Büyük Britanya Gezi Rehberi – Bölüm 8 – Lake District – Peak District
Reklamlar
-
Bu gezimize ait videoya aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
1.Gün
Herkese merhaba,
Bu aralar maalesef buraları biraz boşlamak durumunda kaldık. Vize telaşı, taşınma işleri derken gezmeye biraz ara vermiştik. İş değişikliğimi de fırsat bilip aradaki bir haftaya nasıl birşeyler sıkıştırız diye düşünürken, Büyük Britanya’da gezilecek en iyi yerlerden biri olan hatta motorcular için şahane geçitleri içinde barındıran Lake District’e gitmeye karar verdik. Burası adından da anlaşılacağı gibi göller bölgesi. Ne kadar çok turisti kendine çekerse çeksin, doğal güzelliği zerre kadar bozulmamış, eşsiz biryer.
Çeşitli bloglarda ve gezi fotoğraflarında sürekli paylaşılan bu eşsiz doğası olan yere gitmeyi daha öncede istemiştik ama fırsat bulamamıştık. Gezmeyi planladığımız yerlerle ilgili paylaşımlar yapıldıkça haritadan pinlediğimiz için rotayı oluşturmak çok zor olmadı. 2 gün öncesinden rotayı ve kalacağımız otelleri ayarlayıp bir salı sabahı kendimizi attık yollara..
Bu sefer 6 saatlik bir yolumuz olduğu için sabah güneşin doğumuyla yola çıkacaktık. Her zamanki gibi olmadı. Ne kadar motoru, çantaları, ekipmanları önceki geceden hazırlasak da hep gecikmeli olarak çıkıyoruz 🙂
İngiltere’de havalar soğuduğu için ekipmanların önemini bu gezide bir kere daha anladık. 4 mevsimlik diye satılan ekipmanlar ile Gore-tex kışlık ekipmanlar arasında gerçekten çok fark var. Ekipmanlarla ilgili yorumlarımı yaşadığımız olayları anlatırken yeniden deyineceğim.
Yazının en başında belirtmeliyim ki biraz çok fotoğraf paylaşmış olabiliriz. Daha paylaşamadığımız harika fotoğraflarımız kalsa da başka yazılarda paylaşmaya devam edeceğiz. Umarım sıkılmazsınız.
Ve o zaman başlayalım..
Evden çıkalı daha 10 dk olmuştu. Otobana çıkar çıkmaz Londra’nın meşhur trafiğine sabahın köründe takıldık. Normalde 15 dakikada alacağımız yolu yaklaşık bir buçuk saatte alınca, bu yolun tahminimizden daha uzun ve yorucu olacağını anlamıştık. Burada ‘Filtering’ adı verilen motorculara sunulan bir imkan var. Yavaş akan ya da duran trafikte araçların arasından geçişinize izin veriliyor. Ama Türkiye’deki ya da İtalya’daki gibi emniyet şeridine çıkıp gitmeniz yasak. Maalesef motorun hem büyük hem de yan çantaların olması nedeniyle Triumph ile araçların aralarından geçemediğimiz için sıkışıp kaldık.
Trafikten kaçmak için ara yollardan gitmeye karar versekte yorulduğumuz için daha yola çıkmadan kahvaltı molası vermek durumunda kaldık. Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi burada otobanlar ücretsiz. Her otobanda yol kenarlarında belirli mil aralıklarıyla ‘Break’ adı verilen dinlenme tesisleri bulunuyor. Genel ihtiyaçlarınızı karşılayıp, benzin alabileceğiniz istasyonlar da bünyesinde mevcut.
A537
Başlık biraz tuhaf değil mi? Yolun bir adı olmadığı için maalesef yolun kodunu yazmak zorunda kaldık. A537 Lake district yolu üzerinde yer alan Peak districtte yer alıyor. Lake Districte kadar otobandan gitmek istemediğimiz için yolu oldukça uzatsa da Peak districti de rotaya ekledik. Açıkcası Peak District için olan planımız dönüş rotası üzerinde Snake yolundan geçmekti. Giderkende aynı yolu kullanmamak için bu yolu bulduk. Bu kadar iyi bir yerle karşılaşacağımızı bilmiyorduk açıkcası. Çok da araştırmamıştık gerçi ama bize sunduğu doğal güzellikler sürpriz oldu. Burası çok farklı bir yer. Hiç bir yere benzetemediğim için intercom üzerinden eşime Smaug’un çorak toprakları burasıymış demek ki diyebildim. Hafif engebeli düz bir arazi burası. Yolu kazıp düzleştirmek için hiç uğraşmamışlar. Arazinin şekline göre yol yapmışlar. Bu da sürekli yukarı aşağı ve sağa sola zigzaglı bir yol meydana getirmiş. Motor kullanması oldukça keyifli bir yol. Yol kenarındaki bitki örtüsü ise gerçektende tuhaf. Herşey siyah. Bildiğiniz kapkara bir bitki örtüsü ve toprak. Yol üzerinde ise yalnızlığınızı neredeyse hissediyorsunuz. Yerleşim yerleri yol üzerinde olmadığı için pek bir hayat belirtisi yok bir kaç bar dışında. Gözüm sürekli yakıt göstergesindeydi. Zira buradan en yakın benzinliğe gitmek de bir dert.
Yaklaşık 3 kere daha mola vererek yaklaşık 470 kmlik yolculuğumuzu 9 saatte tamamladık. Otele vardığımızda hava çoktan kararmıştı Maalesef kışın adada saat 3 gibi hava kararıyor. Hatta daha kuzeye İskoçya’ya doğru çıktığınızda daha da erken kararıyor. Hatta İskoçya’da hava koşullarının sert olması ve havanın erken kararması sebebiyle Highland turları iptal ediliyor.
Otele geldiğimizde gerçekten çok yorulmuştuk. Yemek bile yemeden kendimizi duşa atıp, sızdık diyebilirim.
Lake District
Kuzey Batı İngiltere’de bulunan bu dağlık bölgede sayısız göl bulunuyor. Birleşik Krallığın 2. büyük ulusal parkı. Belki duymuşsunuzdur İngiltere’nin en yüksek dağı olan Scafell Pike’da burada yer alıyor.
Otel: Rothay Garden Hotel & Riverside Spa
2. Gün
Otelimiz Göller Bölgesi diye adlandırılan ‘Lake Distict’ te Grasmere köyünde Rothay Nehri’nin kenarında 1856’da inşa edilmiş bir spa oteliydi.
Pırıl pırıl bir havayı hayal ederken tam tersi şakır şakır yağan bir sabaha merhaba diyorduk. Pencereyi açtığımızda içeri giren mis gibi orman kokusu ve kuşların cıvıltısını biraz moralimizi düzeltti. Kahvaltıya indiğimizde yaş ortalamasını yaklaşık 30 yaş indirmiş olabiliriz 🙂 Otelde tonton dedeler ve nineler vardı. Turla trekking yapmaya gelmişler. Kahvaltıya inerken yağmur yağıyordu belki durur diye ne kadar ümitlensek de burası İngiltere. Öyle birşey çok mümkün olmuyor. Ne zaman yola çıksak genelde bir gün yağmura mutlaka tutuluyoruz. Neyseki ekipmanlarımız uygun olduğu için bu sefer sorun bulunmuyordu. Kahvaltı sonrası motora çantalarımızı takıp, otelden ayrılırken yaşlı pamuk bir nine yanımıza gelip ‘Wowwww motor sizin mi keşke ben de genç olsam sizin gibi motorla gezebilsem’ dediğinde aslında zamanın nasıl hızlı geçtiğini ve bazı şeylerin gerçekten yaşı olduğunu anlayıp biraz duygulandık. Motora binmeye gücümüz olana kadar eminim çift olarak binmeye ve gezmeye devam edeceğiz.
Grasmere
Cumbria bölgesinde bulunan, otelimizin de içinde bulunduğu bu yer Göller Bölgesinin en meşhur kasabalarından birisi. Hemen hemen tüm evler 19 yy’dan kalma. Gerçekten gözlerimizi büyüledi. Hediyelik eşya dükkanları, rengarenk çiçeklerle bezenmiş çay evleri, taş barları ve butik otelleriyle her mevsim bir çok turisti ağırlayan ve kalabalık olan bir yerleşim yeri. Yağmurunda olması nedeniyle sadece motorumuzla içinden geçip, 2. günün rotasını takip etmeye karar verdik. Şayet zamanınız olursa buraya mutlaka yarım gününüzü ayırmanızı tavsiye ederiz. Özellikle Dove Cottage’u gezebilir Sarah Nelson’ın Gingerbread dikkanından zencefilli kurabiyeler yiyebilirsiniz.
Yaz sezonunda buharlı trenlerle göl kenarında ya da eski teknelerle gölge gezintiye çıkabiliyorsunuz. Maalesef kışa girdiğimiz için tüm turlar iptal edilmişti. O nedenle ikisine de binemedik. Geziye çıkarken internet siteleri üzerinden mutlaka açık olup olmadıklarını kontrol etmenizi tavsiye ederiz. Yine de gitmek isterseniz en meşhur olanları sizlerle paylaşıyorum. (Lakeside & Haverthwaite Railway, The Steam Yacht Gondola)
Yağmur bütün gece yağdığı için bazı yerlerde sular birikmişti. Yola çıkalı daha 2 3 dk olmuştu bir anda kocaman bir su birikintisinden geçtik. Kafamın üzerinden suların geçtiğini hatırlıyorum. Merak edenler videoyu izleyebilir 🙂 Islanmayan hiçbir ekipmanımız kalmamıştı. Dakka 1 gol 1 misali.. Bu gezide de baya şanslıydık. Yapacak birşey yoktu hazırladığımız rotayı bir şekilde bitirecektik. O nedenle otele geri dönmedik.
Wray Castle
İlk durağımız kocaman kuleleri olan bu gotik kaleydi. 1840’da aslında bir kale olarak değil özel bir ev olarak inşa edilmiş. Windermere gölüne yürüyüş yolu bulunan bu kale aslında sanayi devrimi zamanı servetlerine servet katan zenginlerden birinin eviymiş. Kendi otoparkı bulunuyor.
National Trust kartımız olduğu için ne otoparka ne de kaleye ekstra bir ödeme yapmadık. İnternet sitesinden kontrol ettiğimizde açık olmasına rağmen gittiğimizde kapalı olan bu kaleyi gezemediğimiz için üzüldük. Yağmur tabi ki hiç durmadan yağmaya devam ediyordu. Biraz ısınmak ve kurlanmak için açık olan kafesinde birer kahve içmeye karar verdik. National trust tarafından koruma altına alınan bu kalenin kocaman bir bahçesi bulunuyor. Bu yağmurda treking yapmaya gelen birçok grup bulunuyordu. Onlarda bizim gibi ıslanmış kurumaya gelmişti. Aslında ıslandık dediğim içimize hiç su girmedi ama ekipmanlardan şakır şakır su akıyordu. Oturduğumuz heryerde küçük bir göl oluşuyordu. Kafeden ayrılırken yağmur hala devam ediyordu.
Tarn Hows
Coniston ve Hawkshead köyleri arasındaki tepelerin ortasında bir göl, gölün etrafını kaplayan yeşilden sarıya , sarıdan kızıla çalan çam ağaçları, otlayan Galloway sığırları (önceki yazıda bahsettiğim göbeği beyaz inekler meğer sığırmış kusurumuza bakmayın ) ve Herdwick koyunları… İşte böyle harika bir doğa yürüyüşü yapabileceğiniz ya da piknik sepetiniz ve battaniyenizle gelip bu tepeden muhteşem manzarayı izleyebileceğiniz bir seyir tepesi burası. Aracınızı parkedebileceğiniz ücretsiz otoparkı bulunuyor. Hatta 1,5 millik tekerlekli sandalye ile gelen misafirler için gezinti yolu bile yapmışlar. Çimlere oturup, birşeyler yiyip içme hayalimiz maalesef yağmur nedeniyle suya düşse de yine de şakır şakır yağmura inat inip hem yürüyüşümüz yaptık hem de fotoğraf çekildik. Dedim ya herşey üst üste gelir ve siste gelip manzarayı kapattı.
Motora doğru giderken uzaklardan meleye meleye koşarak yanımıza bu tombul şey çıka geldi. Ağzında otuyla ortalıklarda dolaşıyor 🙂 Yanımızda yiyecek birşey olmayınca peşimizi bıraktı. O kadar mutlular ki heryerde özgürce dolaşabiliyorlar. Suratlarında da böyle bir gülümseme var.
Yağmur hızladığı için Lakeland Motor Museum’a gitmeye karar verdik. En azından kapalı biryerdi. Günün kalanını orada geçirebilirdik.
Willions Arms
Bloglarda sürekli fotoğrafı paylaşılan bu buharla çalışan makinayı şans eseri motor müzesine geçerken gördük. Durup tabiki fotoğraf çekildik. Choose your best 🙂
Yağmur neredeyse durmuştu. Motor müzesine gitmekten son dakika vazgeçip yeniden Tarn Hows’a dönüp muhteşem manzaranın tadını çıkarmaya karar verdik. Yarım saatlik yolculuğun ardından Tarn Hows’a yeniden geldik fakat değişen hiçbirşeyi yoktu. Burada hala şakır şakır yağmur yağıyordu. Olsun bizim için farketmezdi. Kafamızda kasklarımız, üzerimizde Gore-tex kıyafetler el ele yürüyüş yapıyorduk 🙂 Yanımızdan arabayla geçenler deli olduğumuzu düşünmüş olabilirler. Onlar maalesef arabadan dahi aşağıya inemediler. Yağmur da olsa hiçbirşeyi bu eşsiz yerin tadını çıkarmamıza engel olamazdı. Sadece aldığımız şampanyamız motorun çantasında kaldı 🙂
Ambleside
Artık iyice ıslanmış ve acıkmıştık. O nedenle yarım saat uzaklıkta bulunan Ambleside kasabasında gidip, biryerde yemek yemeye ve ısınmaya karar verdik.
Tıpkı Grasmere gibi küçük ve sevimli bir kasaba olan Ambleside göl kenarında bulunuyor. Göle sıfır konumlanmış Wateredge Inn Pub’a gitmeye karar verdik. İçeri girdiğimizde hemen şöminenin kenarında bir masa bulup oturduk. Ekipmanlarımızdan sular akıyordu. Sandalyelere montları asıp, şöminenin kenarında bulunan odunların üzerine buffları ve eldivenleri dizdik. Sipariş almak için gelen garson bizi uyardı ve montlarımızı güvenlik sebebiyle ateşe çok yaklaştırmamızı söyledi. Herkes bize bakıyordu Yerler tamamen göl olmuştu. Yapacak birşey yoktu. Yağmur 5 dk bile dinmemişti.
Bu tarz yerlere geldiğimizde genelde yerel yemekleri yemeyi tercih ediyoruz. Kuzu etinden yapılan güveç aşırı lezzetliydi. Etler gerçekten kokmuyor. Deneyebilirsiniz. Karnımızı doyurup, ‘Mulled wine’ adı verilen sıcak şaraplarımızı içtikten sonra yola koyulmak için montlarımızı giydik. Ekipmanlar o kadar ağırlaşmasına rağmen eldivenler haricinde hiçbirşeyin içi ıslak değildi. Eldivenlerin ıslanmasının sebebi ise sürekli yağmurda fotoğraf çekilmek için çıkartıp giymemizdi. Islak ıslak giymek artık can sıkıyordu.
Bardan çıkıp göl kenarında biraz yürüyüş yaptık. Waterhead İskelesi’ndeki Windermere gölü feribot terminali 1845’e te yapılmış. Gerçekten herşey çok eski olmasına rağmen bir o kadar da bakımlı. Yazın gölge çeşitli su sporları yapabilir ya da teknelerle gölde gezintiye çıkabilirsiniz. Kuğuları ve ördekleri besleyebilirsiniz. Fotoğraf çekerken gölde kanolarıyla gezen insanlar vardı.
Fotoğraf çekildikten sonra yeni yıl için hediyelik eşyaların ve süslerin satıldığı bir mağazaya gittik. Hayatımda bu kadar çok süsü bir arada görmemiştim. Motorla yolculuk yapmayı çok sevmemize rağmen gittiğiniz yerlerden büyük birşeyler alamamak bazen insanı üzüyor. Beğendiğimiz noel babalar ve geyikler çok büyük olduğu için maalesef sadece ufak birkaç parça şey alıp çıktık.
Motorumuzu kasabanın merkezinde bulunan bir otoparka parkedip, keşfe çıktık. Otoparkın hemen yanında bulunan The Bridge House’un önünde fotoğraf çekilmeden geçmeyin. 17 yy’dan kalma olan bu taş köprü üzerine yapılan sevimli küçük taş ev herkesin ilgi odağı olmuş. Eski, köklü bir ailenin nehrin diğer tarafındaki elma bahçelerine erişim sağlamak için bir köprüyü inşa ettirildiği ve evinde bir elma mağazası olarak sonrasında eklendiği söyleniliyor. Küçük ikonik eve veda edip, diğer dükkanları gezmeye devam ettik. Su sporları, dağcılık, treking, bisiklet gibi bir çok sporcuyu ve spor severi ağırlayan bu kasabaların hepsinde çok büyük spor kıyafetleri satan mağazaların olması bizi çok şaşırttı.
Hava kararmaya başlamış ve iyice soğumuştu ya da biz ıslak şeyleri üzerimizde tüm gün boyunca taşıdığımız için soğuğu daha fazla hissediyor da olabilirdik. Biraz ısınmak ve köyün tadını çıkarmak için küçük bir kahve dükkanında oturmaya karar verdik. Bu tarz yerlerde maalesef birçok hediyelik eşya dükkanı ya da butik kahve, tatlı dükkanları çok erken saatlerde kapanıyor. O nedenle alışverişleri geç saatlere bırakmamanızı tavsiye ederiz. Kahvemizi içtikten sonra otelin yoluna geri tuttuk. Hava çoktan kararmıştı ve tahmin edeceğiniz üzere dönüş yolunda yağmur tamamen dinmişti.
Montlar, ayakkabılar, pantolonların içleri sadece soğuktu asla ıslanmamıştı fakat eldivenler ve eldivenler yüzünden montların kolları tamamen ıslaktı. Herşeyi kaloriferlerin üzerine dizdik. Yarın yağmursuz bir güne uyanmak için totem yapıyorduk.
3.Gün
Bugünde rotanın hem uzun hem de dolu dolu olması sebebiyle sabah 7’de kahvaltıya indik. Pırıl pırıl güneşli bir havaya uyanmıştık. Ekipmanlarımız da kurumuştu. Keyfimize diyecek yoktu 🙂
Checkout sonrası motorumuzu hazırlayıp yine düştük yollara..
Keswick
İlk durağımız Keswick kasabasıydı. Burası da diğer iki kasaba kadar güzel ve turistik bir yerdi. Dağın eteğine kurulan bu yere genelde insanlar kamp yapmak için geliyorlar. Derwentwater gölünde çeşitli su aktivitelerine katılabilir ya da tekne turuna da çıkabilirsiniz. Her Cumartesi günü kocaman bir pazar kuruluyormuş. Maalesef biz göremedik.
Keswick’teki ikinci durağımız birçok bloga konu olan çiçekleri ile meşhur olan ‘Parish Church of Keswick St John’ kilisesiydi. Çiçeklerin hepsi elde örülmüş ve yeşil demirden saplarla toprağa saplanarak bu eşsiz görüntü ortaya çıkmış. Her sene Kasım ayında savaşta ölenleri anmak için yakalarına, arabalarına gelincik asıyorlar. Birinci Dünya Savaşı saat 11 de, 11. günde, 11. ayda 1918’de sona erdiği için Kasım ayında heryere gelincik çelenkleri yada bu şekilde süslemelerle donatıyorlar.
Alpacaly Ever After
Ve gezinin en eğlenceli durağı kesinlikle burasıydı. Tabiki eşim için 🙂 Alpaca aslında bir deve türü. Boyları 1 – 2.5 metre, ağırlıkları ise 55-65 kg. İnternetten rezervasyon yaptırarak bir buçuk saat boyunca bir rehber eşliğinde bu sevimli mi sevimli, yumuşacacık alpacaları gezdirebiliyorsunuz. Çok sosyal hayvanlar olmaları nedeniyle tek başlarına dolaşmaktan keyif almıyorlar. Yanlarında çiftlerinin olmasını istiyorlar. Ayrıca bu gezintide sizlere birer rehber eşlik ettiği için maalesef oraya gidip bilet alıp gezemiyorsunuz. Önceden rezervasyon şart.
Tam bir buçuk saat bu sevimli Alpacalar ile zamanın nasıl geçtiğini inanın anlamadık. Lama gibi tükürmüyorlar (çok gergin ya da tehlikede olmadıkları sürece) ve yük taşımak için kullanılmıyorlar. Bu çiftlik hayvanları aslında köpekler gibi kendi karakterleri var. İnanmayacaksınız ama adlarını biliyorlar, çağrıldıklarında size geliyorlar. Sürekli açlar, çimenleri kemirmek istiyorlar. Gezinin sonunda verilen peynir kırıntılı özel kuru yemlerine ise bayılıyorlar. Ellerinizden yemek yiyorlar. Asla ısırmıyorlar. Dokunabilirsiniz ama sadece boyunlarına. Kafalarına ya da sırtlarına dokunmayın. Tehlikede olduklarını sanıp, size tekme atabilirler. Sabahın ılk saatlerinde yüzümüzdeki sevimli gülümsemenin sebebi tamamen Hobby ve Milky Joe’ydu 🙂
Bu beyaz olanın adı Hobby. Çok akıllı, söz dinleyen, tüyleri de bir o kadar yumuşak olan.
Bu ise Milky Joe. Tam bir teenager. O kadar yaramaz ve başına buyruktu ki. Özellikle kafasındaki şaçlar onu diğerlerinin yanında çok cool kılıyor.
Bir buçuk saatlik gezi boyunca çok tatlı bir rehber bize eşlik edip, alpacalar hakkında bilgi verdi. Yüzmeye bayılıyorlar. Yazları 25 derece olan bu gölde sürekli yüzüyorlarmış. Göl kenarında bulunan çiftliklerinde aşırı mutlular. 20-25 sene yaşıyorlar. Dişi alpacalar ise doğum tarihlerini kendileri ayarlayabiliyorlarmış. Şayet havalar çok kötü ve soğuk gidiyorsa, doğum yapmak için biraz daha bekliyorlarmış.
Bu harika yerden ayrılmak çok zor oldu. Yolumuz bu tarafa düşerse mutlaka ziyaretlerine yeniden gideceğiz. Kafesinde bir kahve içip, dinlendikten sonra gezinin en heyecanlı, nefeslerimizin kesildiği, en tehlikeli rotasına doğru yola çıktık.
Buttermere Dron
Honnister geçidine giderken yol üzerinde planladığımız fakat duracağımız tahmin etmediğimiz bir yerdi Buttermere gölü. Fakat bölgeye ulaştığımız anda fikrimiz değişti ve ilk fırsatta motosikleti güvenle parkedip drone uçurabileceğimiz bir aramaya başladık. İstediğimden de fazlasını gölün hemen yanında bulduk. Burası otobüslerin bile rahatça park edebileceği bir alandı. Sonrada anladım ki oldukça popüler bir trekking noktasıymış. Şansımıza yine çok sakindi ortalık ve rahatça drone uçurabildik. Hafif bir rüzgar olsa da herhangi bir sorun çıkaracak kadar değildi. Göl üzerinden ve etraftaki tepelerden defalarca geçtim. Videoda muhteşem göl manzarasını izleyebilirsiniz. Bir kez daha buranın ne kadar harika bir yer olduğunu tepeden gördük. Harika bir göl etrafında yüksek tepeler, küçük köyler ve tamamen yeşil bir doğa…
Honnister Pass
Lake Districtte kaldığımız son ve tek yağmursuz günü meşhur dağ geçitlerine ayırmıştık. Kuzeyden güneye inmeyi planladığımız için kuzeydeki bir geçit olan Honnister geçidinden başladık. En ünlü geçitlerden bir tanesi. Açıkcası tepeye tırmanan kadar yol üzerinde tek tük bir kaç araç gördük. Oldukça sessiz ve sakindi yol. Tatlı virajları olan bir yola yanda akan tertemiz dağ suyu eşlik ediyor. Manzara gerçektende muhteşemdi fakat motorcular için virajlara yatılıp çıkılabilecek bir yol değil. Yine de yol boyunca dikkat etmeniz gerekiyor. Yol üzerinde karşıdan gelen araçlara yol verebileceğiniz veya fotoğraf çekmek için durabileceğiniz bir çok nokta var. Burası diğer geçitlerden çok daha geniş olduğu için yol verme ihtiyacı hiç hissetmedik. Geçidin sonunda ise bir tesis var. Bizim gidecek daha çoook yolumuz olduğu ve hava buralarda oldukça erken karardığı için yola devam ettik. Yinede manzaraya karşı sıcak bir şey içmek fena olmaz 🙂 Maalesef burada durmadığımız için fotoğraf çekemedik ama videoda detaylarını görebilirsiniz.
Wrynose Pass
Honnister geçidinden geçeli daha az bir zaman olmuştu ki hemen Wrynose geçidine vardık. Biz daha intercom üzerinden bir önceki geçidin sohbetini yapıyorduk Wrynose’a vardığımızda. Oldukça dar olan bu geçitten arabalar nasıl geçiyor diye düşünmedim değil. Triumph da da yolun bir çoğunu kapladığımı hissediyordum.
Wrynose geçidine girer girmez yukarıya doğru tırmanmaya başladık. Yukarılara vardıkça arkamızda uzayan doğal güzellik bizi kendisine hayran bırakıyor, manzara gittikçe güzelleşiyordu. Sanırım yukarıya tırmanmaktansa aşağıya inmeyi tercih ederim. Zira aynadan arkama bakayım da manzaranın tadını çıkarayım gibi bişey olmuyor. 500 kiloya yaklaşan bir ağırlıkla dar geçitten geçerken manzaradan ziyade yola odaklanıyor insan. Aşağıya inenler kadar manzaranın tadını çıkaramasamda yol boyunca geçtiğim minik köprüler, kenarda otlayan hayvanlar, sınırsız doğa güzelliği beni kendine hayran bırakıyor. 1200cc tabiki de bu yokuşu çıkarken zorlanmıyor. Fakat 3 silindirin çıkardığı sesteki değişiklik bizim gibi motor severlerin aradığı cinsten. Düşük devir, yüksek tork, guruldayan bir motor… Bir kez daha olmak istediğimiz yerdeyiz. Burasıda Honnister geçidi gibi spor motorla gelip diz değdire değdire viraj alabileceğiniz bir yer değil.
Ufak bir uyarıyı da bu bölümde yapmakta fayda var. İngiltere ve Gallerde katettiğimiz yollarda sürekli Cattle Grid denilen Demir zemin geçitlerden geçtik. İngilterenin nemli veya yağmurlu havasında oldukça kaygan oluyorlar. Sürekli yolda uyarılar var hiçbirisini atlamamak ve çok dikkatli olmak lazım.
Hardnott Pass
İlk geçitten (Honnister) geçtiğimizde doğa güzelliği bizi kendisine hayran bıraktı ve araba veya motorla geçilebilecek rahat kolay diyebileceğimiz bir yerdi. Rotamızdaki ikinci geçit olan Wrynose ise dikkat edilmesi gereken bir yerdi. Çok zorlamasa da acemilere göre olmayan bir yer. Biz bu ikisinde oldukça havaya girmiş bir şekilde tadına vara vara yolumuza devam ettik. Çok zorlayıcı yollardan geçtiğimizi sanıp havaya girdik ta ki Hardnott’a varana kadar. O havamız birden sönüverdi.
Wrynose ile bitişik olan bu geçit önce yukarı tırmanarak başladık. Oldukça kısa S virajları var. Daha 50 metre gitmeden diğer viraja geliyorsunuz. Ve sürekli yukarıya doğru bir tırmanma halindesiniz. Yollarda çok dar olduğu için istedim gibi pozisyon alamıyorum. Karşıdan birisinin gelmesi durumunda benim olduğum yerde durmak dışında yapabilecek pekde çok birşeyim yok. Yavaş gitmek Triumph da beni en çok zorlayan şey. O kadar ağırlık ve bunun üzerine ağırlık merkezi yukarıda. Gerçektende çileye dönebiliyor. Her seferinde bu durumla karşılaştığımda R1200GS(A) de hayat çok daha kolay olurdu diye hayal etmeden edemiyorum.
Tırmanmayı tamamladığımızda bir mola verip fotoğraf çekildik. Sabahtan beri yollardayız sürekli viraj alıyoruz. Üstelik güneşi de kaybettik. Daha alacak çok yolumuz vardı. Bu yüzden kısa molalar ile enerjimizi geri toparlamaya çalıştık. Tepeden aşağıya doğru katettiğimiz yola bakıp kendimizle gurur duyduk. Yukarıdan bakıp nerelerden geçtiğimizi görmek tüm çekilen yorgunluğa gerçekten değer.
Bir motosiklet turunda herseyi planlayamasınız. Planlasanız bile muhtemelen o plan dışında haraket edeceksiniz ve ya süprizlerle karşılaşacaksınız. İşte o anlardan birisi de bizim için aşağıya iniş yolunda gerçekleşti. Birisi bana tam o saatte orada ol ve güneşin batışında o yoldan aşağıya in dese imkanı yok denk gelmez. Bu sefer şans bizden yanaydı. Herkes en güzel güneş batışının denize karşı olduğunu söylese de bana göre yanılıyorlar. O güne kadar gördüğün en güzel ve en keyifli güneş batışı oradaydı. İniş yolunda güneş batışının saçtığı farklı tonlardaki ışıklar bize eşlik etti. Motorun uğultusu, rüzgarın sesi, tatlı virajlar, güneşin batışı… O anları ne bir blog yazısında paylaşabiliriz ne de fotoğraf-video ile aktarabiliriz.
Böylece tüm geçitleri tamamlayıp Peak Districte doğru rotamızda ilerlemeye devam ettik.
Ve bizim favori fotoğrafımız..
Muncaster Castle
İlk rotayı planlarken göller bölgesinin batısında olan bu kale ters tarafta kalıyordu. Passlerden geçip, Peak Distict’e doğru gideceğimiz yol maalesef kapalı olduğu için diğer yol bu kalenin yakınlarından geçiyordu. Uğramadan geçmek istemedik. Diğer gezdiğimiz kalelerin yanında çok sönük kalan bu kaleye zaman ayırıp gelseydik tam bir hayal kırıklığı yaşardık diyebilirim. Vardığımızda hava kararmaya başlamıştı. Dışarıdan kaleye bakıp, biraz dinlendikten sonra yola devam ettik.
Peak Distict
İngiltere’nin ilk milli parkı burası. İngiltere doğal hayatını merak ediyorsanız Lake Distict’ten sonra gidilecek ikinci yer kesinlikle burası. Her yaştan insana hitap eden, turistik ve sportif aktivite merkezi aslında. Son gün kalacağımız otelde Peak Distict’te bulunuyordu. Burayı gezdik demiyorum sadece içinden geçtik. Burası için başka bir gezi yapmayı planlıyoruz.
Otelimiz küçük bir eski İngiliz eviydi.
Otel: Riverside House Hotel
4. Gün
Ve en sevilmeyen gün dönüş günü geldi çattı. Öğleden sonra Londa’da Konsoloslukta randevumuz olduğu için sabah erkenden yola çıktık. Yaklaşık 4 saatlik bir yolumuz bulunuyordu. Hava hiç olmadığı kadar güneşliydi diyebilirim 🙂 Arada bir kahve molası verip olmamız gereken saatte Londra’ya varmıştık.
Adadaki en unutulmaz gezilerimizden bir tanesiydi. Kaç bin km yol yapmamıza rağmen böyle geçitlerden hiç geçmemiştik. Unutulmazlar listemizin en başında Lake Distict yerini aldı ve kalbimizi çaldı. Umuyoruz ki sizler de keyifle okursunuz. Yorumlarınızı bekliyoruz. Herkese güzel bir haftasonuna diliyoruz.
Esen kalın.
Reklamlar
-
-
Çok güzel gezi, devamını dilerim. Fotograflarda filtre ya da efekt olmasa daha doğal ve güzel olur derim ;)
-
Hocam kralsınız, güzel yerler ve fotoğraflar.
Tekerinize taş değmesin.
-
kıskandım ya hocam valla maşallah size allah kaza bela vermesin sizlere inşallah.
-
Stunning photos, amazing experience.. enjoy your trip :p
-
Video ve yazı harika olmuş elinize sağlık
-
Yine çok güzel bir geziye imza atmışsınız - bilgilendirici açıklamalarınız sayesinde sizinle gezmiş kadar olduk, elinize sağlık
-
Zaman ayırıp okuyan ve yorum yazan herkese teşekkür ederim
-
-
bizimle paylaştığınız için teşekkürler.....
-
hokahey adlı üyeden alıntı
mükemmel bir gezi.
ESGEL adlı üyeden alıntı
bizimle paylaştığınız için teşekkürler.....
Yorumunuz için ben teşekkür ederim.
-
Güzel ne kelime harika bir paylaşım olmuş
-
valla helal olsun muhteşem fotolar
çok kıskandım
Maşallah diyelim de nazarımız değmesin
-
MNS-FZ6 adlı üyeden alıntı
Güzel ne kelime harika bir paylaşım olmuş
papanax adlı üyeden alıntı
valla helal olsun muhteşem fotolar
çok kıskandım
Maşallah diyelim de nazarımız değmesin
Harika yorumlar için çok teşekkürler
-
çok güzel gezi olmuş. britanya güzel ülke hele londra gittigim ve takrar gitmek istediğim şehir. oralarda iklim şartları genelde yağışlı ama bu motorcular için engel değil. herkes motor üstünde günlük yaşantılarına devam ediyor. northamptan, sılverstone pisti, birmingham ve londra da bulundum. çok güzel şehirler. farklı bir kültür ve tarihleri var. şehirlerde gezerken hissediyorsunuz. diğer avrupa kentleri gibi değil. paylaşımlarınızı beğeniyle takip ediyorum. Allah kaza bela vermesin. paylaşım için tşk.
-
Gezi programımdan İngiltere'yi çıkarıyorum. Sayenizde her yerini öğrenmiş olduk. Yine muhteşem ,yine samimi, yine harika aanlatım...
-
Adana İl Temsilcisi
yine belgesel tadında,harika bir gezi raporu.bütün raporlarınızı imrenerek takip ediyorum.muhakkak sizinde aklınıza gelmiştir ama ben yine söyleyeyim,bu raporları saklayın,ilerde çocuklarınıza,torunlarınıza çok iyi bir arşiv olur diye düşünüyorum.ADANA^dan selamlar.
DÜNYADA ÖLÜMDEN BAŞKASI YALAN.
BORA KARAKAŞ (BEN)
KİMSEYE KİN DUYMAM,DÜŞMANIM KİNDİR BENİM.....YUNUS EMRE
-
MZ781 adlı üyeden alıntı
Gezi programımdan İngiltere'yi çıkarıyorum. Sayenizde her yerini öğrenmiş olduk. Yine muhteşem ,yine samimi, yine harika aanlatım...
Siz yine de listenizde tutun emin olun anlatamadığımız daha çok şey var.
adanalı adlı üyeden alıntı
yine belgesel tadında,harika bir gezi raporu.bütün raporlarınızı imrenerek takip ediyorum.muhakkak sizinde aklınıza gelmiştir ama ben yine söyleyeyim,bu raporları saklayın,ilerde çocuklarınıza,torunlarınıza çok iyi bir arşiv olur diye düşünüyorum.ADANA^dan selamlar.
Kesinlikle öyle yapmayı planlıyoruz. Pek okuyucu kitlemiz olduğu söylenemez ama kesinlikle ileride geri dönüp bakmak isteyeceğimiz paylaşımlar
-
Sosyal imkanları sonuna kadar değerlendirmeniz ve ayrıca bunları harika fotoğraflarla süsleyip bizlere sunduğunuz için teşekkürler.
Reklamlar
Konu içerisindeki kullanıcılar
Şu an bu konu içerisinde 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 misafir)