Nasıl başlayalım?
Şöyle başlayalım.
Efendim yaklaşık 2 ay önce, kendimi plansız programsız bir gezinin içinde bulmuş, 3 sıcak ve bol virajlı günün ardından silifkeye varmıştım.
Daha da ileriye uzanacakken, annemin rahatsızlığı nedeniyle motoru garaja kilitleyip, apar-topar otobüsle istanbula dönmüştüm.
1 ay kadar İstanbulda Kaldım. Annemin ameliyatı ve muayeneleri dolayısıyla hastane-ev arasında geçen bir zaman dilimiydi bu.
Sağlığımıza kavuştuk ve anneyi yazlığa gönderdik. Her şey yoluna girmişti artık.
Tekrar otobüsle Silifkeye gidip, fıstık'ımı almayı, ve yarım kalan turumu tamamlamayı planlarken, Bir arkadaşımla yaptığımız şaka yollu pazarlığın ciddiye binmesi sonucunda, tee bin km. ötede, silifkede bulunan motorumu satmış bulundum.
Hemmen otobüse atlayıp Silifkeye yollanıyorum. 6 gün daha misafirlikten sonra, 30 Temmuz sabahı kargalar çorbalarını içerlerken yola çıkıyorum.
İstikamet, Silifke>Mut>Karaman>Konya>Ankara>Otobandan İstanbul/Beylikdüzü
Yola çıkacağım sabah saat 5'te kalkıyorum. oysa saat 3'te yatmıştım. 2 saatlik uyku ile uzun yola çıkmak, yaptığım ilk hataydı.
ikinci hatam ise, 2 adet poğaça ve gazozla geçiştirdiğim sabah kahvaltısı. midem çok hassastır, ileriki zamanlarda bu iki hata, yolu eziyete, adeta işkenceye çevirecek. okuyup göreceğiz.
Sabah duşumu alıp, motoru yüklemeye başlıyorum. Hava o saatte bile çok sıcak ve nemli. Boğuyor insanı. Nefes aldırmıyor.
Ter içinde kalıp işimi bitiriyorum. Ev ahalisiyle vedalaşıp, marşa basıyorum.
Tatlı virajlardan kıvrıla kıvrıla Mut yolunu tutmuşum. Keyfim yerinde. Hafiften bir mahmurluk var üzerimde. Sabah rüzgarı azıcık serinletiyor, keyfime keyif katıyor. Islık öttürerek, "tiridine bandım, bedavamı sandın, para virip aldım" türküsünü icra ediyorum.
Sol tarafım sarp kayalık, dağlık. Sağ tarafımda zalım bir manzara var. Bir sağa, bir sola yatıyoruz fıstıkla. "offf" diyorum. "ulen ne güzel yaptım da moturnan çıktım yola. Seviyörüm ülen... "
Mut'a yaklaştıkça, zalım güneş tepeye doğru tırmanıyor. Sıcaklık kendini iyiden iyiye hissettiriyor. Mahmurluk artıyor, esnemeler başlıyor.
-N'oluyor tosunum? uyku vaziyetleri mi?
-Yok canım. Ne uykusu? 2 saat kestirdik ya... Yok öyle bişey... İftira etme.
-İyiii... Görcam ben seni
Mut girişinde ilk molayı veriyorum. Karacakız ve Karacaoğlan heykelimsi şeylere karşı 2 bardak zehir gibi çayı 3 dal cıgarayla beraber çakıp, gözlerimi pörtletip, "tamamdır... Oldu işte... Kendime geldim" diyerek tekrar düşüyorum yollara.
"Aman ya rabbim. O ne biçim virajdır, o ne güzel yatıştır, o ne zalım makinadır..." diye gaz vere vere uzuyorum
"Karamanın koyunu, sonra çıkar oyunu"
Karaman tabelası görünüyor, ve oyun başlıyor.
Midemden tıkırtılar, gurultular, burultular yükseliyor. Taiko icrası başlayacak birazdan. Son-kii-üç-dört...
Mide ilaçlarım çantanın en dibinde. oradan almak en az yarım saat sürer. al sana üçüncü hata.
-Kötüye bişey olmaz. Devam et, bekleme yapma...
Göz kapaklarım yine ağırlaşmaya başladı. Bir yerlerde kahve içmeli. Aha bir benzinci... Sağa sinyal ver. Tık-tık...Tık-tık... Tık-tık...
Marketten 2 tane üçübiyerde alıyorum. Sıcak su da ayarlıyorlar bana, çakıyorum cıgaraları, yutuyorum kahveleri.
Gözler yine açılıyor. Ama midedeki solo taiko, koro halini alıyor. mide iflasın eşiğinde...
-İnat etme Gültekin, çıkar ilacını, iç ve rahatla.
-Yok len ne geree var. yol dümdüz oldu zaten. Şimdi bi kapatırsın, hiç bişey duymazsın. yürrüüü...
Evet yol dümdüz. bi kapatıyorum, bi gazlıyorum, bi uzuyorum, Tak! karşıma radar tabelası çıkıyor. Kamyoncunun biri ısrarlı bir şekilde sellektör yapıyor, kıllanıyorum ve hemmen yavaş moda geçiyorum.
İleride beyaz şapkalı amcalar teker teker ayıklıyorlar sazanları
Beni durdurmuyorlar. Bi korna bi selam, tırıs tırıs uzaklaşıyorum. Şükürler olsun yırttık. Sağolasın kamyoncu abi.
Derken Konyaya varıyoruz. Yol çalışmaları var. Yerler mıcır ki, pek bi severim mıcırı-mucuru.
Zalım dört ayaklılar hızla geçiyorlar solumdan. Ben bi yavaşlamışım ki sormayın. Zemini yalamak istemiyorum.
Kaka arabaların pis lastikleri mermi gibi taş sıçratıyorlar. Hepsi fıstıkıma denk geliyor. Dank-donk-dink-çat-çut...
Aha ben de furuldum... Sol ayağımın serçe parmağından isabet alıyorum. Yaram büyük. Artık gaziyim. Belki de şehadet nasip olur. Belki yol kenarına defnedip, başıma taş bilem dikerler.
Şaka bir yana, canım fena yanıyor. Çakma konverslerle yola çıkmak, hata sayısını dört olarak geçiriyor kayıtlara. (zaten tabanı da dandik, yere falan tutunmuyor.)
Duruyorum. 5-6 arabalık konvoyun uzaklaşmasını bekliyorum. Arkam boş. Temkinli ve yalnız gitmek lazım. 4-5 km. sonra bitiyor inşaat işkencesi.
Ankara yolu uzun, dümdüz, asfalt cillop gibi. Uzamak lazım, ama ne mümkün... her yer radar tabelası. Sıkıysa uza.
Mahmurluğu, uykuyu filan atlattık ama, midede kazı ve konser faaliyetleri devam ediyor. Haritaya bakıyorum, Kulu ilçesinde yemek molası vermeye karar veriyorum.
Kulu'ya yaklaştık. Durup yukarıdan bir-iki foto çekiyorum. Az sonra karnım doyacak, belki kovalarım davulcuları.
Kuludayım. Lokanta bakınıyorum. Bir-iki tanesini kaçırdım. İleride vardır nasılsa...
Sol tarafımda bir park görüyorum. Kocaman tabelasında, Olof PALME parkı yazıyor. Tuhafıma gidiyor. Anadolunun ortasında, suikaste uğramış İsveçli bir siyasetçinin ne işi var? diye geçiriyorum içimden. Bazıları tepki verebilir ama, hazzetmiyorum bu durumdan.
Sağda bir lokanta görüyorum. Adı, "İsveç lokantası". Dumur oluyorum. "Yemiyorum lan burada" diyerek uzuyorum Kuludan.
Eminim, yazımı okuyanların bir kısmı zıkkımın pekini önereceklerdir
Bilinsin ki, Umurumda değil. Zaten sabah yediklerim, zıkkımı da, pekini de aratır oldu çoktan
Gün batımı yaklaşıyor. Artık kalacak bir otel motel ayarlamak lazım. Gölbaşı ilçesi var ufukta. Yaklaşınca sağda büyükçe bir çeşme görüyorum. Kırıyorum gidonu. Bir araba var. Adamın biri çeşmenin dibinde arkasını dönmüş, ayakta küçük abdest bozuyor. İki küçük kızı da, büyükçe bir kayanın dibine çökmüş.
Anaları; "hadi kızım, hadi yap artık, bak gidiceez" diyerek gaz veriyor. Açık alanda, işlek bir yol kenarında, ulu orta yerde inanılmaz bir manzara... yuf olsun... oha olsun... çüş olsun artık... Hep beraber sofraya oturan bir aile gibi, yine hep beraber def-i hacete durmuşlar
Hemen toparlanıp, arabaya doluşup uzuyorlar. Ulan 5-10 km. aralıklarla benzin istasyonları var. Ama insanlar için. Ayılar giremez yani. Sanırım o yüzden oradalardı...
Bu saçma aileden sonra, çeşmeye, arabayla üç genç geliyor. Yanaşıp, Gölbaşı veya Ankara otobanı civarında, merkeze girmeden kalabileceğim otel soruyorum;
-Gölbaşı uygundur. Sincana veya Eryamana girme abi. Sakat yerler. Kıla gidersin
-İyi canım, girmeyiz.
-Ama abi Eryamanda, belediyenin karşısında yeni yapılan bi otel var, uygun bi yer. Orada kalabilirsin. Bişey olmaz. Bence oraya git.
-İyi canım, gireriz.
Teşekkür edip, tekrar gazlıyorum.
Gölbaşı'yı transit geçip, Otobana giriyorum. Hedefim Eryamandaki güvenli sıcak yuva.
Otoban bileti almak için gişeye yanaşıyorum. Butona basıp bileti bekliyorum, ama gelen giden yok
Sensörler görmedi diyerek, motoru ileri geri oynatıyorum. tekrar basıyorum, yine kimse yok.
Haydaaa çattık yine. Daha önce İstanbulda da yaşamıştım bu mevzuyu, ilerideki polis otosuna danışmış, sensörsüz olan son gişeden almıştım bileti.
Şimdi ise danışacak kimse yok. Defalarca tıklıyorum, bilet de yok. Hay anasını... Arkadan bir tır yanaşıyor, sabırla bekliyor ve sonunda "VOYYNNNKKK" diye korna çalıp, zıplatıyor yerimden. Aha ödüm de patladı işte
Motoru sağa çekip, tıra yol verip, gişeleri turluyorum. Sensörsüz birini bulmaya çalışıyorum, ama nafile.
Birden kılıksız bir genç beliriyor yanımda.
-Napıyon abi?
-Hö?... Eee, şeyyy... Durum büle, büle, büledir sevgili kardeşim. Derdimiz bilettir, dermanımız aha bu salak kutulardadır. Ama kıllık yapmakta, vermemektedir.
-Ben sana vereyim abi. Al, buyur. (Cebinden gıcır gıcır bir bilet çıkarıp veriyor.)
-Aboooo... Sağol şoparcan kardeşim. Allah sana kara kaşlı, kara gözlü 15 tane bebe nasip etsin
Yılbaşı piyango bileti gibi özenle cebime yerleştirip, tekrar gazlıyorum.
Az gidiyorum, uz gidiyorum, dere tepe düz gidiyorum, Eryaman tabelası görünmüyor.
Aragaz gidiyorum, tapagaz gidiyorum, yine görünmüyor.
-Gerede 109- Tabelasını görüyorum ve bir anda fikrim değişiyor. Eryamandan vaz geçiyorum, zira hiç bilmediğim bir yerde belediye binasını aramaktansa, az-çok bildiğim bir yere varmak daha cazip geliyor.
Bekle beni Gerede. Ciyuuuvvv ! (Otobanda mermiye hızına çıkıyoruz. )
50. km civarlarında bir tesiste mola veriyorum. Çünki Midem beni, resmen tehdit etmeye başlıyor.
-Lan dingil; Bak kanarım buralarda, görürsün hanyayı konyayı. Manyakmısan oğlım. Öldürecen mi kendini?
-Pek sevgili sayın mideciğim; Hani sen zaten bugün rahatsızsın ya, o yüzden şeyetmemek için ben seni yani kem küm
-Kes lan... Gir şuraya bi çorba iç.
-Eee şeyy... peki o zaman...
Çorbayı içip motorun yanına geliyorum. Her yerde olduğu gibi, pek çok göz yine üzerimizde. Çaktırmadan kesenler, öküz gibi bakanlar, iç çekenler, of çekenler, ah çekenler, sarışınlar, esmerler
Cool bi edayla motoru yan ayaktan alıp doğrultuyorum, artiz gibi binecem, herkeş bakacak, hasta olacak, "üff beee, vay beeee" diyecekler...
Ama o da ne? Motor sağa doğru kayıyor. La motor gidiyor... La dur düşme... sakın ha... la.... ulaaaAAA... KÜÜÜTTT...
Koca çınar gövdesi gibi, "GÜÜÜMMM" diye düştü bizim manda.
Karizma-marizma yerle yeksan... Rezillik diz boyu... Daha ne diyim
O bitkinlikle, motoru yerden kaldıramayacağımı hissettim ve bön bön bakan birine seslenip yardım istedim. İki cengaver koştu yardım etti, mandayı kaldırdık, bindim, çalıştırdım, ve ardıma bakmadan direk topukladım.
Bir süre sonra Gerede tabelası göründü. Sapaktan çıktım, ilçe merkezine geldim. Otel sordum, tarif üzerine gittim.
Kapıdan koşarak biri çıktı ve karşıladı beni.
-Welcome sir
-Hö? velkam-melkam yok birader, selamun aleyküm.
-Haaa... Aleyküm selam abi hoşgeldin.
Ne demiş atalarımız? "Ne oldum deme, ne olacağım? de."
Yaklaşık on saniye önce "sör" idik, şimdi ise abiyiz. Olsun. Ziyanı yok.
Otele yerleştim, yayıldım. Önce bol bol soğuk su içtim ferahladım, sonra karşıdaki lokantaya gidip, güzelce bi karnımı doyurdum.
Odama geldiğimde, göbek hacmim had safhaya ulaşmıştı. Fatihin topları artık içimde patlıyordu
Gözümden uyku akıyordu ama, mide fesadı geçiren biri nasıl uyusundu?.
Ben diyeyim sızdım, siz deyin bayıldın, işte öyle bişey, devrilmişim yatağa.
689 Km.'nin yorgunluğu, mide fesadına baskın çıktı.
Sabaha kadar kaç kez uyanıp, tuvalete koşturup istifra ettiğimi yazmayayım, sizin de tadınız kaçmasın.
Birinci günü böylece atlattık. Ama ikinci günde de (Gerede-Beylikdüzü) çekeceğimiz varmış.
Sürç-i lisan ettiysek, affola. Zahmet edip okuyanlara selamlar...
________________________________________________
1. Gün 689 Km.
İstikamet Silifke>Mut>Karaman>Konya>Ankara>Gerede
Fotoğraf ayrıntıları, alttaki bağlantıda.