Solo Gezi - Uçmakdere / Şarköy (470 KM) 30 - 31 Mayıs 2009
Reklamlar
-
01 Haziran 2009, 16:06
#1
30 Mayıs Cumartesi öğleni kafam bozuldu, atladım motora, bastım gaza. İstikamet: Şarköy.
Yola çıktığımda saat 14:00 civarıydı, kafam bozuk olduğu için zaman benim için pen önemli değildi, o yüzden raporumda saat kaçta nerede olduğumu yazamayacağım.
TEM üzerinden Kınalı'ya geldim ve Tekirdağ'a doğru yol almaya başladım. İlk molamı Gazioğlu'nda verdim. Gazioğlu Dinlenme Tesisleri'nde güzel bir çay içip kendime geldim.
Çayımı içip dinlendikten sonra "Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz." deyip yoluma devam ettim. Tekirdağ Maxi'nin önüne geldiğimde yeni yapılan ve şehir merkezine girmeden transit olarak devam eden yeni yola girmeye karar verdim. Yolun ilk kısmı gayet güzel, asfalt yeni yapıldığı için oldukça iyi durumda.
Ancak 10 km sonra yol yapımı tamamlanmadığı için asfalt yol bitiyor ve çakıl-toprak karışımı berbat bir yoldan gitmek zorunda kalıyorsunuz. Yolu Tekirdağ'dan geçenler şimdilik bu yolu kullanmazlarsa sorun yaşamamış olurlar.
Güzel asfalta kavuştuktan sonra daha önce hiç gitmediğim Uçmakdere'yi de görmek istiyorum ve yolumu değiştirip Kumbağ yoluna giriyorum. Solda "Barbaros Limanı" tabelasını görünce hemen dalıyorum ve deniz kıyısında biraz dinlenme şansı buluyorum.
Vakit kaybetmeyip yola devam ettim ve Kumbağ'a vardım. Müjde! Kumbağ'a BİM gelmiş! O zaman durduğum kabahat, hemen girip atıştırmalık yiyecek - içecek alıyorum ki Şarköy'e varana kadar şu koca cüssenin koca midesini oyalayalım.
Sonunda Kumbağ çıkışına varabildim, yolun giderek ormanlaşması ve manzaranın güzelleşmesi sevindirik olmama neden oldu.
Biraz ileride Kumbağ Mesire Alanı girişinin olduğunu görüyorum ve "Acaba yanlış yolda mıyım?" diye düşünüyorum.
Ancak kapıdaki görevliye Şarköy'e gitmek istediğimi söylediğimde "O zaman devam et, piknik yapacak olsaydın 3,5 liranı alacaktım." cevabıyla karşılaşıyorum ve doğru yolda olmanın verdiği gazla tam gaz devam ediyorum.
Malesef 500-750 metre sonra tam gazı bırakıp tam fren moduna geçiyorum çünkü asfalt bitiyor. O an, Uçmakdere yolunun çok bozuk bir yol olduğu aklıma geliyor ve anlıyorum ki beni uzun bir enduro macerası bekliyor.
2. viteste 30 km/s hızın üstüne çıkmadan zorlu yol koşullarıyla cebelleşerek ilerliyorum. Neyse ki manzara güzelleşmeye başlıyor ve keyfim yerine geliyor.
İkarus'umun (motorumun adı) 5000. km'sini yapmasına, hem de bunun enduro yaparken denk gelmesine çok seviniyorum ama belli etmiyorum, çünkü etrafta bir Allah'ın kulu yok.
Artistik bir poz.
Manzaraya ve enduroya devam.
Kendimi de çekeyim ki ayıp olmasın. (LS2 Cartoon amma büyükmüş yahu)
Yeniköy. Küçük ve güzel bir köy ama daha önce fotoğraf çekmek için çok durduğumdan sadece uzaktan bir fotoğrafını çekip yola devam ediyorum.
Dik bir uçurumun kenarında İkarus'um.
Manzara gerçekten çok güzel.
Bu noktada durup Kumbağ BİM'den aldığım abur cuburları yiyorum çünkü midem öyle emrediyor. Tabii yediklerimin fotoğrafını çekemiyorum çünkü o anda aklım midemle meşgul.
Gideceğim yol. Uzaktan güzel gözüküyor ama gel de bunu sürekli 2. viteste maksimum 30 km/s hızla giden motorcuya sor. Böbrek taşı olan varsa bu yoldan geçmesini tavsiye ediyorum.
Uçmakdere'nin yamaç paraşütü yapmak için ideal bir yer olduğunu bildiğimden havada süzülen yamaç paraşütçülerini gördüğümde pek şaşırmıyorum, aksine, hoşuma gidiyor.
Marmara Adası ayaklarımın altında, gözlerimin önünde.
Az önce geçtiğim yol.
İkarus'um ve ben.
Sapsarı mimozalar mı yoksa masmavi Marmara Denizi mi daha güzel gözüküyor bilmiyorum ama bu ikilinin güzel fotoğraflar ortaya çıkardığı aşikâr.
Ve Uçmakdere.
Şarköy'e 33 km kaldığını görünce saatim 19:29'u gösteriyor ve içimde Trabzonspor - Fenerbahçe maçına yetişip yetişemeyeceğimin hesaplaşmasını yapıyorum.
Sonra Şarköy'e yetişemesem bile Mürefte'de seyrederim sonucuna varıp aşağıdaki kareyi yakalıyorum. Ay tam hilâl şeklinde olsaydı fotoğraf daha anlamlı olurdu diye iç geçiriyorum.
Neyse ki Uçmakdere çıkışında yol düzeliyor ve asfalta kavuşuyorum. Durup asfaltı öpesim geliyor ama Fenerbahçe aşkım daha ağır basıyor.
Uçmakdere - Gaziköy arasındaki yol güzel manzaralı ve yol koşulları da zorlamıyor. Ancak tepenizde düşme tehlikesi bulunan kayaların olduğunu düşünürken yola konsantre olmak biraz zor oluyor.
Neyse ki kayalıklı yolu hızlıca geçiyorum ve Gaziköy'e varıyorum.
Hiç durmadan devam ediyorum ve Hoşköy'e geliyorum. Saatim 19:47'yi gösteriyor. Çabuk olmalıyım.
Neyse ki 10 dakika sonra Mürefte'deyim, ancak beni kötü bir sürpriz bekliyor.
Öğreniyorum ki Mürefte'de hiçbir mekan Trabzonspor - Fenerbahçe maçını göstermiyor. Çoğu yer sadece Denizlispor - Beşiktaş maçını gösterirken, bazıları artı olarak Galatasaray - Sivasspor maçını da gösteriyor. Sorduğum ilk mekanın garsonuna, seyretmek istediğim maçın koftiden bir maç olmadığını, neredeyse derbi sayılacak kadar büyük bir maç olduğunu, üstüne üstlük taraflardan birinin büyük Fenerbahçe olduğunu anlatmaya çalışıyorum ama Mürefte'de pek Fenerbahçeli olmadığı ve diğer iki maçın şampiyonluğu belirleyecek iki maç olduğu cevabıyla karşılaşıyorum ve çaresiz garsona hak veriyorum. O an aklıma Şarköy'de Fenerbahçeliler Derneği olduğu geliyor ve bir kez daha atlıyorum motoruma, basıyorum gaza.
Ve Şarköy'deyim.
Saat 20:22. Maçın başına yetişememenin verdiği gevşeklikle "Vandalizm Şarköy'e de sıçramış." çıkarımına varıyorum.
Fenerbahçeliler Derneği'ne vardığımda skor tablosunda bir kötü sürprizle daha karşılaşıyorum. 1-0 yeniliyoruz. Seyredilmez bu maç deyip çıkıp gidiyorum. (Ama sonra maçın 2-1 Fenerbahçe galibiyetiyle bittiğini öğrenince seyretmediğime pişman oluyorum)
Sahil kenarındaki Sedef Motel'e gidip bir oda kiralıyorum. Geceliğinin 15 lira olduğunu ama sezon açılınca (yani okullar kapanınca, ters orantılı) fiyatın 60 lira'ya çıkabiliceğini öğrenip şaşırıyorum. Motorumu bağlayıp odama yerleşiyorum.
Odam.
Odamda 3 tane tek yatak vardı, odayı kiralarken patron hanım bana şimdi tek kişi parası ödeyip sonradan başkalarını almamam ve üçkağıtçılık yapmamam konusunda uyarmıştı. Bu uyarı karşısında biraz afallamıştım ama patron hanımı öyle üçkağıtlar yapmayacağım, benim öyle bir insan olmadığım konusunda temin etmiştim. Ama 3 yatağı görünce "Olurmuş aslında." diye düşündüm. Yoksa ben öyle bir insan mıydım? Tek kişi parası ödeyip odamda kaçak misafir ağırlayacak kadar üçkağıtçı mıydım? Yoksa bu gezi beni kanun dışı işler yapan şerefsiz ahlaksız birine mi dönüştürmüştü?
Bütün bu sorular raporumun ikinci bölümünde cevap bulacak. Ayrılmayın.
Reklamlar
-
01 Haziran 2009, 16:13
#2
Paylaşımın için teşekkürler .Emeğine sağlık........
Bir damla özür nice yangınları söndürür.Gurur yapmayın yoksa o yangın tüm sevdiklerinizide götürür.
-
01 Haziran 2009, 16:20
#3
-
01 Haziran 2009, 16:20
#4
süper gezi olmuş tek nefeste okudum bütün yazıları ve resimleri inceledim motorunda süper görünüyor...
Allah kaza bela vermesin
[B]Düş peşindeysen, [U]DÜŞ PEŞİME[/U][/B] :bounce:
-
01 Haziran 2009, 16:23
#5
AYNI DİLİ KONUŞANLAR DEĞİL,AYNI DUYGULARI PAYLAŞANLAR ANLAŞIR
-
01 Haziran 2009, 16:25
#6
harika olmuş tek tabanca geziler daha keyifli olur.tekerine sağlık.
İki kişinin bindiği motor değildir.
-
01 Haziran 2009, 16:30
#7
Tekerine sağlık Tuğrul . Süper gezi, süper anlatım
-
01 Haziran 2009, 17:02
#8
Raporumun 2. Bölümü
2rule adlı üyeden alıntı
Odamda 3 tane tek yatak vardı, odayı kiralarken patron hanım bana şimdi tek kişi parası ödeyip sonradan başkalarını almamam ve üçkağıtçılık yapmamam konusunda uyarmıştı. Bu uyarı karşısında biraz afallamıştım ama patron hanımı öyle üçkağıtlar yapmayacağım, benim öyle bir insan olmadığım konusunda temin etmiştim. Ama 3 yatağı görünce "Olurmuş aslında." diye düşündüm. Yoksa ben öyle bir insan mıydım? Tek kişi parası ödeyip odamda kaçak misafir ağırlayacak kadar üçkağıtçı mıydım? Yoksa bu gezi beni kanun dışı işler yapan şerefsiz ahlaksız birine mi dönüştürmüştü?
Bütün bu sorular raporumun ikinci bölümünde cevap bulacak. Ayrılmayın.
Hayır dostlarım, hayır! Yüz, bin kere hayır! Patron hanıma dediğim gibi, ben öyle üçkağıtçı bir insan değildim bu gezinin beni herhangi bir şeye dönüştürdüğü yoktu. Odama çıktıktan sonra üstümü başımı değiştirdim, yanıma aldığım eşyaları ortaya serdim ve biraz dinlendim.
Odamın manzarası.
Odamın dışarıdan görünüşü. (Fotoğrafın tam ortasında, ışığı yanan en üstteki balkon)
Biraz dinlendikten sonra guruldayan midemi susturmak için sahile indim. Bir de baktım ki, her yer siyah-beyaz formalar giymiş avaz avaz tezahürat yapan gençlerle dolu. İçim buruldu tabii ki, "Giydikleri formaların rengi siyah-beyaz değil de sarı-lacivert olsaydı daha güzel olmaz mıydı?" diye iç geçirdim ama öyle olsaydı da ben Şarköy'de değil, bambaşka yerlerde olurdum diye düşündüm ve bu düşünceden çabuk kurtuldum. Karnım hala gurulduyordu, bir an gençlerin tezahüratlarını bastıracak kadar çok guruldadı sandım ve hemen kendimi bir dürümcüye attım. 2 tane Adana dürümü mideye indirdikten sonra sahilde biraz yürüyüş yaptım, büyük Şarköy İskelesi'nde oturup güzel manzaranın tadını çıkardım. Ancak hiç fotoğraf çekmeyi akıl edemedim. (Havanın karanlık olmasından olabilir). Sonra da odama çekilip bir güzel uyudum.
Uyandığımda hava bayağı bulutluydu, dünkü havadan eser yoktu. O yüzden elimi çabuk tutmalıydım, yağmura yakalanmamalıydım. Hemen çıkıp en yakın pastahanede kahvaltımı yaptım ve toparlanıp yola çıktım.
İkarus'umun da karnını doyurmayı ihmal etmedim.
Şarköy'den çıkıp Mürefte'ye girmeden, daha önce arabayla ve bisikletimle çok gittiğim, ama motorumla hiç gitmediğim Tepeköy'e gitmeye karar verdim.
Tepeköy yolu, hava hala bulutlu.
Ancak arada bir de olsa güneş yüzünü gösteriyor.
Neyse ki Tepeköy'ü gördüğümde bulutlar yavaş yavaş dağılıyor ve güzelim gezinin mahvolmayacağından emin olarak derin bir oh çekiyorum.
Yollar bile Beşiktaş'ın şampiyonluğunu kutluyordu.
Önüm, arkam, sağım, solum, yeşilin ve mavinin güzel tonları ve uyumuyla bana görsel bir ziyafet çekiyordu.
Ağaç kıyımı.
Ben sağdaki yoldan gelmiştim ve tekrar sağdaki yoldan dönmeliydim. Soldaki ve arkamdaki yolun nerelere götürdüğünü o gün öğrenemedim, ama kendi kendime Şarköy'e bir daha geldiğimde bu yolların nereye götürdüğünü öğrenmek için söz verdim ve geldiğim yoldan geri dönmeye başladım.
Manzara, iniş yolunda ayrı bir şahane.
Çoban ve köpeği. Kim bu münasebetsiz, rahatımızı kaçırıyor diye bakıyorlar. Hatta köpek biraz dayılanıyor da, ama yanından geçerken İkarus'umdan korkup kaçışıyor zavallı köpek.
Aynalar da olmasa resimlerde çıkacağım yok.
Ve Mürefte'ye varıyorum. Yolumun üzerindeki Mürefte Kebir Camii'ni ziyaret etmeden olmaz. Ancak abdesthaneyi ararken yanlışlıkla imamın, merhumların bedenlerini son kez yıkadığı tüyler ürpertici odayı buluyorum ve karşımda koskoca bir tabutla karşılaşıyorum. O panikle fotoğraf çekmek de aklıma gelmiyor tabii ki, hemen uzaklaşıyorum oradan ve caminin fotoğraflarını çekiyorum.
Malesef namaz vakti olmadığı için caminin içindeki kapı kilitli. Ben de sadece aradaki hôlün fotoğraflarını çekmekle yetiniyorum.
Camideki saat bana tekrar zaman kavramını hatırlatıyor.
Camiden çıkıp sahile doğru iniyorum ve ulu önderimizi ziyaret ediyorum.
Mürefte sahili.
Mürefte'de fazla oyalanmayıp Hoşköy'e doğru yola çıkıyorum. Yolumun üzerindeki Mürefte Yat Limanı'na uğramayı da ihmal etmiyorum. Buraya da daha önce bisikletimle çok gelmiştim ama İkarus'umla ilklere imza atmaya da devam ediyordum.
Hoşköy Feneri. Malesef yolun berbat ötesi durumundan dolayı daha fazla çıkamıyorum. (İstesem çıkardım da lastiklerimi buradaki kasap lastikçilere emanet etmek istemedim)
Bulunduğum noktadan Hoşköy'ün görünüşü.
Malesef bu noktada fotoğraf makinemin şarjı bitiyor ve fotoğraflara iPhone'umla devam etmek zorunda kalıyorum. Fotoğraf kaliteleri de düşüyor haliyle.
Hoşköy'de bir bakkalda durup tekrar atıştırmalık yiyecek-içecek alıyorum çünkü öğle yemeğini Tekirdağ'da yemeyi düşünüyorum. Tekirdağ'a varana kadar mideyi boş bırakmamak lazım. Hoşköy'den çıkıp Gaziköy'e devam ediyorum. Oradan da kayalıklı yola "Merhaba, yine ben!" diyorum.
Çok geçmeden Uçmakdere'ye varıyorum, durmadan devam ediyorum. Sonra tekrar yol bozuluyor ve ben bozuk ama bir o kadar da manzaralı yolla baş başa kalıyorum. Beni yine uzun bir enduro performansı bekliyor.
Ağaç altı gölgegilk bir yer bulup biraz soluklanıyorum.
Yola devam. Zorlu yol koşullarına bir de rüzgarsız sıcak hava ekleniyor. Yeterince hızlı gidemediğim için serinleyemiyorum da. Gördüğüm ilk çeşmede durup elimi yüzümü yıkıyorum.
Lastiklerimin durumu. Michelin'lerin performansı asfaltta gayet iyi olmasına karşın, arazide çok iyi bir performans gösteremiyorlar.
Arazi yolda dün çok araba olmamasına karşın bugün 3-4 dakikada bir araba geçiyor. 4x4 SUV'ler hiç zorlanmadan ilerlerken Fiat Palio gibi araçları ben bile 30 km/s hızımla geçiyorum.
Bu noktada durup tekrar abur cuburlarımı yiyorum.
Güzel Uçmakdere manzarasının son demleri. Kumbağ'a yaklaşıyorum.
Sonunda Kumbağ Mesire Alanı'na varıyorum ve asfalta kavuşuyorum. Gururluyum çünkü dün ve bugün toplamda yaptığım 22 km'lik enduro performansını sıfır zaiyatla atlatıyorum.
Kumbağ'dan çıkıp hiç durmadan Tekirdağ'a doğru ilerliyorum. Tabelalar beni dün geldiğim yeni ama tamamlanmamış yola tekrar sokuyor. Tabelalara küfür ediyorum içimden. Tamamlanmamış yol, çamurlu toprak, çakıl ve sudan oluşuyor. Nedir bu benim yol şartlarından çektiğim diye iç geçiriyorum. Solda Opet Benzinliği'ni görür görmez dalıyorum. Dışarıdan pek belli olmuyor ama gayet güzel bir tesis. Tuvaletleri çoğu İstanbul'daki benzinliklerden daha iyi durumda. Cafe kısmı ise hem göze hem de konfora hitap ediyor. Bir çay içiyorum, çayımı içerken kasiyerle sohbet ediyorum. İstanbul'dan Şarköy'e Uçmakdere üzerinden motorla gelmeme şaşırıyor. Kasiyerin aynı yolu ağzına kadar yakıt dolu tankerle yaptıklarını söylemesi üzerine de ben şaşırıyorum. Karşılıklı şaşırmamıza bir son verip borcumun ne kadar olduğunu soruyorum. "Varsa 50 kuruş versen yeter." cevabıyla karşılaşıyorum ve Öztürkler Petrol'e ait Opet Benzinliği'ne bir kez daha içim ısınıyor. Bir daha bu yoldan geçersem mutlaka burada mola vermek için kendime söz veriyorum ve yola devam ediyorum.
Neyse ki tamamlanmamış yol sona eriyor ve yepisyeni asfalta tekrar kavuşuyorum. Yolun da boş olmasının verdiği rehavetle tam gaz yola devam ediyorum. Derken önümde Tekirdağ Maxi beliriyor. 20 yıldır yediğim Tekirdağ Köftesi'ni tekrar yemek için burdan tekrar şehir merkezine gideceğime, Maxi içindeki ücretsiz Wi-Fi hizmeti sunan Burger King'de yemeye karar veriyorum. Bir yandan internette sörf yaparken diğer yandan Steak House Burger menümü mideye indiriyorum.
Karnımı güzelce doyurduktan sonra tekrar yola çıkıyorum. Bu sefer istikamet İstanbul. Arabaların çoğalmasıyla bir an asfaltsız Uçmakdere yolunu özlüyorum. TEM girişine geldiğimde daha boş olur düşüncesiyle dalıyorum. Amanın! O da ne? TEM yolu o kadar rüzgarlı ki İkarus'um kaç kere altımdam uçup gidecekmiş gibi oluyor. Bu şekilde devam edemeyeceğim kanaatine varıp Silivri - Selimpaşa çıkışından ayrılıyorum.
Gişelerden çıkınca KGS kartımı ruhsatıma koymak için duruyorum ve yorulduğumu fark ediyorum. Biraz dinleniyorum ve rüzgarın ne kadar şiddetli olduğunu balaklavamla kanıtlıyorum.
Uzun ve yorucu bir otoban sürüşü sonunda eve varıyorum.
Arka lastik ve jantımın hâli.
Sonuç olarak güzel bir geziye imza attığıma ve birbirinden güzel fotoğraflar çektiğime kanaat getirip bu tip solo gezileri daha sık yapma kararı alıyorum ve evime doğru yürüyorum. Odama girip masama oturuyorum ve yaptığım bu güzel geziye yakışır bir gezi raporu yazmaya başlıyorum...
-
01 Haziran 2009, 17:08
#9
oh ne güzel bol fotolu ve 2. bölümüde var Tekerine sağlık güzel gezmişsin.
Müjde bim gelmiş
''Yaşamak özgürlükse, özgürüz hepimizde...''
-
01 Haziran 2009, 17:26
#10
Tekerine sağlık Tuğrul.Süper fotograflar süper anlatım.
Umarım hep böyle güzel geziler yapar bizlere ekran başında güzel dakikalar yaşatırsın.
-
01 Haziran 2009, 17:42
#11
kardeşim bir çorlulu olarak bana gitmediğim yerleri mesela uçmak dereyi gösterdin tekerine sağlık allah sana kaza bela vermesin
mobilyette + panter 105+ asya motor150 +yamaha YBR125 opel astra ford fokus inşallah cbr 250
yamahasülo
-
01 Haziran 2009, 18:21
#12
güzel düşünceleriniz ve yorumlarınız için sağolun arkadaşlar
-
01 Haziran 2009, 21:33
#13
çok güzel bir gezi olmuş, bir yerlere gitmek için güzel fikir oldu, bu arada bende beşiktaştayım ama biraz acemiyim, şu an 3 acemi motorcuyuz burada bir daha ki sefere isterseniz peşinizden acemi mangası olarak yetişebilirsek gelebiliriz ...
-
01 Haziran 2009, 21:44
#14
-
01 Haziran 2009, 21:51
#15
süper abi daha ne olsun. Keşke biz de açılabilsek , dökülebilsek yollara ah ah...!
-
01 Haziran 2009, 22:27
#16
değerli yorumlarınız için teşekkürler arkadaşlar
-
01 Haziran 2009, 23:26
#17
nefis bir gezi olmuş.emeğine sağlık.tebrikler..
SÖZ KONUSU VATAN İSE GERİSİ TEFERRUATTIR!!!
-
02 Haziran 2009, 00:16
#18
YÖRÜK adlı üyeden alıntı
nefis bir gezi olmuş.emeğine sağlık.tebrikler..
teşekkürler
-
02 Haziran 2009, 00:52
#19
Valla Tuğrulcum tekerine sağlık.Sende cbf150'nin hakkını vermişsin helal olsun.Hatırladığım kadarıyla motoruna ikarus ismini benim alıntı yaptığım bir yazıdan sonra koymuştun.İkarusunla sana nice bol km'ler.
Daha nerelere götürür seni bu cbf150.Hiç yolda bırakmaz.Bana da ahı tuttu eski cbf150'min.Şimdi duyar gibi oluyorum onun sesini.Ben seni hiç yolda bıraktım mı diyo.Dağ bayır demedin her yola sürdün beni.Bi tane vidam gevşedi mi diyo.Saatlerce dinlenmeden üstümden inmeden dip gaz yaptın , bir kere öksürdüm mü diyo.Ama sen beni gittin başkalarına sattın.Sonra da ne olduğu belli olmayan gt250r aldın 3 haftada arızalandı.Beni aldattın diyo
-
02 Haziran 2009, 01:05
#20
Reklamlar
Konu içerisindeki kullanıcılar
Şu an bu konu içerisinde 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 misafir)
Bu Konudaki Etiketler