaleti, umudu öğretecektik ama sistem müsade etmiyordu. Beşeri eğitimi verebilsek gerisi kendiliğinden gelecekti ama olmuyordu. İşte bu iç kavgalarıma bir de vaka eklendi. Madde bağımlısı bir öğrencim durumunu bana açınca sadece rehber öğretmen ve onun müdürü ile konuyu görüşüp çocuğu kağıtsız küreksiz rehabilitasyona göndermeye başladık. Neticede kurtuldu o illetten. Bu sondu kendime söz vermiştim ve öyle de oldu.
Sonra zaman geçti ve baktım ki yapamıyorum, verdim istifayı ayrıldım. Arada çocuklarımı görmeye okula gidiyorum. Özledim mi mesleğimi? Evet. Yapacak gücüm kaldı mı? Hayır. 6 yıl dayanabildim. Baktım ki tek başına mücadele edilmiyor, bu mücadeleyi de sisteme yayamıyorum, bıraktım.
Not: Okulunun önünde sigara içen öğrencilerim beni görünce hala sivilde önünü ilikler. Bunu da herkes korkudan zanneder. Bir öğrenemediler sevginin korkudan güçlü olduğunu.