organize işler 2 tamamen para kazanma amaçlı çekilmiş klişe konusuyla bombok bir filmdi. Kıvanç kendisini inanılmaz geliştirmiş yalnız. Filmi izlemeye devam etme sebebim oldu. 3/10
organize işler 2 tamamen para kazanma amaçlı çekilmiş klişe konusuyla bombok bir filmdi. Kıvanç kendisini inanılmaz geliştirmiş yalnız. Filmi izlemeye devam etme sebebim oldu. 3/10
Upgrade
7/10
Bilim kurgu hoşunuza gidiyorsa seveceksiniz. Her türlü izletiyor kendisini.
Extinction - Tükeniş.
Yapay zeka konusunu allak bullak etmiş iyide etmiş, bilimkurgu sevenlerin kesin hoşuna gidecektir. Sosyal anlamda insanı sorgulamaya yönelten ve zoraki empati yaptıran türde bir film olmuş
bumblebee
5/10
Transformers dan daha iyi ancak klişe konusu vasat oyunculuklar ve gaza gelen amerikan insanı temalı saçma bir filmdi. bumblebee sempatikliği filmi kurtarıyor. Nasıl bu kadar yüksek puan almış orası da ayrı muamma.
---------- Mesajlar birleştirildi - 02:15 ---------- bir önceki mesaj zamanı 17:23 ----------
Yürüyen Şato
9/10
Masalımsı anlatımı ve atmosferi sizi bambaşka diyarlara götürüyor. Zaten Hayao Miyazaki aşmış bir insan evladı uzun zamandır izlemeyi düşünüyordum sonunda kriz sebebiyle izleme forsatı buldum Ailecek çoluk çocukla rahatça izleyebilirsiniz. Hatta çocuğunuzla izleyin. Hayal gücünün gelişmesine yardımcı olacaktır.
Triple Frontier
Netflixden güzel bir film daha. Kadro şampiyonlar ligi gibi
Ben Affleck , Oscar Isaac, Charlie Hunnam, Garrett Hedlund, Pedro Pascal
Her biri başka film ve dizilerde kendilerini ispatlamış büyük yetenekler. Bu elemanları bana verseler, bir senaryo karala ve bunlarla bir film çek deseler valla ben bile bu kadar yıldızla çok kötü bir film yapmayı başaramam :D
Filmi için "Mükemmel ötesi" diyemem, yine de genel olarak başarılı. Jason statham tarzı abartılı aksiyon bekleyenleri tatmin etmez ama benim gibi daha gerçekçi işlenmiş film severler için bulunmaz nimet. Ben izlerken hiç sıkılmadım ve keyif aldım.
Şöyle bol yıldızlı, gerçekçi işlenmiş bir aksiyon filmi izleyeyim diyenlere tavsiye ederim.
damıtma yöntemi ile seyrettiğim dekalog serisini bitirdim,
imdi uzatılan iki filmi bulacağım (a short film about love, a short story about killing).
açıkçası şu an terkedilmiş gibi hissediyorum,
neyse ki hafızamın zayıf olması sebebi ile bir kaç sene sonra tekrar benzer hazlar ile seyredebileceğim.
üç renk serisinde,
elimdeki filmlere bakıyorum,
biraz tarkovski, ingmar bergman, innaritu, almodovar var,
(not: uzaklara bakmalı filmler için arşiv genişletme konusunda yardıma ihtiyacım var gibi duruyor,
el atmak isteyen olur ise özel mesajdan ulaşabilir. )
hazır uzaklara bakmalı atmosferinde iken popüler filmlere kaymadan devam etmeyi düşünüyorum.
satırlara başlarken hiç aklımda olmasa da hable con ella iyi gider şimdi.
can't be worried about that shit. life goes on man.
3 idiots
Bir hint filmi. Eğitim sistemini ve sistemdeki en önemli eksik tahtayı anlatıyor. Altyazılı izlemenizi öneririm. Özellikle okulda bazılarımız gibi zorluk çeken o X kesimdenseniz bu filmde kendinizi bulacağınıza eminim. En azından bilincine ulaşacaksınız.
Alien
Korku-Gerilim-Bilimkurgu üçlemesinde sanat eseri filmler arasında. Hala farklı filmler ile düet yapılarak lezzeti arttırılmaya çalışılsa da Alien(ilk film) ve Aliens (ikinci film ki, ilkinden daha iyi olduğuna kanaat getirilmiş nadir ikinci filmlerdendir) filmleri eşsiz atmosferi ve zamanının ötesindeki senaryosuna görselleri de katarak harika bir iş çıkartıyor. Özellikle Aliens' da kullanılan silahların bir kısmı kült olmuş durumdadır.
Back To The Future I-II-III
Efsane bir seri. Anlatmak istemiyorum, henüz seğretmeyen nesildenseniz hemen gidip atıştırmalıkları hazırlayın, güzel ve sessiz bir ortam sağlayın ve ekranın başına kurulup bir nefeste izleyin. 3. filmi de izlediğinizde devamı çekilmediği ve bu kadar tadında bırakıldığı için kızgınlıkla karışık hayranlık duygularınızı hayal gücünüz bastıracak.
The Thing
Eski bir Korku-Gerilim-Bilimkurgu üçlemesi daha. Yeni versiyonu izlemiş olabilirsiniz. Birşey kaybetmediniz çünkü yeni versiyonu eski asıl filmden öncesini anlatıyordu. Sonrasında olanları görmek ve yaşamak istiyorsanız mutlaka izlemelisiniz. Yine zamanının çok ötesinde bir film. Özellikle filmde sizi damarlarınıza kadar işleyen şüphe duygusu, kendinizden dahi şüphe edebilmenize neden olan o duygu...
Godzilla
1998 yapımı bu filmi izlemeyenler çok şey kaçırdı. Hala izlemediyseniz mutlaka ama mutlaka izlemelisiniz. Japonların bazı nedenlerle beğenmediği bu filmi, filmin yazıları yazmaya başlamadan kapatmayın. Sinemada film bitti diye insanların kalkıp gittiğini, hatta bazılarının kapıdan çıktığını, filmin bitmediğini farkedenlerin koşarak koltukarına geri oturduklarını hatırlarım. Ses sisteminiz varsa iyice açmayı ihmal etmeyin.
Spirited Away(Ruhların Kaçışı)
Japon animelerini seviyorsanız ve henüz seğretmediyseniz buna bayılacaksınız. Görsellerinin kalitesi ve konusu ile insanı etkileyen bir filmdir. Gerçek altı konusu "bazı ailelerin daha refah yaşamak uğruna para karşılığı çocuklarını satması" olan filmin bu konusu film içerisinde öyle güzel gizlenmiştir ki, anlamak için bilmeniz gerekir denebilir. Miyazaki' nin baş yapıtlarından biridir.
Lilo & Stitch
Güzel bir disney animasyonu olan filmin tam bir aile filmi olduğunu söylemek isterim. Filmdeki herşeyin bir pipetle şişirilmiş görüntüsü sempatikliği iyice arttırıyor. Kafa dağıtmak için seğredilecek, hoş, zevkli ve eğlenceli bir aile filmi.
Mars gezegenine astronotların gönderildiği bir görevde, Mark Watney isimli astronot şiddetli bir fırtına sonrası öldü sanılarak ekibi tarafından terk edilir. Fakat Watney hayattadır ve kendisini Mars’ta yapayalnız bulur. Elindeki sınırlı olanaklarla, zekasını ve dayanıklılığını kullanarak dünyaya yaşadığına dair bir sinyal göndermeye çalışır. Milyonlarca mil uzakta NASA ve uluslararası bilim insanları durmaksızın bu ‘Marslı’nın eve dönmesi için uğraşırken, ekip arkadaşları da tehlikeli bir kararın eşiğine gelecektir...
Geçtiğimiz yılın en sevilen bilimkurgu kitaplarından biri olan Andy Weir imzalı The Martian, ülkemizde de yakın zamanda "Marslı" adıyla basılmıştı. Marsta mahsur kalan maharetli astronot Mark'ın günlüklerinden derlenen çetin bir hayat mücadelesini anlatan filmin başrolünde Matt Damon yer alırken kadroda kendisine Sean Bean, Kate Mara, Jessica Chastain, Jeff Daniels ve Michael Pena gibi isimler eşlik ediyor. Yönetmen koltuğunda ise türün sevilen yönetmeni Ridley Scott var.
Son izlediğim film The Whole Truth, Keanu Reeves ve Rene Zelweger’dan bir mahkeme, dava filmi ama sevdiğim tarzda sonuna kadar merak ettiren bi senaryo. Fakat ben bu filme kadar Rene’nin o feci estetik ucubesine dönüşmüş halini izlememiştim, filmografiye baktıktan sonra onun Rene olduğunu anladım, yazık etmiş o sempatik yüze, nineye dönmüş. Film mahkeme filmi sevenlere, sürpriz son sevenlere tavsiye, zaman kaybı olmayacak filmlerden.
Bir başka çok beğendiğim film, Christian Bale’den Hostiles. Son yıllarda izlediğim en iyi western, hatta Clint Eastwood’un Unforgiven’ından bu yana en beğendiğim western desem yeri var. Adeta Kurtlarla Dansın daha sert versiyonu gibi. Oyunculukları da, devasa prodüksiyonlu arazi sahnelerini de ben çok beğendim. Western sevmeyenler bile beğenir diye düşünüyorum. Filmde Ben Foster’ın da olduğunu hatırlayatayım. Bana John Huston’ın o dev westernlerini hatırlattı.
Daha dün izlediğim bir belgesel Tommy Caldwell adlı kaya tırmanışçısının hikayesi The Dawn Wall, onun öncesinde Alex Honold’un anlatıldığı Oscarlı belgesel Free Solo’yu da Nat Geo’dan izleyince Alex’e antrenörlük yapan Tommy’nin hayatını izlemek taşları daha çok yerine oturtuyor. The Dawn Wall, Tommy’i anlatan, Oscarlı olansa Free Solo Alex’i anlatan. Hayatımda kaya tırmanışı yapmadım ama her iki belgeseli de acayip zevkle hatta zaman zaman duygulanarak izledim. Özellikle Free Solo’da El Capitan’a 3,5 saat gibi bir sürede hem de ipsiz ve sıfır güvenlik önlemi ile tırmanan Alex Honold’u ağzım açık izledim. The Dawn Wall’da ise Tommy’nin, arkadaşı Kevin olmadan o zirveye çıkmayacağını açıklayıp, ne kadar sürerse sürsün 15. Etabı arkadaşının geçmesini bekleyeceğini ve ona olan desteği duygulandırdı beni. Hani yaşam koçu, NLP uzmanı filan tipler akıl dağıtır ya, bu iki belgeseli gençlere izletin başka yaşam koçu ya da ateşleyiciye filan gerek kalmaz, bence sınava hazırlanan gençler için iki tane ilaç gibi belgesel, motivasyonun ve azmin doruğu, hem mecaz hem gerçek anlamda. Ben az daha büyüdüğünde kızıma izletmeye kararlıyım her ikisini de. Hatta belgeselde Tommy'nin babasından gaza gelip, dün kızıma evde parkur kurdum epeyce bir spor yaptı, baba bunu hep yapalım çok zevkli deyince bundan böyle arazide de çalıştırma kararı aldım.
Bu arada Capitan Marvel baş oyuncusu Brie Larson’un oynadığı kitaptan uyarlama Room (Gizli Dünya) aldığı 8,2 puanı fazlasıyla hak eden bir film, son dönemde izlediğim en iyi dramlardan biri diyebilirim. Larson’un ve hatta küçük oyuncu Jacob Tremblay’ın oyunculukları dikkate şayan.
Sinefil boyutunda ve eğitimimin ve mesleğimin de katkısı ile sinema hastasıyımdır. Belki yüzlerce film yazabilirim buraya ama buna ne zamanım ne de arzum var. Bi an siteye bakarken her ne kadar artık fazlaca yazmama kararı almışsam da, bu konu başlığını görünce aynı kitap başlığı gibi helecana gark oldu bünye hemen. Bazı arkadaşların tavsiye ettiği filmleri not aldım en kısa zamanda izleyeceğim. Hatta belki de bundan sonra motosikletten çok bu gibi başlıklarda mesajlar yazabilirim, motosikletten çook daha geniş ve renkli konular bana göre.
Herkese selam ve sevgiler!
(hafif spoiler)
muhtemelen konu içerisinde daha önce de yazmışımdır,
akşam vakit oldu seyrettim,
yanlış hatırlamıyorsam bu film bardem için yazılmıştı,
"los lunes al sol" , "mar adentro" , "no country for old man" gibi filmlerden hatırladığımız bardem çok güzel iş çıkarmış,
uxbal (bardem) kam (Kam, eski Türkler’de dinî, sihrî, mistik otoriteyi temsil eden kişidir.) olan bir karakteri canlandırıyor,
uxbal, göçmenlerin yasadışı işlerde çalışabilmesi için aracılık yapan, arada ölülerin dünyayı terk etmesi için onları tutan engelleri kaldıran bir karakter olarak tasvir ediliyor.
bunun yanı sıra iki çocuğu ile yaşamaktadır, boşandığı eşi psikolojik sorunları olan alkolik bir kadın olarak tarif edilmiş.
filmin çeşitli sahnelerinde doğaüstü kareler var, bir tanesi uxbal cam bir kapının önündeyken camdaki yansımasının kendisinden sonra hareket etmesi, çok hoşuma gitti. (below isimli gerilim filminde de benzer bir sahne var idi)
hikaye her ne kadar uxbal merkezli olsa da, etraflıca değerlendirildiğinde tam anlamı ile "tutunamayanlar" operası olarak da değerlendirilebilir.
fazla ipucu vermeden devam etmek zor görünüyor.
dinamik kamera kullanımı, hayatın dibindekilerin sert ikliminin tarifi, bardemin oyunculuğu ile tadı damakta bırakan filmlerden bir tanesi.
---------- Mesajlar birleştirildi - 14:03 ---------- bir önceki mesaj zamanı 13:53 ----------
ek:
mud bird box filmini seyretmedim, bullock pek haz aldığım bir karakter değil.
listeye ekledim senin hatırına seyredeceğim.
cloud,
katkıda bulunan arkadaşları zevkle okuyorum,
popüler olmayan bir çok filmi bu sayede seyrettim.
devam ediniz.
The Dude sağ ol.
Fırsat ve keyif buldukça yazarım.
Yeni izlediğim Oscar alan filmi yazayım da gideyim o zaman Green Book, izlemediysen bilhassa sana tavsiye, belli ki alternatif şeyleri beğeniyorsun. Ara sıra Hoolywood'dan da böyle acayip iyi şeyler çıkıyor. Gerçi filmi izlediğimiz anda eşimle kesin Oscar'ı alır dedik çünkü benim için klişe derecede oscarlık bir senaryo idi, bu klişeliğe rağmen film ve senaryo çok sağlam mı, kesinlikle çok sağlam, her iki baş oyuncu da müthiş. Gerçek hikaye olunca zaten filmler genelde dadından yinmez mode on oluveriyor.
Haydi sağlıcakla.
elimde var,
bu aralar izlemeyi de düşünüyorum.
izledikten sonra bir şeyler karalarım.
Ulaaa herhalde bir 10 sene öncesine gittim Biutiful afişini görünce.
Cannes'da seyretmiştik filmi, ödül alacak gibiydi ama takip etmedim.
Zaten oraya film izlemek için değil, görmüş olmak için gitmiştim ne yalan söyleyeyim.
Bu ara hemen hergün bir film izliyorum ama doğrusu anlatmaya deyecek bir film izlemedim.
Hatta çoğu filmi ertesi gün unutuyorum.
Tabi bunda çoğunlukla gündemdeki filmleri izlememin etkisi var.
Green book için bir iki sayfa önce seyrettiniz mi diye sormuştum pek ses çıkmadı.
Film basit ve pek etliye sütlüye karışmayan cinsten olsa da diyaloglar çok iyi.
Ben çok severek izledim.
Bird box için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Filmin sonunda amerikan başkanının tüm yaratıkları temizleyip dünyayı kurtardığı filmlerden olsa belki severdim ama sonu pek öyle olmuyor.
Bir de insanların mutlu öldüğü yaratık görme olayı korkutmuyor.
Yani şey gibi düşünün.
Azrail bekliyor.
Gözünü açarsan öleceksin.
Ve gözünü açıyorsun.
Ama artık neyse harika bir şey görüyor ve çok mutlu oluyorsun.
Yani biraz ilginç ama korkunç değil.
Tabi her filmde olduğu gibi çocuklar için endişeleniyor insan.
Yine de vakit kaybı kesinlikle değil.
Neyse yine de bir filmden bahsedeyim.
Dün akşam The Highwaymen filmini sabırla izledim.
1900'lü yılların ilk yarısında kahraman ilan edilen seri katil ve hırsız Bonnie ve Clayde isimli haydutların yakalanıp vurulması anlatılıyor.
Başrollerde Kevin Costner ve şu sihirbazlardan tanıdığımız Woody Harelson var.
Doğrusu filmin pek bir numarası yok ama gerçek bir hikayeden yürüdüğü için ilgi çekici.
Gerçi bu konuda daha önce en az bir iki film daha yapıldı ama şimdi hatırlamıyorum.
Tavsiye edermiyim?
Yani başka işiniz yoksa seyredilir.
Bu arada geçmiş sayfalara bakayım dedim bi ben bu başlığa daha önce yazmış mıyım diye, yazmamışım ama o sırada Bohemian Rapsody denmiş, arkadaş o nasıl bir filmdir, o nasıl bir oyunculuktur. Normalde müzikli ya da müzikal filmlerden çokça hazzetmem ama mevzu Queen olunca geçenlerde iş yerimde uzunca bir boşluk oluştu ve izledim, çok sağlam olmuş film, Rami Malek uçmuş, oyunculukta bundan sonra işi zor çünkü hep aynı Val Kilmer'ın The Doors'da yaptığı gibi bu rölün üstüne çıkması gerekecek. Val orada kaldı neredeyse, umarım Rami bu rolün üstüne çıkar işi çok zor. Millet Wembley konserinin film sahnesi ile orjinalini kıyas yapıyor youtube'da filan o kadar olmuş yani film. İzlemeyenlere ve Queen mevzusuna az buçuk hakim herkese ısrarla tavsiye ederim.
Bu arada müzikalden hoşlanmam demiştim ama izlediğim en sağlam müzikal filmlerden biri belki birincisi diyebileceğim Lars Vokn Trier'nin Karanlıkta Dans'ını da şiddetle tavsiye ederim. O filmde de Björk acayip bi iş çıkartmıştı.
Bak mevzu güzel olunca aynı günde aynı konuya 3 mesaj yazabiliyormuşum, vay be.
Beautiful filmi hakkında yazılanlara katılmamak mümkün değil filmle ilgili aklımda kalan aşırı doz hüzün, Bardem'in İçimdeki Deniz'ini de tavsiye ederim burada da o hüzün hakim. Ben de yeni izledim. Yabancı dilde en iyi film Oscar'ı da almış bir film.
Bu arada film beğenileri konusuna bir şeyler yazmam gerek.
Ben filmlerde biraz olağandışılığı seviyorum.
Yani çok gerçekçi filmler bazen tahammül edemediğim sahnelere sahip oluyor.
Bu gerçekçi olayını biraz açayım.
Bir çok kişi bazı sahneler için, vay be yönetmen ne kadar güzel gözlemlemiş, ne kadar gerçekçi yaklaşmış falan dediği sahnelerin hepsinden bahsetmiyorum.
Ama bir elemanın sabah kalkınca pijamasının üstünden kıçını kaşımasını ya da dakikalarca dişlerini fırçalamasını sevmiyorum.
Bahsettiğim gerçeklik bu tür detaylar, konunun kendisi değil.
Olağanüstülükten kastım da uzaylılar değil.
Mesela bir kovboyun kasaba kasaba gezmesi, bir evi ve işi olmaması, bende ulan bu parayı nerden buluyor sorusunun oluşmasını sağlamalı.
Bir de iyi sahne geçişlerinin hastasıyım.
Mesela akşam olmuştur, kamera çitin üstündeki horoza zumlar. Horoz büyür. Perdede sadece horoz kalır.
Sonra değişir o horoz, çalar saatlerdeki horoza döner ve saat çalar, kahramanımız uyanır.
Bunun gibi.
Ya da su bardağındaki suya odaklanır, su bulanır ve açıldığında denizaltını görürüz.
Gibi.
Tabi seyretmeden önce tüm bu aradıklarımızı bulup bulamayacağımız belli olmuyor.
Zaten bulduklarımızı da beğendim deyip anlatıyoruz.
Tabi konusu vaybe! dedirtecek film ne içerirse içersin beni her zaman çeker.
Küçük hırsız el feneri, büyük hırsız deniz feneri kullanır.
Ancak her ikisininde çalışması için ampul gerekir.(Cosinus)
Stranger Than Paradise
kenarda kalmış elimdeki son jarmusch filmini akşam seyrettim,
film new york kentinde yaşayan, macar asıllı willie isimli işe yaramaz karakterin kuzeni eva'nın bir kaç günlüğüne yanına uğraması ile başlıyor.
siyah beyaz olmasının yanı sıra çekimlerde kamera neredeyse hep aynı açıda duruyor, kıpırdamıyor.
oldukça durağan görünen filmin alt metinlerinde çok sağlam göndermeler var.
bir fabrika işçisi ile olan diyalog, Eva'nın cool halleri, garip tesadüfler, Amerikan rüyası, bira içerken birbirine boş boş bakan kankalar ...
şahsen beğendiğim, genel izleyici kitlesine tavsiye etmeyeceğim bir film.
filmde en çok duyduğumuz şarkı
nedendir bilmem akabinde OVERLORD isimli filmin bir kısmını seyrettim, (evvelden bir kez seyretmiştim, pek hoşuma gitmemişti)
2. dünya savaşı, naziler, deneysel çalışmalar, Amerikan askerleri ...
bu kelimeleri arka arkaya getirdiğimizde çoğunluk castle wolfenstein serisini hatırlayacaklardır,
oyunlara aşina olanların oldukça hoşuna gidecek bir film.
açıkçası beklemediğim kadar güzel bir iş çıkarmışlar.
çoluk çocukla seyredilemeyeceğini söylememe gerek yok sanırım.
film seyretmenin en temel gereksinimi olan, film seyretme ortamını filmin türüne göre ayarlayınca gözüme güzel göründü.
can't be worried about that shit. life goes on man.
Bohemian rhapsody
freddie mercury karakteri ile tanışmam living on my own parçası ile olmuştu, 85'de yayınlanmış, benim tanışmam 90'ların ortasında olmuştu,
yanlış hatırlamıyorsam walkman isimli bir derginin verdiği kasette dinlemiştim.
özel radyo ve televizyonların zamanıydı,
mtv açık olarak televizyonda yayın yapardı (ya da bazı zamanlarda, tam hatırlamıyorum).
24 kasımda öldüğünü uzun zamandır biliyorum, öğretmenler günü olarak kutlamadım, hatta freddie için lokma dağıtmışlığım da vardır.
mercury karakterinin ne kadar sıra dışı olduğunu o zamanlar biraz kavramaktan uzak kalsam da,
gettoda büyümüş birisi olarak yaşıtlarınızla sıradan sohbetlerinize kullanamayacağınız bir karakter olduğunu söyleyebilirim.
film oldukça heyecanlı ve seyirciyi içine çekmeye çalışıyor,
açıkçası çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim,
mercury biraz yontulmuş ve çok fazla klişe var,
bir biyografiden ziyade film olduğu için gerçeği ile arasında kurgu farklılıkları var,
bunu belirten yazılar ufak bir aram ile bulunabilir.
açıkçası lord of the rings filmleri ile kitapları arasındaki ilişkiye benzer bir durum söz konusu,
sanırım "uygunluk" kaygısı ile freddie epey törpülenmiş, (eşcinsel kimliği üzerinde fazla durulmamış)
malek'in performansı ise kafa karıştırıcı,
net karar veremedim.
her ne kadar onların zamanlarında yaşamamış olsam da ,
her şey bizim memlekete geç gelmiyor mu zaten ?
oldukça coşkulu bir film,
ve nihayetinde bir film.
belki ilerleyen zamanda daha cüretkar (topluma saygısız, mercury karakterine saygılı anlamındadır) bir film izleyebiliriz.
bu kadar gömdüğüme bakmayın, uzun sayılabilecek bir süreye sahip olmasına rağmen kendisini bir şekilde izlettiriyor.
yine de seyrettikten sonra biraz hakkında yazılanlara bakmak faydalı olur.
LOVING VINCENT
100'den fazla sanatçının van gogh tekniği ile yaptığı ve içerisinde kendi yaptığı resimleri de barındıran bir film.
sanat tarihi ya da karakterleri bilgim fazla olmadığından dolayı van gogh hakkında fazla bir şey söyleyemeyeceğim,
aşina olunduğu üzere kulağını kesmiş ve 37 yaşında kendisini vurduğu söyleniyor.
ciddi psikolojik rahatsızlıkları olan, ince kırmızı hattı oldukça aşmış bir karakter.
modern sanatın öncülerinden.
film ise inanılmaz bir görsel şölen,
öldükten bir yıl sonra posta müdürünün oğluna vincent'ın kardeşi theo'ya yazdığı mektubu verip, ulaştırmasını istemesi ile başlıyor.
daha çok son günlerini ve ölüme götüren yolun dinamikleri hakkında bir film.
çekim tekniği hakkında biraz bilgi vermek gerekir;
film aktörler ile çekildikten sonra 125 sanatçı tarafından yağlı boya olarak yorumlanmış.
65.000 tablo yapıldığı yazıyor.
kesinlikle tavsiye ederim.
can't be worried about that shit. life goes on man.
Şu an bu konu içerisinde 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 misafir)