18’den, 68 yaşına dek; aklı başındaki bitakım adamların “manyak bunlar yaa” geyiğinin konusu olmuş biz iki tekerlek “müptela”ları hernedense kışları uyuşuruz.



Ruhumuz; yazları kanımızda şakır şakır dolaşan adrenalin, endorfin, feniletil amin ve diğer bilumum “pozitif enerji fanfinlerinin” açlığından kıvrım kıvrım kıvransa da; ukala beynimiz “motor yoksa, amin mamin de yok” diyerek bu bio-kimyasalları üretmez Allah, üretmez. Çoğumuz, adrenalinin zorluğa göğüs gerilmesi ile oluştuğunu unutuverir kışın. Oysa mevsim yaz da olsa, kış da olsa; garajlarda, “cover”lara sarıp sıkıntıdan çıldırttığımız motor aynı motor; kuruttuğumuz ruh da aynı ruhtur. Kimi adamlar karlarla boğuşarak bir bayrak dikme uğruna dağlara çıkar; kimisi de bilmem kaç gün, -kramp giren adalelerine iğne yiye yiye- yüzerek falanca boğazı geçer. Üstelik millet onlara “aaa, manyaaak” demediği gibi, birde bando ve çiçeklerle karşılar. Maceracılıkta bu hazretlere beş basan motorcu ise kışları arzularını uyutmak için hababam ruhunu pışpışlar.
Shell bu -sözüm meclisden dışarı- ayıbımızı görüp, kış motorculuğunu teşvik etme adına sponsorum oldu. Oturduk konuştuk ve sonunda dergimiz Motosiklet Dünyası adına Uludağa gitme kararı aldık. Bilirsiniz, kışları da motor üzerindeyimdir. Ama yalana ne gerek var; uzak bir yere gitmek için görece iyi havaları da beklerim. Bu kez ise tam tersini yaptım ve soğuk hava bekleyerek önce daha yakın bir yere gidip kendimi denemeye karar verdim. Anlayacağınız, Ağva yazısını yazdığım bu gün hala Uludağa çıkmış değilim; yani şu an ben de bilmiyorum önümüzdeki aya Uludağ’a çıkıp çıkamayacağını. Bu sorunun yanıtını gelecek sayıda hep beraber bulacağız sanırım!

Dediğim gibi havanın 15 derece birden düştüğü günlerde, yağmurun da pis pis yağdığı 17 Ocak günü düştüm yola. Soğuk, TV’ye göre saatte 80 km.yi bulan rüzgar ve yağmur!.. Tam istediğim ortamı yakalamıştım. Üzerime fazladan bir anorak giydim; içimde de uğurlu ceketim bir bar kavgasında, sırtıma yiyeceğim bıçağa kalkanlık yaparak hayatımı korumuş olan sevgili ceketim (zavallının sırtında bıçağın izi hala durur)... Doğrulttum motoru Şile’ye.

Artık önümde kurşuni bir gelecek vardı: Puslu havadan yol gri, hava gri, ağaçlar bile griye boyanmış gibiydi otoyolda. Yağmurun şiddetlenmesiyle kaskımın camı damlalar ile öylesine kaplandı ki, önümü zor görür oldum. Havanın soğuğu ve nefesimin sıcağı nedeniyle içten de buğu oluşmuştu buna ek olarak. Yapacak birşey yok; kaldırdım camı. Hafiften sinüzite takılmayan kış motorcusu mu olurdu? Ve Şile girişinden sağa dönerek ağaçlarla korunmuş köy yoluna girdim. Bomboş yollar içinde bir başımaydım artık. Ne araba, ne köylü… Çevremdeki insana benzer tek varlık korkuluklardı. Tüm doğa güzelliklerini yalnız bana sergiler gibiydi yalnızlığım yüzünden.

Yolun virajlı olmasına ek olarak, Ağva’ya 15 km. kala koşullar iyice zorlaştı: yerdeki kalın çamur tabakası nedeniyle motor zaman zaman az da olsa kontrolumdan çıkıyordu. Soğuk ise parnaklarımın ucunu ve dizlerimi bedenimden silmişti. Kimi bölgler yok gibiydi vücudumda. Direksiyon hakimiyeti azalmış bir durumda çamurlu ve virajlı yoldan ilerlemeye çalışmaktaydım. İçin için de “Hay ben bu işin içine… demekte... Ağva'ya girince ise beni zerafetle karşılayan güzellikler “soğuk acı”yı unutturdu. Öyle bir huzur vardı ki çevrede, dünya ve dertleri, bir daha asla dönmeyeceğim uzak bir gezegende kalmış gibiydi.

Ağva bütün güzellikleri ile, Çanak ve Göksu derelerinin arasında kalmış bir belde. Yazın 45 metre eninde ve 3 kilometre boyundaki kumsalı ile yabancı ve yerli turistlere hoş geldin diyor.

Ağva’ya Avrupa yönünden, Şile’ye dek geniş bir otobandan; Şile’den Ağva’ya ise 40 kilometrelik virajlı ormanlık bir yoldan varabiliriz. Anadolu yönünden gitmek için İzmit- Kandıra veya Adapazarı- Kaynarca- Kandıra güzerahı kullanılabilir. Yazın eylenmek için çeşitli alternatifler var. Örnağin tekne kiralamak, dar sokaklarında yürümek, hatta açık hava müzesinde zaman geçirmek keyifli olabilir. Dileyen deniz manzaralı restoranlarda yemek yer, konaklamak isteyense uygun fiyatlı oteller, pansiyonlar veya kampinglerden birini seçebilir.

Ben kış yolcusu olduğumdan, motorumu gözümün önüne alanileceğim bir restorana girdim. Önümde Yeşilçay deresi ve üzerinde sakin sakin sahiplerini bekleyen balıkçı tekneleri... Beni çocukluğuma götüren çıtır çıtır yanan odun sobasının başına çöktüm. Karnımı doyururken, bedenimi en derinlere, taa ruhuma dek sımsıcak ısıttım. Bir süre sonra hazırdım dönmeye. Yeniden dışarı çıkıp en sert ve en bağımsız koşulları ile beni bekleyen doğanın içine daldım. Bir kez daha vücudum soğuk ile yüzleşti, yağmur yine eldivenlerimden içeri yolunu bulup sızdı, bacaklarım bir kez daha hareket edememecesine uyuştu. Ama o gidiş motorla… O, başardıkça içime akan güç duygusu …Ve de çevrenin sessiz güzelliği… İnanın ki o gün doyamadım zorluğa!

İşte böyle kardeşler. Sözün özü korkmayın soğuktan diyorum. Kışları uyuşmuş kanınızı -arada sırada da olsa canlandırmak için- uygun bir hafta sonu bir Ağva yapıp gelin. Güzelce yorulun, ıslanın, üşüyün, çamurlanın! Böylece bir süre patronunuzun üzerinize yüklediği ek işlere; tuttuğunuz takımın/atın yatmasına; eve geç döndüğünüzde sizi karşılayan ekşi suratlara ve motorunuzun kromajlarındaki kahverengi çamur kabuklarına bile tebessümle bakacağınıza bahse girerim. İnanın ki iki teker sevdalısı motorcular, zor koşulları göğüsleme programına ayarlıdır özünde; asla rahata değil. Bu yüzden bir deneyin kış motorculuğunu; ne kadar eylendiğinizi görünce şaşıracaksınız.

Ayın önerisine gelince: Çamurlu yoldan döndüğünüzde motorunuzu yıkamayı geciktirmeyin ve kromaj bölümleri kromaj parlatıcı ile ovun. Aksi halde onarılması olanaksız yıpranmalara neden olabilirsiniz. Hepinize iyi kış-gezginlikleri.

Motosiklet Dünyası Dergisi 56. sayı
Sayfa: 46,47,48,49
Tarih: 01/02/2001 Metin: Elvin Azar
Fotoğraf: Faramarz Azar