Bir müddettir özlediğimiz dağlardaydık bu Pazar. Haftaiçi Kemal Merkit gibi eşine az rastlanır bir motosiklet duayenini ve sporcuyu kaybetmenin burukluğu vardı içimizde. Bundan dolayıdır ki bu enduro maceramızı Sevgili Kemal'e ithaf ettik.
Sabah saatlerinde herzamanki buluşma noktasındaydık.
Sevgili Ali Kemal ilk kez bizlerle birlikte dağlara vuracak kendini.
Grubumuza yeni katılan Fatih hazır beklemekteydi geldiğim zaman. Biz O'nu, O bizi merak ediyor dağlarda.
Hafta içi benim KMX cortlayınca garajımda duran sevgili Ateş'in XL'sini çıkardım. Biraz hava alsın yavrucak.
(Ateş'im, teşekkür ederim.)
Günaydın kumrucuk...
Mete. Domi'siyle grubun ağır endurocusu.
Fatih savaştan çıkmış gibi. Bu iyiye işaret. İyi bir endurocu kazandık gibime geliyor.
Erhan'ın da gelmesiyle ilk buluşma noktamızda kadroyu tamamlamış olduk.
Vakit kaybetmeden bekleyen arkadaşların yanına doğru hareketlendik.
Fatih, KTM EXC 400 kullanıyor.
Yoldan, bizi bekleyen Edip'i aldık.
Toza toprağa merhaba...
-Aabi, ben buraları bilmiyorum
-Tamam, sağdan gidelim...
Hadi gidelim.
Girdiğimiz yol doğruymuş. Ünal Hoca, Sezer ve Mithat bu kavşakta bekliyorlar. Dokuz motosikletli olduk.
Tamamız galiba. (Toza toprağa bulaşmak için sabırsızlanmışız.)
Hadiin o zaman.
Hımmm...Oldukça sert. (Görüntülerin çoğunu motosiklet üzerinde aldığım için çok fena yerlerde kendimi kurtarma telaşıyla görüntü alamadım.)
Zaman zaman olmayan yollardan geçiş için strateji belirlemek üzere durmak zorunda olduğumuz da oldu.
Bu kısımlarda yol da bitti. (Bildiğimiz Ünal Hoca klasiği...)
Geri dönecek halimiz yok. Devam.
Yemiyosa inmek lazım tabii. Ekmek tahtası gibi yeri öpmekten iyidir.
Di mi..!
Erhan'ım estiriyor maşallah.
Biraz nefeslenmek lazım. Gençler tamam da, biz ihtiyarların (biraz da göbeklilerin) buna ihtiyacı var.
Görecek güzel yerler, yutacak çok toz var. Devam etmek lazım.
İyice yükselmişiz. Manzara ve hava enfes.
Ünal Hoca bir sincap edasıyla oradan buraya zıplayıp duruyor...
Önümüze çıkan incirlik. Enerji kaynağı.
İncirlik molası yeterince uzadı.
Yola devam. (Yola mı ? Ne yolu yahu..!)
İşte bir zurna ve deliği ikilisinin anıldığı bir güzergah. (Ah hocam ah...)
Ben de oradaydım. (Vallaha oradaydım.)
Bakmayın üç-beş fotografla tepeye ulaştığımıza. Öylesine bozuktu ki, yukarıda da belirttiğim gibi, kendimi kurtarma çabasıyla güzelim yerleri görüntüleyemedim.
Burada da yol yok ama en azından hasadı yapılmış küçük tarlalar var.
Nihayet yola benzer bişiiler görüyoruz.
Allah var, Fatih fena estiriyor.
Asfalttayız. Genelde asfaltı bağlantı yolu olarak kullanıyoruz.
Yolumuz üzerindeki köylerden geçerek,
Tekrar stabilizeye, toz yutmaya giriyoruz.
Buralarda iyi gazlanıyor.
Ağzımız burnumuz toz doldu. Su molası verdik.
-Hocam, yol iyi diyosun, bize toz yutturuyosun...
-E tamam işte, toz da lazım arada.
Kabul, biraz tozlanmışız...
Ama gene de çok mutluyuz...
(Bi de şu mezarlığın yanında durmasaymışız...)
Mithat fırsattan istifade dinleniyor.
Boşuna silkeleme Ali Kemal...
Yeter dinlendiğimiz.
Devam ediyoruz.
Öttürüyorsun Ali Kemal. Helal sana.
Bir yol ayrımındayız. Ya arazi keyifine devam edeceğiz, ya da guruldayan midelerimizi teskin etmeye çalışacağız.
Mide gurultusu sorunsalı ağır bastı. Samandağ cıvarındaki Meydan Köyü'ne inip atıştıracağız.
Karaköse
Asfalttan devam etmek olmazdı zaten.
Akdeniz tüm ihtişamıyla gözlerimizin önünde.
---------- Mesajlar birleştirildi - 11:33 ---------- bir önceki mesaj zamanı 11:30 ----------
Meydan Köyü'ndeyiz.
Aç kurt sürüsü gibiyiz.
Kendimizi bünyesinde kasap-fırın barındıran bir tesise (!) atıyoruz.
Ustamız tezgah başında.
Hamuru çiğ bile yiyebiliriz. (Arazi fena acıktırıyor.)
Fırın da yanıyorsa mesele yok.
Buz gibi kuyu suyu. Fırsattan istifade biraz serinliyoruz.
Sofra hazır.
Acı Samandağ biberi eşliğinde enfes kağıt kebaplarını mideye indiriyoruz.
Meyvemiz de eksik değil hani.
Dağdan inen dokuz ac adamı hakkıyla doyuran (hem de adam başı 6 TL.) Melisa Kasabı'na teşekkür edip,
Yola koyulmak üzere hareketleniyoruz.
Bu kadar yaklaşmışken Karamağara'yı es geçmemeye karar veriyoruz.
Sahilden kıvrılıp,
Tekrar dağlara doğru kıvrılıyoruz.
Motosiklet üzerinde çektiğim ve beğendiğim fotograflardan biri...
Tepelerde bir yerde biraz deniz manzarası seyretmek istiyoruz.
Yolun devamı yokmuş. Elbette ki olmaması çok önemli değil ama dik kayalıklardan inebilmek için kanatlara ihtiyaç var. İşte bir o eksik bizde.
Helal Fatih.
Olur, olur...
Sadece motosiklet yatmaz...
Bu manzaraya veda edip Karamağara ziyareti için devam ediyoruz.
İçinden geçtiğimiz köylerden biri. Düğün var. (İnip davul zurna eşliğinde bir-iki dönseydik keşke...)
Karamağara yoluna girdik.
Toplamda altı km.dir ama çok keyifli bir yoldur.
Ve Karamağara'dayız.
Of ulen of...İki yıl önce kamp yapmıştık burada.
Yola devam. Şimdiki rotamız Yayladağı. Ay sonu (28-29-30 Eylül) kamp yapacağımız alanı ziyaret edip ön araştırma yapacağız.
Ve bir solukta kamp alanına ulaşıyoruz.
Sakin, huzur veren dingin bir ortam.
Kamp alanının yanından Yayladağı Sınır Kapısı'na giden karayolu var.
Alan az da olsa ışıklandırılmış.
Çıplak gözle Suriye'ye ait bir yerleşim yeri görülüyor.
Kamp yapacağımız alan aynı zamanda Yayladağ sakinlerinin piknik yaptığı bir mesire yeri.
Alanda tuvalet mevcut.
200-300 mt. mesafede,
İçme suyu mevcut. Yörede oturanlar sularını buradan temin ediyorlar.
Daha sonra Yayladağı'na indik.
Umarım kamp tarihimizde bir güreş müsabakasına denk geliriz.
Bir kahvehanenin önüne konuşlandık ve yöre insanıyla sohbet edip çaylarımızı yudumladık.
Yayladağı'nda her türlü ihtiyaca cevap verecek işyerleri mevcut.
Sohbete doyum olmuyor ama,
Gitmemiz gerekiyor.
Bu arada Mithat ve,
Edip arka yoldan Samandağı'na dönecekler. Vedalaşıyoruz.
Hedef Antakya...
Bugün iyi yorduk kendimizi. Dönüş için anayolu tercih ediyoruz.
Antakya girişi.
İyi niyet mesajları, temenniler ve vedalaşma...
Çok güzel bir gündü arkadaşlar. Herkese çok teşekkürler.
Kararlaştırdığımız gibi 23 Eylül Pazar Günü tekrar dağlarda tepişmek üzere...
Sevgiyle...