Arkadaşlar Merhaba;
Gezdim gördüm ama paylaşmayınca da olmaz dedim. Umarım fotoğraflar sizlerin de hoşuna gider. Oldukça fazla fotoğraf olduğundan, bir müddet bekledikten sonra fotoğraflara bakmaya başlarsanız ve yarım açılan fotoğraf olursa yenile tuşu ile konuyu tekrar görüntülerseniz konuyu rahatça okuyabilirsiniz sanırım. Sabrınıza şimdiden teşekkür ederim.
05/08/2010
İşe evde birikmiş bulaşıkları yıkamakla başladım. Deneyimlerime göre evde kimse olmayınca bulaşıklar daha da iğrenç kokuyor.
Dağ gibi bulaşığı bitirdim. Sağolasın Cif.
06/08/2010
Çıkacağım yolculuk uzun olduğundan, hiç adetim olmamasına rağmen, eşyaları akşamdan hazırlıyorum. Son anda hazırladığım valizlerde hep bir şeyleri unutuyorum ve hocam ben yanıma don almayı unutmuşun seninkilerden veriver deme şansım da pek olmayacak.
07/08/2010 – 05:00
Bakımlar daha önceden yapılmıştı. Son kontroller de tamam. Motorum ve ben yola çıkmaya hazırız. Çorum’dan yola koyuluyorum kilometre 12853’ü gösteriyor.
İlk gün hedefim Ürgüp’e ulaşmak. Yozgat’ın Özler Kasabasında benzin almak için duruyorum.. Kemal abiyle havadan sudan konuşurken, geç motorla bir fotoğrafını çekeyim abi diyorum. Tabi kastettiğim yanında durması. Ama abi atlıyor motora zor kurtarıyorum bacağını yanmaktan.
Sonunda Ürgüp’teyim.
Ürgüp’te Şoförler ve Otomobilciler Odası Misafirhanesinde hafta içi yer ayırtmıştım. Sora sora buluyorum orayı. Geceliği 20 TL, odaları da oldukça iyi. Tabi ben odayı dağıtmakta geç kalmıyorum.
Biraz dinlenip kendime geldikten sonra misafirhanenin görevlisi Osman’la muhabbet ediyoruz. Abi ben sana Ürgüp’ü şöyle bir dolaştırayım, sonra sen serinlik çıkınca istediğin gibi gezersin diyor ve Osman’la motora binip şöyle bir dolaşıyoruz.
Biraz dolaştıktan sonra Osman otogarda bir lokantaya götürüyor beni; oldukça açıkmışım.
Osman’ı bıraktıktan sonra havanın serinlemesini bekliyorum ve Ürgüp’ü gezmeye başlıyorum. İlk hedefim Turasan Şarap Fabrikası.
Osman Üçhisar Kalesinden bahsetmişti. Turasan’dan sonra oraya gidip sonra Ürgüp’ün içine doğru devam etmeye karar veriyorum.
Daha Kaleye ulaşmadan çok güzel manzaralarla karşılaşıyorum.
Tek başına olunca kendi başının çaresine bakıyorsun.
İşte Üçhisar Kalesi
Kalede gezerken birisi merhaba benim de motorum var diyor. Bence arkadaş olmak için yeterli bir cümle. Başlıyoruz muhabbete İtalyan’mış. Yunanistan’a gitmiş ama beğenmemiş oranın insanını, sonra Türkiye’ye gelmeye karar vermiş. Damardan girmeyeyim diyorum boş ver kötü insan her yerde var diyorum.
Kalenin manzarası oldukça güzel. Emilio ile geziyor ve sohbet ediyoruz. Nasıl geldin Türkiye’ye diye soruyorum. Uçarak diyor. İstanbul’dan Ankara’ya oradan da Ürgüp’e gelmiş. Ürgüp’ten de Antalya’da Olimpos’a gidecekmiş.
Bakıyorum kafa adam gel diyorum bir bira içelim. Muhabbet ediyoruz havadan sudan. İtalya’da televizyon programları o kadar abutmuş ki bir gün sinirlenip anten kablolarını kesmiş. Türkiye’de de durumun aynı olduğunu söylüyorum. Evimde televizyon olmadığından bahsedince iyi anlaşacağımız kesinleşiyor.
Biradan sonra seni Ürgüp’e götüreyim orayı gezelim sonra da geri minibüsle dönersin olmazsa ben bırakırım diyorum tamam diyor.
Ben fotoğraf makinesini çantaya koyup hazırlanırken Emilio ortadan kayboluyor. Bakınıyorum yok. O arada güzel dört kız seninle fotoğraf çektirebilir miyiz diyorlar kızlar güzel Emilio’yu unutuyorum bir an.
Kızlardan biri hadi çabuk olun arkadaşı bekliyor diyor. Bir bakıyorum Emilio bir Honda Transalp’ın üzerinde. Bu ne diyorum. Uçarak geldim diyor. Beraber Ürgüp’e gidiyoruz. Yolu o gösteriyor GPS’i var çünkü.
Emilio ile ertesi gün beraber yola çıkmaya karar veriyoruz. O Antalya’ya gidecek ben Mersin’e. Yolun bir kısmı ortak. Saat 5:00’te buluşmak için sözleşiyoruz.
08/08/2010
İşte benim kahvaltım.
100 km sonra benzin almak için duruyoruz. Motoruna ilk defa alıcı gözüyle bakıyorum çok güzel. Endurocu mu olacağım ne.
GPS’i sayesinde Türkiye’de yolu o gösteriyor. Ayrıca çok tecrübeli olduğundan acayip rahat bir yolculuk yapıyorum.
Emilio’dan ayrıldıktan sonra Pozantı yolundan devam ediyorum. Aman o yola dikkat edin arkadaşlar kamyonlar asfaltı göçertmiş resmen lastik olukları var yolda. Ayrıca kamyoncuların hiç acımaları yok direkt çıkıyorlar sollamaya kaç kere frenlere asılıp kaçabildiğim kadar sağa kaçtım hatırlamıyorum.
Bende deri ceket motosiklet pantolonu eldiven ve kask var ve Mersin’e gidiyorum. Akan teri ve nerelerden süzüldüğünü siz anlayın artık. Asker arkadaşım Abdullah beni Mersin’deki evinde misafir ediyor. Bir duş alıyorum ve karnım aç Ciğerci Apo’ya gidelim diyorum.
15 şiş yiyorum. Daha da yiyeceğim ama kendimi tutuyorum.
- Kerebiç yemeden olur mu peki?
- Olmaz.
- Hayvansın Hakan.
- Elimde değil.
- Abdullah bu ne?
- Bir tür kaktüs.
- Yenir mi?
- Yuh.
09/08/2010 – 05:00
Bugün planım 24 saat açık Ciğerci Apo’da bir ciğer daha yedikten sonra Alanya’ya doğru yola çıkmak. Maalesef ciğerci kapalı yine kahvaltım bisküvi. Bir süre yol aldıktan sonra zurnanın zırt dediği virajlı yollara geliyorum ve hem dinlenmek hem de fotoğraf çekmek için duruyorum. Birkaç motorcuyla selamlaşıyoruz.
Yer yer yol çalışmaları var ve motoru çok sarsıyor. Daha yolum uzun motoruma iyi bakmam lazım.
Viraj viraj viraj başım dönüyor ve bir mola daha veriyorum. Tatlı bir bisküvi ile bolca su içiyorum.
Sonunda kahvaltı yapabileceğim bir yer buldum.
Virajlı yollarda size tavsiyem bir arabayı tavşan yapmanız. Onun viraja giriş hızı ve açısı size viraj hakkında ipucu verecektir. Daha rahat bir yolculuk geçireceksiniz emin olun. Lastiklerden anladığım kadarıyla baya yatırmışım motoru.
Alanya’ya geldim ve motoruma güzel bir yer buldum. Sağolsunlar, arkadaşım Ezgi ve annesi Nilgün karnımı doyuruyorlar. Daha ne mi isterim tabi ki denize girmek.
Üstüm başım leş gibi ve kokuyor utanıp balkona atıyorum kıyafetleri.
10/08/2010
Disko ve benzeri eğlenceler pek ilgimi çekmediğinden Alanya’da yapacak çok bir şey bulamadım. Fakat Alanya Kalesi görülmeye değer.
11/08/2010
Ezgi ve Nilgün’e bir gün önceden veda ederek. Bünyeyi yollara vurmaya karar veriyorum. Her zamanki gibi saat 05:30’da yola çıkıyorum. Sağolsun Ezgi beni o saatte de olsa yolcu ediyor ama gözlerinde olum manyak mısın bu saatte kalkıyorsun bakışları var ve biraz da çapak.
İlk hedefim Manavgat ama daha saat çok erken beni içeri almıyorlar. Bir saat sonra gel diyorlar. Oysa şelalenin üzeri sis kaplı ve mükemmel fotoğraflar çekilebilir. Ancak parmaklıkların arkasından çektiklerimle yetiniyorum.
Ben motorcu adamın bir saat şelalenin açılmasını bekleyemem. Manavgat Şelalesinden Oymapınar Barajına doğru devam ediyorum. Yol serin biraz da gaz açınca keyfim yerine geliyor.
Baraj girişinin hemen önündeki kemerler
Barajın girişinden sonra bir müddet ilerliyorum ve bir piknik alanına geliyorum. Sarılacak birinin yanımda olmamasının eksikliğini ilk defa orada hissediyorum. Sis ve manzara çok güzel.
Mekanın serinliğini anlatamam size. Montu atıyorum hemen üzerimden. O kadar serin ki kask durduğu yerde buğu yapıyor.
Karnım çok aç, yine kahvaltım bisküvi ve su olacak. Fakat sisi kaçırmak istemiyorum hemen barajın üzerine doğru tırmanmaya başlıyorum.
En tepeye çıkıyorum sonunda ama sis kaybolmuş basıyorum küfrü.
Tekrar aşağıya indiğimde sisin hala orada olduğunu görüyorum. Ne bu şimdi.
Fotoğraflarımı çektim şimdi mükellef bir kahvaltı yapabilirim.
Oymapınar Barajı ile Manavgat Şelalesi arasında Layrbe Antik Kenti var. MÖ 330’lara dayanan bir dağ yerleşimi. Gezim boyunca yaptığım ilk aptallık bu kenti görme kararımdı. Tek başına çıktığım bir yolculukta ve chopperla girilecek yol değildi orası. Ayrıca kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdi. Toprak yoldaki mıcır oluklarına motoru kaptırsam, başıma bir şey gelse ne yapardım bilmiyorum. Bir haftada bulamazlardı herhalde beni.
Bazen yapılan aptallıklardan pişman olmuyorsunuz.
Yorgunluk ve terden öldüm.
Ama yine de değer.
Layrbe’den aşağıya inmeden önce üzerimdekileri tamamen çıkartıyorum. Üzerimde yalnızca baksırımı bırakıyorum. Vücudumun soğumasını bekliyorum. Yanımdaki suyun yarısını içip biraz tatlı bisküvi yiyorum. Kendime geldikten sonra Manavgat’a doğru gaz açıyorum.
Manavgat’ta sisten eser kalmamış tabi. Başka zaman olsa o sisi çekebilmek için çıngar çıkarırdım ama bu da fena değil.
Manavgat’ta bir çay içtikten sonra Side’ye geçip denize girmeye karar veriyorum. Motosikleti bir otoparka bırakıp çanta mont ve kaskı otoparkçıya emanet ediyorum. Yanıma mayo ve havlu almayı da ihmal etmiyorum tabi. Bir lokantada aç karnımı doyurduktan sonra üzerimi oranın tuvaletinde değiştiriyorum.
Deniz ılık istediğim serinleme hissini vermiyor ama yine de işe yarıyor. Tekrar üzerimi değiştirdiğim lokantaya gidip mayomu değiştiriyorum. Bu arada adamların tuvaletlerini kum içinde bırakıyorum. Kusuruma bakmamışlardır umarım. Utancımdan bir de kola içip öyle çıkıyorum mekandan.
Otoparkçı amcayla biraz muhabbetten sonra Üniversite yıllarımın tekkesi Olimpos’a doğru yola çıkıyorum. Artık sıcak dayanılmaz durumda para çekmek için Antalya’nın içine girmem yaptığım ikinci, pişman olduğum ilk aptallığım. Sıcak ve trafik birleşince affat bişey oluyor.
Sonunda Olimpos’ta Orange Pansiyona ulaşıyorum. Boş yer var ve parada anlaşıyoruz. Bunda ter içindeki biçare halim ve masum bakışlarım çok etkili oluyor. Hemen soğuk bir duş aldıktan sonra buz gibi bir bira içiyorum ve sedirin keyfini çıkarıyorum.
Sedirde yatarken gördüğüm manzara bu.
Olimpos’ta 4 gün kaldım ilk günüm malak gibi yatma şeklinde geçti. Kendime geldikten sonra fotoğraf çekerek ve denize girerek zaman geçirdim.
Eskiden geldiğim Olimpos değildi orası artık. Bungalovlara 2. katlar çıkılmış, jandarma karakolu kurulmuş (bu serzenişim eskiden güvenliğe ihtiyaç duyulmaması anlamındadır) ve saat 11’den sonra sahilde oturmak yasaklanmıştı. Oysa benim oraya gidiş nedenlerimden biri de gece yıldızları seyrederek uyumaktı. Dört gün sonra Olimpostaki son biramı içmeye karar verdim.
15/08/2010
Bugün Kaş’a ulaşmayı hedefliyorum. İlk uğrak yerim Nicholas Kilisesi (nöel baba) müze kartı beni gezdirmeye devam ediyor.
Fotoğraftaki arkadaş ben dönene kadar motora göz kulak oldu. Kendisine teşekkür ediyorum.
Yola devam ediyorum. Karşıma bir tabela çıkıyor “Kyaenai” bu tabelayı görünce kendimi tutamıyorum. Bana bir şeyler ifade ediyor ama tam anlam da veremiyorum. Anlamıyorsan üzerine git deyip tabelanın gösterdiği yere sürüyorum motoru.
Yol o kadar bozuk ki fotoğraftaki köye geldiğimde daha ileri gitmiyorum ve Kyaenai’nin bana neden tanıdık geldiğini fark ediyorum birden. K(a)ya ena(y)i.
Kaş’ta eskiden öğretmen evi olan şimdi Sumer bay olarak adlandırılan mekandayım. Gerçekten güzel bir yer. Fakat girişi motosiklet için biraz tehlikeli, dikkatli olmak gerekiyor. Zira zeminde bol miktarda çakıl taşı var.
Yine ter içindeyim en soğuk biranızı istiyorum diyorum hemen. Sağolsunlar en soğuk biralarını veriyorlar bana.
Mekan süper tüm yorgunluğumu atıyorum.
Rakı balık zamanı geliyor. Mekanın işletmecisi de motorcu olduğunu söylüyor. Böylece biz başlıyoruz muhabbete zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyorum bile. Tadında bırakıyorum rakıyı ve kalanı benim için dolaba koyuyorlar.
Kalan pek kimse yok, diğer misafirlerle tanışıyoruz hemen. Okey oynayalım diyorlar. Ben pek ciddiye almıyorum yenilirsiniz, madara olursunuz sonra gece gözünüze uyku girmez diyorum içimden. Fakat pek beklediğim gibi olmuyor. Taş saymalar, okey atmalar, kaş gözle anlaşmalar derken iki delikanlı madara oluyoruz ki hem de nasıl. Zafer çığlıkları hala kulaklarımda.
İlk defa korkumu yenip o gece denize giriyorum saat 12 gibi su harika.
Ertesi gün yine fotoğraf çekip, terledikçe de denize giriyorum.
Gece ise Kaş’ı geziyorum. En çok motorlar ilgimi çekiyor.
Gümrük de var ve kapı sonuna kadar açık.
17/08/2010
Marmaris gideceğim en uç nokta sonra geri dönüş yoluna geçeceğim. Kaş Marmaris arasında başka bir yere uğramamaya karar veriyorum. Benim geçtiğim bu güzergah için bırakın iki haftayı iki yıl ayırsanız yine de yeterince gezemeyeceğiniz yerler olacaktır.
İlk molamı çamlar arasında veriyorum. Yine kahvaltım bisküvi ve su.
Marmaris’e fazla kalmadı fakat önümde bol virajlı bir parkur var. Durup düzgün bir kahvaltı yapıyorum.
Marmaris’e ulaştıktan sonra eşyalarımı kardeşimin evine bırakıp zaman kaybetmeden Sedir Adası’na doğru gazlıyorum.
Kaptanımız süper, ateş gibi. Bir bakıyorsunuz halatı çözüyor, bir bakıyorsunuz dümende.
Manzara da kaptan kadar güzel.
Müze kartınızı yanınıza almayı unutmayın. Karımı katlıyorum.
Çok hoş yumuşacık bir kumu var.
Şapkayı Olimpos’ta kaybettim şimdi ne çok işe yarardı.
Tiyatro
Ağaç çok ilginçti.
Dönme vakti geldi.
Yeğenim kasktan korkuyor. Babasına nasıl bakıyor amanın. Gece kardeşim ve eşiyle sohbet edip Duru’yla lego yapıyoruz. Özlemişim legoyla oynamayı.
18/08/2010
Dönüş yolu başladı artık. Dönerken Denizli’de mi yoksa Isparta’da mı mola vereceğime önce karar veremiyorum. Sonra Isparta’da karar kılıyorum. Ne de olsa Denizli’yi daha önce gördüm.
Yolda doğal ürünler satan bir pazarda duruyorum. Pazarcı amca üzüm ikram ediyor bana.
Isparta’da Derya teyzem aç karnımı doyuruyor. Bir iki saat uyuyorum ve beni Eğirdir Gölü’ne götürüyorlar. Manzara süper. Aile saadetine ise diyecek yok.
Keşke ben de o salıncağa senin gibi binebilsem.
Güneş batıyor eve dönme vakti geldi.
Burası manyak bir kaynak, fotoğrafta gördüğünüz bütün borulardan foşur foşur su akıyor. Yazıktır yok mu bunun vanası diyorum gülüyorlar.
19/08/2010
Motoru hazırladım. Bir dahaki durağım Ankara. Bisiklet biraz fazla yakın park etmiş gibi.
Sonunda Ankara’dayım ellerim biraz titriyor yorgunluktan galiba, fotoğrafı iyi çekememişim.
21/08/2010
Yolculuğum da tatilim de bitmek üzere. Çorum’a yaklaştıkça rüzgar artıyor. Akdeniz’de olmadığımı bana hatırlatıyor. Uzun zamandır bulut da görmemiştim. Bulutun ve rüzgarın ayrı bir güzelliği var.
Evim evim güzel evim. Düşmeden, yatmadan, yoldaki anlamsızlıklara kafamı fazla takmadan ve en önemlisi motorumla herhangi bir sorun yaşamadan bitiriyorum gezimi. Kilometreye bakıyorum 15608. Toplam 2755 km yol gitmişim.
Sabrınıza tekrar tekrar teşekkür ederim. Umarım hepiniz gönlünüzdeki gezileri yaparsınız.
Notlar :
1) Alanya’da bir işletme, önündeki plajı şezlonglarla kapatmış ve şezlong kiralamadan oradan denize girmenize izin vermiyordu. Burası arkadaşlarımın evinin tam da önüydü. Tabi ki bu beni durdurmadı. Oradan denize girdik. Bize zorla şezlong kiralamaya çalışan zibidiye kulak asmadık ve ben eve dönünce arkadaşlar adına Kaymakamlığa güzel bir dilekçe yazdım. Plajlar Malmüdürlüğü bünyesindeki Milli Emlak Servislerinin tasarrufundadır. Bir başka deyişle Maliye Hazinesi’dir. Bu tür sorunlarınızı Malmüdürlüklerine ve Kaymakamlık/Valiliklere bildirebilirsiniz. Netice şezlonglar geri çekilmiş, arayıp öğrendim.
2) Manavgat Şelalesinde fotoğraf açısının çok güzel olduğu bir kısım var. Bu kısma birileri masa sandalye atmış (burayı kiralamışlardır muhtemelen), iki girişinden birini sandalye ile kapatmış ve diğerinin başına da birini dikmişlerdi. Oradan fotoğraf çekmek istediğimde “Yassak Kardeşim fotoğraf çekme alanı aha şura” dendi. Fotoğraf çekme alanı mı olurmuş yav. Neyse hiç tartışmadım. Aldım işletmenin adını ve kapıdaki görevliye gittim. Durumu anlatıp benimle gelmesini aksi halde jandarmaya resmi başvuruda bulunacağımı söyledim. Görevli bizim yassakçıya yalvarır gibi çeksin ne olacak dedi. Öbürü bilmem kim beyin emri var dedi. Sonunda ben fotoğraflarımı çektim.
3) Yollarda başınıza bir çok olay gelecek. Abuk subuk adamlarla karşılaşacak ve sinirleneceksiniz. Şimdi benim için söylemesi kolay ama, sinirlenmeyin. Ben anladım ki sinirlenseniz de kendinize yapıyorsunuz. Adamı durdurup bir güzel dövseniz bütün günü karakolda geçirseniz ne olacak ki ya da sinirinizden gitmeyeceğiniz kadar hızlı gidince kendinizden ve zavallı motorunuzdan başka kime zarar vereceksiniz. Sakin olunca her şey daha zevkli oluyor.
4) Ben bu geziye tek başıma çıktım. Her gittiğim yerde birileriyle muhabbet ettim. Ama bir motosiklet daha ya da bir artçı olsaydı, çok iyi olurdu. Tek başına yola çıkmak ve benim gibi dağ yollarına falan sapmak fazla tehlikeli oluyor bence.