Kapat
Üye Girişi
Motovento
Motomax
7. sayfa BirinciBirinci ... 56789 ... SonuncuSonuncu

Şiir - Deneme Yazıları Sevenler Başlığı

    REKLAM ALANI
  1. #121
    Mersin İl Temsilcisi yürekçe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    02 Ağustos 2006
    Şehir
    Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam
    Motosikleti
    Cân ile hem cahan, dehr ile hem zaman
    UY HAVAR!

    Yangınlar,
    Kahpe fakları,
    Korku çığları
    Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
    Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
    Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!
    Pusatsız, duldasız, üryan
    Bir cana bir de başa
    Seher vakti leylim - leylim
    Cellat nişangahlar aynasındasın.
    Oy sevmişem ben seni...

    Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu!
    He canım...
    Çiçekdağı kıtlık, kıran,
    Gül açmaz, çağla dökmez.
    Vurur alnım şakına
    Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
    Küfrünü, Medetsiz, Munzur.
    Şahmurat Suyu kan akar
    Ve ben şairim.

    Namus işçisiyim yani
    Yürek işçisi.
    Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,
    Ne salkım bir bakış
    Resmin çekeyim,
    Ne kınsız bir rüzgar
    Mısra dökeyim.
    Oy sevmişem ben seni...

    Ve sen daha demincek,
    Yıllar da geçse demincek,
    Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
    Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
    Yaran derine gitmiş,
    Fitil tutmaz, bilirim.
    Ama hesap dağlarladır,
    Umut, dağlarla.

    Düşün, uzay çağında bir ayağımız,
    Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri
    Düşün, olasılık, atom fiziği
    Ve bizi biz eden amansız sevda,
    Atıp bir kıyıya iki zamanı
    Yarının çocukları, gülleri için,
    Koymuş postasını,
    Görmüş restini.
    He canım,
    Sen getir üstünü.

    Uy havar!
    Muhammed, İsa aşkına,
    Yattığın ranza aşkına,
    Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!
    Benim de boş yanım hançer yalımı
    Ve zulamda kan - ter içinde asi,
    He desem, koparacak dizginlerini
    Yediveren gül kardeşi bir arzu
    Oy sevmişem ben seni...


    Ahmed ARİF

    BİR ANKA KUŞU

    Yüzlerce soğuk namlu
    Üzerime çevrildi.
    Yüzlerce demir tetik
    Aynı anda gerildi.
    Anne, beni söğüdün gölgesinde vurdular.
    Öpmeye kıyamadığın,
    Dal gibi oğlun yere serildi..

    Üşüştü birer-birer
    Çakallar üzerime.
    Üşüştü dört bir yandan,
    Göğsüme, ciğerime.
    Anne, beni bir leş gibi
    Yiyip talan ettiler.
    Teşhis edilmem için,
    Parçamı koydular önüne...

    Ben bu acılar ülkesinin
    İnsana reva görülen
    Bütün acılarını tattım.
    Aç yattım, ekmeğime sabır kattım.
    Beni milyon kere dövdüler üst-üste!
    Ben bu yolu, kendim seçtim anne,
    Ben ömrümü kendim kanattım...

    Geceler tanır beni,
    Konarım, göçerim ben.
    Geceler tanır, kan damlar içerim ben.
    Anne, sen beni unut, karanlığın bağrında.
    Kırmızılar ekerim,
    Siyahlar biçerim ben..

    Suçüstü yakalandım,
    Bölüşürken kalbimi.
    Suçüstü kelepçeyle yardılar bileğimi.
    Anne, ben diyar-diyar, umudun savaşçısı..
    Bir tutam sevgi için
    Dağladım gözlerimi..

    Prometheus'tum zincire vurulurken dağlarda,
    Ciğerimi kartallara yedirdim.
    Spartaküs'tüm köleliğin çığlığında,
    Arslanlara yem oldum, tükendim.
    Kör kuyuların dibinde Yusuf'tum,
    Kerbela çölünde Hüseyin.
    Zindanlarda Cem Sultan,
    Sehpalarda Pir Sultan.
    Ve Madımak'ta otuzyedi can...

    Kaçıncı yok oluşum,
    Kaçıncı var oluşum bu?
    Tanrılardan ateş çaldım
    Yüzyıllarca tutuştum, üst-üste yandım.
    Bir anka kuşu gibi anne,
    Bir anka kuşu gibi;
    Kendimi külümden yarattım..

    Yusuf HAYALOĞLU

    ELLERİNLE BANA BAHARLAR GETİR

    ben ki kaç bahar oldu
    yemyeşil bir yaprağa dokunamadan
    mevsimler devşirmişim
    ve çiçekli bir dala
    uzatamadan ellerimi
    en güzel günlerimi
    kelepçede geçirmişim

    ellerinle bana baharlar getir
    cıvıl cıvıl bir görüş gününde olsun
    bir mektup gönder bana
    bahar tadında
    baygın baygın ülkem koksun

    ben ki promethe'den alıp ateşi
    ninovanın zulüm saraylarına çalmışım
    ve olimpos kartallarının
    pençesinde kanayan yüreğimi
    bir nevroz baharında
    sevdalara salmışım

    ellerinle bana baharlar getir
    cıvıl cıvıl bir görüş gününde olsun
    bir mektup gönder bana
    bahar tadında
    baygın baygın ülkem koksun

    ben ki kaç bahar oldu
    yemyeşil bir yaprağa dokunamadan
    mevsimler devşirmişim
    ve çiçekli bir dala
    uzatamadan ellerimi
    en güzel günlerimi
    kelepçede geçirmişim

    ben ki promethe'den alıp ateşi
    ninovanın zulüm saraylarına çalmışım
    ve olimpos kartallarının
    pençesinde kanayan yüreğimi
    bir nevroz baharında
    sevdalara salmışım

    ellerinle bana baharlar getir
    cıvıl cıvıl bir görüş gününde olsun
    bir mektup gönder bana
    bahar tadında
    baygın baygın ülkem koksun
    KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
    BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
    KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....


    REKLAM ALANI
    Oktay Motor CF Moto Polaris Mondial
    Motomax
  2. #122

    Üyelik
    03 Ocak 2012
    Şehir
    istanbul
    Öyle bir hayat yaşadımki
    cenneti de gördüm cehennemi de.

    Öyle bir aşk yaşadım ki
    tutkuyu da gördüm,pes etmeyi de.

    Bazıları,seyrederken hayatı en önden
    kendime bir sahne buldum,oynadım..

    Öyle bir rol vermişlerki
    okudum,okudum..anlamadım

    Kendi kendime konuştum bazen evimde.
    Hem kızdım,hem güldüm halime..

    Sonra dedim ki ´söz ver kendine´

    Denizleri seviyorsan,
    dalgaları da seveceksin!

    Sevilmek istiyorsan,
    önce sevmeyi bileceksin!

    Uçmayı seviyorsan,
    düşmeyi de bileceksin!

    korkarak yaşıyorsan,
    yalnızca hayatı seyredeceksin!

    Öyle bir hayat yaşadım ki

    ´SON YOLCULUKLARI ERKEN TANIDIM´

    Öyle çok değerliymiş ki zaman

    ´HEP ACELE ETMEM BUNDANMIŞ´

    ´ANLADIM´

    Nietzsche...
    ''Carpe Diem''

  3. #123
    Mersin İl Temsilcisi yürekçe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    02 Ağustos 2006
    Şehir
    Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam
    Motosikleti
    Cân ile hem cahan, dehr ile hem zaman
    17 YAŞINDA İDAMLA YARGILANIRKEN YAZMIŞ BU ŞİİRİNİ NEVZAT ÇELİK...
    BESTELER OLMASA ÇOĞU ŞİİRİ BİLMEYECEK İNSANLAR, YAZIK :(

    ŞAFAK TÜRKÜSÜ

    1
    Beni burada arama anne
    Kapıda adımı sorma
    Saçlarına yıldız düşmüş
    Koparma anne
    Ağlama

    Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
    Gözlerim şafak bekledim
    Uzarken ellerim
    Kulağım kirişte
    Ölümü özledim anne
    Yaşamak isterken delice

    2
    Bugün görüş günü
    Günlerden salı
    Islak
    Sarı bir yağmur
    Ülkemin neresine bakarsa ay
    Orada yitik bir anne ağlıyor
    Sen aralıyorsun yağmuru
    Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
    Sonra bir umut koşuyorsun
    Yüreğin avcunda
    ısırırken
    çırpıntı gözlerini
    (ah verebilseydim keşke
    yüreği avcunda koşan
    herbir anneye
    tepeden tırnağa oğula
    ve kıza kesmiş
    bir ülkeyi armağan
    koşma anne
    birdenbire batacak olan
    düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
    oysa benim için gece
    ışık hızıyla koşan
    kısa ve soğuk bir zamandır
    bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
    uykusuz
    yorgun
    ve korkak

    3
    sanırım baytardı
    yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
    ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
    boşver hipokrat amca
    üzülme ne olur
    sen de anne
    sen de üzülme
    hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
    ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
    ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
    korkak kahraman gecelerimi
    düşlerimle sınırsız
    diretmişliğimle genç
    şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
    usulca açılıverdi
    yanağımda tomurcuk

    pir sultan'ı düşün anne
    şeyh bedrettin'i
    börklüce'yi
    torlak kemal'i düşün anne
    hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
    utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
    onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
    ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın
    deniz'i düşün anne
    her mayıs şafağında uzun
    uzun döverken darağaçlarını
    ve o şafaktan doğma
    onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
    insanları düşün anne
    düşün ki yüreğin sallansın
    düşün ki o an
    güneşli güzel günlere inanan
    mutlu bir yusufçuk havalansın

    4
    sıcak omuzlar değerken omzuma
    buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
    bayraklar ve türkülerle
    kopunca memelerinden o mükemmel yaşama

    kurşunlar sıktılar alnıma
    açık alanlarda ağır
    kartalların konup kalktığı
    yalçın kayalardan biriydim
    ölüp dirildim yeniden
    güneşli güneşsiz akşamlarda

    mutlu yarınlar adına
    özgürlük adına ekmek adına
    üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
    dirilip dönmesin diye hiroşimalar
    tahtadan atların boynuna çıplak
    ölümlerle yatmasın diye çocuklar
    aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
    kardeşlik adına
    havadaki kuş denizdeki balık adına
    yürüdüm yıllar boyu

    dönüp bakmadım arkama
    ıraktı gözlerim çok ırak
    izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
    kalsa da silinir gider
    yalnızca bir ağıt gibi çakılır
    ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer

    5
    tören adımlarıyla ölmek
    ne garip şey anne
    kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum
    bütün gözler üstümde

    sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun
    masa üstünde üşüyen bir sigara
    yanında küçücük bir cam bardak
    içinde rengi bu gecenin
    cılız titrek bir kibrit
    kağıt kalem
    sandalye
    geride flu
    yağlı
    büküm büküm bir ip
    ve çingene kuralına uygun
    değişmez dekoru mudur
    idam mahkumunun

    6
    kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
    yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
    oysa birazdan boynumu kıracaklar
    pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün

    ben ölümü asıl az ötede titreyen
    çingenenin kara killi ellerinde gördüm
    anladım ki küllenen sigaradır
    soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm

    yani benim güzel annem
    alacaşafağında ülkemin
    yıldız uçurmak varken
    oturup yıldızlar içinde
    kendi buruk kanımı içtim

    7
    ne garip duygu şu ölmek
    öptüğüm kızlar geliyor aklıma
    bir açıklaması vardır elbet
    giderken darağacına

    8
    geride
    masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
    bağışla beni güzel annem
    oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
    elleri değsin istemedim
    gözleri değsin istemedim
    ağlayıp koklayacaktın
    belki bir ömür taşıyacaktın koynunda

    usul adımlarla yürüdüm ömrümü
    karşımda kurum kurum-laşan darağacı
    (tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
    ökse de olsa dört bir yanı)
    birdenbire acıdı boynum
    gelecekler var birbiri ardınca genç
    yakışıklı

    ne olur işçi kadınım
    az yumuşak dik
    şu kefenin yakasını

    9
    yaşamak ağrısı asıldı boynuma
    oysa türkü tadında yaşamak isterdim
    çiçekleri kokmak ırmakları akmak
    yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
    su başlarında aylak sektirmek kavalımı
    sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
    anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
    o güzel günleri görenler arasında
    bir soluk ben de yaşamak isterdim
    bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
    öperken siya-u jakond'u tebessümünden
    işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
    bir de yirmibeş kilometreden görebilmek
    nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı

    ölmek ne garip şey anne
    bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
    sedef kakmalı bir kutu içinde
    vermek isterdim çocukların ellerine
    sonra
    sonra benim güzel annem
    damdan düşer gibi
    vurulmak isterdim bir kıza

    10
    künyemi okudular
    suçumuz malum

    gecenin kıyısında durmuşum
    kefenin cebi yok
    koynuma yıldız doldurmuşum
    koşun çocuklar çocuklar koşun
    sabah üstüme
    üstüme geliyor
    yanlış mı duydum yoksa
    erkenci bir horoz mu ötüyor
    keskin bir acı bilenmiş
    gitgide yaklaşıyor sonum

    iri sözlerim yoktu söyleyecek
    usulca baktım yüzlerine
    bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
    göçtü ayaklarının dibine

    korkutamadılar beni anne
    avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
    darağacı
    bir zaman rüzgarda
    saçını tarayan telli kavak değil mi
    boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
    sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
    söyle anne
    o çingene
    bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
    bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
    sevmedi mi çılgınca

    11
    kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
    işkenceler zindanlar hücreler
    savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
    açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
    mideme karşı
    kısacası
    bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
    gülmek umut etmek özlemek
    ya da mektup beklemek
    gözleri yatırıp ıraklara

    ölmek ne garip şey anne
    artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
    şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
    mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
    baba olamayacağım örneğin
    toprak olmak ne garip şey anne
    ceplerimde el yerine balyoz taşırken
    korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
    ve yüreğimin ırmakları taştı
    taşacakken
    ölmek ne garip şey anne

    uçurumlar ki sende büyür
    dağdır ki sende göçer
    ben yaprak derim çiçek derim
    çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
    gül yanaklı çocuğa benzer
    yine de
    oğlunu yitirmek kimbilir
    ne garip şey anne

    12
    beni burada arama anne
    kapıda adımı sorma
    saçlarına yıldız düşmüş
    koparma anne
    ağlama
    kırıldıysa düş evinin kapısı
    bütün kırık kapıların çağrılışıyım
    kızların yanaklarında çukurlaşan
    biten başlayan aşkların ortasındayım
    her kavgada ölen benim
    bayrak tutan çarpışan
    her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
    özlem benim kavga benim aşk benim
    bekle beni anne
    bir sabah çıkagelirim

    bir sabah anne bir sabah
    acını süpürmek için açtığında kapını
    umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
    çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
    o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
    öylece kalkar uykudan şalterler
    dişleyip tükürmeden sigaralarını
    türkü tadında giyinirken işçiler

    bir sabah anne bir sabah
    acını süpürmek için açtığında kapını
    adı başka sesi başka nice yaşıtım
    koynunda çiçekler
    çiçekler içinde bir ülke getirirler
    başlarını koymak için yorgun dizine
    sen hazır tut dizini anne
    o mükemmel güne


    Nevzat ÇELİK
    GezeGeze bunu beğendi.
    KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
    BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
    KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....

  4. #124

    Üyelik
    03 Ocak 2012
    Şehir
    istanbul
    Şimdi saat sensizliğin ertesi
    Yıldız doğmuş gökyüzü ay-aydın
    Avutulmuş çocuklar çoktan sustu
    Bir ben kaldım tenhasında gecenin
    Avutulmamış bir ben...
    Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
    Ki bu yaşlar
    Utangaç boynunun kolyesi olsun
    Bu da benden sana
    Ayrılığın hediyesi olsun...
    Soytarılık etmeden güldürebilmek seni
    Ekmek çalmadan doyurabilmek
    Ve haksızlık etmeden doğan güneşe
    Bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi
    Mülteci isteklerim oldu ara sıra, biliyorsun...
    Şimdi iyi niyetlerimi
    Bir bir yargılayıp asıyorum
    Bu son olsun be.. bu son olsun!
    Buda benim sana
    Ayrılırken muazeretim olsun!
    Şimdi saat yokluğunun belası
    Sensiz gelen sabaha günaydın!.
    İşi-gücü olanlar çoktan gitti
    Bir ben kaldım voltasında sensizliğin
    Hiç uyumamış bir ben...
    Şimdi dişlerimi sıkıp
    Dudaklarıma kanamayı öğrettim
    Ki bu kızıl damlalar
    Körpe yanağında bir veda busesi olsun
    Bu da benden sana
    Heba edilmiş bir aşkın
    Son nefesi olsun..
    Kafamı duvara vurmadan
    Tanıyabilmek seni
    Beyninin içindekileri anlayabilmek
    Ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü
    Bütün saatleri öylece dondurabilmek için
    Çıldırasıya paraladım kendimi
    Lanet olsun!
    Artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
    Olsun be! ne olacaksa olsun!
    Bu da benim sana
    Ayrılırken şikayetim olsun!

    Yusuf HAYALOĞLU
    GezeGeze bunu beğendi.
    ''Carpe Diem''

  5. #125
    Mersin İl Temsilcisi yürekçe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    02 Ağustos 2006
    Şehir
    Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam
    Motosikleti
    Cân ile hem cahan, dehr ile hem zaman
    HÜZÜN YOLDAŞIM

    Güneş aşıp gitti yine
    Hiç görmediğim dağlarda
    Gece ağır ağır indi
    Şu koskoca kente

    Bir ben kaldım yalnız çaresiz
    Bir de boyacı esmer çocuklar
    Dön gülüm yine gel gülüm
    Dayanmaz artık hasretine bu ömrüm

    Ürettik yeşerttik
    Sonunda ayrı düştük
    Ayrı derelerde
    Akıyor şimdi hayat

    Bir ben kaldım ortasında kavganın
    Bir de karanfil yürekli çocuklar
    Dön gülüm yine gel gülüm
    Dayanmaz artık hasretine bu ömrüm

    Anlatılmaz bir sevdaydı
    Sızısı ta içimde
    Hangi sözcüğe sığarki
    Şiiri yüreğimde

    Çözülmez ki bu bir kördüğüm
    Uğruna her gece
    Sabaha dek öldüğüm
    Dön gülüm yine gel gülüm
    Dayanmaz artık hasretine bu ömrüm

    TUNCAY AKDOĞAN

    ---------- Mesajlar birleştirildi - 15:04 ---------- bir önceki mesaj zamanı 14:26 ----------

    ve bazen sen yaşarsın, başası senin yaşayıp da anlatamadıklarını kaleme alır.
    bu şiir de benim için onlardan biri;

    DOKUNMA YANARSIN

    Çocukluğum çıraklıkta geçti,
    Kir-pas içinde.
    Gençliğim korsan yürüyüşlerde, mitinglerde.
    Hapse erken düştüm,
    Copla erken tanıştım,
    Küçük voltalardan bıktım usandım!

    Şimdi uçsuz bucaksız ovalarda,
    Adımlarımı saymadan,
    Geriye dönüp bakmadan,
    Usanmadan, bıkmadan,
    Deli taylar gibi koşmak istiyorum!Ve görüyorsun ki;
    Aşkı beceremiyorum...
    Beni kendi halime bırak, yavrucuğum,
    Ben yolumu nasıl olsa bulurum...Upuzun çayırlarda,
    Yalınayak koşmak istiyorum.
    Saçlarım rüzgâra konuk,
    Yüzüm dağlara dönük...
    Göğsümün çeperini,
    Ölümle sınayan esaret,
    Ve yüreğimi yararcasına zorlayan cesaret;
    Kıyasıya vuruşsun istiyorum!
    Koşmak... koşmak istiyorum, sevgilim
    Dönemezsem, affet...

    Firari gecelerin azmanı olmuşum,
    Bütün istasyonlarda afişim durur.
    Beni bir çocuk bile bulur...
    Dokunma bana, çıldırırsın!
    Dokunma bana, ellerin tutuşur!Koşmak istiyorum;
    Eksozların, molozların,
    Yağmaların kıyısından.
    Onca insafsızlıkların,
    Onca haksızlıkların,
    Manzarasızlıkların, parasızlıkların,
    Allahsızlıkların kıyısından...
    Kimseye ve hiçbir şeye değmeden,
    Ciğerlerimi yok edercesine koşmak istiyorum!

    Koşmak istiyorum;
    Şiirimin ve yumruğumun namusuyla...
    Kavgaya karışmadan, tutuklanmadan
    Ve küfür etmeden
    Kafamı kırarcasına koşmak istiyorum!.Avucunu son bir defa,
    Ağlamadan tutmak istiyorum;
    Gözlerim yüzüne küskün,
    Sazım sevgine suskun...

    Saati ayrılığa kurmuşum,
    Olmaz teslimiyet!
    Ziyan aklımı senle bozmuşum,
    İçerim felâket!.
    Kurşunlara geleyim istiyorum,
    Ölmek... ölmek istiyorum, sevgilim
    Sağ kalırsam, affet!..

    Firari acıların uzmanı olmuşum,
    Bütün telsizlerde adım okunur;
    Beni bir korkak bile vurur...
    Dokunma bana, fişlenirsin!.
    Dokunma bana, sen de yanarsın!..

    Yusuf HAYALOĞLU


    BİR VEDA HAVASI

    Vakit tamam!.. seni terk ediyorum.
    O bütün alışkanlıklardan
    Ve bütün sıradanlıklardan öteye,
    Yorumsuz bir hayatı seçiyorum.
    Doyamadım inan,
    Kanamadım sevgiye...

    Korkulu geceleri sayar gibi,
    Deprem gecesinde bir yıldız,
    Birdenbire kayar gibi;
    Ellerim kurtulacak ellerinden,
    Bir kuru dal, ağacından
    Çatırdayıp kopar gibi...

    Aşksa bitti...
    Gülse, hiç dermedik.
    Bul kendini kuytularda, hadi dal!
    Seninle bir bütün olabilirdik...
    Hoşça kal gözümün nuru,
    Hoşça kal...

    Vakit tamam!.. seni terk ediyorum.
    Bu, kırık ve incecik
    Bir veda havasıdır.
    Tutuşan ellerimden
    Parmak uçlarına değen sıcaklık,
    İncinen bir hayatın yarasıdır...

    Kalacak tüm izlerin hayatımda.
    Gözümden bir damla yaş,
    Sızlayıp resmine aktığında;
    Bir yer bulabilsem keşke
    Bir yer, seni hatırlatmayan;
    Kan tarlası gelincik şafağında...

    Ölümse, korktun.
    Savaşsa, hep kaçtın...
    Vur kendini kuşkularda, hadi al!
    Sen bir suydun oysa,
    Sen bir ilaçtın...
    Hoşça kal canımın içi,
    Hoşça kal...


    Yusuf HAYALOĞLU


    http://www.dailymotion.com/video/x4h...a-havasi_music

    ---------- Mesajlar birleştirildi - 16:12 ---------- bir önceki mesaj zamanı 15:04 ----------

    en sevdiğim şiirlerdendir kendisi;

    Serenad

    Yeşil pencerenden bir gül at bana
    Işıklarla dolsun kalbimin içi.
    Geldim işte mevsim gibi kapına,
    Gözlerimde bulut, saclarimda çiğ.

    Açılan bir gülsun sen yaprak yaprak
    Ben aşkımla bahar getirdim sana.
    Tozlu yollardan geçtiğim uzak
    iklimden şarkılar getirdim sana.

    Şeffaf damlalarla titreyen ağır
    Goncanın altında bükülmüş her sak;
    Seninçin dallardan süzülen ıtır,
    Seninçin yasemin, karanfil, zambak...

    Bir kuş sesi gelir dudaklarından
    Gözlerin gönlümde açar nergisler,
    Düşen bin öpüştür yanaklarından
    Mor akasyalarla ürperen seher.

    Pencerenden bir gül attığın zaman
    Işıklarla dolacak kalbimin içi..
    Geçiyorum mevsim gibi kapından,
    Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.

    Ahmet Muhip Dranas
    KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
    BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
    KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....

  6. #126
    Mersin İl Temsilcisi yürekçe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    02 Ağustos 2006
    Şehir
    Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam
    Motosikleti
    Cân ile hem cahan, dehr ile hem zaman
    Sen Benim Hiç Bir Şeyimsin / Attila İlhan

    Sen benim hiçbirşeyimsin

    Yazdıklarımdan çok daha az

    Hiç kimse misin bilmemki nesin

    Lüzumundan fazla beyaz

    Sen benim hiçbirşeyimsin

    Varlığın yokluğun anlaşılmaz



    Galiba eski liman üzerindesin

    Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak

    Dudaklarınla cama çizdiğin

    En fazla sonbahar otellerinde

    Üniversiteli bir kız uykusu bulmak

    Yalnızlığı öldüresiye çirkin

    Sabaha karşı öldüresiye korkak

    Kulağı çabucak telefon zillerinde



    Sen benim hiçbirşeyimsin

    Hiçbir sevişmek yaşamışlığım

    Henüz boş bir roman sahifesinde

    Hiç kimse misin bilmemki nesin

    Ne çok çığlıkların silemediği

    Zaten yok bir tren penceresinde



    Sen benim hiçbirşeyimsin

    Yabancı bir şarkı gibi yarım

    Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak

    Hiç kimse misin bilmemki nesin

    Uykumun arasında çağırdığım

    Çocukluk sesinle ağlayarak

    Sen benim hiçbirşeyimsin...


    ATİLLA İLHAN...[COLOR="Silver"]

    ---------- Mesajlar birleştirildi - 09:54 ---------- bir önceki mesaj zamanı 09:46 ----------

    TANRILAR, ÖLMEZ DEMİŞTİ OYSA....


    Bagliydi kollari. Daha once hic olmamıstı,
    oldurulmamisti sanki. Kucuk bir isyandi su koskoca dunyada.Ama
    artik bagliydi eli kolu... Sahiller boyu yuruyen
    ayaklari minicik kalmisti artık, eski isyanligindan geriye
    bir kulce etti artakalan. Kalkamiyordu yataktan,
    basucunda okudugu kitaplardan baska hicbirsey yoktu.
    Olmustu kafesteki kusu aclık ve susuzluktan, vicdan
    azabiyla sizliyordu yüregi yemleyemedigi icin. Kendisi de
    actı ve susuzdu ama ici sizliyordu kusa.. Birsey
    yapmaliydi kendince, tanrilarla konusmustu O. Olmeyecekti!!!
    hatta kendisine haber getiren marti, beyaz bir
    tüy-kalem bırakmisti ona, tanrilarla yaptigi anlasmayı
    imzalamsi icin. Oyleyse olmeyecekti kendisi. Peki ne zamana
    kadar kalacakti boyle... Birsey yapmaliydi ama
    cıkamıyordu yataktan.Aglamak istiyordu. Konusmak
    istiyordu.Ama kiminle?Susmak istedi ama "susmak yanılsamaktir"
    demisti ona bir sair. birsey yapmaliydi. Koca koca
    kitaplari huzunlu bir yakarıstaydi ama aglamak istiyordu!
    Yanilsamaktan korkuyordu bir de.<br> Basini kaldırmaya calisti
    olmadi. Oysa tanrilar... Dogrulmak istedi, olmadi. Oysa
    tanrilar...Aglamak istiyordu ve konusmak. Koca koca meydanlari
    sarsan yuregine kufretti, yine haykirmak istiyordu, ama
    kime. Susmayi düsündü bir kez daha ve aglamak. Ve hala
    yanılsamaktan korkuyordu... En son ne zaman potkal vurmustu Bu
    sahile, en son ne zaman diri diri goguslerde koklamisti
    erotizmi, hengi sokaklarda yitirmisti soluksuzlugunu.
    Konusmak istiyordu, susmak istemiyordu.Aglamak istiyordu
    ama yanilsamaktan korkuyordu. Sonra kufretti herseye,
    tipki sandalda kurek cekerken goremedigi balık
    surulerine kufrettigi gibi... Oysa tanrilar...Oysa O martı,
    oysa bu huzun ve yanilsamaktan korkuyordu... Birsey
    yapmaliydi ve O an yapabilecegi en iyi seyi yapti;
    Agladi
    22/11/2000 - mersin-14.00

    ---------- Mesajlar birleştirildi - 10:00 ---------- bir önceki mesaj zamanı 09:54 ----------

    Yaratılmamış aşk


    "Sen bir insansın" dedi."Ben bir insanım" dedim.Azlandırılmış
    çoğullukları azınlık diye tanımlamak değildi maharetimiz.Çoğalmak
    için parçalanmak mı gerekirdi?İnsan parçalandıkça azalır
    oysa.Gitmeeler bu yüzden eksiltir, bu yüzden gelmelere davul çalıp
    halaylandırırız meydanları.Ama ya buğdaylar parçalanırsa?Hiç düşündün
    mü bizi buğdaydan ayıran farkı?Onlar parçalandıkça artar, ezildikçe
    fazlalaşır, öğütüldükçe çoğalır küçüğüm.Bak ellerin bembeyaz un
    içinde. Oysa biz insanız, parçalandıkça karalara düşer yüzümüz.
    özümüz çamurdandır, suyumuz fazla kaçınca cıvırız ya... işte budur
    öğütülmüş buğdayla ortak yanımız. Bak ellerin ne güzel, bembayaz
    küçüğüm.

    Ben yüreğimdeki aşk kadar inandım buna, ben bu toprakların
    buğdaylarına güvendiğim kadar güvendim bu ülkenin
    şairlerine.Şiirlerinde buğdaya kattıkları gücü katık edip
    katılıklarına,

    "Ekilir ekin geliriz
    Ezilir un geliriz
    Bir gider bin geliriz
    Bizi vurmak kurtuluş mu? " (Hasan Hüseyin)

    diyebilmek hangi topraktan boyverişin kanıtıdır küçüğüm... İşte bak,
    ben de esmer ellerimi gökkuşağı pişmiş tandırda yaktım.Sen her gün
    bir somun, bir yufka için ağlayan yavrularını doyurmak için yüreğini
    külhan etmiş analar gibisin.Ve fırın tuğlalarında hergün yeniden ve
    her gün yine pişirirsin yüreğimi küçüğüm.

    Bir ekmek düşünüyorum. Yanacak ağaçlar geliyor aklıma.Bir ekmek
    düşünüyorum, su geliyor aklıma. Bir ekmek düşünüyorum, yoğuran eller
    geliyor aklıma. Bir ekmek düşünüyorum, pişiren sabır geliyor aklıma.
    Ve onlarca, yüzlerce, binlerce, milyonlarca ekmeksiz düşünüyorum,
    cephanelik geliyor aklıma!!! İşte ekmeğin matematiğe korkunç
    çarpılışı küçüğüm.

    [İşsiz bir baba*Başıeğik bir ana/aç çocuklar]=?

    Çöz bunu küçüğüm. Bilirim sendeki zekayı.Sen insansın,ben insanım ve
    o buğday hep aklımızda.Dedim ya, ben bu toprağın buğdaylarına
    güvendiğim kadar güvenirim bu toprakların şairlerine.

    Şair ol küçüğüm, şair ol!!!

    Yaratılmış aşk değil bendeki
    Senle birlikte başlayan birşey bu
    Adına aşk demiyorum, adı başka birşey
    Yoluna düşmüyorum artık, yol başka birşey
    Sağıltılmış sevinç gibi, dost yüzünde başka
    Çoğaltılmış hüzün gibi yatakta başka,ağlarken başka
    Yanıltılmış toprak gibi, aşa doymaz ağa gibi, ağalık başka
    Adına aşk demiyorum, aşk mutluluktur, oysa bu mutluluk başka
    Adına buğday diyorum, adına un, adına hamur, daha bunlardan başka
    Adına anti-açlık, adına anti-isyan, adına hamd, çiğnerken salavatla
    Adına ekmek diyorum, sen ne dersen dersin küçüğüm daha bunlardan başka

    YÜREKÇE!!!
    201-01-2004 - MERSİN
    14,58

    Yürekçekalın!...



    HİÇİMSEMELERDEN

    Kış günü...
    Üşümüşüm ellerinsiz
    Düş görür dudaklarım, sesim bellibelirsiz
    Mutfakta tekil karıncayım,
    Sabahınızda cama çarpan serçeniz
    Bazen herşeyinizim ben sizin
    bazen de hiçbirşeyiniz...

    02-12-03/MERSİN
    Yürekçe!!!

    Yürekçekalın!...

    ---------- Mesajlar birleştirildi - 10:03 ---------- bir önceki mesaj zamanı 10:00 ----------

    ÇÜNKÜ...

    Tut ki bu akşam kaybetseydim seni
    Hayalini bile çizemezdim görmediğim yüzünün
    Bir ekran kararacaktı
    Bir kuş mutluluğun yönünü bilmeden uçacaktı



    Ay dönecekti ışığını BİZ olmayan yere
    çünkü, sen bilmeyecektin bile
    yalnız sana yazdığım bu yalnızlık şiirini


    Aşk ihtimali sönecekti kraterlerde
    Yangına küçümseyerek bakacaktı
    bir kibrit çöpü
    Zordan daha da zor olacaktı her şey
    ey seveceğim kadın!
    Zorba bir tufan dövecekti kapımdaki tokmağı
    Kim o demeğe lüzum kalmayacaktı
    -gelen sen olmayacaktın çünkü-
    öyleyse kapıyı açmaya lüzum kalmayacak,
    kapıyı çalan kırıp ta girecekti içeriye çünkü

    Yalnız bir dev uyurken efsane uykusunda
    -devler uyumaz, efsaneleri uyutur çünkü-
    Bir dev oğlu dev okuduktan sonra bir devin efsanesini
    Ve efsane uykusuna dalmağa çalışırken devsel yatağında
    Sıçrayıp uyanır, devler de efsane kâbuslar görebilir çünkü

    Dev miyim, efsane misin, uyku muyuz, kâbus kimin?
    Tenim mi, monitör mü, ellerim mi sıcaklık
    -belki de monitörün-
    Yalan mı, sevdanın mı, bağlama da telin mi
    -kimin bu türkü?-
    Kim söylerse onundur, aşk türkü gibidir çünkü….

    Tut ki bu akşam bırakıp gitseydin beni
    Sesini alıp koşacaktım sahile
    Midyelerin hepsine yaslayınca göğsümü…

    -gidenleri midyeler geri çağırır çünkü-


    YÜREKÇE!!!

    05-08-2005 / mersin

    20.50 - CUMA

    ---------- Mesajlar birleştirildi - 10:07 ---------- bir önceki mesaj zamanı 10:03 ----------

    VE SEVGİLİLER GÜNÜNE ÖZEL

    KAYIR DIŞI

    Tanışmamızdan hemen önceydi.Üşüyordun...Yağmur yağıyordu ıslatarak
    ama söylenmeden.Yağmurların bir ucunda sen üşüyordun, diğer ucunda
    ben sağanakları ve şimşekleri düğümlüyordum bulutlara.Özgeçmişi
    olmayan bir mevsimden çıkagelmiştin hüznünle.Ayakların sahilde,
    bakışın bendeydi.Bir anda sustu bulutlar ve gökkuşağı
    görünüverdiğinde çırçıplak soyunuverip ak tenini boyadın yedi
    renge.Hemencecik doğayı giyiniverdin, onun üstüne de paltonu!Renksiz
    kaldı gökkuşağı...

    İhbarlarla donatıldı ekipler.Kimliğinden adını kazıdın hemen.Salavat
    çekerek "Dini"ni "YÜREKÇE" diye değiştirip,,"Doğum
    Yeri"ne "İLHAM" ,"Hane"ne "YÜREK" yazdırıp, "Kütük"e "KALP RESMİ"
    çizdirdin bana."Doğum Tarihi"ni boş bıraktık o an.

    İzdüşümlerin takibinde alıp götürdüler seni; Asayiş Masası, Hırsızlık
    Masası donatılmıştı garnütür ömrünle.Garsonlara bahşiş vermemek için
    tüm insancıl hizmetlerine burun kıvırdın ya... Senin için, ömürden
    arta kalanları dağıtmaktı bahşiş.Ve sen ömründen hiçbir şey
    arttırmamıştın.Hem de bu ay eksiktin bile.Hele ki vestiyere bir lahza
    bile bırakmamak için paltonu da almadan çıktın ya...Çırçıplaktın yedi
    renginle.

    Seni teknemle kaçırıp, kumdan kaleye sığındık.Rüzgarlardan korkardın,
    ve yelkenlimin adını LODOS koydum diye parçalamıştın O'nu
    kayalıklarda.Artakalanları mercan kayalıklarına bıraktmıştın.Ve
    suçunu gizlemek için MELTEM koymuştun kuşunun adını.Uçmayacak
    uçurtmalar yaptın renksiz ve kuyruksuz...

    Parmak izlerini almaya geldiklerinde, hemencecik yıkadın beni.Ama O
    geceden sonra buğulu cama yazdığın ismimi, güneş batığı kızıllığını
    yansıtırken kırdın.Hele ki, cam kırıklarıyla parmak uçlarını kesişin
    vardı ya!..

    Nedensizdin kibrinle.Okuma-yazma bilmezmiş gibi bakardın da
    zabıtlara, tüm hukukların doktrini gibiydin.

    Herşeyde, "gibiydin" zaten.Hiç "O" olmamıştın.Yaratılmamıştın,
    olmamıştın, doğmamıştın.Ben görmüştüm ve yemin ettim şahitliğimin
    tanıklığına ama sen asla takvimlerde koşmamıştın.Sevişmiştik meteora
    aşk indiği gece ama sen o gece orada hiç olmamıştın.Resmine
    baktığında, kendini inkar ederken aynalardan saklanmıştın ve az önce
    o resimlere hiç bakmamıştın.

    Tüm bu yaptıklarını elbette yapmamıştın da, mercan avcılarını da
    hesaplamamıştın.Teknemden artakalanlar su yüzüne çıkarıldığında sen
    LODOS'la kaçırılmamıştın ve daha önce hiç yelkenli görmemiştin.Kuşun
    da olmamıştı zaten. Ve (dur ben söyleyeyim)-Sen uçurtma yapmayı da
    bilmazdin!

    Yoktun hiçbirşeyde ve aslında hiçbirşeyde yoktu...

    Dumanın gizemliydi,alevin yalımsız
    Sen diye bir şey yoktu, tekil ekin zamansız
    Hiçbirşeydi inkarın, hiçbirşey bile yoktu
    Yokluğun "Kayıt Dışı", kaydın bile kayıtsız

    Biryerde olmalıydın, sen bile bulamazdın
    Saklanmıştın kendinde, kendin bile olmazdın
    Yemin bile ederdin yeminin olmadığına
    Söz gibi, rüzgar gibi birşeydin tutulamazdın
    Doğum yerin "İLHAM"dı, yazsam bulunacaktın
    Doğum tarihindin aslında,
    SEN =Ondört Şubat'tın!..

    YÜREKÇE!!!

    Ondört Şubat 2004 - Cumartesi
    Mersin - 13.58

    Yürekçekalın!...

    yıllar önce hiçkimseye yazdığım bir denemydi bu.
    yalnızdım...
    demek ki değişen bir şey yok

    HER SEVGİNİN GÜNÜ KENDİNCE KUTLU OLSUN...
    KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
    BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
    KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....

  7. #127
    [Turan] - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    23 Mayıs 2009
    Şehir
    İzmir


    Ben bu dünyanın devr-i devranını,izzet-i nefsini s..k..yim,
    Yansın bu ..bneler su veren itfayenin hortumunu s..k..yim,
    Ben delimiyim mecnun gibi bir ..m için çöllere düşeyim,
    Verirse verir, vermezse leylayı da s..k..yim.

  8. #128
    Mersin İl Temsilcisi yürekçe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    02 Ağustos 2006
    Şehir
    Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam
    Motosikleti
    Cân ile hem cahan, dehr ile hem zaman
    sevgili turan, neyzen tevfik'in en ünlü şiirini burada paylaşman güzel ama sanırım en kısa sürede banlanacaksın....

    banlamsam da, banlanmasam da.... dediğini duyar gibiyim :D
    KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
    BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
    KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....

  9. #129
    [Turan] - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    23 Mayıs 2009
    Şehir
    İzmir
    Sağlık olsun ziyaretci olarak uğrarırız yine

  10. #130
    Faruk.UZN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    03 Eylül 2011
    Şehir
    Dünya
    (Aslinda, ben diye bir varlik yok)

    Benim kalbim agriyor
    Kimin haberi var bundan?
    Senin basin agriyorken,
    Senin belin agriyorken
    Benim kalbimin agridigindan
    Kimin haberi var?
    Annemin mi? Babamin mi?
    En yakin arkadasimin mi?
    Herkesin su dunyada
    Kendine cizdigi sinirlardan öte
    Benim mutsuzlugumun siniri asmis artik
    Bundan kimin haberi var?
    Yorgunum,
    Ve sikayetsizim bu durumdan.
    Çünkü
    Kendimden vererek kaybettim hep ben..
    Benim azaldigimdan kimin haberi var?
    Kalbim agriyor ama
    Kalbimin bile bundan haberi yokken!
    Benim bu dunyada benden baska
    Nerde yerim var?

    00:46
    10/02/12

    FrkUzn..
    Asayiş berkemal

  11. #131
    Mersin İl Temsilcisi yürekçe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    02 Ağustos 2006
    Şehir
    Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam
    Motosikleti
    Cân ile hem cahan, dehr ile hem zaman
    DEDİĞİ VE SUSTUĞUNDAN

    Çektiğim nefese eza diyenler
    Verdiğin son nefes bana revadır
    Sızlanıp kadere ceza diyenler
    Durmadan uluyan it hav’ındadır

    Eğilmiş etek öper yağlı kapıda
    Sanki hissesi var ebed tapuda
    Oysa ezelden beri aynı tabuta
    Bedavaysa eğer dünden yatmadır

    Eli, beli, dili tutmaz, uçkur orta mal
    On sözden dokuzu mutlaka hayal
    Geri kalan onda biri şüpheli bir sal
    O da yalan sularda yana yatmadır

    El pençe durulacak yer ancak gökçe
    Her yerde nabeden, lamekan-ı tekçe
    Mutlak bir erkte, mutlak ki yürekçe
    Deyişi ve susuşu, oldu ve olmaktadır


    YÜREKÇE

    15/02/2012
    13:52
    KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
    BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
    KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....

  12. #132
    Faruk.UZN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    03 Eylül 2011
    Şehir
    Dünya
    Ben senin tenine değen güneşi bile kıskanırken; Şimdi hangi eller çıkartıyor ateşini ?


    FrkUzn/
    Asayiş berkemal

  13. #133

    Üyelik
    28 Ocak 2012
    Şehir
    ankara
    Motosikleti
    para biriktirir
    Vara vara vardım ol kara tasa
    hasret ettin beni kavim kardasa
    sebep ne ki gozden akan kanlı yasa
    bir ayrılık,bir yoksulluk,bir olum.

    Nice sultanları tahttan indirdi
    nicesinin gul benzini soldurdu
    nicesini donmez yola gonderdi
    bir ayrılık,bir yoksulluk,bir olum.

    Karacaoglan derki kondum goculmez
    ayrılık serbeti acıdır icilmez
    uc derdim var birbirinden secilmez
    bir ayrılık,bir yoksulluk,bir olum....

    KARACAOGLAN.....
    Dilim,sen benim hem servetim, hem felaketimsin.
    Beni abad edende sensin berbat edende....(Mevlana)

  14. #134
    Mersin İl Temsilcisi yürekçe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    02 Ağustos 2006
    Şehir
    Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam
    Motosikleti
    Cân ile hem cahan, dehr ile hem zaman
    BÜLBÜL

    -Basri Bey oğlumuza-

    Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
    Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
    Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,
    Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.
    Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl...
    Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl
    Muhîtin hâli "insâniyyet"in timsâlidir, sandım;
    Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!

    Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
    Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,
    0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu
    Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu.
    Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi;
    Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!

    -Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
    Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?
    0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
    Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
    Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
    Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
    Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
    Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
    Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda;
    Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
    Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
    Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
    Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:
    Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
    Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
    Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
    Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
    Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
    Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
    SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu.
    Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın;
    Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
    Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
    O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
    Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın;
    Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın!
    Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
    Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
    Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
    Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
    Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
    Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! (*)


    Mehmet Akif ERSOY

    [Safahât, Yedinci Kitap]


    (*) Bu şiir yazılırken Yunan istilâsı altındaki topraklarımız
    hususiyle Bursa'ya dair elîm haberler geliyordu;
    tetkikine de imkân yoktu.
    KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
    BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
    KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....

  15. #135
    hayelsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    21 Şubat 2011
    Şehir
    mersin
    Motosikleti
    fırtına
    BİZİ BİLEN BİLİR,BİLMEYEN KENDİSİ GİBİ BİLİR
    tek dostum yalnızlığım
    hiç ellerin taşı bana değmez, illa dostun gülü yaralar beni!!!

  16. #136
    Mersin İl Temsilcisi yürekçe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    02 Ağustos 2006
    Şehir
    Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam
    Motosikleti
    Cân ile hem cahan, dehr ile hem zaman
    Ben hayatı sevdiğimden beri
    Kaç bin kez doğdum güzellerin kasıklarında bilemezsin
    Ve her doğuşumda bir teneşir yıktım
    Bir gökkubbe diktim, semayı iğneleyen
    Ama o iğnelerle kefen dikmedim hiç….

    Ben hayatı sevdiğimden beri,
    Türküler söyleyip,şiirler okudum…
    Herkes gibiydim işte; masum, cesur ve korkak
    Ve içimden dualar ettim terk edilmeyeyim diye
    Mısra vurdum, dize kestim, şarkılar astım
    Ve öpüştüm dersem, siz sevişmek anlayın işte;
    Utandım, terledim de sırılsıklamdı yastığım

    Ben hayatı sevdiğimden beri
    Ölümü de aklımdan çıkarmadım söverken azraile
    Mezarlara basmadan yürüyerek okuduğum Fatiha
    Ne fayda olsa da, uzak kalsın diye benden o ati sevinç
    Adımı anmasın diye minarede o ses-i âlâ müezzin-i sâlâ
    Minberi, mescidi, tavaf-ı minareleri yıkmak bile hiç

    Ben hayatı sevdiğimden beri,
    yaşamayı özledim….
    Ki her seven özler;
    Değil mi, seven özlemez mi sevdiğini?


    YÜREKÇE
    26/04/2012 – PERŞEMBE
    KAHRAMANMARAŞ
    KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
    BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
    KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....

  17. #137
    Seni unutmayacağız
    Nur içinde yat

    Üyelik
    24 Haziran 2011

  18. #138
    hayelsiz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    21 Şubat 2011
    Şehir
    mersin
    Motosikleti
    fırtına
    Beyhude gamlanma divane gönül
    Cümle alemin rızkını veren vardır
    Yaptığın hatayı görmüyor sanma
    Kalpte gizli en derin sırları bilen vardır

    Mal-ı emlakım var deyu güvenme
    Arkam var deyu dayanma
    Sırt üstü insanı yere varan vardır

    Beyhude gamlanma divane gönül
    Cümle alemin rızkını veren vardır

    Derdime vakıf değil canan
    Beni handan bilir
    Hakkı vardır şad olanlar
    Herkesi şadan bilir

    Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil
    Çektiğim alamı bir ben birde Allah’ım bilir...

    Fuzuli
    BİZİ BİLEN BİLİR,BİLMEYEN KENDİSİ GİBİ BİLİR
    tek dostum yalnızlığım
    hiç ellerin taşı bana değmez, illa dostun gülü yaralar beni!!!

  19. #139
    Mersin İl Temsilcisi yürekçe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    02 Ağustos 2006
    Şehir
    Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam
    Motosikleti
    Cân ile hem cahan, dehr ile hem zaman
    YARATILMAMIŞ AŞK

    "Sen bir insansın" dedi."Ben bir insanım" dedim.Azlandırılmış
    çoğullukları azınlık diye tanımlamak değildi maharetimiz.Çoğalmak
    için parçalanmak mı gerekirdi?İnsan parçalandıkça azalır
    oysa.Gitmeeler bu yüzden eksiltir, bu yüzden gelmelere davul çalıp
    halaylandırırız meydanları.Ama ya buğdaylar parçalanırsa?Hiç düşündün
    mü bizi buğdaydan ayıran farkı?Onlar parçalandıkça artar, ezildikçe
    fazlalaşır, öğütüldükçe çoğalır küçüğüm.Bak ellerin bembeyaz un
    içinde. Oysa biz insanız, parçalandıkça karalara düşer yüzümüz.
    özümüz çamurdandır, suyumuz fazla kaçınca cıvırız ya... işte budur
    öğütülmüş buğdayla ortak yanımız. Bak ellerin ne güzel, bembayaz
    küçüğüm.

    Ben yüreğimdeki aşk kadar inandım buna, ben bu toprakların
    buğdaylarına güvendiğim kadar güvendim bu ülkenin
    şairlerine.Şiirlerinde buğdaya kattıkları gücü katık edip
    katılıklarına,

    "Ekilir ekin geliriz
    Ezilir un geliriz
    Bir gider bin geliriz
    Bizi vurmak kurtuluş mu? " (Hasan Hüseyin)

    diyebilmek hangi topraktan boyverişin kanıtıdır küçüğüm... İşte bak,
    ben de esmer ellerimi gökkuşağı pişmiş tandırda yaktım.Sen her gün
    bir somun, bir yufka için ağlayan yavrularını doyurmak için yüreğini
    külhan etmiş analar gibisin.Ve fırın tuğlalarında hergün yeniden ve
    her gün yine pişirirsin yüreğimi küçüğüm.

    Bir ekmek düşünüyorum. Yanacak ağaçlar geliyor aklıma.Bir ekmek
    düşünüyorum, su geliyor aklıma. Bir ekmek düşünüyorum, yoğuran eller
    geliyor aklıma. Bir ekmek düşünüyorum, pişiren sabır geliyor aklıma.
    Ve onlarca, yüzlerce, binlerce, milyonlarca ekmeksiz düşünüyorum,
    cephanelik geliyor aklıma!!! İşte ekmeğin matematiğe korkunç
    çarpılışı küçüğüm.

    [İşsiz bir baba*Başıeğik bir ana/aç çocuklar]=?

    Çöz bunu küçüğüm. Bilirim sendeki zekayı.Sen insansın,ben insanım ve
    o buğday hep aklımızda.Dedim ya, ben bu toprağın buğdaylarına
    güvendiğim kadar güvenirim bu toprakların şairlerine.

    Şair ol küçüğüm, şair ol!!!

    Yaratılmış aşk değil bendeki
    Senle birlikte başlayan birşey bu
    Adına aşk demiyorum, adı başka birşey
    Yoluna düşmüyorum artık, yol başka birşey
    Sağıltılmış sevinç gibi, dost yüzünde başka
    Çoğaltılmış hüzün gibi yatakta başka,ağlarken başka
    Yanıltılmış toprak gibi, aşa doymaz ağa gibi, ağalık başka
    Adına aşk demiyorum, aşk mutluluktur, oysa bu mutluluk başka
    Adına buğday diyorum, adına un, adına hamur, daha bunlardan başka
    Adına anti-açlık, adına anti-isyan, adına hamd, çiğnerken salavatla
    Adına ekmek diyorum, sen ne dersen dersin küçüğüm daha bunlardan başka

    YÜREKÇE!!!
    201-01-2004 - MERSİN
    14,58

    Yürekçekalın!...

    ---------- Mesajlar birleştirildi - 00:44 ---------- bir önceki mesaj zamanı 00:39 ----------

    HİÇİMSEMELERDEN

    Kış günü...
    Üşümüşüm ellerinsiz
    Düş görür dudaklarım, sesim bellibelirsiz
    Mutfakta tekil karıncayım,
    Sabahınızda cama çarpan serçeniz
    Bazen herşeyinizim ben sizin
    bazen de hiçbirşeyiniz...

    02-12-03/MERSİN
    Yürekçe!!!

    ---------- Mesajlar birleştirildi - 00:49 ---------- bir önceki mesaj zamanı 00:44 ----------

    ÇÜNKÜ...

    Tut ki bu akşam kaybetseydim seni
    Hayalini bile çizemezdim görmediğim yüzünün
    Bir ekran kararacaktı
    Bir kuş mutluluğun yönünü bilmeden uçacaktı



    Ay dönecekti ışığını BİZ olmayan yere
    çünkü, sen bilmeyecektin bile
    yalnız sana yazdığım bu yalnızlık şiirini


    Aşk ihtimali sönecekti kraterlerde
    Yangına küçümseyerek bakacaktı
    bir kibrit çöpü
    Zordan daha da zor olacaktı her şey
    ey seveceğim kadın!
    Zorba bir tufan dövecekti kapımdaki tokmağı
    Kim o demeğe lüzum kalmayacaktı
    -gelen sen olmayacaktın çünkü-
    öyleyse kapıyı açmaya lüzum kalmayacak,
    kapıyı çalan kırıp ta girecekti içeriye çünkü

    Yalnız bir dev uyurken efsane uykusunda
    -devler uyumaz, efsaneleri uyutur çünkü-
    Bir dev oğlu dev okuduktan sonra bir devin efsanesini
    Ve efsane uykusuna dalmağa çalışırken devsel yatağında
    Sıçrayıp uyanır, devler de efsane kâbuslar görebilir çünkü

    Dev miyim, efsane misin, uyku muyuz, kâbus kimin?
    Tenim mi, monitör mü, ellerim mi sıcaklık
    -belki de monitörün-
    Yalan mı, sevdanın mı, bağlama da telin mi
    -kimin bu türkü?-
    Kim söylerse onundur, aşk türkü gibidir çünkü….

    Tut ki bu akşam bırakıp gitseydin beni
    Sesini alıp koşacaktım sahile
    Midyelerin hepsine yaslayınca göğsümü…

    -gidenleri midyeler geri çağırır çünkü-


    YÜREKÇE!!!

    05-08-2005 / mersin

    20.50 - CUMA

    ---------- Mesajlar birleştirildi - 01:01 ---------- bir önceki mesaj zamanı 00:49 ----------

    Kim demiş,
    "yiğit kavgada belli olur" diye
    Kaçmak yaşama kadar,
    korkakça yaşamak için kaçmak
    cesaret istemez mi?

    YÜREKÇE!!!
    19/07/2005-SALI
    MERSİN - 13.54

    Ben çok fazla duydum
    hilal boyunlu ceylanların
    bir katil yüreği kadar
    soğuk pınar başlarında
    vurulduğunu

    Ama,
    Ben hiç bir zaman görmedim
    hiç bir zaman da duymadım
    hilal boyunlu ceylanları
    su içerken uyardığını pınarların

    Demek ki;
    Ya ağzı çok sıkıdır pınarların
    ya da, bu
    ölümüne susamasıdır ceylanların

    YÜREKÇE!!!

    18/07/2005-PAZARTESİ
    10.50

    Kim bilebilirdi
    veya kim bilirdi
    yahut bilinmeli miydi
    kumsalda sessiz gibi duran
    ama asla taş yüreği olmayan
    ve sürekli martı sesi ezberleyen
    çakıltaşlarının hafızasını...

    YÜREKÇE!!!
    18-07-2005 / MERSİN

    Düşündüm de yetmedi kelime
    yahut kelimeler
    O’nlar Onikiler’den fazla
    Kırklar’dan eksiktiler
    Ama candılar, insandılar
    Bir cem yalazında
    Döne döne kül oldular…

    Ya beni cem bahçesine ekin
    Ali hayatında gül olayım
    Ya da Ali’m gül olsun
    Yoluna bülbül olayım

    Ya Madımak’ta kimsesiz bir yolcu
    Ya da gerekse bu yolda kül olayım…

    YÜREKÇE!!!
    02-07-2005 / ANKARA
    CUMARTESİ – ŞİMDİ

    Bir dönem önce şöyle bir olayı anlatmıştım;

    Bir gün Hüseyin’i birileri(!) Kerbela’ya göürmek isterler. Hüseyin
    kabul eder ama yandaşları onu uyarır ve derler ki:
    - Deli misin, onlar babanı öldürdükleri gibi seni de öldürmek
    istiyorlar, onlarla gidilir mi?
    Hüseyin cevap verir:
    -Biz gideriz, kanımızda var!




    TUNCAY AKDOĞAN ANISINA

    Bir selam söyleyin diyorum
    Alnı güneşe secdeli ipek
    Kanatları pür dikkat bir kelebek
    Şarkılarını söylüyorum hâlâ O'nun

    Otuzaltı can gibi
    -ama Madımak'ta değil-
    Kerbela'da şehit gibi
    -ama adı Hüseyin değil-

    Kanatlarını
    Şimdi bilinmeyen ülkelerin
    dağlarına açmış Akdoğan'ım;
    Yasını Hazar'da tutup
    zafere soğan kırıp
    aşkı içen söztutuşçum benim
    Dilerim ki gömütlüğünde
    Abdallar, Nesimi'ler
    Kırklar, yediler,Onikiler,
    Hacı Bektaş-ı Veli'ler Fatiha okuya
    Ve artık bu ülkede
    İnsanlar dumandan boğulmaya Tuncay'ım
    dumandan boğulmaya
    boğulmaya
    boğul..
    boğ...

    ÖHHÖÖ ÖHHÖÖÖÖ

    YÜREKÇE!!!

    05-05-2005/PERŞEMBE


    SUÇSUZLUĞUN KAÇAKÇILIĞI

    Muhteşem olmalı mutlaka.Evet kusursuz değil fakat muhteşem! Söz
    akabilmeli, su üşümeli mi donmazdan hemen evvel. Konuşmayı
    sürdürmelisin, ondan bahahsedebilmelisin ki, ne su üşüsün, ne de söz
    duraklasın bu noktada. Eski bir uygarlık gibi anlatımı mistik olmalı.
    Bak mesela bugün ayın ondördü. Bugün dolunay görünecek ama sen
    görmeyeceksin bulutların sırvermemesinden ötürü. Şüphe duymak
    istiyorsan duy ama bugün ayın ondördü, kısacası « gün dolunay ». Bu
    nasıl tarih deme sakın. Mesela sen portakal seversin ama kaç sefer
    gördün bir portakalın çiçeğe duruşundan portakal rengine
    dönüşmesini ? Bana sorma, ben portakal ağacındasn düştüğünden beri
    her mevsim portakal ağaçları yükselir umurumda. Sonra mevsim döner
    ilkbahara, mayıs olur baharın meyvası. Sen hiç mayıs gördün mü ? Ama
    O mayısta yaşamaya başladı ve ilk ışığını sorguladığında, günlerden
    dolunay değildi, aşkı dişledi ömrünce ve nerince. Bak bugün ayın
    öndördü, NARİN bir ay doluşur gözlere. Yoo hayır aşk değil bu
    bendeki, aşk başka birşey !... Sen balıkçıların bildiği ama
    hiçkimseye söylemediği aşkın alaboralı limanına kaç sefer yanaştın ?
    Elinde çağla dalı olmalı. Sahi, sen aynaya bakmadığında çağla
    göremiyor musun ? İşte mayıstaki aynaların hüznüdür bu ! Sen
    bakmayınca çağla açmıyor mayıs. Ne bahar, ne kırlar, ne de kelebek.
    Sahi, sen ipek sevmedikçe neye yarar ki kelebek ?
    Ve bir mayıs günüydü, Amon Ra ve ben güneşi demliyorduk eski bir
    uygarlıkta. Tanrı olmak neydi ki tanrılaşmak istiyordu güneş. Bir
    dolunay gözümde gittikçe dişileşiyordu. Hava sıcaktı ve etim
    ısırıyordu terlemişliğimi. Güneş olmasa neye yarardı ki senin
    tanrılığın Amon Ra ? İhtiyar bir balıkçı gibi nasırlarımı akdenize
    saplayıp aşk dalgıçlığı yaptım ben. Sahi, aşk olmasa neye yarardı
    dalgıçlığım ? sadece benim bildiğim bir uygarlıkta yaşıyorduk ve
    vakit çok eskiydi, günlerden dolunay ve takvim tamamen sen !

    Çekimser sözümdü sana söylemediğim.Aşk değil dedim ya, Aşk ;
    suçsuzluğun kaçakçılığıdır
    Ve ben yüreğimi kaçırmadan hemen evvel söylediğin şarkıyı sen
    söylemeden çok önce de seviyordum ben :

    Hüznünü sulara bırak sevdiğim
    Tüm matemini yosunlar tutsun
    Ve gülüşünü rüzgarla paylaş
    Yarısı dolunayLa bir beden olsun

    Nedensiz bir mevsim gibi sevdim çiçeklerin renklenmişini. Unutkan bir
    kadın gibi dıoğurmayı unutmuşken yavrusunu, ben mahremiyeti
    tanrılardan öğrenmiş cenindim henüz.

    Temmuz sularıydı benim yanıbaşımdaki anaç sahil, yaz vaktiydi hem de
    akdeniz.
    Karanlıktı tüm geceleri kentimin.Çıkartma günüydü adalardan bir adaya
    ve bombardımanlara dahi doğabilmeye inatlıydı bebekliğim. Sahi,
    bebekler doğmasa kent neye yarar ?

    Kentim ; Limankent...

    Ve eskilerden bile eski bir balıkçının söylediğine göre, her gün ve
    her gece milyarlarca insan aşk çizermiş gökyüzüne. Ve bir rüzgar
    koynuna doldurup hepsini, o kentten alıp bir başka sahile
    götürürmüş.

    Kent ; Limankent

    Oysa bu aşk değil, aşk daha bir başka...


    Aşk, sabırlanmaktır beklemelere. Sahi, beklemek olmasa sabır ne işe
    yarar ?

    Sorgu gibi, yalan gibi, zabıt gibi birşey bu. Oysa zabıtlar
    tutulmasa, aynalar hüzünlenmese, ben aşkı yazabilsem de.... Sahi
    aşkı yazabilmem ne işe yarar ?

    YÜREKÇE!!!

    14/05/2004 - CUMA

    20.07 - ANKARA

    ---------- Mesajlar birleştirildi - 01:06 ---------- bir önceki mesaj zamanı 01:01 ----------

    DAVET-ÜL TERCÜME



    Belliydi,denizden yeni çıkarılmıştı.Nasıl açılabilmişler ve nasıl
    dalabilmişlerdi bu fırtınalı havada.Zor işti, hem de çok zor bir
    iş.Ama denizden yeni çıkarılmış keskin yosun kokusunu soğukla beraber
    içime çektikçe anlayabiliyorum hep yaşadığımı.Oysa fizik,nükleer ve
    bilmem hangi pozitif bilim kurallarına aykırıydı soğuğu ciğerlerime
    çekebilmem.Fakat, ilkokulumdan beri -merkez kaç, merkez koş,merkez
    tut-larla okuma-yazma öğrendiğim yıllarıma dönüşüveriyordum kütlemde
    ve kimyamda hiçbir değişme yaşamadan.Sahil güzel şeydi elbette ama
    dağlara çıktıkça, uçaklarla uçtukça da duyabilmeliydim bunu. Ve yine
    fakat, bize öğretilenin adları her ne kadar duyu ise de duyum
    organlarımdaki hisleri hissederken "DUYDUM" denmemeliydi
    algılara."KOKLADIM,GÖRDÜM,SEVDİM,ACIDI" gibi adları olmalıydı
    duyduklarımın. Ama ben isimsizliklerini duydum hocam,ben duyularımın
    adlarını unuttukça, yuvarlak hala yuvarlaktı, sıcak hala sıcak,açlık
    hala açlıktı hocam. Ben duyularımın adlarını duymuyorum bir tek. Ama
    duyuyordum, denizden yeni çıkmış keskin yosun kokusuydu bu hocam.

    Tam da simit yerkeneydi
    Avuturkendi ak dişli çocuları süt deltalarında
    ve birden bire binlerce ölüydü sarsılmışlığım
    Başdönmesiydi yarasaların çığlıklılığı
    Dünyayı ters görmekten ibaret şaşkınlığıydı duyd...

    Evet duydum hocam.Ama siz de duydu..Ama ben duyuyorum onların
    gözlerindekini,siz duymuyorsunuz,çünkü toksunuz hocam.Ben sizin
    duymadıklarınızı duydum diye disiplin kuruluna yolladınız
    beni.Derslikleri duyamadım birkaç hafta, beni uzaklaştırdınız. Ben
    okulumdan değil, duyduklarımdan uzaklaştırılmıştım hocam.Ve beni
    uzaklaştırdığınızda kuşlar yeniden ötmeye başlamış, bu ötüşleri benim
    yokluğumdan DUYDUKLARI sevinçten yapıyorlarmış, öyle mi hocam. Oysa
    ben hergün simidimi bölüşürdüm onlarla, karınları doyunca çıkıp bir
    dala tünerlerdi hocam. Kimbilir, sizin duyduğunuz ötüş, açlık çığlığı
    ve gökyüzünü kaplayacak bir eylemin çığırtkanlığı olamasın hocam?
    Seviyorum sahilleri, hem de çok.Duyarım keskin yosun kokusunu,
    martıların ısırdığı deniz damlalarını duyarım, bir midyenin kuma
    gömülüşünü duyarım, ben duyarım hocam.Ben, kitapların küçüklü-büyüklü
    puntalarını,monitörlerin piksel ekranlarında harflerin yanyana
    gelince neler anlattığını, ben "DUYDUM" diyemeyenlerin "DUY"dukları
    korkuyu duyarım hocam.Hadi, Mustafa Kemalin tahtaya yazdığı
    alfabemizin çıkarttığı sesi tercüme edin hocam!

    YÜREKÇE!!!
    08-01-2004/PERŞEMBE
    11.51 - MERSİN


    BURJUVADAKİ ARİSTOKRAT SİLAH



    Hadi seher yeli gibi ince bir serinlikte öp beni.Hiçbirşeye takılı
    kalmasın aklım.Kızgın küfürlerin efkarlı hüznünde kalsın öylece nisan
    ve mayıs.Ağustos, temmuz ve tanrılar peşkeş çekilsin ampulü bozuk
    yatakodama.Sonra kar başlasın nefesin gibi... Işımasız gözbebekleri
    donsun onların.Hain gibi, çiyan gibi kaçarken vurulsunlar sözgelmez
    sırlarından. Ve sen sabaha karşı girdiğin banyoda duşakabin böceği
    görüdüğün sıçrayışta attığın çığlıkla titret küvetteki fransız
    parfümlü berdan suyunu. Ve çıkıp elliiki katlı bir gökdelenin
    tepesine camdan bir fanus koyalım. Yıldırımlar sıyırsın üzerimizden
    elbiselerimizi. Ben senin gözlerini sadece şimşek çaktığında
    görebileyim. Camdan tepemize düşen yağmur süzüldükçe betonarmeye, ben
    gözlerinden göğsüne akan su damlası gölgesinde terleyeyim bir
    şafak.Havai fişek aklım hep sende patlasın,meraklı ve heyecanlı
    bakışlara süzgün kıvılcımlar aksın gökyüzünden.Yarasalar kollamasın o
    geceyi, sandıkta saklı bekaret danteli serdiğin sehpadaki
    kültablasında söndüreyim sigaramı.
    Bunlar, bunlarla beraber daha bir çok şey, senden gelen, sende olan
    ve senden olacak herşey için bir katkım olsun. Hadi kalma statik kala
    öyle. Bende aristokrat aşkların taşıma ruhsatlı tabancasını
    tetiklemek için, hadi!!! Hadi, seher yeli gibi ince bir serinlikte öp
    beni...

    YÜREKÇE!!!
    31-12-03/ÇARŞAMBA
    MERSİN

    BİTİMLEME


    Sözün bittiği gün de gelir
    Suskunluğun büyük büyük çığlıklılığı
    Ve anlamını yitirmişliği aydınlığın
    Pis ve puslu ihanetinde fırtına
    Konuşmanın kesişmelerde yitirilişi,
    savruluşu kaybolmuşluğun zihnin sokaklarında

    Kimbilir,
    hangi kaldırım taşına denk geldi
    sana koştuğum ilk adım
    Ve çocukluğumda
    sevincimi kovaladığım kuş
    kaçıncı kanadındaydı,
    kimbilir...

    Ben hep sabahlar bekledim
    Ben hep güneşe sakladım büyümüşlüğümü
    ve gözlerimin rengini topraktan çalarken yağmur ertesinde
    Sevdamı her gün bir renge boyardım

    Ve sustum bir zaman,
    Sözün bittiği güne geldi
    suskunluğumun savaşsallığı!

    Benim barışlarım;
    ışık hüzmelerinde
    billur karartılarda
    siluetini saklamayanlarda

    Benim kanatlarım;
    her yağmurda sevinç
    her ebemkuşağını beline bağlayan

    Ve benim sevdalarım;
    Aşiret sevdaları gibi imkansız
    Törelenmiş kan davasında yanlış tetik
    Ve toroslarda çağlayan suyun
    gavurdağlarını ürperten tanrıdağlarından
    dökülmesidir

    Benim sevdalarım;
    Güneşe yan bakıp
    yağmuru avuçlayan çocuk gibidir
    Ciddi bir sevecenliktir yani,
    soylu geçmişlerin yarını ebeleyişinde...

    Karartısını geliyorsun önce akşamın
    Sonra bir adımda ilkdördün
    Ve takımyıldızlarını sobeleyişinden sonra Venüs'ün
    Gidip en mahrem yerine saklanacaksın gündüzün

    13-04-03/PAZAR
    AKSARAY-POZANTI civarı

    YÜREKÇE!!!

    ---------- Mesajlar birleştirildi - 01:11 ---------- bir önceki mesaj zamanı 01:06 ----------

    Beni
    ipeğin yırtıldığı zamanda bekle
    Doğduğun gün eseceğim
    elimde bir kelebekle...

    YÜREKÇE!!!

    08-12-03/MERSİN
    12,58

    ATKESTANESİ



    Unutulmuş vapurdu o iskelede.ben her sabah görürüdüm yana yatmış
    yüzünde ve kollarında başıboş sarmaların çoğaltılmış yalnızlığını,
    zayıflatılış uranyum tanecikleriydi teri.Kaygısız gbiydi yüzündeki
    ifade ama yakalayamadığı balıkların oltalarda ölümüne de üzülürken,
    çelişkilerindeki harmansı ve içindeki vahşi hayvansılığı tütün diye
    sarıp içerdi ve tükürürdü denize,denize açılamadığı
    zamanlarda.Garipsi bir vedası vardı,güneşin batımına elitsi
    lokantalarda şampanya tokuşturan kadehleri hatırladıkça,varoşsal
    üslubuyla,karşısına çıkan ilk gecekondu duvarında parçalardı şarap
    şişesini.Küfrü küfürbaz değildi dilinde.Teşekkür etmedi hiç
    çocukluğuna, okulunu sevmedi ve sınıf arkadaşlarının dişlerini kırıp
    ta anaokulundan atılışını düşündükçe aklına hep kıramadığı O vazo
    gelirdi ve küfrederdi vazocular çarşısından geçerken en usta seramik
    ustasına.Toprağın işi gücü yokmuydu da o canım canım köklü ve canlı
    yeşili,alı,moru,kırmızıyı,pembeyi sarmak varken çiçeklerde, burada
    boyalı ve süslü ve mağrur ve dirayetli ve pazarlığını iyi yapan bir
    fahişe gibi boğazında plastik çiçekleri paralı dokunuşlarıyla o
    masada durmakta nesiydi?Toprak dedin miydi, kahveregi olmalı,
    yatarken kuru olmalı, uyandığında çiğ tutmalıydı omuzlarında.
    Bir gün yine denize açılamamış ve tükürüp son vazifesini de
    yaptıktan sonra batmış teknesinden kalma yosunlu çıpasını kaptığı
    gibi O büyük ve ışıklı tabelanın yanında açtı gözünü,parlak
    kristaller gözünü kamaştırırken demirini indirip şamandırasını
    bıraktı heybetli ve pahalı bir kalantorun cebine.Metresi ne çok ta
    istemişti o vazoyu, işçisi ne kadar çok özenmişti boğazındaki çivit
    mavisi şeridi boyarken.ve ayakkabılarını çıkartıp kokulu ve delikli
    tek çorabını itinayla kenara bıraktıktan sonra cam parçalarının
    üstünde yürümeye başladı.Vakit geceyarısıydı, polisler yeni içmişti
    çorbalarını, sessizdi ortalık ve işkence zamanıydı şimdi...

    Al kanım çok istemiştin akmayı
    Nasırlarım eskiden beri alışıktır kayaların sivriliğine
    Ve ellerim ilk denizkestanesini avuçladığından beri
    korkarak sarardı sevgilisini

    Her aşk bir atkestanesi
    Her aşk atkestaneli bir vazodur şimdi
    Al kanım işte akıyorsun
    Ve aktıkça bu vazonun üstüne
    Atkestanesi motifli bir vazo oluyorsun

    Kelepçelediler O'nu.Ve davasından vazgeçmedi metres.Yeni sandalına
    haciz
    koydular.Eski sandalin çıpasını eskiciye satacaklardı ama suç aleti
    diye tutanakladılar ve yasakladılar yeniden gecekondu duvarlarını ve
    şarap şişelerini.Dört duvar üç tarafı deniz olan bu ülkede
    yasaklıydı artık ve O hep tükürüyordu duvarlara çizdiği
    denize benzemeyen ama DENİZ dediği izmarit lekelerine.
    Birgün, avuçlarına bakıyordu şaşkınca, ve gözü eski bir yaraya
    takıldı.Ağzına götürüp ısırdı ve kanattı eski yarasını.Tırnağıyla
    derisini kopartıp oymaya başladı.Siyah, ince bir nokta gördü ve
    dişiyle yakalamaya çalıştı.Tırnağını yarasına soktukça siyah nokta
    belirginleşti ve cebinde kalmış bir oltayla kazımaya başladı
    yarasını.Ve dişiyle yakaladı ucunu, sonra dilini değdirdi kanayan
    yarasına, dudakları kan olmuştu ama dişlerinden alıp baktı ki, ilk
    denize açılışında tutmaya çalıştığı atkestanesinin kendinde bıraktığı
    ebedi hatırayı görünce yeniden küfretti atkestanesi bile olmayan
    hapishaneye...

    ERZURUM
    19-09-2002/Perşembe
    ŞAFAK: 56
    YÜREKÇE!!!


    "D" "E" "N" "İ" "Z" "K" "I" "Z" "I"

    Zıpkın tadı çelik sızı
    "D" "E" "N" "İ" "Z" "K" "I" "Z" "I"
    Ilık, tuzlu, mavi dokuz harften de öte
    Tanrılar dolusu yürek
    Tanrı gibi yürekçe!...

    YÜREKÇE!!!

    Yanılgıları tümcelendirmek ne kadar kolay tanrım!..

    Bak, işte sonsuzluğun damıtıldığı Sende bile bir
    yanılsama
    görmekteyim.Açlıkla terbiye, aç kalmayı kendi
    bilincine sunarak ve
    hatta kendi bedeninde ruhun huzura kavuşması için, "iman
    dolu
    serhaddi"mi mahşer gününde gere gere kabartmak için aç
    kalmayı göze
    alıyorum ve biliyorum ki; ben aç kaldıkça açılacak
    cennetin kapısı ve
    Sırat Köprüsünün istiap haddi yükselecek aç
    kalındıkça.Ve bunu; aç
    kalmayı veya seni sevmekten değil, mahşer gününde gere
    gere
    gezdirilebilecek bir serhad olsun diye mi yaptırıyorsun?
    Yanılgıları sorguculara ihbar etmek ne kadar imansızca
    Tanırım!...

    Kederinin boyunbağıydı elleri.Ne zaman televizyonda veya
    herhangi bir
    ajans haberinde Tanrı'dan torpilli bir ülkenin
    Kızılay'lı,
    Kızılhaç'lı beyaz kamyonları önünda sönmüş
    gözleri ve kurumuş
    kollarını havaya kaldırıp bir avuç buğdayı
    gülebilmek gibi dişlerine
    yapıştıran insanları izlerken, hep iki elim iki yakanda
    olsun derdi
    kahpe feleğe ve sadece o kadarı gelirdi elinden.

    Çaresizliğe küfretmek ne kadar alçaltıcı tanrım!

    Sanki ben aç kaldıkça; onlarla ve onlar için ama asla
    onlar kadar
    değil!
    Sanki ben umut ettikçe; onlar gibi,onlar için, ama asla
    onlarsız
    değil!
    Sanki ben küfrettikçe; onlarla beraber, onlar için ama asla
    onlara
    değil!

    Ve ben hep umut ettikçe, birileri hep alınterinden
    seyreltilmiş
    uranyum elde edip, yine benim umutlarımın ekin bahçelerinde
    radyoaktif denemeler yaptıkça ve çoğaldıkça
    herbirşey ve bu
    herbirşeyin içinde açlık varsa, sömürülmek varsa
    esaret varsa ve sen
    kusursuz bir adalatin temsilcisiysen,
    Adaletini sorgulayabilmek ne kadar günah Tanrım!...

    Bilmelisin ki, sen bu sorduklarıma cevap verene kadar aç
    kalmayacağım
    artık İman-ı Hak için.Aç kalandan ibret almayacağım
    Alem-i Mahşer
    için.Ve aç kalmayacağım alnımdan sıyrılan terde
    sörf yapanlar
    için.Ben işsiz olduğum için aç kaldım ve
    kalacağım.Bilmelisin.
    hangi mabedin kapısı aç kalanların gözbebekleri gibi
    açılır Tanrım!...

    Yok ise cehennemde yanacak kömür tanesi
    Beni yak düşük kalorili ve dumanlı bile olsam
    Lakin suçu bende sakın arama ey yüce Gani
    daha çok ısıtırdım, sıcak bir ekmeği soframda
    bulsam

    YÜREKÇE!!!

    19-11-2003/Çarşamba
    15.05 /MERSİN

    Serzenişlenmekteydi sabahın tan yerine serinlikle dokunduğu
    parmakları.Her bir boğumu bin zehir taşıyan akrep gibi
    batıyordu
    tırnakları kederine ve yitirdiği son aşkıydı
    "HİÇİMSU".gidip bir gül
    dalını avuçladı, narin bir Karagül
    dalını...Herşeydi birdenbire
    başlayan.korkudan edilen dua gibi, karların sorgusuzca
    yüklendiği
    dağ gibi büyük ve birdenbire.Oysa, adı bile yoktu, nefsi,
    nefesi,
    bayramı, arifesi yoktu. Adı bile sorgulamalı ve soru
    işaretliydi.Herşeydi birdenbire ve herşeyin
    birdenbireliği gibi
    hiçbirşeyin herşeyi oldu herbirşeyiyle...

    HİÇ?İMSE!

    (12/04/02-Cuma) Temmuzdu, sıcaktı, ter içindeydi aşk,
    güleçti bir
    şeyler, kıpırdaşıyordu çoğulluk. Farkına
    varıyordu kendi başının
    yalnızmış gibi görünen çaresizliğine, utanıyordu
    bir yandan ama
    temmuzdu işte, sıcaktı ve ter içindeydi aşk...
    Eteği yoktu, elbisesi
    yoktu, sevinci, koşması ve bacakları yoktu, kaygısı ve
    susuz paslı
    matarası yoktu, pantolonu ve ayakkabısı yoktu,
    gömleğinde leke yoktu,
    gömleği de yoktu zaten ve bu da tasa değildi donsuzluğuna.
    Sevecenliğini yüklenmişti ama yükü de yoktu. Mutluydu,
    mutlu olmasa
    da mutluluğu bilmekten, gemi görmemişti hiç ama karasal
    iklimi de
    bilmezdi, ne duymuştu bir kuşun ötüşünü ne de kuş
    kelimesini
    düşünmüştü, tıpkı küreksiz sandalların
    düşünmeden sulara atılışı
    gibi. Alnı yoktu, güneşi yoktu, ter içindeydi aşk ve
    temmuzdu. Nasılı
    ve nedeni yoktu, soruları sormamış olsa da ebegümeci,
    yeşili yoktu,
    kırları, çiçeği, böceği yoktu. Asfaltı,
    arabası, vitesi ve ehliyeti
    yoktu, hele hele ki gidesi de hiç yoktu!...

    Atları atlas halılara nal sürmemişti hiç
    Dağları dağ değildi, bulutları hiç bulut
    Ne bir demirciydi, ellerinde kızgın çekiç
    Ne de ipek saçlara değmemişti hiç

    (13/04/02) Hiçbirşeydi aslında konuştuğu deniz,
    yüzdüğü
    kafatasları. Çıldırmıştı elementler, en çok ta
    yüreği! Mevsim hâlâ
    temmuzdu ve iklimlerin yağmursuzluğundaydı, ki gözlerinde
    çölleri
    kıskandıran buluttan bin parça olsa da... Anne gibi
    ağlardı ama
    çocuğu yoktu, memeleri öyle büyük ve öyle diriydi
    ki, yine de
    memebaşlarını emen yoktu, sesi güzeldi ama ninnisi yoktu,
    en güzel
    dişisiyse de anaç ormanlarının, kadınlığı yoktu...
    Doğurmuş değildi
    bu yüzden güneşi. Işığı ve sıcağı yoktu,
    gün'ü-gece'si-ikindi'si
    yoktu, evveli ve sonrası yoktu. Tanrı değildi kendinden
    yaratılmış
    olan ama yaratıcısı da yoktu. Hücresi, anatomisi,
    fizyolojisi yoktu.
    Adımı, ayakkabısı, ayak izi yoktu.Unutmuşluğu,
    susmuşluğu,
    susamışlığı, çatlamış dudakları yoktu. Şiiri,
    şarkısı, melodisi ve
    nakaratı yoktu. Hiçbirşeye benzemezdi O. Ama herşey O'na
    benzerdi
    fakat herşey hiçbirşey oluverirdi ona yaklaştıkça
    ve uzaklaştıkça
    silikleşirdi şey'ler. Kokusu yoktu, nefesi, bakışı,
    tılsımı yoktu.
    Yörüngesi, yerçekimi, gökçekimi, kaldırma ve
    indirme kuvveti yoktu.
    Su değildi, akmazdı, su değildi donmazdı,
    çatlamazdı sertliği,
    yumuşamazdı, esnemezdi, sünmezdi, kasılıp,
    burulmazdı, burkulmaz ve
    bulunmazdı. Umursamazdı!!!

    Turunç tadında değil miydi ham çocukluğumuz
    Yabancıl ağaçlardan sarkamazdı bu hiçlik
    Güleç meyva vedasıdır dala, acı burukluğumuz
    Gök buluta değdiğimiz, bu oynak bilinçsizlik

    Bir göz kaymasıydı sanırım, denizde ince bir
    serzenişti
    dalgacıkların sırtına yüklenen bu narin sitem. Oysa,
    gözleri yoktu,
    nezaketi ve kabalığı yoktu, hiç bir şeydi onda her şeyin
    tümevarımı
    ve tümdengelimi, O'nda gelmek ve gitmek te yoktu...
    Kavuşamamıştı hiç
    özlemlerine, kavuşması yoktu ayrılığı olmadığından.
    Sarılması yoktu,
    kolları yoktu, beklemesi ve bekleneni yoktu, kaygısı, umudu,
    umutsuzluğu, düşü, rüyası, vakurluğu, çopurluğu,
    mağrurluğu yoktu.
    Isınmazdı hiç soğuk gecelerde; üşümesi, odunu,
    ateşi, sobası,
    kıvılcım çıtırtısı yoktu. Köz üstünde
    çaydanlığı, ütüsü, buzdolabı,
    televizyonu, cep telefonu yoktu. SMS'si, PC'si, CV'si, PVC'si,
    DVD'si, VCD'si, CD'si yoktu. Uzaktan kumandası, mandası,
    himayesi,
    kongresi yoktu.

    Olmayan bir şey değildi ki aslında
    Şaştı varken bile fark edilmeyince
    Titretti kendini aynı ağaç dalında
    Hiç olsun dedi adım hiçlendiğimce

    Hiç denizde, hiçilmemiş bir anakaraya, hiç ayakla, hiç
    basmadan adım
    atmayı istedi. Yanında "H" vardı, kumsala bıraktı.
    Yanında "İ" vardı,
    denize attı, bir de "Ç" vardı ki, ah o "Ç" !!! İşte
    O'nu çelenk
    yaptı, HİÇ'eklerle donattı...

    Temmuz artık hiçti,, sıcak hiç,ter hiç, hiç
    içindeydi aşk...

    YÜREKÇE!...


    24-11-2003/PAZARTESİ
    MERSİN

    ---------- Mesajlar birleştirildi - 01:19 ---------- bir önceki mesaj zamanı 01:11 ----------

    ŞİMDİDEN

    Bak, bir yürek doğuyor bu şehirde
    ve bin çiçek serzenişinde lalezarında
    Al avuçlarına,ayalarında kanayım
    Kalmayalım süt dişlim, öfke ahuzarında

    Bak bir yürek, şimdi bu şehirde
    Toprak henüz çiğ iken,kan tükürürken şafak
    İğne yapraklı çamlar uyanırken tepelerde
    Şiir sür sözlerime, Yürekçe'ne şaşarak


    YÜREKÇE!!!
    28.09.02/ERZURUM


    ÇUKUROVALI DÜŞ

    Güneşi demliyordu ham aydınlıklarda çoğul seslerim,
    uzakdoğudan
    vanilya ve tüm tropikal meyvelerin renkli serinleticiliğine
    damlayan
    emperyal bir salyadır İngiliz kumandan

    Ve çelik yataklarda ağır,
    sabırsız kurşun gibi dellenen
    Tibet'in kartal kanadı belki
    göklerimi bulutlara dölleyen

    Akşam vakti
    Uyutunca güneşi serin yataklarda
    Terim damlarken çukurovalı bir ırgatın alnından
    Hasır ve savana dizilen yorgunluk şarkıları
    ve naylon çadırlarda sivrisinek vızıltısı
    kaşıntıları
    şafağı bekleyen üç çift çocuk bakışıydı
    ellerinde atadan kalma çaydanlık
    ve sütten kırpılmış düşleriyle
    biryerlerde yaktıkları ateşle
    güneşi demliyorlardı ham aydınlıklara

    24-07-2002- MERSİN


    YÜREKÇE!!!

    GİBİYDİ ASLEN

    Gülümseyişi kadın gibiydi,dişleri kadın, kokusu kadın... Ak
    yemenilerle kuşatılmıştı ayakları ve dudakları saklanıyordu
    pırıltılar ardına.Sesi çoğalıyordu ortalıkta ama çığlıkların zamanı
    çoktan geçmişti.Ağlamıştı analar, düşmüştü yiğitleri
    cephede.Gülümseyişi kadın gibiydi, sevdası kadın...

    Emziren kadınları seyrederken gözleri dolardı hep, işte bu yüzden
    geceleri severdi, gecesi kadın gibiydi, sıcaklığı kadın. Yangınların
    alevini yalardı küçük kedi diliyle, dili kadın gibiydi sözleri kadın.

    Doğurganlık mahareti yoktu işte, ama yaratıcılığı kadın gibi zarif ve
    ince. Tanrılığı, kadına şefkat gibiydi, ölümüyse tanrısız bir kadın!!!

    YÜREKÇE!!!

    23-07-2002-MERSİN


    Aşkla tanıştırdığımda ellerimi
    seni yağmurları avuçlar gibi sevdim
    Acıyan yürek gibi tutuk
    Son söz gibi dudak arasında korkak
    Çünkü sen, her yağışında biçimsiz
    her ağlayışında isimsiz hüzünler yükünde ıslak
    ve sensiz boşalan yerimi
    doldururcasına sağanak
    yağarak okşarsın ellerimi

    Kısacası
    bulut gözlüm,düş yüreklim
    Ben yağmurların güzelliğini
    senden aldığı için sevdim

    Tırnak arasına batan ayışığı
    Yahut yokluğun gibi acıtan
    ve doyurgan başak tanesi gibi ekmekçe
    İşte ufkunda senden sonra yedirenk
    Çek beni sür yüzüne, kırmızısı Yürekçe!

    YÜREKÇE!...
    25/11/01-30/11/01-Erzurum

    Yürekçekalın...
    KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
    BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
    KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....

  20. #140
    Mersin İl Temsilcisi yürekçe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik
    02 Ağustos 2006
    Şehir
    Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam
    Motosikleti
    Cân ile hem cahan, dehr ile hem zaman
    GÖRDÜM! YÜREKÇE....

    kordonboyu sıcaktı
    sırılsıklam ıslaktı sırtım, terden.
    kordonboyu ışıklar yanıyordu direklerde
    ve her yer aydınlıktı, elektrikten.
    ben gördüm bir kolu; iki kol arasında
    erkek habersiz, kadınınki ihanetten.

    erkek bildi veya bilmedi beni
    kadın yüzünü çevirdi, karanlıklara.
    oysa karanlık ruhundaydı, gördüm
    gördüm, Yürekçe yemin! bir kez daha!!!

    beni hiçkimseyle kıyasalama derdi kadın
    oysa, bir türkü gibi başka dudakta derlenmişti kadın
    derleyenin derdini anlatmak içindir derlenen oysa
    lanet olsun aşka ve türküye, aşkı anlatan türkü buysa!!!

    YÜREKÇE!!!

    16-09-2012 / MERSİN - VİRANŞEHİR "KORDONBOYU"
    21:30
    KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
    BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
    KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....


7. sayfa BirinciBirinci ... 56789 ... SonuncuSonuncu

Konu içerisindeki kullanıcılar

Şu an bu konu içerisinde 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 misafir)