Şiir - Deneme Yazıları Sevenler Başlığı
-
02 Şubat 2012, 11:49
#121
Mersin İl Temsilcisi
UY HAVAR!
Yangınlar,
Kahpe fakları,
Korku çığları
Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!
Pusatsız, duldasız, üryan
Bir cana bir de başa
Seher vakti leylim - leylim
Cellat nişangahlar aynasındasın.
Oy sevmişem ben seni...
Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu!
He canım...
Çiçekdağı kıtlık, kıran,
Gül açmaz, çağla dökmez.
Vurur alnım şakına
Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
Küfrünü, Medetsiz, Munzur.
Şahmurat Suyu kan akar
Ve ben şairim.
Namus işçisiyim yani
Yürek işçisi.
Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,
Ne salkım bir bakış
Resmin çekeyim,
Ne kınsız bir rüzgar
Mısra dökeyim.
Oy sevmişem ben seni...
Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek,
Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
Yaran derine gitmiş,
Fitil tutmaz, bilirim.
Ama hesap dağlarladır,
Umut, dağlarla.
Düşün, uzay çağında bir ayağımız,
Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri
Düşün, olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansız sevda,
Atıp bir kıyıya iki zamanı
Yarının çocukları, gülleri için,
Koymuş postasını,
Görmüş restini.
He canım,
Sen getir üstünü.
Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan - ter içinde asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni...
Ahmed ARİF
BİR ANKA KUŞU
Yüzlerce soğuk namlu
Üzerime çevrildi.
Yüzlerce demir tetik
Aynı anda gerildi.
Anne, beni söğüdün gölgesinde vurdular.
Öpmeye kıyamadığın,
Dal gibi oğlun yere serildi..
Üşüştü birer-birer
Çakallar üzerime.
Üşüştü dört bir yandan,
Göğsüme, ciğerime.
Anne, beni bir leş gibi
Yiyip talan ettiler.
Teşhis edilmem için,
Parçamı koydular önüne...
Ben bu acılar ülkesinin
İnsana reva görülen
Bütün acılarını tattım.
Aç yattım, ekmeğime sabır kattım.
Beni milyon kere dövdüler üst-üste!
Ben bu yolu, kendim seçtim anne,
Ben ömrümü kendim kanattım...
Geceler tanır beni,
Konarım, göçerim ben.
Geceler tanır, kan damlar içerim ben.
Anne, sen beni unut, karanlığın bağrında.
Kırmızılar ekerim,
Siyahlar biçerim ben..
Suçüstü yakalandım,
Bölüşürken kalbimi.
Suçüstü kelepçeyle yardılar bileğimi.
Anne, ben diyar-diyar, umudun savaşçısı..
Bir tutam sevgi için
Dağladım gözlerimi..
Prometheus'tum zincire vurulurken dağlarda,
Ciğerimi kartallara yedirdim.
Spartaküs'tüm köleliğin çığlığında,
Arslanlara yem oldum, tükendim.
Kör kuyuların dibinde Yusuf'tum,
Kerbela çölünde Hüseyin.
Zindanlarda Cem Sultan,
Sehpalarda Pir Sultan.
Ve Madımak'ta otuzyedi can...
Kaçıncı yok oluşum,
Kaçıncı var oluşum bu?
Tanrılardan ateş çaldım
Yüzyıllarca tutuştum, üst-üste yandım.
Bir anka kuşu gibi anne,
Bir anka kuşu gibi;
Kendimi külümden yarattım..
Yusuf HAYALOĞLU
ELLERİNLE BANA BAHARLAR GETİR
ben ki kaç bahar oldu
yemyeşil bir yaprağa dokunamadan
mevsimler devşirmişim
ve çiçekli bir dala
uzatamadan ellerimi
en güzel günlerimi
kelepçede geçirmişim
ellerinle bana baharlar getir
cıvıl cıvıl bir görüş gününde olsun
bir mektup gönder bana
bahar tadında
baygın baygın ülkem koksun
ben ki promethe'den alıp ateşi
ninovanın zulüm saraylarına çalmışım
ve olimpos kartallarının
pençesinde kanayan yüreğimi
bir nevroz baharında
sevdalara salmışım
ellerinle bana baharlar getir
cıvıl cıvıl bir görüş gününde olsun
bir mektup gönder bana
bahar tadında
baygın baygın ülkem koksun
ben ki kaç bahar oldu
yemyeşil bir yaprağa dokunamadan
mevsimler devşirmişim
ve çiçekli bir dala
uzatamadan ellerimi
en güzel günlerimi
kelepçede geçirmişim
ben ki promethe'den alıp ateşi
ninovanın zulüm saraylarına çalmışım
ve olimpos kartallarının
pençesinde kanayan yüreğimi
bir nevroz baharında
sevdalara salmışım
ellerinle bana baharlar getir
cıvıl cıvıl bir görüş gününde olsun
bir mektup gönder bana
bahar tadında
baygın baygın ülkem koksun
KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....
Reklamlar
-
02 Şubat 2012, 13:52
#122
Öyle bir hayat yaşadımki
cenneti de gördüm cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki
tutkuyu da gördüm,pes etmeyi de.
Bazıları,seyrederken hayatı en önden
kendime bir sahne buldum,oynadım..
Öyle bir rol vermişlerki
okudum,okudum..anlamadım
Kendi kendime konuştum bazen evimde.
Hem kızdım,hem güldüm halime..
Sonra dedim ki ´söz ver kendine´
Denizleri seviyorsan,
dalgaları da seveceksin!
Sevilmek istiyorsan,
önce sevmeyi bileceksin!
Uçmayı seviyorsan,
düşmeyi de bileceksin!
korkarak yaşıyorsan,
yalnızca hayatı seyredeceksin!
Öyle bir hayat yaşadım ki
´SON YOLCULUKLARI ERKEN TANIDIM´
Öyle çok değerliymiş ki zaman
´HEP ACELE ETMEM BUNDANMIŞ´
´ANLADIM´
Nietzsche...
-
02 Şubat 2012, 14:01
#123
Mersin İl Temsilcisi
17 YAŞINDA İDAMLA YARGILANIRKEN YAZMIŞ BU ŞİİRİNİ NEVZAT ÇELİK...
BESTELER OLMASA ÇOĞU ŞİİRİ BİLMEYECEK İNSANLAR, YAZIK :(
ŞAFAK TÜRKÜSÜ
1
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama
Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice
2
Bugün görüş günü
Günlerden salı
Islak
Sarı bir yağmur
Ülkemin neresine bakarsa ay
Orada yitik bir anne ağlıyor
Sen aralıyorsun yağmuru
Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
Sonra bir umut koşuyorsun
Yüreğin avcunda
ısırırken
çırpıntı gözlerini
(ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
herbir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan
koşma anne
birdenbire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa benim için gece
ışık hızıyla koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve korkak
3
sanırım baytardı
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
boşver hipokrat amca
üzülme ne olur
sen de anne
sen de üzülme
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
korkak kahraman gecelerimi
düşlerimle sınırsız
diretmişliğimle genç
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
usulca açılıverdi
yanağımda tomurcuk
pir sultan'ı düşün anne
şeyh bedrettin'i
börklüce'yi
torlak kemal'i düşün anne
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın
deniz'i düşün anne
her mayıs şafağında uzun
uzun döverken darağaçlarını
ve o şafaktan doğma
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın
4
sıcak omuzlar değerken omzuma
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
bayraklar ve türkülerle
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama
kurşunlar sıktılar alnıma
açık alanlarda ağır
kartalların konup kalktığı
yalçın kayalardan biriydim
ölüp dirildim yeniden
güneşli güneşsiz akşamlarda
mutlu yarınlar adına
özgürlük adına ekmek adına
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
dirilip dönmesin diye hiroşimalar
tahtadan atların boynuna çıplak
ölümlerle yatmasın diye çocuklar
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
kardeşlik adına
havadaki kuş denizdeki balık adına
yürüdüm yıllar boyu
dönüp bakmadım arkama
ıraktı gözlerim çok ırak
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
kalsa da silinir gider
yalnızca bir ağıt gibi çakılır
ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer
5
tören adımlarıyla ölmek
ne garip şey anne
kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum
bütün gözler üstümde
sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun
masa üstünde üşüyen bir sigara
yanında küçücük bir cam bardak
içinde rengi bu gecenin
cılız titrek bir kibrit
kağıt kalem
sandalye
geride flu
yağlı
büküm büküm bir ip
ve çingene kuralına uygun
değişmez dekoru mudur
idam mahkumunun
6
kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
oysa birazdan boynumu kıracaklar
pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün
ben ölümü asıl az ötede titreyen
çingenenin kara killi ellerinde gördüm
anladım ki küllenen sigaradır
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm
yani benim güzel annem
alacaşafağında ülkemin
yıldız uçurmak varken
oturup yıldızlar içinde
kendi buruk kanımı içtim
7
ne garip duygu şu ölmek
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
bir açıklaması vardır elbet
giderken darağacına
8
geride
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
bağışla beni güzel annem
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
elleri değsin istemedim
gözleri değsin istemedim
ağlayıp koklayacaktın
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda
usul adımlarla yürüdüm ömrümü
karşımda kurum kurum-laşan darağacı
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
ökse de olsa dört bir yanı)
birdenbire acıdı boynum
gelecekler var birbiri ardınca genç
yakışıklı
ne olur işçi kadınım
az yumuşak dik
şu kefenin yakasını
9
yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
su başlarında aylak sektirmek kavalımı
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
o güzel günleri görenler arasında
bir soluk ben de yaşamak isterdim
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
öperken siya-u jakond'u tebessümünden
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
bir de yirmibeş kilometreden görebilmek
nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı
ölmek ne garip şey anne
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
sedef kakmalı bir kutu içinde
vermek isterdim çocukların ellerine
sonra
sonra benim güzel annem
damdan düşer gibi
vurulmak isterdim bir kıza
10
künyemi okudular
suçumuz malum
gecenin kıyısında durmuşum
kefenin cebi yok
koynuma yıldız doldurmuşum
koşun çocuklar çocuklar koşun
sabah üstüme
üstüme geliyor
yanlış mı duydum yoksa
erkenci bir horoz mu ötüyor
keskin bir acı bilenmiş
gitgide yaklaşıyor sonum
iri sözlerim yoktu söyleyecek
usulca baktım yüzlerine
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
göçtü ayaklarının dibine
korkutamadılar beni anne
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
darağacı
bir zaman rüzgarda
saçını tarayan telli kavak değil mi
boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
söyle anne
o çingene
bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
sevmedi mi çılgınca
11
kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
işkenceler zindanlar hücreler
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
mideme karşı
kısacası
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
gülmek umut etmek özlemek
ya da mektup beklemek
gözleri yatırıp ıraklara
ölmek ne garip şey anne
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
baba olamayacağım örneğin
toprak olmak ne garip şey anne
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ve yüreğimin ırmakları taştı
taşacakken
ölmek ne garip şey anne
uçurumlar ki sende büyür
dağdır ki sende göçer
ben yaprak derim çiçek derim
çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
gül yanaklı çocuğa benzer
yine de
oğlunu yitirmek kimbilir
ne garip şey anne
12
beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama
kırıldıysa düş evinin kapısı
bütün kırık kapıların çağrılışıyım
kızların yanaklarında çukurlaşan
biten başlayan aşkların ortasındayım
her kavgada ölen benim
bayrak tutan çarpışan
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
özlem benim kavga benim aşk benim
bekle beni anne
bir sabah çıkagelirim
bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
öylece kalkar uykudan şalterler
dişleyip tükürmeden sigaralarını
türkü tadında giyinirken işçiler
bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
adı başka sesi başka nice yaşıtım
koynunda çiçekler
çiçekler içinde bir ülke getirirler
başlarını koymak için yorgun dizine
sen hazır tut dizini anne
o mükemmel güne
Nevzat ÇELİK
KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....
-
02 Şubat 2012, 14:09
#124
Şimdi saat sensizliğin ertesi
Yıldız doğmuş gökyüzü ay-aydın
Avutulmuş çocuklar çoktan sustu
Bir ben kaldım tenhasında gecenin
Avutulmamış bir ben...
Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
Ki bu yaşlar
Utangaç boynunun kolyesi olsun
Bu da benden sana
Ayrılığın hediyesi olsun...
Soytarılık etmeden güldürebilmek seni
Ekmek çalmadan doyurabilmek
Ve haksızlık etmeden doğan güneşe
Bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi
Mülteci isteklerim oldu ara sıra, biliyorsun...
Şimdi iyi niyetlerimi
Bir bir yargılayıp asıyorum
Bu son olsun be.. bu son olsun!
Buda benim sana
Ayrılırken muazeretim olsun!
Şimdi saat yokluğunun belası
Sensiz gelen sabaha günaydın!.
İşi-gücü olanlar çoktan gitti
Bir ben kaldım voltasında sensizliğin
Hiç uyumamış bir ben...
Şimdi dişlerimi sıkıp
Dudaklarıma kanamayı öğrettim
Ki bu kızıl damlalar
Körpe yanağında bir veda busesi olsun
Bu da benden sana
Heba edilmiş bir aşkın
Son nefesi olsun..
Kafamı duvara vurmadan
Tanıyabilmek seni
Beyninin içindekileri anlayabilmek
Ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü
Bütün saatleri öylece dondurabilmek için
Çıldırasıya paraladım kendimi
Lanet olsun!
Artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
Olsun be! ne olacaksa olsun!
Bu da benim sana
Ayrılırken şikayetim olsun!
Yusuf HAYALOĞLU
-
02 Şubat 2012, 18:12
#125
Mersin İl Temsilcisi
HÜZÜN YOLDAŞIM
Güneş aşıp gitti yine
Hiç görmediğim dağlarda
Gece ağır ağır indi
Şu koskoca kente
Bir ben kaldım yalnız çaresiz
Bir de boyacı esmer çocuklar
Dön gülüm yine gel gülüm
Dayanmaz artık hasretine bu ömrüm
Ürettik yeşerttik
Sonunda ayrı düştük
Ayrı derelerde
Akıyor şimdi hayat
Bir ben kaldım ortasında kavganın
Bir de karanfil yürekli çocuklar
Dön gülüm yine gel gülüm
Dayanmaz artık hasretine bu ömrüm
Anlatılmaz bir sevdaydı
Sızısı ta içimde
Hangi sözcüğe sığarki
Şiiri yüreğimde
Çözülmez ki bu bir kördüğüm
Uğruna her gece
Sabaha dek öldüğüm
Dön gülüm yine gel gülüm
Dayanmaz artık hasretine bu ömrüm
TUNCAY AKDOĞAN
---------- Mesajlar birleştirildi - 15:04 ---------- bir önceki mesaj zamanı 14:26 ----------
ve bazen sen yaşarsın, başası senin yaşayıp da anlatamadıklarını kaleme alır.
bu şiir de benim için onlardan biri;
DOKUNMA YANARSIN
Çocukluğum çıraklıkta geçti,
Kir-pas içinde.
Gençliğim korsan yürüyüşlerde, mitinglerde.
Hapse erken düştüm,
Copla erken tanıştım,
Küçük voltalardan bıktım usandım!
Şimdi uçsuz bucaksız ovalarda,
Adımlarımı saymadan,
Geriye dönüp bakmadan,
Usanmadan, bıkmadan,
Deli taylar gibi koşmak istiyorum!Ve görüyorsun ki;
Aşkı beceremiyorum...
Beni kendi halime bırak, yavrucuğum,
Ben yolumu nasıl olsa bulurum...Upuzun çayırlarda,
Yalınayak koşmak istiyorum.
Saçlarım rüzgâra konuk,
Yüzüm dağlara dönük...
Göğsümün çeperini,
Ölümle sınayan esaret,
Ve yüreğimi yararcasına zorlayan cesaret;
Kıyasıya vuruşsun istiyorum!
Koşmak... koşmak istiyorum, sevgilim
Dönemezsem, affet...
Firari gecelerin azmanı olmuşum,
Bütün istasyonlarda afişim durur.
Beni bir çocuk bile bulur...
Dokunma bana, çıldırırsın!
Dokunma bana, ellerin tutuşur!Koşmak istiyorum;
Eksozların, molozların,
Yağmaların kıyısından.
Onca insafsızlıkların,
Onca haksızlıkların,
Manzarasızlıkların, parasızlıkların,
Allahsızlıkların kıyısından...
Kimseye ve hiçbir şeye değmeden,
Ciğerlerimi yok edercesine koşmak istiyorum!
Koşmak istiyorum;
Şiirimin ve yumruğumun namusuyla...
Kavgaya karışmadan, tutuklanmadan
Ve küfür etmeden
Kafamı kırarcasına koşmak istiyorum!.Avucunu son bir defa,
Ağlamadan tutmak istiyorum;
Gözlerim yüzüne küskün,
Sazım sevgine suskun...
Saati ayrılığa kurmuşum,
Olmaz teslimiyet!
Ziyan aklımı senle bozmuşum,
İçerim felâket!.
Kurşunlara geleyim istiyorum,
Ölmek... ölmek istiyorum, sevgilim
Sağ kalırsam, affet!..
Firari acıların uzmanı olmuşum,
Bütün telsizlerde adım okunur;
Beni bir korkak bile vurur...
Dokunma bana, fişlenirsin!.
Dokunma bana, sen de yanarsın!..
Yusuf HAYALOĞLU
BİR VEDA HAVASI
Vakit tamam!.. seni terk ediyorum.
O bütün alışkanlıklardan
Ve bütün sıradanlıklardan öteye,
Yorumsuz bir hayatı seçiyorum.
Doyamadım inan,
Kanamadım sevgiye...
Korkulu geceleri sayar gibi,
Deprem gecesinde bir yıldız,
Birdenbire kayar gibi;
Ellerim kurtulacak ellerinden,
Bir kuru dal, ağacından
Çatırdayıp kopar gibi...
Aşksa bitti...
Gülse, hiç dermedik.
Bul kendini kuytularda, hadi dal!
Seninle bir bütün olabilirdik...
Hoşça kal gözümün nuru,
Hoşça kal...
Vakit tamam!.. seni terk ediyorum.
Bu, kırık ve incecik
Bir veda havasıdır.
Tutuşan ellerimden
Parmak uçlarına değen sıcaklık,
İncinen bir hayatın yarasıdır...
Kalacak tüm izlerin hayatımda.
Gözümden bir damla yaş,
Sızlayıp resmine aktığında;
Bir yer bulabilsem keşke
Bir yer, seni hatırlatmayan;
Kan tarlası gelincik şafağında...
Ölümse, korktun.
Savaşsa, hep kaçtın...
Vur kendini kuşkularda, hadi al!
Sen bir suydun oysa,
Sen bir ilaçtın...
Hoşça kal canımın içi,
Hoşça kal...
Yusuf HAYALOĞLU
http://www.dailymotion.com/video/x4h...a-havasi_music
---------- Mesajlar birleştirildi - 16:12 ---------- bir önceki mesaj zamanı 15:04 ----------
en sevdiğim şiirlerdendir kendisi;
Serenad
Yeşil pencerenden bir gül at bana
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına,
Gözlerimde bulut, saclarimda çiğ.
Açılan bir gülsun sen yaprak yaprak
Ben aşkımla bahar getirdim sana.
Tozlu yollardan geçtiğim uzak
iklimden şarkılar getirdim sana.
Şeffaf damlalarla titreyen ağır
Goncanın altında bükülmüş her sak;
Seninçin dallardan süzülen ıtır,
Seninçin yasemin, karanfil, zambak...
Bir kuş sesi gelir dudaklarından
Gözlerin gönlümde açar nergisler,
Düşen bin öpüştür yanaklarından
Mor akasyalarla ürperen seher.
Pencerenden bir gül attığın zaman
Işıklarla dolacak kalbimin içi..
Geçiyorum mevsim gibi kapından,
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.
Ahmet Muhip Dranas
KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....
-
14 Şubat 2012, 12:07
#126
Mersin İl Temsilcisi
Sen Benim Hiç Bir Şeyimsin / Attila İlhan
Sen benim hiçbirşeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmemki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbirşeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz
Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde
Sen benim hiçbirşeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmemki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde
Sen benim hiçbirşeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmemki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesinle ağlayarak
Sen benim hiçbirşeyimsin...
ATİLLA İLHAN...[COLOR="Silver"]
---------- Mesajlar birleştirildi - 09:54 ---------- bir önceki mesaj zamanı 09:46 ----------
TANRILAR, ÖLMEZ DEMİŞTİ OYSA....
Bagliydi kollari. Daha once hic olmamıstı,
oldurulmamisti sanki. Kucuk bir isyandi su koskoca dunyada.Ama
artik bagliydi eli kolu... Sahiller boyu yuruyen
ayaklari minicik kalmisti artık, eski isyanligindan geriye
bir kulce etti artakalan. Kalkamiyordu yataktan,
basucunda okudugu kitaplardan baska hicbirsey yoktu.
Olmustu kafesteki kusu aclık ve susuzluktan, vicdan
azabiyla sizliyordu yüregi yemleyemedigi icin. Kendisi de
actı ve susuzdu ama ici sizliyordu kusa.. Birsey
yapmaliydi kendince, tanrilarla konusmustu O. Olmeyecekti!!!
hatta kendisine haber getiren marti, beyaz bir
tüy-kalem bırakmisti ona, tanrilarla yaptigi anlasmayı
imzalamsi icin. Oyleyse olmeyecekti kendisi. Peki ne zamana
kadar kalacakti boyle... Birsey yapmaliydi ama
cıkamıyordu yataktan.Aglamak istiyordu. Konusmak
istiyordu.Ama kiminle?Susmak istedi ama "susmak yanılsamaktir"
demisti ona bir sair. birsey yapmaliydi. Koca koca
kitaplari huzunlu bir yakarıstaydi ama aglamak istiyordu!
Yanilsamaktan korkuyordu bir de.<br> Basini kaldırmaya calisti
olmadi. Oysa tanrilar... Dogrulmak istedi, olmadi. Oysa
tanrilar...Aglamak istiyordu ve konusmak. Koca koca meydanlari
sarsan yuregine kufretti, yine haykirmak istiyordu, ama
kime. Susmayi düsündü bir kez daha ve aglamak. Ve hala
yanılsamaktan korkuyordu... En son ne zaman potkal vurmustu Bu
sahile, en son ne zaman diri diri goguslerde koklamisti
erotizmi, hengi sokaklarda yitirmisti soluksuzlugunu.
Konusmak istiyordu, susmak istemiyordu.Aglamak istiyordu
ama yanilsamaktan korkuyordu. Sonra kufretti herseye,
tipki sandalda kurek cekerken goremedigi balık
surulerine kufrettigi gibi... Oysa tanrilar...Oysa O martı,
oysa bu huzun ve yanilsamaktan korkuyordu... Birsey
yapmaliydi ve O an yapabilecegi en iyi seyi yapti;
Agladi
22/11/2000 - mersin-14.00
---------- Mesajlar birleştirildi - 10:00 ---------- bir önceki mesaj zamanı 09:54 ----------
Yaratılmamış aşk
"Sen bir insansın" dedi."Ben bir insanım" dedim.Azlandırılmış
çoğullukları azınlık diye tanımlamak değildi maharetimiz.Çoğalmak
için parçalanmak mı gerekirdi?İnsan parçalandıkça azalır
oysa.Gitmeeler bu yüzden eksiltir, bu yüzden gelmelere davul çalıp
halaylandırırız meydanları.Ama ya buğdaylar parçalanırsa?Hiç düşündün
mü bizi buğdaydan ayıran farkı?Onlar parçalandıkça artar, ezildikçe
fazlalaşır, öğütüldükçe çoğalır küçüğüm.Bak ellerin bembeyaz un
içinde. Oysa biz insanız, parçalandıkça karalara düşer yüzümüz.
özümüz çamurdandır, suyumuz fazla kaçınca cıvırız ya... işte budur
öğütülmüş buğdayla ortak yanımız. Bak ellerin ne güzel, bembayaz
küçüğüm.
Ben yüreğimdeki aşk kadar inandım buna, ben bu toprakların
buğdaylarına güvendiğim kadar güvendim bu ülkenin
şairlerine.Şiirlerinde buğdaya kattıkları gücü katık edip
katılıklarına,
"Ekilir ekin geliriz
Ezilir un geliriz
Bir gider bin geliriz
Bizi vurmak kurtuluş mu? " (Hasan Hüseyin)
diyebilmek hangi topraktan boyverişin kanıtıdır küçüğüm... İşte bak,
ben de esmer ellerimi gökkuşağı pişmiş tandırda yaktım.Sen her gün
bir somun, bir yufka için ağlayan yavrularını doyurmak için yüreğini
külhan etmiş analar gibisin.Ve fırın tuğlalarında hergün yeniden ve
her gün yine pişirirsin yüreğimi küçüğüm.
Bir ekmek düşünüyorum. Yanacak ağaçlar geliyor aklıma.Bir ekmek
düşünüyorum, su geliyor aklıma. Bir ekmek düşünüyorum, yoğuran eller
geliyor aklıma. Bir ekmek düşünüyorum, pişiren sabır geliyor aklıma.
Ve onlarca, yüzlerce, binlerce, milyonlarca ekmeksiz düşünüyorum,
cephanelik geliyor aklıma!!! İşte ekmeğin matematiğe korkunç
çarpılışı küçüğüm.
[İşsiz bir baba*Başıeğik bir ana/aç çocuklar]=?
Çöz bunu küçüğüm. Bilirim sendeki zekayı.Sen insansın,ben insanım ve
o buğday hep aklımızda.Dedim ya, ben bu toprağın buğdaylarına
güvendiğim kadar güvenirim bu toprakların şairlerine.
Şair ol küçüğüm, şair ol!!!
Yaratılmış aşk değil bendeki
Senle birlikte başlayan birşey bu
Adına aşk demiyorum, adı başka birşey
Yoluna düşmüyorum artık, yol başka birşey
Sağıltılmış sevinç gibi, dost yüzünde başka
Çoğaltılmış hüzün gibi yatakta başka,ağlarken başka
Yanıltılmış toprak gibi, aşa doymaz ağa gibi, ağalık başka
Adına aşk demiyorum, aşk mutluluktur, oysa bu mutluluk başka
Adına buğday diyorum, adına un, adına hamur, daha bunlardan başka
Adına anti-açlık, adına anti-isyan, adına hamd, çiğnerken salavatla
Adına ekmek diyorum, sen ne dersen dersin küçüğüm daha bunlardan başka
YÜREKÇE!!!
201-01-2004 - MERSİN
14,58
Yürekçekalın!...
HİÇİMSEMELERDEN
Kış günü...
Üşümüşüm ellerinsiz
Düş görür dudaklarım, sesim bellibelirsiz
Mutfakta tekil karıncayım,
Sabahınızda cama çarpan serçeniz
Bazen herşeyinizim ben sizin
bazen de hiçbirşeyiniz...
02-12-03/MERSİN
Yürekçe!!!
Yürekçekalın!...
---------- Mesajlar birleştirildi - 10:03 ---------- bir önceki mesaj zamanı 10:00 ----------
ÇÜNKÜ...
Tut ki bu akşam kaybetseydim seni
Hayalini bile çizemezdim görmediğim yüzünün
Bir ekran kararacaktı
Bir kuş mutluluğun yönünü bilmeden uçacaktı
Ay dönecekti ışığını BİZ olmayan yere
çünkü, sen bilmeyecektin bile
yalnız sana yazdığım bu yalnızlık şiirini
Aşk ihtimali sönecekti kraterlerde
Yangına küçümseyerek bakacaktı
bir kibrit çöpü
Zordan daha da zor olacaktı her şey
ey seveceğim kadın!
Zorba bir tufan dövecekti kapımdaki tokmağı
Kim o demeğe lüzum kalmayacaktı
-gelen sen olmayacaktın çünkü-
öyleyse kapıyı açmaya lüzum kalmayacak,
kapıyı çalan kırıp ta girecekti içeriye çünkü
Yalnız bir dev uyurken efsane uykusunda
-devler uyumaz, efsaneleri uyutur çünkü-
Bir dev oğlu dev okuduktan sonra bir devin efsanesini
Ve efsane uykusuna dalmağa çalışırken devsel yatağında
Sıçrayıp uyanır, devler de efsane kâbuslar görebilir çünkü
Dev miyim, efsane misin, uyku muyuz, kâbus kimin?
Tenim mi, monitör mü, ellerim mi sıcaklık
-belki de monitörün-
Yalan mı, sevdanın mı, bağlama da telin mi
-kimin bu türkü?-
Kim söylerse onundur, aşk türkü gibidir çünkü….
Tut ki bu akşam bırakıp gitseydin beni
Sesini alıp koşacaktım sahile
Midyelerin hepsine yaslayınca göğsümü…
-gidenleri midyeler geri çağırır çünkü-
YÜREKÇE!!!
05-08-2005 / mersin
20.50 - CUMA
---------- Mesajlar birleştirildi - 10:07 ---------- bir önceki mesaj zamanı 10:03 ----------
VE SEVGİLİLER GÜNÜNE ÖZEL
KAYIR DIŞI
Tanışmamızdan hemen önceydi.Üşüyordun...Yağmur yağıyordu ıslatarak
ama söylenmeden.Yağmurların bir ucunda sen üşüyordun, diğer ucunda
ben sağanakları ve şimşekleri düğümlüyordum bulutlara.Özgeçmişi
olmayan bir mevsimden çıkagelmiştin hüznünle.Ayakların sahilde,
bakışın bendeydi.Bir anda sustu bulutlar ve gökkuşağı
görünüverdiğinde çırçıplak soyunuverip ak tenini boyadın yedi
renge.Hemencecik doğayı giyiniverdin, onun üstüne de paltonu!Renksiz
kaldı gökkuşağı...
İhbarlarla donatıldı ekipler.Kimliğinden adını kazıdın hemen.Salavat
çekerek "Dini"ni "YÜREKÇE" diye değiştirip,,"Doğum
Yeri"ne "İLHAM" ,"Hane"ne "YÜREK" yazdırıp, "Kütük"e "KALP RESMİ"
çizdirdin bana."Doğum Tarihi"ni boş bıraktık o an.
İzdüşümlerin takibinde alıp götürdüler seni; Asayiş Masası, Hırsızlık
Masası donatılmıştı garnütür ömrünle.Garsonlara bahşiş vermemek için
tüm insancıl hizmetlerine burun kıvırdın ya... Senin için, ömürden
arta kalanları dağıtmaktı bahşiş.Ve sen ömründen hiçbir şey
arttırmamıştın.Hem de bu ay eksiktin bile.Hele ki vestiyere bir lahza
bile bırakmamak için paltonu da almadan çıktın ya...Çırçıplaktın yedi
renginle.
Seni teknemle kaçırıp, kumdan kaleye sığındık.Rüzgarlardan korkardın,
ve yelkenlimin adını LODOS koydum diye parçalamıştın O'nu
kayalıklarda.Artakalanları mercan kayalıklarına bıraktmıştın.Ve
suçunu gizlemek için MELTEM koymuştun kuşunun adını.Uçmayacak
uçurtmalar yaptın renksiz ve kuyruksuz...
Parmak izlerini almaya geldiklerinde, hemencecik yıkadın beni.Ama O
geceden sonra buğulu cama yazdığın ismimi, güneş batığı kızıllığını
yansıtırken kırdın.Hele ki, cam kırıklarıyla parmak uçlarını kesişin
vardı ya!..
Nedensizdin kibrinle.Okuma-yazma bilmezmiş gibi bakardın da
zabıtlara, tüm hukukların doktrini gibiydin.
Herşeyde, "gibiydin" zaten.Hiç "O" olmamıştın.Yaratılmamıştın,
olmamıştın, doğmamıştın.Ben görmüştüm ve yemin ettim şahitliğimin
tanıklığına ama sen asla takvimlerde koşmamıştın.Sevişmiştik meteora
aşk indiği gece ama sen o gece orada hiç olmamıştın.Resmine
baktığında, kendini inkar ederken aynalardan saklanmıştın ve az önce
o resimlere hiç bakmamıştın.
Tüm bu yaptıklarını elbette yapmamıştın da, mercan avcılarını da
hesaplamamıştın.Teknemden artakalanlar su yüzüne çıkarıldığında sen
LODOS'la kaçırılmamıştın ve daha önce hiç yelkenli görmemiştin.Kuşun
da olmamıştı zaten. Ve (dur ben söyleyeyim)-Sen uçurtma yapmayı da
bilmazdin!
Yoktun hiçbirşeyde ve aslında hiçbirşeyde yoktu...
Dumanın gizemliydi,alevin yalımsız
Sen diye bir şey yoktu, tekil ekin zamansız
Hiçbirşeydi inkarın, hiçbirşey bile yoktu
Yokluğun "Kayıt Dışı", kaydın bile kayıtsız
Biryerde olmalıydın, sen bile bulamazdın
Saklanmıştın kendinde, kendin bile olmazdın
Yemin bile ederdin yeminin olmadığına
Söz gibi, rüzgar gibi birşeydin tutulamazdın
Doğum yerin "İLHAM"dı, yazsam bulunacaktın
Doğum tarihindin aslında,
SEN =Ondört Şubat'tın!..
YÜREKÇE!!!
Ondört Şubat 2004 - Cumartesi
Mersin - 13.58
Yürekçekalın!...
yıllar önce hiçkimseye yazdığım bir denemydi bu.
yalnızdım...
demek ki değişen bir şey yok
HER SEVGİNİN GÜNÜ KENDİNCE KUTLU OLSUN...
KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....
-
14 Şubat 2012, 13:47
#127
Ben bu dünyanın devr-i devranını,izzet-i nefsini s..k..yim,
Yansın bu ..bneler su veren itfayenin hortumunu s..k..yim,
Ben delimiyim mecnun gibi bir ..m için çöllere düşeyim,
Verirse verir, vermezse leylayı da s..k..yim.
-
14 Şubat 2012, 13:57
#128
Mersin İl Temsilcisi
sevgili turan, neyzen tevfik'in en ünlü şiirini burada paylaşman güzel ama sanırım en kısa sürede banlanacaksın....
banlamsam da, banlanmasam da.... dediğini duyar gibiyim :D
KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....
-
14 Şubat 2012, 14:00
#129
Sağlık olsun ziyaretci olarak uğrarırız yine
-
14 Şubat 2012, 14:24
#130
(Aslinda, ben diye bir varlik yok)
Benim kalbim agriyor
Kimin haberi var bundan?
Senin basin agriyorken,
Senin belin agriyorken
Benim kalbimin agridigindan
Kimin haberi var?
Annemin mi? Babamin mi?
En yakin arkadasimin mi?
Herkesin su dunyada
Kendine cizdigi sinirlardan öte
Benim mutsuzlugumun siniri asmis artik
Bundan kimin haberi var?
Yorgunum,
Ve sikayetsizim bu durumdan.
Çünkü
Kendimden vererek kaybettim hep ben..
Benim azaldigimdan kimin haberi var?
Kalbim agriyor ama
Kalbimin bile bundan haberi yokken!
Benim bu dunyada benden baska
Nerde yerim var?
00:46
10/02/12
FrkUzn..
-
15 Şubat 2012, 15:54
#131
Mersin İl Temsilcisi
DEDİĞİ VE SUSTUĞUNDAN
Çektiğim nefese eza diyenler
Verdiğin son nefes bana revadır
Sızlanıp kadere ceza diyenler
Durmadan uluyan it hav’ındadır
Eğilmiş etek öper yağlı kapıda
Sanki hissesi var ebed tapuda
Oysa ezelden beri aynı tabuta
Bedavaysa eğer dünden yatmadır
Eli, beli, dili tutmaz, uçkur orta mal
On sözden dokuzu mutlaka hayal
Geri kalan onda biri şüpheli bir sal
O da yalan sularda yana yatmadır
El pençe durulacak yer ancak gökçe
Her yerde nabeden, lamekan-ı tekçe
Mutlak bir erkte, mutlak ki yürekçe
Deyişi ve susuşu, oldu ve olmaktadır
YÜREKÇE
15/02/2012
13:52
KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....
-
27 Şubat 2012, 19:24
#132
Ben senin tenine değen güneşi bile kıskanırken; Şimdi hangi eller çıkartıyor ateşini ?
FrkUzn/
-
27 Şubat 2012, 19:58
#133
Vara vara vardım ol kara tasa
hasret ettin beni kavim kardasa
sebep ne ki gozden akan kanlı yasa
bir ayrılık,bir yoksulluk,bir olum.
Nice sultanları tahttan indirdi
nicesinin gul benzini soldurdu
nicesini donmez yola gonderdi
bir ayrılık,bir yoksulluk,bir olum.
Karacaoglan derki kondum goculmez
ayrılık serbeti acıdır icilmez
uc derdim var birbirinden secilmez
bir ayrılık,bir yoksulluk,bir olum....
KARACAOGLAN.....
Dilim,sen benim hem servetim, hem felaketimsin.
Beni abad edende sensin berbat edende....(Mevlana)
-
Mersin İl Temsilcisi
BÜLBÜL
-Basri Bey oğlumuza-
Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl
Muhîtin hâli "insâniyyet"in timsâlidir, sandım;
Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,
0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu
Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi;
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!
-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! (*)
Mehmet Akif ERSOY
[Safahât, Yedinci Kitap]
(*) Bu şiir yazılırken Yunan istilâsı altındaki topraklarımız
hususiyle Bursa'ya dair elîm haberler geliyordu;
tetkikine de imkân yoktu.
KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....
-
BİZİ BİLEN BİLİR,BİLMEYEN KENDİSİ GİBİ BİLİR
tek dostum yalnızlığım
hiç ellerin taşı bana değmez, illa dostun gülü yaralar beni!!!
-
26 Nisan 2012, 12:12
#136
Mersin İl Temsilcisi
Ben hayatı sevdiğimden beri
Kaç bin kez doğdum güzellerin kasıklarında bilemezsin
Ve her doğuşumda bir teneşir yıktım
Bir gökkubbe diktim, semayı iğneleyen
Ama o iğnelerle kefen dikmedim hiç….
Ben hayatı sevdiğimden beri,
Türküler söyleyip,şiirler okudum…
Herkes gibiydim işte; masum, cesur ve korkak
Ve içimden dualar ettim terk edilmeyeyim diye
Mısra vurdum, dize kestim, şarkılar astım
Ve öpüştüm dersem, siz sevişmek anlayın işte;
Utandım, terledim de sırılsıklamdı yastığım
Ben hayatı sevdiğimden beri
Ölümü de aklımdan çıkarmadım söverken azraile
Mezarlara basmadan yürüyerek okuduğum Fatiha
Ne fayda olsa da, uzak kalsın diye benden o ati sevinç
Adımı anmasın diye minarede o ses-i âlâ müezzin-i sâlâ
Minberi, mescidi, tavaf-ı minareleri yıkmak bile hiç
Ben hayatı sevdiğimden beri,
yaşamayı özledim….
Ki her seven özler;
Değil mi, seven özlemez mi sevdiğini?
YÜREKÇE
26/04/2012 – PERŞEMBE
KAHRAMANMARAŞ
KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....
-
26 Nisan 2012, 13:28
#137
Seni unutmayacağız
Nur içinde yat
-
07 Ağustos 2012, 03:17
#138
Beyhude gamlanma divane gönül
Cümle alemin rızkını veren vardır
Yaptığın hatayı görmüyor sanma
Kalpte gizli en derin sırları bilen vardır
Mal-ı emlakım var deyu güvenme
Arkam var deyu dayanma
Sırt üstü insanı yere varan vardır
Beyhude gamlanma divane gönül
Cümle alemin rızkını veren vardır
Derdime vakıf değil canan
Beni handan bilir
Hakkı vardır şad olanlar
Herkesi şadan bilir
Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil
Çektiğim alamı bir ben birde Allah’ım bilir...
Fuzuli
BİZİ BİLEN BİLİR,BİLMEYEN KENDİSİ GİBİ BİLİR
tek dostum yalnızlığım
hiç ellerin taşı bana değmez, illa dostun gülü yaralar beni!!!
-
02 Eylül 2012, 02:19
#139
Mersin İl Temsilcisi
YARATILMAMIŞ AŞK
"Sen bir insansın" dedi."Ben bir insanım" dedim.Azlandırılmış
çoğullukları azınlık diye tanımlamak değildi maharetimiz.Çoğalmak
için parçalanmak mı gerekirdi?İnsan parçalandıkça azalır
oysa.Gitmeeler bu yüzden eksiltir, bu yüzden gelmelere davul çalıp
halaylandırırız meydanları.Ama ya buğdaylar parçalanırsa?Hiç düşündün
mü bizi buğdaydan ayıran farkı?Onlar parçalandıkça artar, ezildikçe
fazlalaşır, öğütüldükçe çoğalır küçüğüm.Bak ellerin bembeyaz un
içinde. Oysa biz insanız, parçalandıkça karalara düşer yüzümüz.
özümüz çamurdandır, suyumuz fazla kaçınca cıvırız ya... işte budur
öğütülmüş buğdayla ortak yanımız. Bak ellerin ne güzel, bembayaz
küçüğüm.
Ben yüreğimdeki aşk kadar inandım buna, ben bu toprakların
buğdaylarına güvendiğim kadar güvendim bu ülkenin
şairlerine.Şiirlerinde buğdaya kattıkları gücü katık edip
katılıklarına,
"Ekilir ekin geliriz
Ezilir un geliriz
Bir gider bin geliriz
Bizi vurmak kurtuluş mu? " (Hasan Hüseyin)
diyebilmek hangi topraktan boyverişin kanıtıdır küçüğüm... İşte bak,
ben de esmer ellerimi gökkuşağı pişmiş tandırda yaktım.Sen her gün
bir somun, bir yufka için ağlayan yavrularını doyurmak için yüreğini
külhan etmiş analar gibisin.Ve fırın tuğlalarında hergün yeniden ve
her gün yine pişirirsin yüreğimi küçüğüm.
Bir ekmek düşünüyorum. Yanacak ağaçlar geliyor aklıma.Bir ekmek
düşünüyorum, su geliyor aklıma. Bir ekmek düşünüyorum, yoğuran eller
geliyor aklıma. Bir ekmek düşünüyorum, pişiren sabır geliyor aklıma.
Ve onlarca, yüzlerce, binlerce, milyonlarca ekmeksiz düşünüyorum,
cephanelik geliyor aklıma!!! İşte ekmeğin matematiğe korkunç
çarpılışı küçüğüm.
[İşsiz bir baba*Başıeğik bir ana/aç çocuklar]=?
Çöz bunu küçüğüm. Bilirim sendeki zekayı.Sen insansın,ben insanım ve
o buğday hep aklımızda.Dedim ya, ben bu toprağın buğdaylarına
güvendiğim kadar güvenirim bu toprakların şairlerine.
Şair ol küçüğüm, şair ol!!!
Yaratılmış aşk değil bendeki
Senle birlikte başlayan birşey bu
Adına aşk demiyorum, adı başka birşey
Yoluna düşmüyorum artık, yol başka birşey
Sağıltılmış sevinç gibi, dost yüzünde başka
Çoğaltılmış hüzün gibi yatakta başka,ağlarken başka
Yanıltılmış toprak gibi, aşa doymaz ağa gibi, ağalık başka
Adına aşk demiyorum, aşk mutluluktur, oysa bu mutluluk başka
Adına buğday diyorum, adına un, adına hamur, daha bunlardan başka
Adına anti-açlık, adına anti-isyan, adına hamd, çiğnerken salavatla
Adına ekmek diyorum, sen ne dersen dersin küçüğüm daha bunlardan başka
YÜREKÇE!!!
201-01-2004 - MERSİN
14,58
Yürekçekalın!...
---------- Mesajlar birleştirildi - 00:44 ---------- bir önceki mesaj zamanı 00:39 ----------
HİÇİMSEMELERDEN
Kış günü...
Üşümüşüm ellerinsiz
Düş görür dudaklarım, sesim bellibelirsiz
Mutfakta tekil karıncayım,
Sabahınızda cama çarpan serçeniz
Bazen herşeyinizim ben sizin
bazen de hiçbirşeyiniz...
02-12-03/MERSİN
Yürekçe!!!
---------- Mesajlar birleştirildi - 00:49 ---------- bir önceki mesaj zamanı 00:44 ----------
ÇÜNKÜ...
Tut ki bu akşam kaybetseydim seni
Hayalini bile çizemezdim görmediğim yüzünün
Bir ekran kararacaktı
Bir kuş mutluluğun yönünü bilmeden uçacaktı
Ay dönecekti ışığını BİZ olmayan yere
çünkü, sen bilmeyecektin bile
yalnız sana yazdığım bu yalnızlık şiirini
Aşk ihtimali sönecekti kraterlerde
Yangına küçümseyerek bakacaktı
bir kibrit çöpü
Zordan daha da zor olacaktı her şey
ey seveceğim kadın!
Zorba bir tufan dövecekti kapımdaki tokmağı
Kim o demeğe lüzum kalmayacaktı
-gelen sen olmayacaktın çünkü-
öyleyse kapıyı açmaya lüzum kalmayacak,
kapıyı çalan kırıp ta girecekti içeriye çünkü
Yalnız bir dev uyurken efsane uykusunda
-devler uyumaz, efsaneleri uyutur çünkü-
Bir dev oğlu dev okuduktan sonra bir devin efsanesini
Ve efsane uykusuna dalmağa çalışırken devsel yatağında
Sıçrayıp uyanır, devler de efsane kâbuslar görebilir çünkü
Dev miyim, efsane misin, uyku muyuz, kâbus kimin?
Tenim mi, monitör mü, ellerim mi sıcaklık
-belki de monitörün-
Yalan mı, sevdanın mı, bağlama da telin mi
-kimin bu türkü?-
Kim söylerse onundur, aşk türkü gibidir çünkü….
Tut ki bu akşam bırakıp gitseydin beni
Sesini alıp koşacaktım sahile
Midyelerin hepsine yaslayınca göğsümü…
-gidenleri midyeler geri çağırır çünkü-
YÜREKÇE!!!
05-08-2005 / mersin
20.50 - CUMA
---------- Mesajlar birleştirildi - 01:01 ---------- bir önceki mesaj zamanı 00:49 ----------
Kim demiş,
"yiğit kavgada belli olur" diye
Kaçmak yaşama kadar,
korkakça yaşamak için kaçmak
cesaret istemez mi?
YÜREKÇE!!!
19/07/2005-SALI
MERSİN - 13.54
Ben çok fazla duydum
hilal boyunlu ceylanların
bir katil yüreği kadar
soğuk pınar başlarında
vurulduğunu
Ama,
Ben hiç bir zaman görmedim
hiç bir zaman da duymadım
hilal boyunlu ceylanları
su içerken uyardığını pınarların
Demek ki;
Ya ağzı çok sıkıdır pınarların
ya da, bu
ölümüne susamasıdır ceylanların
YÜREKÇE!!!
18/07/2005-PAZARTESİ
10.50
Kim bilebilirdi
veya kim bilirdi
yahut bilinmeli miydi
kumsalda sessiz gibi duran
ama asla taş yüreği olmayan
ve sürekli martı sesi ezberleyen
çakıltaşlarının hafızasını...
YÜREKÇE!!!
18-07-2005 / MERSİN
Düşündüm de yetmedi kelime
yahut kelimeler
O’nlar Onikiler’den fazla
Kırklar’dan eksiktiler
Ama candılar, insandılar
Bir cem yalazında
Döne döne kül oldular…
Ya beni cem bahçesine ekin
Ali hayatında gül olayım
Ya da Ali’m gül olsun
Yoluna bülbül olayım
Ya Madımak’ta kimsesiz bir yolcu
Ya da gerekse bu yolda kül olayım…
YÜREKÇE!!!
02-07-2005 / ANKARA
CUMARTESİ – ŞİMDİ
Bir dönem önce şöyle bir olayı anlatmıştım;
Bir gün Hüseyin’i birileri(!) Kerbela’ya göürmek isterler. Hüseyin
kabul eder ama yandaşları onu uyarır ve derler ki:
- Deli misin, onlar babanı öldürdükleri gibi seni de öldürmek
istiyorlar, onlarla gidilir mi?
Hüseyin cevap verir:
-Biz gideriz, kanımızda var!
TUNCAY AKDOĞAN ANISINA
Bir selam söyleyin diyorum
Alnı güneşe secdeli ipek
Kanatları pür dikkat bir kelebek
Şarkılarını söylüyorum hâlâ O'nun
Otuzaltı can gibi
-ama Madımak'ta değil-
Kerbela'da şehit gibi
-ama adı Hüseyin değil-
Kanatlarını
Şimdi bilinmeyen ülkelerin
dağlarına açmış Akdoğan'ım;
Yasını Hazar'da tutup
zafere soğan kırıp
aşkı içen söztutuşçum benim
Dilerim ki gömütlüğünde
Abdallar, Nesimi'ler
Kırklar, yediler,Onikiler,
Hacı Bektaş-ı Veli'ler Fatiha okuya
Ve artık bu ülkede
İnsanlar dumandan boğulmaya Tuncay'ım
dumandan boğulmaya
boğulmaya
boğul..
boğ...
ÖHHÖÖ ÖHHÖÖÖÖ
YÜREKÇE!!!
05-05-2005/PERŞEMBE
SUÇSUZLUĞUN KAÇAKÇILIĞI
Muhteşem olmalı mutlaka.Evet kusursuz değil fakat muhteşem! Söz
akabilmeli, su üşümeli mi donmazdan hemen evvel. Konuşmayı
sürdürmelisin, ondan bahahsedebilmelisin ki, ne su üşüsün, ne de söz
duraklasın bu noktada. Eski bir uygarlık gibi anlatımı mistik olmalı.
Bak mesela bugün ayın ondördü. Bugün dolunay görünecek ama sen
görmeyeceksin bulutların sırvermemesinden ötürü. Şüphe duymak
istiyorsan duy ama bugün ayın ondördü, kısacası « gün dolunay ». Bu
nasıl tarih deme sakın. Mesela sen portakal seversin ama kaç sefer
gördün bir portakalın çiçeğe duruşundan portakal rengine
dönüşmesini ? Bana sorma, ben portakal ağacındasn düştüğünden beri
her mevsim portakal ağaçları yükselir umurumda. Sonra mevsim döner
ilkbahara, mayıs olur baharın meyvası. Sen hiç mayıs gördün mü ? Ama
O mayısta yaşamaya başladı ve ilk ışığını sorguladığında, günlerden
dolunay değildi, aşkı dişledi ömrünce ve nerince. Bak bugün ayın
öndördü, NARİN bir ay doluşur gözlere. Yoo hayır aşk değil bu
bendeki, aşk başka birşey !... Sen balıkçıların bildiği ama
hiçkimseye söylemediği aşkın alaboralı limanına kaç sefer yanaştın ?
Elinde çağla dalı olmalı. Sahi, sen aynaya bakmadığında çağla
göremiyor musun ? İşte mayıstaki aynaların hüznüdür bu ! Sen
bakmayınca çağla açmıyor mayıs. Ne bahar, ne kırlar, ne de kelebek.
Sahi, sen ipek sevmedikçe neye yarar ki kelebek ?
Ve bir mayıs günüydü, Amon Ra ve ben güneşi demliyorduk eski bir
uygarlıkta. Tanrı olmak neydi ki tanrılaşmak istiyordu güneş. Bir
dolunay gözümde gittikçe dişileşiyordu. Hava sıcaktı ve etim
ısırıyordu terlemişliğimi. Güneş olmasa neye yarardı ki senin
tanrılığın Amon Ra ? İhtiyar bir balıkçı gibi nasırlarımı akdenize
saplayıp aşk dalgıçlığı yaptım ben. Sahi, aşk olmasa neye yarardı
dalgıçlığım ? sadece benim bildiğim bir uygarlıkta yaşıyorduk ve
vakit çok eskiydi, günlerden dolunay ve takvim tamamen sen !
Çekimser sözümdü sana söylemediğim.Aşk değil dedim ya, Aşk ;
suçsuzluğun kaçakçılığıdır
Ve ben yüreğimi kaçırmadan hemen evvel söylediğin şarkıyı sen
söylemeden çok önce de seviyordum ben :
Hüznünü sulara bırak sevdiğim
Tüm matemini yosunlar tutsun
Ve gülüşünü rüzgarla paylaş
Yarısı dolunayLa bir beden olsun
Nedensiz bir mevsim gibi sevdim çiçeklerin renklenmişini. Unutkan bir
kadın gibi dıoğurmayı unutmuşken yavrusunu, ben mahremiyeti
tanrılardan öğrenmiş cenindim henüz.
Temmuz sularıydı benim yanıbaşımdaki anaç sahil, yaz vaktiydi hem de
akdeniz.
Karanlıktı tüm geceleri kentimin.Çıkartma günüydü adalardan bir adaya
ve bombardımanlara dahi doğabilmeye inatlıydı bebekliğim. Sahi,
bebekler doğmasa kent neye yarar ?
Kentim ; Limankent...
Ve eskilerden bile eski bir balıkçının söylediğine göre, her gün ve
her gece milyarlarca insan aşk çizermiş gökyüzüne. Ve bir rüzgar
koynuna doldurup hepsini, o kentten alıp bir başka sahile
götürürmüş.
Kent ; Limankent
Oysa bu aşk değil, aşk daha bir başka...
Aşk, sabırlanmaktır beklemelere. Sahi, beklemek olmasa sabır ne işe
yarar ?
Sorgu gibi, yalan gibi, zabıt gibi birşey bu. Oysa zabıtlar
tutulmasa, aynalar hüzünlenmese, ben aşkı yazabilsem de.... Sahi
aşkı yazabilmem ne işe yarar ?
YÜREKÇE!!!
14/05/2004 - CUMA
20.07 - ANKARA
---------- Mesajlar birleştirildi - 01:06 ---------- bir önceki mesaj zamanı 01:01 ----------
DAVET-ÜL TERCÜME
Belliydi,denizden yeni çıkarılmıştı.Nasıl açılabilmişler ve nasıl
dalabilmişlerdi bu fırtınalı havada.Zor işti, hem de çok zor bir
iş.Ama denizden yeni çıkarılmış keskin yosun kokusunu soğukla beraber
içime çektikçe anlayabiliyorum hep yaşadığımı.Oysa fizik,nükleer ve
bilmem hangi pozitif bilim kurallarına aykırıydı soğuğu ciğerlerime
çekebilmem.Fakat, ilkokulumdan beri -merkez kaç, merkez koş,merkez
tut-larla okuma-yazma öğrendiğim yıllarıma dönüşüveriyordum kütlemde
ve kimyamda hiçbir değişme yaşamadan.Sahil güzel şeydi elbette ama
dağlara çıktıkça, uçaklarla uçtukça da duyabilmeliydim bunu. Ve yine
fakat, bize öğretilenin adları her ne kadar duyu ise de duyum
organlarımdaki hisleri hissederken "DUYDUM" denmemeliydi
algılara."KOKLADIM,GÖRDÜM,SEVDİM,ACIDI" gibi adları olmalıydı
duyduklarımın. Ama ben isimsizliklerini duydum hocam,ben duyularımın
adlarını unuttukça, yuvarlak hala yuvarlaktı, sıcak hala sıcak,açlık
hala açlıktı hocam. Ben duyularımın adlarını duymuyorum bir tek. Ama
duyuyordum, denizden yeni çıkmış keskin yosun kokusuydu bu hocam.
Tam da simit yerkeneydi
Avuturkendi ak dişli çocuları süt deltalarında
ve birden bire binlerce ölüydü sarsılmışlığım
Başdönmesiydi yarasaların çığlıklılığı
Dünyayı ters görmekten ibaret şaşkınlığıydı duyd...
Evet duydum hocam.Ama siz de duydu..Ama ben duyuyorum onların
gözlerindekini,siz duymuyorsunuz,çünkü toksunuz hocam.Ben sizin
duymadıklarınızı duydum diye disiplin kuruluna yolladınız
beni.Derslikleri duyamadım birkaç hafta, beni uzaklaştırdınız. Ben
okulumdan değil, duyduklarımdan uzaklaştırılmıştım hocam.Ve beni
uzaklaştırdığınızda kuşlar yeniden ötmeye başlamış, bu ötüşleri benim
yokluğumdan DUYDUKLARI sevinçten yapıyorlarmış, öyle mi hocam. Oysa
ben hergün simidimi bölüşürdüm onlarla, karınları doyunca çıkıp bir
dala tünerlerdi hocam. Kimbilir, sizin duyduğunuz ötüş, açlık çığlığı
ve gökyüzünü kaplayacak bir eylemin çığırtkanlığı olamasın hocam?
Seviyorum sahilleri, hem de çok.Duyarım keskin yosun kokusunu,
martıların ısırdığı deniz damlalarını duyarım, bir midyenin kuma
gömülüşünü duyarım, ben duyarım hocam.Ben, kitapların küçüklü-büyüklü
puntalarını,monitörlerin piksel ekranlarında harflerin yanyana
gelince neler anlattığını, ben "DUYDUM" diyemeyenlerin "DUY"dukları
korkuyu duyarım hocam.Hadi, Mustafa Kemalin tahtaya yazdığı
alfabemizin çıkarttığı sesi tercüme edin hocam!
YÜREKÇE!!!
08-01-2004/PERŞEMBE
11.51 - MERSİN
BURJUVADAKİ ARİSTOKRAT SİLAH
Hadi seher yeli gibi ince bir serinlikte öp beni.Hiçbirşeye takılı
kalmasın aklım.Kızgın küfürlerin efkarlı hüznünde kalsın öylece nisan
ve mayıs.Ağustos, temmuz ve tanrılar peşkeş çekilsin ampulü bozuk
yatakodama.Sonra kar başlasın nefesin gibi... Işımasız gözbebekleri
donsun onların.Hain gibi, çiyan gibi kaçarken vurulsunlar sözgelmez
sırlarından. Ve sen sabaha karşı girdiğin banyoda duşakabin böceği
görüdüğün sıçrayışta attığın çığlıkla titret küvetteki fransız
parfümlü berdan suyunu. Ve çıkıp elliiki katlı bir gökdelenin
tepesine camdan bir fanus koyalım. Yıldırımlar sıyırsın üzerimizden
elbiselerimizi. Ben senin gözlerini sadece şimşek çaktığında
görebileyim. Camdan tepemize düşen yağmur süzüldükçe betonarmeye, ben
gözlerinden göğsüne akan su damlası gölgesinde terleyeyim bir
şafak.Havai fişek aklım hep sende patlasın,meraklı ve heyecanlı
bakışlara süzgün kıvılcımlar aksın gökyüzünden.Yarasalar kollamasın o
geceyi, sandıkta saklı bekaret danteli serdiğin sehpadaki
kültablasında söndüreyim sigaramı.
Bunlar, bunlarla beraber daha bir çok şey, senden gelen, sende olan
ve senden olacak herşey için bir katkım olsun. Hadi kalma statik kala
öyle. Bende aristokrat aşkların taşıma ruhsatlı tabancasını
tetiklemek için, hadi!!! Hadi, seher yeli gibi ince bir serinlikte öp
beni...
YÜREKÇE!!!
31-12-03/ÇARŞAMBA
MERSİN
BİTİMLEME
Sözün bittiği gün de gelir
Suskunluğun büyük büyük çığlıklılığı
Ve anlamını yitirmişliği aydınlığın
Pis ve puslu ihanetinde fırtına
Konuşmanın kesişmelerde yitirilişi,
savruluşu kaybolmuşluğun zihnin sokaklarında
Kimbilir,
hangi kaldırım taşına denk geldi
sana koştuğum ilk adım
Ve çocukluğumda
sevincimi kovaladığım kuş
kaçıncı kanadındaydı,
kimbilir...
Ben hep sabahlar bekledim
Ben hep güneşe sakladım büyümüşlüğümü
ve gözlerimin rengini topraktan çalarken yağmur ertesinde
Sevdamı her gün bir renge boyardım
Ve sustum bir zaman,
Sözün bittiği güne geldi
suskunluğumun savaşsallığı!
Benim barışlarım;
ışık hüzmelerinde
billur karartılarda
siluetini saklamayanlarda
Benim kanatlarım;
her yağmurda sevinç
her ebemkuşağını beline bağlayan
Ve benim sevdalarım;
Aşiret sevdaları gibi imkansız
Törelenmiş kan davasında yanlış tetik
Ve toroslarda çağlayan suyun
gavurdağlarını ürperten tanrıdağlarından
dökülmesidir
Benim sevdalarım;
Güneşe yan bakıp
yağmuru avuçlayan çocuk gibidir
Ciddi bir sevecenliktir yani,
soylu geçmişlerin yarını ebeleyişinde...
Karartısını geliyorsun önce akşamın
Sonra bir adımda ilkdördün
Ve takımyıldızlarını sobeleyişinden sonra Venüs'ün
Gidip en mahrem yerine saklanacaksın gündüzün
13-04-03/PAZAR
AKSARAY-POZANTI civarı
YÜREKÇE!!!
---------- Mesajlar birleştirildi - 01:11 ---------- bir önceki mesaj zamanı 01:06 ----------
Beni
ipeğin yırtıldığı zamanda bekle
Doğduğun gün eseceğim
elimde bir kelebekle...
YÜREKÇE!!!
08-12-03/MERSİN
12,58
ATKESTANESİ
Unutulmuş vapurdu o iskelede.ben her sabah görürüdüm yana yatmış
yüzünde ve kollarında başıboş sarmaların çoğaltılmış yalnızlığını,
zayıflatılış uranyum tanecikleriydi teri.Kaygısız gbiydi yüzündeki
ifade ama yakalayamadığı balıkların oltalarda ölümüne de üzülürken,
çelişkilerindeki harmansı ve içindeki vahşi hayvansılığı tütün diye
sarıp içerdi ve tükürürdü denize,denize açılamadığı
zamanlarda.Garipsi bir vedası vardı,güneşin batımına elitsi
lokantalarda şampanya tokuşturan kadehleri hatırladıkça,varoşsal
üslubuyla,karşısına çıkan ilk gecekondu duvarında parçalardı şarap
şişesini.Küfrü küfürbaz değildi dilinde.Teşekkür etmedi hiç
çocukluğuna, okulunu sevmedi ve sınıf arkadaşlarının dişlerini kırıp
ta anaokulundan atılışını düşündükçe aklına hep kıramadığı O vazo
gelirdi ve küfrederdi vazocular çarşısından geçerken en usta seramik
ustasına.Toprağın işi gücü yokmuydu da o canım canım köklü ve canlı
yeşili,alı,moru,kırmızıyı,pembeyi sarmak varken çiçeklerde, burada
boyalı ve süslü ve mağrur ve dirayetli ve pazarlığını iyi yapan bir
fahişe gibi boğazında plastik çiçekleri paralı dokunuşlarıyla o
masada durmakta nesiydi?Toprak dedin miydi, kahveregi olmalı,
yatarken kuru olmalı, uyandığında çiğ tutmalıydı omuzlarında.
Bir gün yine denize açılamamış ve tükürüp son vazifesini de
yaptıktan sonra batmış teknesinden kalma yosunlu çıpasını kaptığı
gibi O büyük ve ışıklı tabelanın yanında açtı gözünü,parlak
kristaller gözünü kamaştırırken demirini indirip şamandırasını
bıraktı heybetli ve pahalı bir kalantorun cebine.Metresi ne çok ta
istemişti o vazoyu, işçisi ne kadar çok özenmişti boğazındaki çivit
mavisi şeridi boyarken.ve ayakkabılarını çıkartıp kokulu ve delikli
tek çorabını itinayla kenara bıraktıktan sonra cam parçalarının
üstünde yürümeye başladı.Vakit geceyarısıydı, polisler yeni içmişti
çorbalarını, sessizdi ortalık ve işkence zamanıydı şimdi...
Al kanım çok istemiştin akmayı
Nasırlarım eskiden beri alışıktır kayaların sivriliğine
Ve ellerim ilk denizkestanesini avuçladığından beri
korkarak sarardı sevgilisini
Her aşk bir atkestanesi
Her aşk atkestaneli bir vazodur şimdi
Al kanım işte akıyorsun
Ve aktıkça bu vazonun üstüne
Atkestanesi motifli bir vazo oluyorsun
Kelepçelediler O'nu.Ve davasından vazgeçmedi metres.Yeni sandalına
haciz
koydular.Eski sandalin çıpasını eskiciye satacaklardı ama suç aleti
diye tutanakladılar ve yasakladılar yeniden gecekondu duvarlarını ve
şarap şişelerini.Dört duvar üç tarafı deniz olan bu ülkede
yasaklıydı artık ve O hep tükürüyordu duvarlara çizdiği
denize benzemeyen ama DENİZ dediği izmarit lekelerine.
Birgün, avuçlarına bakıyordu şaşkınca, ve gözü eski bir yaraya
takıldı.Ağzına götürüp ısırdı ve kanattı eski yarasını.Tırnağıyla
derisini kopartıp oymaya başladı.Siyah, ince bir nokta gördü ve
dişiyle yakalamaya çalıştı.Tırnağını yarasına soktukça siyah nokta
belirginleşti ve cebinde kalmış bir oltayla kazımaya başladı
yarasını.Ve dişiyle yakaladı ucunu, sonra dilini değdirdi kanayan
yarasına, dudakları kan olmuştu ama dişlerinden alıp baktı ki, ilk
denize açılışında tutmaya çalıştığı atkestanesinin kendinde bıraktığı
ebedi hatırayı görünce yeniden küfretti atkestanesi bile olmayan
hapishaneye...
ERZURUM
19-09-2002/Perşembe
ŞAFAK: 56
YÜREKÇE!!!
"D" "E" "N" "İ" "Z" "K" "I" "Z" "I"
Zıpkın tadı çelik sızı
"D" "E" "N" "İ" "Z" "K" "I" "Z" "I"
Ilık, tuzlu, mavi dokuz harften de öte
Tanrılar dolusu yürek
Tanrı gibi yürekçe!...
YÜREKÇE!!!
Yanılgıları tümcelendirmek ne kadar kolay tanrım!..
Bak, işte sonsuzluğun damıtıldığı Sende bile bir
yanılsama
görmekteyim.Açlıkla terbiye, aç kalmayı kendi
bilincine sunarak ve
hatta kendi bedeninde ruhun huzura kavuşması için, "iman
dolu
serhaddi"mi mahşer gününde gere gere kabartmak için aç
kalmayı göze
alıyorum ve biliyorum ki; ben aç kaldıkça açılacak
cennetin kapısı ve
Sırat Köprüsünün istiap haddi yükselecek aç
kalındıkça.Ve bunu; aç
kalmayı veya seni sevmekten değil, mahşer gününde gere
gere
gezdirilebilecek bir serhad olsun diye mi yaptırıyorsun?
Yanılgıları sorguculara ihbar etmek ne kadar imansızca
Tanırım!...
Kederinin boyunbağıydı elleri.Ne zaman televizyonda veya
herhangi bir
ajans haberinde Tanrı'dan torpilli bir ülkenin
Kızılay'lı,
Kızılhaç'lı beyaz kamyonları önünda sönmüş
gözleri ve kurumuş
kollarını havaya kaldırıp bir avuç buğdayı
gülebilmek gibi dişlerine
yapıştıran insanları izlerken, hep iki elim iki yakanda
olsun derdi
kahpe feleğe ve sadece o kadarı gelirdi elinden.
Çaresizliğe küfretmek ne kadar alçaltıcı tanrım!
Sanki ben aç kaldıkça; onlarla ve onlar için ama asla
onlar kadar
değil!
Sanki ben umut ettikçe; onlar gibi,onlar için, ama asla
onlarsız
değil!
Sanki ben küfrettikçe; onlarla beraber, onlar için ama asla
onlara
değil!
Ve ben hep umut ettikçe, birileri hep alınterinden
seyreltilmiş
uranyum elde edip, yine benim umutlarımın ekin bahçelerinde
radyoaktif denemeler yaptıkça ve çoğaldıkça
herbirşey ve bu
herbirşeyin içinde açlık varsa, sömürülmek varsa
esaret varsa ve sen
kusursuz bir adalatin temsilcisiysen,
Adaletini sorgulayabilmek ne kadar günah Tanrım!...
Bilmelisin ki, sen bu sorduklarıma cevap verene kadar aç
kalmayacağım
artık İman-ı Hak için.Aç kalandan ibret almayacağım
Alem-i Mahşer
için.Ve aç kalmayacağım alnımdan sıyrılan terde
sörf yapanlar
için.Ben işsiz olduğum için aç kaldım ve
kalacağım.Bilmelisin.
hangi mabedin kapısı aç kalanların gözbebekleri gibi
açılır Tanrım!...
Yok ise cehennemde yanacak kömür tanesi
Beni yak düşük kalorili ve dumanlı bile olsam
Lakin suçu bende sakın arama ey yüce Gani
daha çok ısıtırdım, sıcak bir ekmeği soframda
bulsam
YÜREKÇE!!!
19-11-2003/Çarşamba
15.05 /MERSİN
Serzenişlenmekteydi sabahın tan yerine serinlikle dokunduğu
parmakları.Her bir boğumu bin zehir taşıyan akrep gibi
batıyordu
tırnakları kederine ve yitirdiği son aşkıydı
"HİÇİMSU".gidip bir gül
dalını avuçladı, narin bir Karagül
dalını...Herşeydi birdenbire
başlayan.korkudan edilen dua gibi, karların sorgusuzca
yüklendiği
dağ gibi büyük ve birdenbire.Oysa, adı bile yoktu, nefsi,
nefesi,
bayramı, arifesi yoktu. Adı bile sorgulamalı ve soru
işaretliydi.Herşeydi birdenbire ve herşeyin
birdenbireliği gibi
hiçbirşeyin herşeyi oldu herbirşeyiyle...
HİÇ?İMSE!
(12/04/02-Cuma) Temmuzdu, sıcaktı, ter içindeydi aşk,
güleçti bir
şeyler, kıpırdaşıyordu çoğulluk. Farkına
varıyordu kendi başının
yalnızmış gibi görünen çaresizliğine, utanıyordu
bir yandan ama
temmuzdu işte, sıcaktı ve ter içindeydi aşk...
Eteği yoktu, elbisesi
yoktu, sevinci, koşması ve bacakları yoktu, kaygısı ve
susuz paslı
matarası yoktu, pantolonu ve ayakkabısı yoktu,
gömleğinde leke yoktu,
gömleği de yoktu zaten ve bu da tasa değildi donsuzluğuna.
Sevecenliğini yüklenmişti ama yükü de yoktu. Mutluydu,
mutlu olmasa
da mutluluğu bilmekten, gemi görmemişti hiç ama karasal
iklimi de
bilmezdi, ne duymuştu bir kuşun ötüşünü ne de kuş
kelimesini
düşünmüştü, tıpkı küreksiz sandalların
düşünmeden sulara atılışı
gibi. Alnı yoktu, güneşi yoktu, ter içindeydi aşk ve
temmuzdu. Nasılı
ve nedeni yoktu, soruları sormamış olsa da ebegümeci,
yeşili yoktu,
kırları, çiçeği, böceği yoktu. Asfaltı,
arabası, vitesi ve ehliyeti
yoktu, hele hele ki gidesi de hiç yoktu!...
Atları atlas halılara nal sürmemişti hiç
Dağları dağ değildi, bulutları hiç bulut
Ne bir demirciydi, ellerinde kızgın çekiç
Ne de ipek saçlara değmemişti hiç
(13/04/02) Hiçbirşeydi aslında konuştuğu deniz,
yüzdüğü
kafatasları. Çıldırmıştı elementler, en çok ta
yüreği! Mevsim hâlâ
temmuzdu ve iklimlerin yağmursuzluğundaydı, ki gözlerinde
çölleri
kıskandıran buluttan bin parça olsa da... Anne gibi
ağlardı ama
çocuğu yoktu, memeleri öyle büyük ve öyle diriydi
ki, yine de
memebaşlarını emen yoktu, sesi güzeldi ama ninnisi yoktu,
en güzel
dişisiyse de anaç ormanlarının, kadınlığı yoktu...
Doğurmuş değildi
bu yüzden güneşi. Işığı ve sıcağı yoktu,
gün'ü-gece'si-ikindi'si
yoktu, evveli ve sonrası yoktu. Tanrı değildi kendinden
yaratılmış
olan ama yaratıcısı da yoktu. Hücresi, anatomisi,
fizyolojisi yoktu.
Adımı, ayakkabısı, ayak izi yoktu.Unutmuşluğu,
susmuşluğu,
susamışlığı, çatlamış dudakları yoktu. Şiiri,
şarkısı, melodisi ve
nakaratı yoktu. Hiçbirşeye benzemezdi O. Ama herşey O'na
benzerdi
fakat herşey hiçbirşey oluverirdi ona yaklaştıkça
ve uzaklaştıkça
silikleşirdi şey'ler. Kokusu yoktu, nefesi, bakışı,
tılsımı yoktu.
Yörüngesi, yerçekimi, gökçekimi, kaldırma ve
indirme kuvveti yoktu.
Su değildi, akmazdı, su değildi donmazdı,
çatlamazdı sertliği,
yumuşamazdı, esnemezdi, sünmezdi, kasılıp,
burulmazdı, burkulmaz ve
bulunmazdı. Umursamazdı!!!
Turunç tadında değil miydi ham çocukluğumuz
Yabancıl ağaçlardan sarkamazdı bu hiçlik
Güleç meyva vedasıdır dala, acı burukluğumuz
Gök buluta değdiğimiz, bu oynak bilinçsizlik
Bir göz kaymasıydı sanırım, denizde ince bir
serzenişti
dalgacıkların sırtına yüklenen bu narin sitem. Oysa,
gözleri yoktu,
nezaketi ve kabalığı yoktu, hiç bir şeydi onda her şeyin
tümevarımı
ve tümdengelimi, O'nda gelmek ve gitmek te yoktu...
Kavuşamamıştı hiç
özlemlerine, kavuşması yoktu ayrılığı olmadığından.
Sarılması yoktu,
kolları yoktu, beklemesi ve bekleneni yoktu, kaygısı, umudu,
umutsuzluğu, düşü, rüyası, vakurluğu, çopurluğu,
mağrurluğu yoktu.
Isınmazdı hiç soğuk gecelerde; üşümesi, odunu,
ateşi, sobası,
kıvılcım çıtırtısı yoktu. Köz üstünde
çaydanlığı, ütüsü, buzdolabı,
televizyonu, cep telefonu yoktu. SMS'si, PC'si, CV'si, PVC'si,
DVD'si, VCD'si, CD'si yoktu. Uzaktan kumandası, mandası,
himayesi,
kongresi yoktu.
Olmayan bir şey değildi ki aslında
Şaştı varken bile fark edilmeyince
Titretti kendini aynı ağaç dalında
Hiç olsun dedi adım hiçlendiğimce
Hiç denizde, hiçilmemiş bir anakaraya, hiç ayakla, hiç
basmadan adım
atmayı istedi. Yanında "H" vardı, kumsala bıraktı.
Yanında "İ" vardı,
denize attı, bir de "Ç" vardı ki, ah o "Ç" !!! İşte
O'nu çelenk
yaptı, HİÇ'eklerle donattı...
Temmuz artık hiçti,, sıcak hiç,ter hiç, hiç
içindeydi aşk...
YÜREKÇE!...
24-11-2003/PAZARTESİ
MERSİN
---------- Mesajlar birleştirildi - 01:19 ---------- bir önceki mesaj zamanı 01:11 ----------
ŞİMDİDEN
Bak, bir yürek doğuyor bu şehirde
ve bin çiçek serzenişinde lalezarında
Al avuçlarına,ayalarında kanayım
Kalmayalım süt dişlim, öfke ahuzarında
Bak bir yürek, şimdi bu şehirde
Toprak henüz çiğ iken,kan tükürürken şafak
İğne yapraklı çamlar uyanırken tepelerde
Şiir sür sözlerime, Yürekçe'ne şaşarak
YÜREKÇE!!!
28.09.02/ERZURUM
ÇUKUROVALI DÜŞ
Güneşi demliyordu ham aydınlıklarda çoğul seslerim,
uzakdoğudan
vanilya ve tüm tropikal meyvelerin renkli serinleticiliğine
damlayan
emperyal bir salyadır İngiliz kumandan
Ve çelik yataklarda ağır,
sabırsız kurşun gibi dellenen
Tibet'in kartal kanadı belki
göklerimi bulutlara dölleyen
Akşam vakti
Uyutunca güneşi serin yataklarda
Terim damlarken çukurovalı bir ırgatın alnından
Hasır ve savana dizilen yorgunluk şarkıları
ve naylon çadırlarda sivrisinek vızıltısı
kaşıntıları
şafağı bekleyen üç çift çocuk bakışıydı
ellerinde atadan kalma çaydanlık
ve sütten kırpılmış düşleriyle
biryerlerde yaktıkları ateşle
güneşi demliyorlardı ham aydınlıklara
24-07-2002- MERSİN
YÜREKÇE!!!
GİBİYDİ ASLEN
Gülümseyişi kadın gibiydi,dişleri kadın, kokusu kadın... Ak
yemenilerle kuşatılmıştı ayakları ve dudakları saklanıyordu
pırıltılar ardına.Sesi çoğalıyordu ortalıkta ama çığlıkların zamanı
çoktan geçmişti.Ağlamıştı analar, düşmüştü yiğitleri
cephede.Gülümseyişi kadın gibiydi, sevdası kadın...
Emziren kadınları seyrederken gözleri dolardı hep, işte bu yüzden
geceleri severdi, gecesi kadın gibiydi, sıcaklığı kadın. Yangınların
alevini yalardı küçük kedi diliyle, dili kadın gibiydi sözleri kadın.
Doğurganlık mahareti yoktu işte, ama yaratıcılığı kadın gibi zarif ve
ince. Tanrılığı, kadına şefkat gibiydi, ölümüyse tanrısız bir kadın!!!
YÜREKÇE!!!
23-07-2002-MERSİN
Aşkla tanıştırdığımda ellerimi
seni yağmurları avuçlar gibi sevdim
Acıyan yürek gibi tutuk
Son söz gibi dudak arasında korkak
Çünkü sen, her yağışında biçimsiz
her ağlayışında isimsiz hüzünler yükünde ıslak
ve sensiz boşalan yerimi
doldururcasına sağanak
yağarak okşarsın ellerimi
Kısacası
bulut gözlüm,düş yüreklim
Ben yağmurların güzelliğini
senden aldığı için sevdim
Tırnak arasına batan ayışığı
Yahut yokluğun gibi acıtan
ve doyurgan başak tanesi gibi ekmekçe
İşte ufkunda senden sonra yedirenk
Çek beni sür yüzüne, kırmızısı Yürekçe!
YÜREKÇE!...
25/11/01-30/11/01-Erzurum
Yürekçekalın...
KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....
-
16 Eylül 2012, 22:26
#140
Mersin İl Temsilcisi
GÖRDÜM! YÜREKÇE....
kordonboyu sıcaktı
sırılsıklam ıslaktı sırtım, terden.
kordonboyu ışıklar yanıyordu direklerde
ve her yer aydınlıktı, elektrikten.
ben gördüm bir kolu; iki kol arasında
erkek habersiz, kadınınki ihanetten.
erkek bildi veya bilmedi beni
kadın yüzünü çevirdi, karanlıklara.
oysa karanlık ruhundaydı, gördüm
gördüm, Yürekçe yemin! bir kez daha!!!
beni hiçkimseyle kıyasalama derdi kadın
oysa, bir türkü gibi başka dudakta derlenmişti kadın
derleyenin derdini anlatmak içindir derlenen oysa
lanet olsun aşka ve türküye, aşkı anlatan türkü buysa!!!
YÜREKÇE!!!
16-09-2012 / MERSİN - VİRANŞEHİR "KORDONBOYU"
21:30
KALMAK KADAR ESKİ, GİTMEK KADAR YENİ OLMAYANDIR ÖZLEMEK!
BEDDUALARI DENEDİM, HİÇ BİR İŞE YARAMIYOR!!!
KEŞKE, KÜFÜRLERE DE DUADAKİ GİBİ, "AMİN" BENZERİ BİR ŞEY DİYEBİLSEK....
Reklamlar
Konu içerisindeki kullanıcılar
Şu an bu konu içerisinde 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 misafir)