Ankara-Mersin-Ankara, 4 Günlük solo gezi
Reklamlar
-
16-19 Mayıs 2009'da yapmıştım bu geziyi, kendi sitemde yayınlıyordum fakat burada da paylaşmanın güzel olacağını düşündüm, umarım bir sakıncası yoktur.
İlk uzun mesafeli gezim olması sebebiyle benim için ayrı bir önemi vardır
--------
Dört günlük tatil olunca Ankara'da durmayayım dedim, deli gibi gezeyim dedim. Uzun oldu raporu, 4'e bölüp yayınlıyorum. Bu ilk bölümü...
Öncelikle güzergah:
Kırmızı: 1. gün, Ankara, Aksaray, Pozantı, Mersin, Silifke (Susanoğlu)
Siyah: 2. gün, Silifke içi
Mor: 3. gün, Silifke, Gülnar, Ermenek, Taşkent, Hadim, Konya
Yeşil: 4. gün Konya, Beyşehir, Ilgın, bir sürü köy, Polatlı, Ayaş, Ankara
Toplam 1500 km falan
Buradan hangi gün hangi saatte olduğuma da bakılabilir
1. gün
Düşüncem, 16 Mayıs günü erkenden kalkmak, Bursa'ya doğru yola koyulmak idi. İkinci gün Çanakkale'ye gidecek, üçüncü gün İstanbul'a uğrayıp 4. günde de Ankara'ya dönecektim. Yola çıkınca fikir değiştirdim, memlekete gideyim dedim. Plansız çıktığım için bildiğim bir yere gitmek daha kolay ve uygun olur gibi geldi, öyle yaptım ben de.
Yola çıkmaya hazırız:
Silifke'ye gitmek için temel olarak 2 alternatif var; ya Konya, Karaman, Mut üzerinden gideceksiniz ya da Aksaray üzerinden Adana'ya doğru. Silifke otobüsleri Konya, Mersin otobüsleri ise Aksaray üzerinden gidiyor. Ben çoğunlukla Konya üzerinden gittiğim için biraz değişiklik olsun diye Aksaray üzerinden gitmeye karar verdim. Hoş, o kararı da yolda verdim aslında
Ve yolda ilk fotoğraf:
Reflektörlü yeleği ne ara sardım hatırlamıyorum
Bu arada, yanıma su almayı unutmuşum. Yol kenarında çeşme görünce dayanamadım, çektim hemen. Zaten hep sevmişimdir yol kenarındaki çeşme başlarında verilen molaları. Velhasılı, çeşmeyi yaptıran adam baya hayır duamı aldı
Ve, Aksaray'a vardım
Hemen solda bir dinlenme tesisi vardı, oraya girdim. Yemek siparişi verip annemi aradım, Aksaray'da olduğumu söyledim, "iyi iyi, gez bakalım" falan dedi. Mersin'e geleceğimi söyleyince panik oldu, "nasıl geleceksin o kadar yolu, aman dikkat et, ay ergenliğe yeni mi giriyor nedir, nereden delirdi bu çocuk" falan diye söylenmeye başladı, sallamadım tabi Ben telefonla konuşurken içerideki uzakdoğulu turistlerden birisi kadraja benim motor da girecek şekilde poz veriyordu. Ben telefonu kapatınca yanıma geldiler, fotoğraf çektiler biraz. Ben onları çekmedim, gittim yine motoru çektim
Bu arada, zinciri de yağladım ilk defa burada Zinciri yağladıktan sonra bir pipo yaktım, biraz da öyle oyalanıp yeniden yola koyuldum.
Yolda boş bir yerde sağa çektim yine, fotoğraf çekeyim diye. Asıl fotoğraf makinesini de aşağıdaki çantaya koymuştum, yolda üşenmem, çıkarırım nasıl olsa diyerek ama üşendim, çıkarmadım. O yüzden giderkenki pozlar hep cep telefonu ile. O değil de, bakın nasıl da nur yağıyor Fürmüz'ümün üstüne
Durduğumda asıl niyetim arkadaki dağı çekmekti aslında. Aksaray'a girişte de kadraja girmişti bu dağ ama ne dağı bilmiyorum, heybetli bir şey gibi idi. Erciyes falan deseniz inanırım (Hasan Dağı imiş, sonradan öğrendim )
Yola koyuldum ama karşıya bakınca daha heybetli bir görüntü gördüm. Ufuğu sıradağlar kaplamış, Toroslar herhalde. Duvar gibi duruyordu. Hani, yol dümdüz falan ama sırf o heybeti yeniden görmek için o yola gidebilirim bir daha.
Yol da hakikaten dümdüz idi, fotoğrafta da görülebileceği üzere ama baymadı beni. İlk uzun gezimin heyecanını yaşıyordum ne de olsa. Kim derdi ki yalnızca 2 gün sonra yoldan zevk alma anlayışım tamamen değişecekti. 3. gün raporunda geleceğim bu konuya
Pozantı'ya yaklaşırkendi herhalde, baktım, dağda değişik bir görüntü var. Kafanızı sağa çevirip bakarsanız insan silüetini seçebilirsiniz belki siz de, hatta iyi bir çocuk olursanız Şirinler'i bile görebilirsiniz O değil de, silüetteki burun da tanıdık gelmedi değil hani
Bir yerden sonra Adana'ya bir otoyol açılmış, oraya saptım. Çok temiz, virajsız falan bir yoldu. O aralar halen düz yolu seviyor olduğum için mutlu mutlu sürmeye devam ettim o yolda. Bir yerde kaza olmuştu yalnız, 10-15 araba durmuş, polisin izin vermesini bekliyordu. Kazanın fotoğrafını da çekecektim de telefonu çıkarmaya üşendim. Boynumda ucuzundan bir dijital fotoğraf makinesi mi taşısam diyorum bu yüzden. Hani, her an fotoğraf çekebileyim, başına bir iş gelirse de üzülmeyeyim diye. Neyse...
Adana'ya doğru devam ederken dağların içinden süper bir yol yapmış adamlar. Uygun bir yüksekliği belirlemişler, dağların arasına viyadükler koyup, dağların içine ise tüneller açarak dümdüz gidebilmenizi sağlamışlar. Kırk tünel mi kırk geçit mi ne bir şey diyorlardı oraya. Saymadım kaç tane deyü ama vardı baya. Oralarda dedim kendi kendime "Buradan SS'çiler iyi zevk alırdı herhalde" diye. Virajlar hafif ve geniş, yollar kaymak gibi... Ha, baktım ben de zevk alıyorum "evet" dedim, "cruiser güzel"
Yol üzerinde bir yerde mola verip bir çay içtim, evi aradım, haber verdim. Yola koyulayım dedim, sigorta attı. Regal Raptor'un sigortası sorunlu bir şey zaten, tırnakları gevşiyor, titreşimle de sigorta ayrılabiliyor. Temizleyip geri taktım, biraz da sıkıştırdım, oldu. Yola koyuldum yeniden.
Mersin'e yaklaşırken, otobanda benzinim bitti. Yedek depoya almak için sağa çekerken far da yanıp sönmeye başladı, sağa çekince komple karanlıkta kaldım. Sigorta atmış yine, değiştireyim bari dedim ama zifiri karanlık. El fenerini çıkarayım dedim, bagaj lastikleri yüzünden onu da çıkaramadım. Tecrübe işte bunlar, demek ki neymiş, lazım olabilecek şeyleri kolay ulaşılabilir yerlere koyacakmışız. Telefon ışığında değiştirdim sigortayı, iyice de sıkıştırdım bu sefer. Benzini de yedeğe aldım, yola çıktım yeniden ama ne çıkış. Bir ara baya bir yokuş çıkmam gerekiyordu, 5. vitesteyim, yokuş yukarı 100-110 zorlanmadan gidiyor alet ki normalde düz yolda bile göremediğim oluyordu o hızı. Sigortadan herhalde dedim, bujilere yeterli akım gitmiyordu belki, şimdi düzeldi falan dedim kendi kendime. Sonradan duyduğuma göre deniz seviyesine indikçe motorun performansının hissedilir şekilde artması normalmiş. Öyle dediler, ben bilmem
Şimdi, gidiyorum ama benzinci bulmam lazım. Bir tesis tabelası gördüm, girdim ama hiç ışık falan yok, inşaat halinde daha. Aman aman deyip kaçtım oradan. Nasıl olsa bulurum yolda diyorum ama yedek depo dediğin ne kadar götürür onu da bilmiyorum. Daha önce 2 kere düştüm yedek depoya, ikisinde de en fazla 20 km gitmişimdir. 20 km gittim yine, panik olmaya başladım artık. Otoban bitince bulurum nasıl olsa diyordum, yine yok. Mersin-Erdemli yol ayrımına geldim, Erdemli yoluna devam edeyim dedim, nasıl olsa bulurum. Aklımı seveyim işte, insan gibi Mersin'e dön, bir yerden al. Mersin'e girip çıkmakla oyalanmayayım diye devam ettim Erdemli'ye doğru ama baktım yok benzinlik falan, ilk sapaktan Mezitli'ye çıktım. Evler, dükkanlar falan gördüm ama benzinlik yine yok. Lan ne yapacağım falan derken sağa döneyim de gideyim bakalım dedim. Meğer sağımdaki binanın arkasında varmış benzinlik, derin bir nefes alıp girdim, benzinimi aldım ve Erdemli otoyoluna geri çıktım.
Erdemli'den sonra duygulandım valla. Defalarca otobüsle veya arabayla geçtiğim yollardan motorla gidiyordum şimdi. Portakal, limon bahçelerinin kokuları bir yandan, deniz kokusu bir yandan, anlatılmaz, yaşanır bir duygu idi. En sonunda, gece 11'e 10 kala falan Susanoğlu'na vardım
Yalnızca bir kaç dakika sonra evin oradaydım artık. Gündüz 2 gibi başladığım yolculuk çok şükür sağ salim o günlük sona ermişti
Eve vardım, annem ve teyzemle muhabbet ettim biraz, sıcacık çayla beraber bir şeyler atıştırdıktan sonra tatlı bir uyku ile günü noktaladım.
(Gelecek bölüm: 2. gün, tanıdıklar tarafından alıkoyulma)
---------- Mesaj ekleme zamanı: 16:45 PM ---------- İlk mesajı ekleme zamanı 16:40 PM ----------
2. Bölüm
Sabah evde keyif yaptım biraz. Deniz manzarası eşliğinde kahvaltımı yapıp üstüne bir de pipo yaktım. Oh, mis...
Ev ortamı direk ölü toprağı gibi geldi yalnız bana, dün 600 km'ye yakın yol yapan ben değilmişim gibi miskinleştim, çıkasım gelmedi. Sonra Silifke içi bir gezi planı yaptım kendimce. Silifke'nin tarihi yerlerini, doğal güzelliklerini falan göreyim, fotoğraf çekeyim bari dedim. Pek sevdiğimiz bir aile dostumuz var, onlara uğramamı söyledi annem. Uğrayayım dedim, bir çaylarını içip gezmeye devam ederim.
Evden çıkmak için hazırlanırken annem, şapka falan giymeyecek miyim diye sordu. Hava güneşli ya, ondan. Kaskı gösterdim, "ha, onu mu takacaksın" dedi, "herhalde yani" tadında bir cevap verdim. Silifke'de motorcu çok ama kask takan falan yok pek, 20 motorcudan biri anca takıyordur yani. Neyse, çıktım evden. Çıktım ama, ayağımda bot, üzerimde mont, kafamda kask, motora binene kadar terledim deli gibi. Neyse dedim, sürmeye başlayınca geçer ama öyle bile geçmedi pek. Bu arada montun astarını da çıkarmıştım tabi ki.
Silifke'nin girişi:
Tanıdıklara gittim, oturduk, konuştuk uzun uzun. Bir ara evin beyi kayboldu, sonra elinde poşetlerle geldi. Ben kalkmaya niyetlendim ama engel oldu. Et falan almış meğer, mangal yapacaklarmış. Kıramadım, mangalı duyunca da dayanamadım, oturdum biraz daha. Baya vakit kaybetmiş oldum ama olsun.
Küçük kızları pek yaramazdı bu arada, bir ara baktım, motorun üstünde akrobasi hareketleri yapıyor
Yemekten sonra çayımı içip izin istedim, Silifke'ye doğru devam ettim. Aslında Taş Köprü ve Silifke Kalesi'ni beraber çekmek için güzel açılar vardı ama ağaçlar büyümüş hep, kale görünce köprü görünmez olmuş, ben de meydanda bir fotoğraf çektim
Bir poz da köprünün diğer tarafında
Burası da Silifke'nin içinde, sokak kenarında duran Jüpiter Tapınağı. Venüs Tapınağı da olabilir, aklıma gelmedi şimdi
Bu arada, dikkat ettiyseniz fotoğraf kalitesi değişmeye başlıyor artık yer yer. Asıl makine çıktı çünkü artık meydana
Oradan Ayatekla'ya geçtim. Hristiyanlık ilk yayılmaya başladığı zamanlarda kurulmuş bir kilise imiş. Rivayete göre Roma askerleri tarafından kovalanan Azize Tekla bu kilise içinde gözden kaybolmuş
Bunlar da dışarıdan görünümler:
Heyt be, katalogluk pozlar mübarek
Unutmadan, eskiden giriş ücretsizdi buraya, o civarda yaşayan çocuklar gelir turistlerden para falan isterlerdi, o kadar. Şimdi müze kapsamında değerlendirilmeye başlamış. Adamın birisi tek başına uyukluyordu gittiğimde. 3 TL verdim giriş ücreti olarak. Adam üşenmedi, gezdirdi beni. Ben de görev yaptığını hissetsin diye sorular falan sordum kilise ile ilgili
Neyse, Taşucu'na doğru koyuldum yola. Kıbrıs seferlerini bir sorayım dedim, motorla gidebilir miyim diye. Meğer motorla veya arabayla gidebilmek için pasaport gerekiyormuş, normalde nüfus cüzdanı yetiyor. Pasaport yanımda olmayınca Kıbrıs işi yattı, değilse Pazartesi günü Kıbrıs'a gidesim vardı. Bileti, vergileri, masrafları falan 180 TL falan tutacakmış gidiş dönüş. Öğrenci fiyatı tabi bu, sivil olunca daha pahalı. Biraz hayal kırıklığı yaşadıysam ama çok da üzülmedim. Kıbrıs'a da başka zaman giderim canım, hohoyt deyip Taşucu sahiline doğru yanaştım
Biraz da Antalya yoluna doğru gideyim dedim. Taşucu'dan çıkarken şu pozu çektim:
Pek anlaşılmıyor ama arkadaki bina YurtKur yurdu Eskiden beş yıldızlı bir oteldi, şimdi YurtKur oteli olmuş. Denize sıfır, mis gibi valla.
Taşucu'dan sonraki yolları genişletmeye başlamışlar. İyiymiş böyle, Antalya'ya mı gitsem derken geniş yol bitti, 2 arabanını zor geçtiği kıvrımlı yollar başladı. Yol gidilmeyecek bir yol değil ama çok kalabalık, devamlı arabalar, kamyonlar, otobüsler falan oluyor, o yüzden tehlikeli biraz. Liman kalesi'ne kadar gidip biraz da orada fotoğraf çektim.
Eve döndüm yine. Yine balkonda pipo keyfi yaptıktan sonra yattım ve yattığım yerden haritayı incelemeye başladım. Planım normal otobüs güzergahı üzerinden Konya'ya gitmek, öğleden sonra Konya'da olmak, kuzenleri, çocuklarını falan görmekti, olmadı
(Gelecek bölüm: İçimdeki endurocunun açığa çıkışı, sonra enduroya gerek yokmuş deyişim )
Reklamlar
-
çok güzel resimler, susanoğlu çok güzeldir, yapraklı koy falan harikadır.
teşekkürler, resimler çok güzel.
-
resimler çok güzel.. Güzel bir gezi olmuş sanırsam..
-
Çok güzel bir geziydi hakikaten. Dönüş için seçtiğim yol da ayrı güzeldi İlk mesaj şişmesin diye cevap verilmesini bekliyordum ben de devamını eklemek için, onu da ekleyeyim bahaneyle.
3. Bölüm
Evden güç bela çıktım, malum, ölü toprağı. Dedemin sağlık karnesini kuzene götürecektim önce, Silifke içine girdim bu yüzden yeniden...
Kuzenle de oturduk biraz. Ermenek yolu üzerinden gitmek istediğimi söyledim, daha önce gidip gitmediğimi sordu, hiç gitmediğimi söyleyince güldü "süper bir yol, bayılacaksın" falan dedi ve ekledi "bir yer var, oraya gidince bu dediğimi hatırlayacaksın. Dağın tepesindesin, karşıdaki dağda yollar görünüyor, o yoldan gideceğini anlıyorsun" dedi, eyvallah dedim. Müsaadesini isteyip çıktım.
Fürmüz'üm yine yüklü
Çarşıda bir akrabanın dükkanının önünden geçiyordum, baktım içeride tanıdıklar var, motoru çektim sağa, kaskı çıkarıp dükkana doğru yürüdüm. Bu arada akraba da beni süzüyor "kim bu gibisinden". Motor kıyafeti falan neyse, saçı da kazıtmışım, iyice tuafım yani Neyse, tanıdı, oturdum biraz orada, muhabbet ettik. Ermenek yolunun çok tehlikeli olduğundan dem vurdular, heyecanlandım, gidebilir miyim acaba diye. Normalde Konya'ya Mut üzerinden gidiliyor ki Mut'a kadar olan yol bile benim gözümde tehlikeli idi. Kıvrımlı, dar, uçurumlu yollar. Meğer Ermenek yolu daha fenaymış ama yılmadım, yola koyuldum.
Yola koyulmadan önce Silifke içinde son bir poz daha çekeyim dedim bu arada. Tekirambarı denen yere çıktım, Bizans'lardan kalma bir su deposu. Kaleyi de kadraja alarak bir kaç poz da orada çektim.
Ben fotoğraf çekerken arkadan küçük bir kızın sesi geliyordu: "Aaaa, anneeee, turiiist, ben hiç turist görmemiştim, anne baaak, turiiist" falan diye Baktım, uzaktan süzüyorlar beni. Görünüm tuhaf tabi, annemin tabiri ile "ninja kaplumbağa gibi" geziyorum, elimde de kocaman fotoğraf makinesi falan. "Turist değil, gazeteci herhalde" falan dediler. Küçük kız annesinden izin istedi sonra "gidip para isteyeyim mi" diye Kızdı annesi, yabancılardan para alınmaz falan gibisinden. Turist görünce para isteme refleksi var herhalde bizim oranın çocuklarında
Bu da kalenin arkadan görünüşü
Yol üzerindeki Kıbrıs Şehitliği:
Bu Kıbrıs Şehitliği'nin tam karşısında piknik alanı var, eskiden çok giderdik, hey gidi
Neyse, oradan ayrılıp Toroslar'a vurdum kendimi. Kısa bir süre sonra Mut yerine Gülnar yolunu tercih etme sebeplerinden biri olan "bitişik ağaç"a geldim. İki ayrı vücüt tek vücütta birleşmiş, bir nevi ağaç pornosu
Çok geçmeden Gökbelen'e vardım. Gökbelen de çok uzak bir yer gibi gelirdi eskiden, şimdi öylesine bir durak oldu
Hazır Gökbelen'e gelmişken pederden kalan yayla evine bir bakayım dedim. Peder ölmeden önce merdiven yaptırmış, temel attırmış falan demişlerdi de görememiştim, gitmişken fotoğrafını çektim biraz. Yukarıda bir şeyler yıkılmış, otlar büyümüş falan ama olsun, elden geçirilince şekle girer
Bu arada Fürmüz'ü de dinlenmeye aldım dut gölgesinde. Gelirkenki gibi sigortaya bir haller olmasın diye dinlendirir oldum artık.
Bu da Gökbelen'in meydanındaki su kaynağı. 6 delikten bilek gibi soğuk su fışkırır, bereketlidir de bir ara kirlenmişti. Hatta içmiştim de bir kaç hafta tuhaf bir ishal ile boğuşmuştum. Böyle, kabız ile ishal arası bir şey idi. Yani, düşünün bağırsakta su emilimi yok, bir yandan da çıkışlar kapalı Neyse
Gökbelen'den sonra daha bir keyifli hal aldı yollar. Kıvrımlar tam kıvamında, çok yavaşlamadan dönebiliyorsunuz ama ardı ardına pek çok kıvrım var. Sağa yatırıyorsunuz motoru, hemen sola dönüş geliyor, sola yatırıyorsunuz, sonra tekrar sağa falan, o anda zevk almaya başladım kıvrımlı yollardan. Sonra bir yere geldim ki durmadan edemedim:
Sağ tarafta tam kamplık bir boşluk vardı
Biraz sonra Gülnar'a varıp bir mola daha verdim. Arkadaki heykel Gülnar Hatun'un heykeli imiş bu arada
Gülnar'dan sonra asıl macera başladı işte. Milletin uyardığı kadar varmış, hem kıvrımlı, hem uçurum kenarı, hem bozuk hem de yokuş aşağı yollardan gidiyorsunuz.
Bu arada, kuzenin kastettiği yer de anladığım kadarıyla bu fotoğraftaki yer civarı imiş. Karşıda bir dağ var ya hani, ufukta, işte, bu dağdan inip o dağa çıkmam gerekiyormuş
Uçurumdan aşağı bir bakayım dedim, aboooo, teker kaynıyor ortalık. Millet keyfine lastik mi atıyor yoksa kazalardan arda kalanlar mı anlamadım
Sonra dedim dur, motoru uçurumun kenarına alayım da öyle bir iki poz çekeyim. Şöyle bir mallık yaptım; kaskı giymedim, giymediğim gibi gidona vizör boşluğundan geçirerek taktım, ön freni iptal etmiş oldum yani Valla, zar zor durdurdum motoru, neredeyse uçuyordum yani tekerlerin yanına
Motoru oraya çekince gördüm ki tekerlerin olduğu yerde minik bir "deve kazanı" varmış. Ufacık bir şelalecikten akan sular orada küçük bir havuz oluşturmuş
Yavaş yavaş indim sonunda en aşağıya
Ermeneğe 40 km kalmış bu arada, ve önce karşıdaki dağa tırmanmam icab ediyormuş
Ve tırmandım da nitekim Karşıdaki dağda, geldiğim yol da seçilebiliyor
Dağ yolu bitmedi, bitmiyor tabi. Virajlar biraz daha tehlikesizleşse de asfalt kalitesi düştükçe düşüyor, gevşek asfalt, mıcır falan heyecan yaptırıyor insana
Hatta hem karşıki dağdaki yollar, hem de geldiğim kıvrım yollar da şu şekilde görülebilir:
Bir yerde bitti kıvrımlar, düz yolda gitmeye başladım. "Herhalde bitti artık" dedim, "bundan sonra Konya'ya kadar düz herhalde yollar". Değilmiş
Erk Petrol diye bir benzinci geldi, heryerde görülemeyen benzincilerden Burada da fotoğraf çekeyim dedim, baktım, motoru kadraja sığdıramıyorum bit türlü. Yani sığdıramıyorum sanıyorum ama ekranda kadrajın sağ üst çeyreği görünüyormuş sadece
Meğer telefonun kamerası bir şekilde "zoom" yapmış (ki zoom özelliği yok normalde), öyle de kalmış. Titreşimden mi, sıcaktan mı bilemedim. Yeniden başlattım, düzeldi.
Ermenek'teki baraj inşaatının aşağısındaki Görmeli Köprüsü. Karamanoğulları zamanında yapılmış
Tam yollar düzeldi derken yine sapıttı Şunu da bir çekeyim deyip çektim, sonra yol daha da fenalaştı, sağa çekip duramadım bile, duracağım derken yokuş aşağı mıcıra falan kaptırırım diye
Öyle böyle derken Ermenek'e vardım sonunda. Ufak bir lokantaya girdim, 1.5 Mevlana söyledim, 5 TL tuttu Küçük memleketlerin bu yönü de ayrı bir güzel
Lokantadakilerden yol hakkında bilgi aldım, zinciri yağladım ve yola çıktım yeniden. Ermenek'ten sonra yollar nisbeten düzgündü baya, geniş ve hafif açılı virajlar biraz canımı sıktı, "nerede heyecan" diye
Yolda baktım ufak bir dere var, tam yanaşayım derken bir çeşme daha denk geldi, onun yanına çektim motoru. Kafamın hararetini aldım, bir iki poz daha çektim ve yeniden yola koyuldum
Ehe, gören de yol yok, dağdan gidiyorum sanacak
Biraz gittikten sonra denk gelen bir köyde sonunda kendimi de sokuyorum kadraja [img]style_emoticons/default/biggrin.gif[/img]
Yine dağlar, yine kıvrımlar, ooh, mis
Eğişte Deresi'nde bir kez daha giriyorum kadraja. Derenin kendisini çekemedim bu arada ama nasıl bir dereydi derseniz derim ki "eh işte"
O kadar kıvrımlı dağ yolundan sonra dinlenme molası gibi bir yol çıkıyor artık karşıma, Konya'ya da yaklaşmışım bu arada
Giderken Taşkent'e düştü yolum. Hey gidi, dedim, yıllar önce gelmiştim buraya. Bir bakkalın önüne yanaştım, hemen çocuklar çevirdi etrafımı. Çocuklardan birisi resmen "Fırat" öteki de resmen "Tahsin"di
Fırat olan "kaç yapıyor ki bu, oha 140 yapıyor" falan diye yanaştı, Tahsin olan ise "peh, 140 mı, bir şey değilmiş. Vites göstergesi de yok, yeni başlayan için zor olur" falan diyor Baya güldüm için için, bu arada Fırat da göstergelere dokunup soruyordu, bu ne, bu mavi olan ne, bu ne falan diye.
Neyse, bakkaldan su ve gazoz aldım, gazozu içip yola koyuldum yeniden. Hadim de yakınmış, oraya gittim. Ben küçükken, 3-4 yaşlarındayken orada kalmıştık bir süre. Hayal meyal hatırladığım şeyler var ama bulanık tabi. Bir benzinliğe girdim, benzin alırken annemi arayıp sordum, bizim ev neredeydi falan diye. Aklında kaldığı kadar anlattı da pek faydası olmadı tabi. Yani, 20 seneden fazla olmuş, nasıl olsun.
O değil de, anneme Hadim'de olduğumu söyleyince söylenmeye başladı "Çok uzatmışsın yolunu, Gülnar'dan direk Konya yoluna çıkardın" falan. Benim derdim gezmek dedim, Konya'ya varmak değil amacım dedim ama anlatamadım
Hadim'e girip gezindim biraz ama bulamadım bizim evi. "Neyse" deyip bir poz da orada çektim.
Ondan sonra durmadım pek, hava kararmadan Konya'ya varmak istiyordum. Niyetim akrabalardan birisinde falan kalmaktı ama Konya'ya vardığımda saat 9'u geçmekte olunca kimseyi rahatsız etmeyeyim dedim. Zaten üstüm başım pis, kokmuşum yüzlerce kilometredir, kaskı bırak pantolona bile bir ton böcek yapışmış. Şehir içine girip otel aramaya başladım. İlk gördüğüm oteli gözüm tutmadı pek. İkincisi biraz daha iyi görünüyor gibiydi, ona girdim. 55 TL imiş geceliği, kapalı otoparkı da varmış, iyi deyip oraya girdim, yerleştim, televizyon izleye izleye uyudum.
(gelecek bölüm: 4. gün, oteldeki tv'de 7/24 "teletubbies" yayını, Beyşehir üzerinden köy yollarına dalış, Ankara'ya hüzünlü, buruk varış)
4. Bölüm
Konya'daki otel odasında uyandım. Saat 10'a kadar kahvaltı vardı ama hem üşendim, hem de kahvaltıyı Beyşehir'de yaparım diye planlamıştım, bu yüzden kahvaltıya inmeyip biraz yatak keyfi yaptım, duşumu aldım, hazırlanmaya başladım...
Otel fena değildi bu arada (Hotel Baykara mı neydi), asıl ilginç yanı Konya'daki bir otelde olmasını beklemediğim bir şey idi; 7/24 "teletubbies" yayınlayan bir kanal vardı televizyonda
Teletubbies, evet
Beyşehir'e gitmeden önce Mevlana Müzesi'ni bir ziyaret edeyim dedim, gezeceğimden değil de onun da pozu olsun albümde istiyordum. Tabelaları takip etmeye çalıştım biraz, olmadı, olduğum yerde iki tur attıktan sonra vazgeçtim, haritaya bakıp Beyşehir'e doğru gitmeye başladım. Konya-Beyşehir yoluna girdikten kısa bir süre sonra Akyokuş Ormanı deyü bir yerde bir tesis vardı, motoru oraya çekip Konya manzarası eşliğinde bir poz aldım.
Tam oradan ayrılırken biraz öteye parketmiş minibüsün içine gözüm ilişti. Emin değilim ama sağda oturanın kucağında hareket eden bir kafa vardı sanki Öküz gibi bakamadan devam ettim yola.
Beyşehir'e varıp benzin aldım, oradakilere göl kenarında tesis olup olmadığını sordum. Pek tesis yokmuş, bir yer söyledi, oraya gidebilirmişim, değilse baya gitmem gerekirmiş, çok fazla bir şey de bulamazmışım. Oysa hayalim başkaydı benim, göl kenarında, ağaçların arasına kurulmuş bir sürü tesis olacaktı, ben de seçmekte kararsız kalacaktım, olmadı, kısmet.
Gölü görünce hemen parkedip fotoğraf çekmeye başladım
Sağda görebileceğiniz pembeli kızı daha sonra yeniden gördüm bu arada. Konya TED Koleji'nin gezisi var imiş galiba, kahvaltı yaptığım yere öğle yemeğine geldiler.
Benzincinin dediği yere vardım, kalabalıktı baya. Motoru parkettikten sonra boş yer var mı diye bakarken garsonlardan birisi yanaştı, yer sordum, şöyle bir baktı, "Abi, bahçede oturmak ister misin, masa çekelim sana" dedi, sevindim. Benim de içimden bahçeye oturmak geçmişti çünkü. Hemen masa, sandalye falan ayarladılar, oturdum. Sonra baktım, bir tuhaflık var, şöyle ki:
Resmen dışladılar gibi oldu yani beni, "Aileler oturuyor burada, sen şöyle ayrı otur bakalım" der gibi yani Bu düşünceyi attım tabi hemen kafamdan, böyle iyi, yalnız güzel. Neyse, kahvaltı servis edip etmediklerini sordum, "ayarlarız" dedi garson, "peynir kestiririm, zeytin falan, yaparız bir şeyler". Hakikaten apar topar ayarladılar herhalde, niyeyse kafamdaki gibi değildi gelen kahvaltı
Yalnız, sonradan haşlanmış yumurta da gelince tamam dedim, şimdi oldu. Kahvaltıyı yaptıktan sonra bir pipo daha yaktım, 15-20 dakika içer çıkarım diyordum ama yakınca dayanamadım. Çayım bitince bir duble çay daha istedim ve pipom bitene kadar oturdum. Biraz sarkıtmış oldum yani gezi planını ama nasıl olsa Ankara yakın, yollar da nisbeten iyidir, çok gecikmem diyordum. Yine yanılıyormuşum meğer
Kahvaltıdan sonra Beyşehir'in merkezine inip para çektim. Son 500 km'dir falan cebimde nakit sadece 6-7 TL vardı herhalde Defalarca para çekecek oldum, hep unuttum. Beyşehir'den sonra denk gelmez belki diye para çektim bu sefer. Çektiğim parayı da kullandım sayılmaz ama belli mi olur nerede lazım olacağı. Parayı da çektikten sonra Akşehir'e gitmek üzere yola koyuldum. Yoldan çok emin olmadığım için bir benzinliğe yanaşıp oradaki görevliye Akşehir yolunu sordum. Kestirme yolu mu tercih edeceğimi yoksa gezdiğimi mi sordu, geziyorum dedim, Şarkıkaraağaç üzerinden gitmeyi planladığımı söyledim. Şöyle bir baktı, öyleyse şu yoldan git, şu kadar kilometre sonra Hüyük'e sap, oradan devam edersin dedi. Eyvallah deyip dediği yola koyuldum.
Şarkıkaraağaç tabelaları vardı yolda ama bir yerde baktım ki Hüyük yolu farklı imiş, Şarkıkaraağaca varmadan sapmam gerekirmiş, bir bildiği vardır herhalde deyip sapağa bakmaya başladım. Bir yerde polis arabası vardı, tam Hüyük sapağında duruyorlarmış meğer, farkedince hemen yavaşladım. Polis de onlar için yavaşladım falan sandı, "devam et" gibisinden işaret etti ama ısrarla durup geri geri geldim. Birisi "hayırdır" diye sordu, Hüyük'e sapacağımı söyledim, garantiye almak için de yolun Akşehir'e çıkıp çıkmayacağını sordum. Çıkar dediler, yola girdim. Daha girer girmez benzinlikteki adam hayır dualarımı aldı. Şarkıkaraağaç yolu dümdüz yol idi ama köy yolu gayet keyifli, virajlı falandı, mutlu mesut devam ettim. Bir tepeye tırmandıktan sonra geldiğim yolları fotoğraflamak için kenara çektim
Hoş bir gölet kenarına vardım sonra. Dedim, burası kaçmaz, bir iki fotoğraf daha çekeyim
Bir süre sonra köy yolları bitti, Akşehir-Konya yoluna vardım. Yine can sıkıcı, düpdüz bir yol. Benzin aldım, bir de kadraja girdim
Yolu çekmek için durdum bir yerde, çektim, ne göreyim, masmavi çıktı fotoğraf
Daha önce de olmuştu öyle, telefon yere düşmüş sonra bir süre böyle çıkmıştı fotoğraflar. Bu sefer de titreşimden falan bozuldu herhalde. Düzeldi yine neyse ki.
Yolda şeytan dürttü, "bas, devam et, insan gibi Konya-Ankara yoluna çık, çabucak evine var" deyü. Çok gecikmeden Ankara'ya varıp bir yerde akşam yemeği yeyip bir nargile patlatırım diye düşündüm ama vazgeçtim sonra. Hemen telefondan haritayı incelemeye başladım ve Atlantı yolunu gözüme kestirdim. Tosunoğlu veya Yaylayaka sapağından sapmam gerekiyordu, ben Tosunoğlu'nu seçtim daha önce diye.
Hemen yakındaydı zaten Tosunoğlu, vardım, 5-6 hane ve bir camiden müteşekkil bir köycük idi. Kurthasanlı tarafına nasıl gidebileceğimi sordum oradaki birisine "şuradan toprak yola çıkarsın, ileride kuyu var bir, oradan sağa sap, yolu takip et, Kurthasanlı'ya çıkarsın" falan diye tarif etti. Köyün içinden gitmememi de ayrıca tembihledi, köpek olurmuş. Gitmemi tembihlediği yolda da hayvan azmanı, çivili tasmalı bir köpek beni bekliyordu aslında
Biraz tırstım ama baktım köpek sakin, yanındaki toprak yola girdim. Bu arada, toprak yol falan değilmiş o yol, yeilliğin içinde patika gibi bir şeymiş.
Tam adamın dediği yola çıkacaktım ki baktım yerde bir şey kıpırdadı, böyle sincap gibi bir şey, beni görünce hemen bir deliğe saklandı. Durdum ben de, biraz fotoğraf çekeyim diye.
Önce motorun fotoğrafı
işte o kıprak sevimli minik
Ve yine benim motordan süpersonik bir poz
Tarla faresi midir artık neyse, onu biraz kovaladıktan sonra yeniden yola koyuldum ve köydeki amcanın dediği ayrıma vardım. Adamın yol dediği şey meğer tarla arasında traktör patikası imiş. Güle oynaya gittim o yolda da
"Heyt be" dedim, "Enduro falan gereksiz. Bundan kötü yola da girecek değilim ya" dedim. Gerçi biraz daha iyi amortisör olsa daha rahat olurdu ama olsun. Bir de peglerin önde olması çukurlarda ayağa kalkmayı falan zorlaştırıyor ama benim motorda o da çok sorun değil, ebatları küçük olunca pegler nisbeten yakın ya.
O değil de, bir ara derin bir teker izi vardı, girmeyeyim diye zorladım ama motor düştü resmen içine. Düştü derken, iki teker üstünde düştüm yani, yana yatırmadım. Zar zor çıktım çukurdan, yüzümde bir tebessüm ile
Hoplaya zıplaya geçtim tarlaları, yol asfalta çıktı. Meğer Tosunoğlu'dan değil de bir sonraki sapaktan dönsem asfalt yoldan gidebilecekmişim. İyi ki de Tosunoğlu'dan dönmüşüm yani. Zaten haritadan bakarsanız Tosunoğlu'dan Kurthasanlı'ya giden direk bir yol yok
Bu arada, amca da mı endurocu idi neydi, hiç de demedi şuradan asfalta çıkarsın falan diye.
Kurthasanlı'ya vardım ama yol bitti. Baktım, yine tarla içinden bir yol var ama ters tarafa gidiyor gibi. Orada birisi vardı, ona sordum, biraz daha aşağıdan asıl ana yola çıkabilirmişim, öyle yaptım ben de. Bu arada, saat 16:30 olmuştu bile, yani artık Ankara'ya varsam iyi olacaktı. Bu yüzden çok fazla atraksiyona girmeden, ana yoldan devam etmeye karar verdim. Yine de son bir değişiklik yapıp Haymana'ya gidesim vardı. Yolda bir yerde durup haritayı incelemeye başladım. Tabi fotoğraf çekmeyi de ihmal etmeden
Haymana'ya gitmek için bir kaç yol kestirdim gözüme, ama hiç biri sinmedi içime. Bir de Ankara'ya yaklaştım zannederken halen 200 km'nin üzerinde yolum olduğunu görünce canım sıkıldı. Akşam 8 gibi anca varacak gibiydim Ankara'ya. Salla Haymana'yı deyip Akşehir-Ankara yolundan devam ettim ama yolda her sapakta şeytan dürttü.
Akşam olmak üzere diye Polatlı'ya doğru devam ettim, ve sonunda vardım
Canım sıkılmaya başladı artık, 4 günlük rüya bitiyordu. 4 gün boyunca tek amacım sürmek olmuştu, ne nereden geldiğimi düşünüyordum, ne nereye gideceğimi. Kendime bir yol belirleyip gidiyordum sadece, sanki hiç bitmeyecek gibiydi ama bitiyordu işte. Polatlı'dan sonrası da zaten dümdüz, kalabalık bir yol idi, of üstüne of çekerek sürmeye devam ederken Polatlı içinde bir ışıklarda dikkatimi bir tabela çekti
"Budur" dedim, "son golümü de atayım, öyle gideyim eve" ve saptım Ayaş'a. Yollar hiç de fena değildi. Yani, hani kafanıza eser, akşamüstü gezmesi için kısa ama keyifli bir yol ararsanız tavsiye ederim.
Yol üstünde bir benzinciye girdim, kaskı çıkarırken bir baktım vizör ayrılmış. Kenardaki vidamsı şeylerden birinin çentiği kırılmış meğer. Kolibandı aldım adamlardan, yapıştırdım vizörü kaska.
Bir yandan da küfrediyorum tabi Ankara'ya. Zaten canım sıkılmış, bir de gelir gelmez başladı aksilikler deyü.
Ayaş'a doğru giderken bir baktım "Beypazarı" tabelası var. Saate baktım, 8'e geliyor, gitmedim Beypazarı'na, Ayaş'a doğru devam ettim.
Ayaş'a yaklaşırken Ankara tarafında şimşekler çakmaya başladı. "Hay senin gibi memleketin" diye başladım küfretmeye. Ayaş tarafında henüz yağış yoktu ama bulutlar hiç de iç açıcı değildi. "Kasvetini öptüğümün Ankara'sı" deyip fotoğrafını çektim o anın
Yağmur çiselemeye başladı fakat çıkarmadım yağmurluğumu. "1500 kilometre yol yaptım lan ben, dağları tepeleri aştım, Konya'da gece ayazında, Silifke'de Akdeniz sıcağında motora bindim, yağmurun mu durduracak lan beni" diye meydan okudum Ankara'ya, inadına giymedim yağmurluğu. Yenikent'e yaklaşırken sonunda patladı bulutlar, kalın kalın yağmaya başladı yağmur. "Peh" deyip devam edecektim fakat bir baktım, 1500 km yol dayanmış çantam yana doğru sarkmaya başlamış. Yine küfrettim Ankara'ya, çantayı düzeltip yola koyuldum yeniden, yağmurluğumu giymeden. Ankara pes etti sonunda, en azından yağmuru kesti.
Son kez yoldan sapayım dedim Sincan'a varınca. Eryaman'a Sincan içinden de gidilir nasıl olsa diye Sincan'a saptım. Bir yerde trafik sıkıştı, ben de durdum. Nasıl olduğunu anlamadım sonra, bir anda kendimi yerde buldum. Resmen, durduğum yerde düşürdüm motoru. Ayağım falan da kaymadı, sanki birisi tekerleri tutup kenara çekmiş gibi motor altımdan yere düştü. 1500 kilometre yol yaptım, ne mıcırlardan, ne bozuk yollardan geçtim, düşmedim, Ankara'ya varınca motor kendini yere attı resmen. Neyse, küfrede küfrede kaldırdım motoru, kaldırırken de aynayı gevşettim yanlışlıkla. Elimle düzelttim biraz da yetmedi. Yettiği kadar deyip yola devam ettim. Sincan içinde kayboldum bir, sonra tekrar Ayaş yoluna çıkıp Harikalar Diyarı'ndan saptım bu sefer. Yolu buldum, gidiyorum, bu sefer de çanta sapıttı yine.
"Ah be Ankara" dedim, başka şeyler de dedim ama yazarsam nasıl olsa sansürlenir, yazmıyorum o yüzden Genel olarak Ankara ile ilgili cinsel fantezilerimi kelimelere döktüm diyelim
Eve vardım, son bir fotoğraf daha çekip eve çıktım
İşte böyle, gezdim, gördüm, geldim. 1500 kilometre yol yaptım ama ne yazıktır ki başladığım yere döndüm. Ertesi gün işe gittim, döt kadar bir kübik içinde, bilgisayar başında ömrümü çürütmeye kaldığım yerden devam ettim. Bu gezi ise uyanmak istemediğiniz halde uyandığınız bir rüya gibi mazimde, ufak bir tebessümlük yerini aldı.
Ah be abi be, ah be...
-
çok güzel resimler bunlar.... Sağol.............
Fuzuliye sormuşlar "sevmek mi daha güzel sevilmek mi?" Sevişmiyorsanız ikisi de fuzuli demiş... SEMTİN HAYLAZI
-
çok güzel gezi olmuş walla hocam umarım daha iyilerini yapma şansın olur bu arada bazı çektiğin fotoğraflar gerçekten çok iyi yanılmıyorsam onları fotoğraf makinası ile çekmişsin makinanın markası ve modeli nedir gerçekten merak ettim. abi galiba motoru devirmişsin bişe olmammış ama yinede geçmiş olsun dikkatsizlik işte o kadar yolun üstüne olacak şey değil ama naparsın.
-
Sıcağı hariç, çok güzel bir bölge güney.
Geçen yıl ben de oralardaydım.
Güzel gezmişsin.
Ülkemde hiçbir iyilik cezasız kalmaz.
-
mertka adlı üyeden alıntı
çok güzel gezi olmuş walla hocam umarım daha iyilerini yapma şansın olur bu arada bazı çektiğin fotoğraflar gerçekten çok iyi yanılmıyorsam onları fotoğraf makinası ile çekmişsin makinanın markası ve modeli nedir gerçekten merak ettim. abi galiba motoru devirmişsin bişe olmammış ama yinede geçmiş olsun dikkatsizlik işte o kadar yolun üstüne olacak şey değil ama naparsın.
Pentax K200D kullanıyorum fotoğraf makinesi olarak. Böyle bir DSLR taşıyacaksanız depo üstü çantaların çok kullanışlı olduğunu belirteyim. Bu gezide depo üstü çantam yoktu, her seferinde bagaj lastiklerini aralayıp çantanın içinden çıkarmaya çalışıyordum makineyi.
Gültekin adlı üyeden alıntı
Daha sonra yaptığım bir gezide sizin takip ettiğiniz yolların bir kısmını tersten takip etmişim ben de, inşallah yakında paylaşacağım onları da.
Sıcak felaket hakikaten. Montu falan da giydiyseniz daha yavaşladığınız anda deli gibi terliyorsunuz. Anca devamlı en az 80-90'la gideceksiniz ki rüzgar bir nebze serinletsin
-
kardeş tek başınamı gezdin tadı çıkmaz yinede güzel gezi
-
Tebrik ediyorum,eline emeğine sağlık.
Eksiksiz güzel bir gezi raporu olmuş.Yeni gezilerini merakla bekliyorum
-
edremitli10 adlı üyeden alıntı
kardeş tek başınamı gezdin
tadı çıkmaz yinede güzel gezi
Tek başımaydım. Genelde tek başıma gezmeyi tercih ediyorum, nitekim daha sonra da Zonguldak ve Akdeniz gezileri yaptım tek başıma.
Bana da böylesi güzel geliyor Plansız gezmeyi tercih ediyorum, herhangi bir zaman herhangi bir yoldan gidebileyim, istediğim yerde istediğim gibi durabileyim, ikiye bir fotoğraf çekebileyim falan. Yanınızda birisi olursa, ne kadar kafadengi olursa olsun, sizin bu keyfi hareketleriniz (veya onun sizinle uyuşmayan hareketleri, siz sürmeye devam etmeye niyetliyken onun bir yere sapmak istemesi gibi basit şeyler mesela) yolculuğun keyfini kaçırabilir diye düşünüyorum. Güzel bir şekilde organize edilmiş nizami bir gezide yoldaşınızın olması iyi olabilir belki ama kafanıza göre gezecekseniz yalnız gezmek daha güzel gibi.
Bu kadar uzun mesafeli grup gezisi yapmadım henüz. Yaparsam fikrim değişebilir tabi
-
savaskayan adlı üyeden alıntı
Tebrik ediyorum,eline emeğine sağlık.
Eksiksiz güzel bir gezi raporu olmuş.Yeni gezilerini merakla bekliyorum
Teşekkürler efen'm. Eski gezilerimden bir kaç tane daha var paylaşmak istediğim, umarım onları da beğenirsiniz.
-
bir regal kullanıcısı olarak ilgi ve zevkle okudum gezi raporunu regal harika uzun yolda bende bu hafta regalimle 470 km yabtım kahraman maraş kadirli osmanıye güzergahında
gezi anlatımını da çok beğendim eğer becerebilirsem ve sabırlı olabilirsem senın yabtığın gibi paylaşmayı isterim kendi gezi raporlarımıda harikasın bu arada motorun bi sürü resmi var senın resmin nerde
-
regal adlı üyeden alıntı
bir regal kullanıcısı olarak ilgi ve zevkle okudum gezi raporunu regal harika uzun yolda bende bu hafta regalimle 470 km yabtım kahraman maraş kadirli osmanıye güzergahında
gezi anlatımını da çok beğendim eğer becerebilirsem ve sabırlı olabilirsem senın yabtığın gibi paylaşmayı isterim kendi gezi raporlarımıda harikasın bu arada motorun bi sürü resmi var senın resmin nerde
Bir iki tane aynadan çektiğim fotoğrafım var işte
o kadar
-
Güzel bir paylaşım olmuş emegine azmine saglık kazasız sürüşler
-
Taaaa Mersin'e gelipte bize uğramamışsınız.Tekrar yolunuz düşerse mutlaka bekleriz.Mersin motosiklet kulübünün bir amacıda ilimizi ziyaret eden motodostları karşılayıp ağırlamak....
-
Çok güzel ve imrenilecek bir gezi olmuş. Emeğiniz için elinize sağlık. Bir de o gördüğünüz ve fareye benzettiğiniz hayvanın adı "gelengi" dir. İç anadoluya, özellikle de Niğde ve çevresine özgü bir hayvandır. Kuyruk kısmı hariç sincaba bezer, kemirgendir ama zararsızdır ve genellikle ova ve kırlarda toprak altındaki yuvasında yaşar.
2012 Bmw F800gs
; 2016 Mondial RX3i (2016-18); 2003 Bmw R 1150R (2009-17); 2006 Honda Shadow VT 750 C (2009-10); 2006 Ramzey QM 250 Cruiser (2006-10); 2006 Ramzey QM 200 Enduro (2006-9); 1990 350 cc çift silindir Jawa (1990-93); 1979 vitessiz Puch (1979+).
-
maestro33 adlı üyeden alıntı
Taaaa Mersin'e gelipte bize uğramamışsınız.Tekrar yolunuz düşerse mutlaka bekleriz.Mersin motosiklet kulübünün bir amacıda ilimizi ziyaret eden motodostları karşılayıp ağırlamak....
Keşke yazıyı daha önce yayınlasaymışım veya siteyi takip ediyor olsaymışım, çünkü 2 ay kadar önce başka bir gezide bir kere daha uğradım Mersin'e Aslen Mersinli olduğum için yolum daha sonra da düşer, inşallah o zaman uğrarım.
Naci63 adlı üyeden alıntı
Çok güzel ve imrenilecek bir gezi olmuş. Emeğiniz için elinize sağlık. Bir de o gördüğünüz ve fareye benzettiğiniz hayvanın adı "gelengi" dir. İç anadoluya, özellikle de Niğde ve çevresine özgü bir hayvandır. Kuyruk kısmı hariç sincaba bezer, kemirgendir ama zararsızdır ve genellikle ova ve kırlarda toprak altındaki yuvasında yaşar.
Teşekkürler, ilk defa duydum "gelengi" ismini, tarla faresi deyip geçiştiriyordum ben
-
GomerciN adlı üyeden alıntı
Tek başımaydım. Genelde tek başıma gezmeyi tercih ediyorum, nitekim daha sonra da Zonguldak ve Akdeniz gezileri yaptım tek başıma.
Bana da böylesi güzel geliyor
Plansız gezmeyi tercih ediyorum, herhangi bir zaman herhangi bir yoldan gidebileyim, istediğim yerde istediğim gibi durabileyim, ikiye bir fotoğraf çekebileyim falan. Yanınızda birisi olursa, ne kadar kafadengi olursa olsun, sizin bu keyfi hareketleriniz (veya onun sizinle uyuşmayan hareketleri, siz sürmeye devam etmeye niyetliyken onun bir yere sapmak istemesi gibi basit şeyler mesela) yolculuğun keyfini kaçırabilir diye düşünüyorum. Güzel bir şekilde organize edilmiş nizami bir gezide yoldaşınızın olması iyi olabilir belki ama kafanıza göre gezecekseniz yalnız gezmek daha güzel gibi.
Bu kadar uzun mesafeli grup gezisi yapmadım henüz. Yaparsam fikrim değişebilir tabi
Genç arkadaş,, bayramdan 10 gün önce tek olarak Ankara, afyon, Isparta,
Antalya, Kemer,Finike,Demre,Kaş,Kalkan,Patara vee Fethiye de son..bir gezi yaptım.4 gün çadır da konakladım..10 gün sürdü biraz genç olsaydım,,motorumu fethiye de bırakıp otobüsle ank.ya dönmezdim. şimdi cuma gidip motoru alacağım. marmaris,,datça,,bodrum civarı ordan İstannbul üzeri dönmeyi düşünüyorum..bu yazıyı hem sizin tek gezme hakkındaki düşüncelerinize sonuna kadar katıldığımı söylemek için hem de benim gezi resiimlerime yorum yazarak,,((bir arkadaşla olsa daha iyi olur)) diyen arkadaşlara hitaben....hadi bakalım ben gidiyorum..bana bir arkadaş bulun!! demek için yazdım,,resimlere ve emeğinize teşekkür ediyorum..
-
kardeş güzel gezi,güzel anlatım,teşekkürler....gökbelende birde pirzola yeseymişsin tam olacakmış....bu taraflarada gelirsen beklerim hemşerim....
Para her şeydir diyen, para için her şeyi yapabilendir...
Nasıl bir hayat yaşıyorsan, öyle ölürsünüz. Nasıl öldüyseniz, öylede dirilirsiniz.
http://gezginpardus.blogcu.com/
Reklamlar
Konu içerisindeki kullanıcılar
Şu an bu konu içerisinde 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 misafir)
Bu Konudaki Etiketler