Nedense son yıllarda yaptığım geziler hep kafa dağıtmak amaçlı, üstümdeki kara bulutları aralamak, biraz olsun moral bulmak amaçlı gerçekleşiyor. Daha ağız tadıyla gülümseyerek bir yola çıktığımı hatırlamıyorum, ama o günler de gelecektir inşallah. Bu kez temelli hayallerimin suya düştüğü bir mevsimde, tamamen kaybetmiş bir şekilde… Şener abinin Toroslar’da birkaç gün gezme fikrini duyunca kendisine katılmak ve kendimi en güvenli liman olan yollara bırakmak istemiştim. Rotamızı perşembe günü Beşkonak Köprülü Kanyon'da yapılacak olan Hamok kampına göre ayarladık ve çok da irdelemeden rotayı, gidişatına bıraktık.
P.tesi sabah ışımadan yüklenmiş ve beni bekleyen yoldaşım Kara Kedimle Eğirdir'e doğru yola çıktık. Klasiktir, Adana Mıstık Ustaya kadar durmam, kahvaltımı orada yapar ve sonra benzin bitene kadar devam ederim. Yine öyle oldu.
Benzin almak haricinde hiç durmadan Karaman'dayım. Öğle yemeği olarak çok sevdiğim etli ekmeği tercih ettim.
Eğirdir'e yaklaşıyorum. Her zaman önünde durup fotoğraf çekmek istediğim tabelalardan biri. Bu gezide bir çok yeni dost edindik ve gezinin sonunda ulaştığımız Hamok kampında ülkenin birçok farklı ilinden dostlarla buluştuk.
Ben Şener abiden biraz erken geliyorum, aşağı yukarı aynı mesafeden geliyoruz, o İstanbul'dan ben ise Hatay Arsuz'dan. Ben biraz erken çıktığım ve az mola verdiğim için bir iki saat erken vardım ve Eğirdir'in etrafında gün batımında biraz dolandım, harika bir şehir, manzarasına ve doğasına doyamadım.
Kampımızı göle nazır kurduktan sonra, ton balıklı makarna yapıyorum, Şener abi de bakkalda bulduğu Zafer gazozlarını çıkartıyor. Serin bir akşam, yorucu bir gün ve kumanyalarımızı tüketip günü değerlendiriyoruz, sabahki rotayı konuşuyoruz.
Sabahtan akşama kat edilen 780 km den sonra deliksiz bir uyku çekmişim. Gerçi gece içip içip sapıtan bir kaç gencin seslerine uyansam da göl kenarı uyku çok iyiydi. Çadırlarımızı toplayıp, kahvaltımızı edip yola düşüyoruz.
Benzincide son kontroller ve yakıt ikmali sonrası, ver elini Toroslar. Dağlardan geçen yolları kullanarak Beyşehir Gölüne ineceğiz, ordan da ver elini Bozkır. Kampı nereye kurarız bilmiyoruz. Yol nereye götürürse artık.
İlk mola. Şener abi daha baştan mest oldu. Sık sık durup fotoğraf çekiyor. Zaten Toroslarda yaşayan ve dağlardan inmeyen ben için alışık manzaralar ama İstanbul'dan gelen ve yıl içinde betondan başka bir şey görmeyen, tatilden tatile yeşil doğaya erişen biri için manzara müthiş olmalı.
Aksu beldesindeyiz. Burdan Kızıldağ Milli Parkına doğru tırmanıp oradan Beyşehir Gölüne inmek hedefimiz.
Yükseldikçe manzara güzelleşiyor, orman içi bir mola veriyoruz. Rüzgarın sesini ve Torosların hoşgeldin serinliğini içimize çekiyoruz.
Milli Parklar tabelasının önünde bir köpekçik karşılıyor bizi. Köye epey uzaktayız, sanırım bu yavrucak da gezmeye çıkmış.
Kendisi ile epey oyunlar edip, aç olan karnını doyurup, suyumuzu paylaşıyoruz. Şener abinin kamp akşamı tatlı niyetine aldığı lokumlar bize ve ufak köpekçiğe Torosların başında ziyafet oluyor.
Arasıra önden gidip Şener abinin fotoğraflarını çekmek istiyorum, ama CBF1000 ile yetişiveriyor arkamdan
Buralara bayıldım. Yollar bolca virajlı dağ yolları. Ama daha güzeli, tabiat harika, yemyeşil, masmavi ve mis gibi kekik, çam kokuları arasında sürüyoruz. Kaskın camını kapatana aşkolsun.
Şener Abinin eli hep havada. Gezi boyunca havadaydı. Şöyle diyordu sanırım; "Vayyy anaaammm vaayyyyy!!!" ya da ben kibarca yazdım, o daha farklı şeyler diyordu
Güzel ve bol fotoğraflı bir sürüşün ardından Yenişerbademli, Kurucaova tarafına geçiyoruz.
Toroslarda 1300 metrenin üstünde bir köyde kayıkla karşılaşınca şaşırdım. Ama 20 dk sonra Beyşehir Gölüne geçince jeton düştü.
Beyşehir Gölü bizi tüm renkleri ile karşıladı. Gölün çevresinde dolanaraktan Yeşildağ tarafına ulaşıp ordan Huğlu'ya varacağız. Orada mola verip kamp yeri ve rotayı konuşacağız.
Gölün çevresinden dolanan virajlı dar yol harika. Başka bir ülkede gibiyim. Bu güzellikleri görmeden yurt dışına gitmeyi pek anlamlandıramıyorum. Ülkemi, Anadoluyu karış karış gezmeden yurt dışına çıkmayı pek düşünmüyorum. En azından henüz Karadeniz'e hiç gitmemiş biri olarak bunu söyleyebilirim
Yağmur çökecek, gün boyu arkamızdaydı, bu sefer tam içine gidiyoruz. Fırtına olmadıkça mühim değil, yağmur da ayrı bir keyif sonuçta.
Fırtına demişken, öyle bir indi ki yağmur, keyif meyif boşver, ilk bulduğumuz çatı altına girelim dedik.
Şener Abi Huğlu'daki silah fabrikalarından birine giriverdi. Abi yapma bizi buradan kovarlar, zaten ortalık karışık, darbe marbe terör gırla. Silah fabrikasına sokmazlar bizi derken girdi bile. Girişte yaşlıca bir beyfendi arabası ile çıkarken bizi gördü, bekleyin dedi. Oğlunu aradı ve oğluna bizi göstererek bu arkadaşların motorlarını garaja al, kendilerini ağırla, yemek yiyin, yağmur dinene kadar da bırakma sakın dedi ve işi olduğu için fabrikadan ayrıldı. Meğerse sahibiymiş, oğlu da fabrikada çalışan mühendislerden. Ailecek de motosiklet tutkunuylarmış. Nasıl bir kısmetse bizimki de
İrfan bize fabrikayı gezdirdi ve dünyaca ünlü Huğlu Av tüfeklerini tanıttı. Az önce yağmurdan kaçan ıslanmış yavru kediler gibi fabrikanın girişine sığınan bu iki gezgin şimdi fabrikayı inceleyen iki belgeselci gibi keyifle dolaşıyorduk. Üstüne de fabrikadaki işçilerle beraber yemeğimizi yedik. Ne yorgunluk kaldı ne kırıklık. Tüm enerjimiz yerine geldi, sanki yeni yola çıkmış gibi yenilendik.
İrfan tüm Huğlu'nun bir motosiklet tutkunu şehir olduğunu anlattı bize. Dünyaca ünlü av tüfeklerinin yapıldığı bu küçük yerde neredeyse herkes motosiklet binicisi ve hastası. Güzel bir kulüpleri var. Bize meydanda bir kahvede çay içmemizi önerdi ve sahibinin de bir motorcu olduğunu bizi ağırlayacağını iletti. Kahvenin sahibi Mehmet Yayla, bizi yolda karşıladı. Esnaf ve civardaki motorcular hemen toplandılar, masa kuruldu, çaylar geldi. Muhabbet, atıştıran yağmur eşliğinde demlendi. Huğlular çok güzel geziler düzenliyorlarmış, bir gün kendilerine katılacağıma dair söz verdim. Sonra bize de nefis bir rota önerdiler.
Yağmur geçecek gibi değil, benim ekipmanım yetersiz, hemen poşetlediler botları, rotayı da sıkı sıkıya tembihleyip, uzaklardan gelen dostlarını yolcu ettiler semtlerinden. Hepsinin gözünün içi gülüyordu, sanki yıllardır bekledikleri dostları gelmiş gibi karşıladılar ve uğurladılar. İyi ki Toroslardayız, iyi ki yörük elindeyiz dedim.
Hedefimiz Gidengelmez Dağları. Çok güzel bir rota var önümüzde. Bu dağları hep belgesellerde izlerdim, gerçekten yaman ve bir çok dağcıya mezar olmuş bir coğrafya. Şener abi ile yağmurun dinmesini bekleyelim, sisli puslu havada hiç bir şey görmeden geçmeyelim dedik. Bir müddet benzincide bekledikten sonra, dayanamayıp dağa doğru sarmaya başladık. Kısmet artık, akşama kadar ne kadar yol alırsak o kadar gidecek ve aklımıza esen yerde konaklayacaktık. Amacımız yolda olmaktı, beklemenin alemi yoktu.
Ve zirveye ulaştık, dağ yolunun yarısını geçtik sayılır. İnanılmaz ürkütücü bir doğa var. Sarp kayalık ve çok çetrefilli bir yapısı var kayaların. Yağmur yağıyor, arkamızdan gelen karabulutlar fırtınanın da habercisi. Gidengelmez ismi ürkütücü olsa da biz çok mutluyuz o an o atmosferde dağın içinden geçiyor olmaktan.
Hava biraz açtı gibi. Bulutlar sanki izin verdi, hadi manzaranın keyfini çıkarın der gibi. Mola veriyoruz çeşme ve türbe olan yerde. Yorulduk, hala aynı paketteki lokumlardan var, atıyoruz ağzımıza, kamp gecesi tatlı niyetine alındılar ama Torosları dolaşıyorlar bizimle
Aşağılarda bir tepenin üstüne konumlu çoban kulübeleri, taş evler görüyorum. Baharda ne güzel olur buralar kesin kamp yapmamız lazım diyorum. Şener abi bu kadar ıssız ve vahşi coğrafyada kampa ancak Fuat'la Sertaç gelir demez mi, gülüşüyoruz. Sonra ben abi akşam oluyor istersen kampı buraya atalım, aşağı indikten sonra yer bulamayabiliriz, burası iyi gibi diyorum. Şener abi gülmeyi kesiyor, hadi yolumuz uzun motoru çalıştır diyor
Aslında geçtiğimiz yolların asfaltı çok kötü, hatta bazı yerlerde asfalt bile yoktu. Bizim motorlara uygun yollar değildi ama güzel yerler görmek istiyorsan biraz ana yoldan çıkman gerekiyor.
Nefis virajlar dönüp, etrafı yüksek dağlarla çevrili ovaya iniyoruz. İnsanın dağdan hiç ayrılası gelmiyor, ama mecbur geçmemiz gereken bir kaç şehir var.