Cuma gününün palnı açısından topik açıldı mı? Ben bugün forumu fazla gezemedim.. Malum işyerindeyim...
Bir de arada bir canım sıkıldıkça makale yazarım.. Sizinle paylaşmak istiyorum.. Çok iyi değil (hatta kötü) ama olsun.
BİR VİRÜSÜN MACERALARI
VÜCUTTA İKTİDAR KAOSU. BAŞ, BAŞ MI KALACAK YOKSA AYAKLAR MI OLACAK?
Vücut sakinleri güne sakin başladı… Önce göz kapakları açıldı. Gözler dünün yorgunluğunu atmış ki, güne fıldır fıldır başladılar… İçeride de durum pek farklı değil. Vücudun aşçısı ve hizmetkârı kalp, çalışmasını hızlandırmış bütün organlara kan yetiştirmeye çalışıyordu. Gece onun için rahat geçmişti. Ama yukarıda şatosunda oturan beyin diğer vücut halkı kadar sakin değildi. Hatta sinirinden köpürüyordu… Sinirinin sebebi ise en aşağıdan yani ayaklardan gelen kokuydu… Bütün gece bu kokudan rahatsız olduğu için burunu geçici felce uğratsa da, yine de ayakların koktuğunu biliyordu. Ve çok kızıyordu bu duruma…
Vücudun en aşağısında da başta ayak parmakları olmak üzere ayaklar bir bildiri hazırlayıp bütün vücuda sunmak istediler. Beyinin sinir güçleriyle gönderdiği bütün uyarılara rağmen, ayaklar uyuşukluğu geçince bildiriyi okumaya devam ediyordu.
Neydi beyini kızdıran, vücudun sinirlerine sert talimatlar verdiren bu bildiri?
Bizler bütün vücudun yükünü taşıyoruz. Beyin kafatasında oturup sadece kararlar alırken, bizler kimi zaman ayakkabı içinde sıcakla, kimi zaman terlik üstünde dikenlerle, kar, yağmur, çamur dinlemeden, ayak güvencemiz var ya da yok üzüntümüzü içimize atıp, dinlenmeden sürekli mücadele ettik. Vücudun bütün ağırlığı bizim bileklerimizdeyken, yükü üstümüzden atmaya kalkmadık. Soğuk oldu ilk biz üşüdük. Parmak aramızdan akan her damla terde bu ve bunun gibi birçok emeğin, mücadelenin, çabanın hakkı var. Şerefimizle terledik, ter koktuk. Nasır bağladık… Kramplar girdi. Beyin yardım etmezken biz mücadele ettik… İşte bu ve bunun gibi sebeplerden dolayı, bu vücudun efendisi biziz…
Şimdi anladım. Demek ki beyini kızdıran, ayakların baş olma arzusuydu…
O da ne. Vücudun biraz yakınlarında bulunan ve vücudun birçok işi yapmasını sağlayan eller de, ayaklara destek verdiğini açıkladı. Ama bildiriye ufak ta ek yaptılar.
Bizlerin yükü de sizin bileklerinizde.. Lakin bizde parmak kardeşlerimizle birlikte yük kaldırdık, yük taşıdık, vücudun temizliğinde rol oynadık, daktilo denilen, bilgisayar denilen o aletlere bizim sayemizde temas etti vücudumuz. Ayaklar sonuna kadar haklıdır ama bizimde payımızı unutmasınlar…
Beyin öfkeden kuduruyordu. Vücut içinde isyan baş göstermiş ve uzuvlar eylemdeydi.. Başın ağrısı bütün vücutta hissedilmekteydi.
Ama o sırada beyin karar vermiş olacak ki sinir güçlerinin eyleme müdahalesiyle; vücut yarı felce maruz kalmış ve hareket edemez hale gelmişti. Beyinin şatosundan kahkahalar yükseliyordu.
Ağız, kulak ve gözler beyini destekliyordu. Gözler kapaklarını kapattı bütün olanlara. Ağız bütün dişlerini kenetledi ve içerideki dilin uzamasına izin vermedi. Kulaklar, köprüleri, kulak yolunu kulak kiri ile kapatıp izin vermedi muhalif seslere…
Bir virüs olarak bu insan vücudunda yaşadıklarım çok enteresan. Vücudu yönetmekten sorumlu bir beyin, ayaklardan, ellerden bu kadar mı korkuyor ki, onların hareketini kısıtlıyor? Hayır, bilmiyor mu ki bu vücudun en önemli hareket mekanizmaları eller ve ayaklar? Ayakların ve ellerin gücünü keserse elbet bir gün tepetaklak geleceğini düşünmüyor mu hiç? Vücudun dünyaya bağlantısını sağlayan duyular nasıl oluyor da üç maymunu oynuyorlar?
Az kalsın unutuyordum. Kanda dolaşırken FMI’ dan bir görevliyle karşılaştım. Nereye hastalık yaysam diye delice koşuşturuyordu. Ben O.P.O.P Gümrük kapısından çıkıp o hastalıklı vücudu terk ettim. Yakındır bu vücudun durumunun da babasının durumuna dönüşeceği günler.
ARGUES
İZMİR
04.05.2008 / 14.14
--------------------------------------------------------------------------
UYUYANLARA ÇALAR SAAT ETKİSİ YARATACAK BİLDİRİ
Birçok insan okulda, 19 Mayıs 1919’u, Atatürk’ün Bandırma vapuru ile Samsun’a ayak basması ve milli mücadelenin fiilen başladığı tarih olarak öğrenmiştir. Teorik olarak doğrudur. Bizlerde bu günü Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlarız. Ama günümüzde gençler bu bayramı içi boş kutlamaktadır. Statlarda organizasyon düzenleyerek insanlara kalıplaşmış söylemlerde bulunarak bugünün anlamı ifade edilememektedir.
19 Mayıs 1919 Milli Mücadelenin başladığı gündür. Sizleri biraz geçmişe, Milli Mücadele Dönemi öncesi olan işgal yıllarına götüreceğim.
Şimdi elimizde içki, sigara vs… ile dolaştığımız Kordon boyunda, Pasaport caddesinde, Konak meydanında kaç kişi yapılan soykırımı bilir. Günümüz gençleri buralarda eğlenirken buralarda yaşananları biliyor mu? Hasan Tahsin’in heykeline tükürenler onun kim olduğunu biliyor mu? Cevabı çok basit. Kocaman bir hayır.
Yunan Efzun alayı, İzmir’e ayak basmıştı. Bütün Rum halkı sevinçle taburun gelişini kutluyordu. İzmir Ortodoks Metropolit’i Hırısos Tomos’ça takdis edilen tabur, başta Efzun alayı kumandanı İstavriyanpolis, hemen arkasında dağ gibi bir bayraktar ve şık giyimleri ile dikkat çeken efzun takımı Kokaryalı (=Güzelyalı)’ya doğru hareket etti. Saat kulesinin az ilerisinde bulunan bir kahvede oturan Osman Nevres (=Hasan Tahsin), boğazının kuruluğunu gidermek için çay içiyordu. Heyecanlıydı çünkü birisinin bu olanlara tepki vermesi gerekiyordu. Yunan taburunun geldiğini gördü. Az ötede ki Rum kalabalığının arasına doğru yürümeye başladı. Tabur yaklaştığı sırada silahını çıkarıp, Kumandan İstavriyanpolis’in hemen arkasındaki bayraktara nişan aldı ve iki kaşının arasından vurarak dağ gibi bayraktarı yere indirdi. Kumandan İstavriyanpolis atını hemen Gümrük’e doğru sürdü. Rum kalabalığı kargaşa içinde oradan oraya koşuşturuyordu. Efzun alayı caddeyi kurşun yağmuruna tutuyordu. Osman Nevres o karmaşada kaçmaya çalışıyordu. Osman Nevres’in peşinden giden bir grup askere, Osman Nevres cebindeki son bombayı atmıştı. Askerlerin hızını bir süre kesmişti bu bomba. O sırada pencerede kendisini gözyaşlarıyla izleyen bir kadın gördü.
- Nine gördün mü? Yarın ahrette şahidim sen ol, kurşunum tükendi onun için geri gidiyorum.
Bunu söyleyip tam kaçacakken sokağın başından vızıldayarak birçok kurşunun geldiğini gördü. Bu kurşunlardan bir tanesi de kafasının arkasına isabet etmişti. Osman Nevres oracıkta yere yığılmıştı. Etrafında toplanan efzunlar, belki oyun yapıyor diye ölüye birçok kuşun sıkmış hatta süngülerini cansız gövdesine saplayıp çıkarmışlardı.
Kolbaşındaki efzun taburu kışla etrafında mevzilenerek, kışlayı tam iki saat boyunca şiddetli bir ateş altına aldı. Kışlanın bütün camları kırılmış, duvarları delik deşik olmuştu. İçerdeki subaylardan birkaçı pencereden atlayıp bu kapandan kurtulmak istese de başarılı olamamıştı.
İçinde Albay Zafiryos’un da bulunduğu Leon Torpidosu kışlayı bombardımana tutacağının haberini vermişti. Fakat kışladan karşı ateş gelmediğini görünce top ateşinden vazgeçti.
Bundan yüreklenen Ali Nadir Paşa beyaz teslim bayrağı çekerek askerleri ile birlikte cümle kapısından dışarı çıktı. Bunu gören efzun taburu süngülerini takıp, esirlerin çevresini sardı. Askerlerin kalpaklarını çıkartıp yerlerde çiğnediler. Süngülere takıp kestiler.
Ali Nadir Paşa küçük rütbeli bir yunan subayına, kolordu kumandanı olduğunu anlatmaya çalışırken subaydan üç tokat yemişti.
Bir efzun, Albay Süleyman Fethi beye, yunanca “Çıkar ulan kaputunu” diye bağırdıktan sonra süngüsüyle Fethi beyin göğsünü dürtüp “Zito Venizelos” diye bağırmasını söyledi. Albay;
- Bir Türk subayı kendi büyüklerinden başkasına yaşasın diye bağırmaz.
Diye söyleyince efzun süngüyü Fethi beyin göğsüne sapladı. Albay oracıkta can vermişti.
Hava gitgide kararıyor, şimşekler çakıyor, uzaktan gök gürültüleri geliyordu.
Efzun taburu, önce askerlerin ceplerindeki eşyalara el koymuş, kaputlarını yırtmış, sonra da başları çıplak Türk askerlerini çılgın Rum halkının arasında yürütmüşlerdi. Bu yürüyüş ölüm yürüyüşüydü.
Rum halkı eline geçirdiği taş ve demir parçalarını Türk askerlerine fırlatıyordu, Birkaç Rum esnafı ellerindeki kepenk demirleri ile askerlere vuruyordu.
Metropolit Hırısos Tomos’un kışkırttığı Rum çeteleri ve efzunlar kafilenin yürüyüşünü engelliyor diye yere düşen yaralı askerlere süngüleri saplıyor ve oracıkta işlerini bitiriyorlardı. Rum gençleri ise ölüleri bacaklarından sürükleyip denize atıyordu.
Suya düşen bir asker kıvranınca Rum kayıkçı küreği ile askerin kafasına vurup onu etkisiz hale getirmişti.
Silahı olanlar, askerlere nişanlayarak cansız bir hedefe ateş eder gibi keyifle öldürüyorlardı.
Öte yandan işgali görmek için gelen Türkleri Rumlar delik deşik edip öldürüyorlardı.
Bir gazino sahibi ise kaçarken kolundan yakaladığı Türklere “gel seni kurtaracağım” diyor. Ve içeri aldıklarını oracıkta kafasına odun indirip öldürüyor üst üste yığıyordu.
Üç yüz elli kişilik Türk kafilesi her dakika azalmaktaydı.
Yağmur etkisini iyice arttırmıştı. Bunu gören Rum kalabalığı çevredeki dükkanlara sığınmıştı. Dolu başlamıştı. Ama bu Türk askeri için bir kurtuluş olabilirdi. Koşmaya başlayan askerlerin kurtuluş koşusu uzun sürmedi. Pasaport yakınına geldiklerinde onlardan hızlı davranan Leon Torpidosu ateşe başladı. Birçok askeri delik deşik ettikten sonra ateşi kesti.
Kaçmaya devam eden askerlerden biri, Kordon’a yanaşan Patris yük gemisinin yanında yere yığıldı. Yanında ölüm koşusunda birlikte koştuğu sekiz on yaşlarında oğlu vardı.
Babasının yaralı bedeninin üstünde ağlayan çocuğa dayanamayan bir Yunan askeri süngüyü çocuğun sırtına geçirdi ve onu oracıkta öldürdü.
Diğer askerler Patris gemisine sığındı. Dipçik darbeleri ile geçen üst aramalarından sonra birçok memur ve halktan kişi ile birlikte sidik ve fışkı dolu yük gemisinde esir alındılar.
Bilmiyorum ama ben Pasaport’ta gezerken gözümün önüne o süngü darbeleri geliyor.
Konak’ta, Pasaport’ta ve birçok yerde bu şekilde nice olaylar yaşandı. Bence hakiki soykırım budur.
Uyanın gençler. Bu vatan bu şekilde kuruldu. Eğer biz şu anda bu yerlerde rahat gezebiliyorsak bu geçmişteki büyük insanların mücadelesi sayesindedir. Yine bira için İzmir sahilinde ama orada yaşananları bilelim. Bize bırakılan kutsal vazifeyi yerine getirelim
Ülkemizin bu karanlık günlerden çıkmasına yardımcı olalım. Nasıl mı?
- İstiklal Marşında ifade edilen, bastığımız yerlere toprak demeyip, altında yatanları düşünerek.
- Tarihimizi öğrenmek için okuyup, araştırma yaparak.
- Sahnelerimizi yıktırmayarak…
- Fen’e, ilim’e ve sanata gereken değeri vererek…
- Ve en önemlisi Cumhuriyeti koruyup, laikliğe sahip çıkarak…
Hemen gidip Gençliğe Hitabeyi okuyalım o bizim kılavuzumuzdur. Yazılan birçok şey bugünümüzü anlatıyor.
19 Mayıs 2008’de, Atamızın izinde olduğumuzu gösterelim.
Bu makale Hasan İzzettin Dinamo’nun “Kutsal İsyan” adlı kitabından alıntılar yapılarak derlenmiştir. Böyle harika bir eseri derlediği için kendisine çok teşekkür ederim.
-------------------------------------------------------------------------
YİRMİ ÜÇ NİSAN SEÇİMLERİ VE APARTMAN KEDİLERİ PARTİSİ İKTİDAR!!!
Bu sıralar büyük üstat Aziz Nesin'in kitaplarını okumaktayım... "Koltuk" adlı eserinin 91. sahifesinde yer alan "Belediye başkanı olmuşum" adlı öyküden çok etkilenmiş olacağım ki rüyamda neler yaşadım neler.
Akşam anne kuru fasulye pilav yapmış. Oturduk afiyetle yiyoruz. Annem bir yandan piyasaya verip veriştiriyor. Yediğim pilav neredeyse boğazımda kalacak. Pirincin fiyatı artmış.. Bizim pilav lüks olmuş. Pilav mideme oturdu kalkmıyor. Eee.. Kuru fasulyenin misafirliğini anlatmama gerek yok. Yemek bitti… Annem bulaşık yıkamak için mutfağa geçti bende yatağıma uzanıp dinlenmeye çalışıyorum. Mutfaktan “içeride bardak falan varsa getir” vari sesler gelse de ben kıvrak bir çalımla geçiştiriyor ve şekerlemeye giden yolda iyice mayışıyorum..
Eee… Tabi rüya görmemek elde değil.. Ama ne rüya… Günlerden 23 Nisan. Tasdik memuru kâğıdı tasdiklemiş. Kâğıt yürürlüğe girmiş. Önümüzdeki bir yıl boyunca ülkeyi kediler yönetecek. Mecliste bir yığın kedi var. Ama bunlar bizim apartmanın yani benim annemin kedileri…
Burada bir parantez açıp annemin kedilerinden bahsetmek istiyorum.. Ailemizin ve apartmanımızın köpeği “Eros” hakkın rahmetine kavuşalı daha bir hafta olmamıştı. Apartmanda ikamet ettiği yere ufak siyah, cılız bir kedicik geldi. Orada pineklemeye başladı. Annem ve teyzemin acısı büyük.. Bu yavrucağı bağırlarına basmaya karar verdiler.. İsmine de dış görünüşü açısından “Arap” koymayı uygun gördüler. Gel zaman git zaman Arap bacımız ilk yavrularını doğurdu. Bunlardan aklımda kalan ( neden böyle dediğimi anlarsınız ) Battaniye ( Tüyleri çok kabarık diye ), Kör ( zatın tek gözü kördür de) çeşitli dönemlerde yavruladılar… Derken Arap bacı yine doğurdu.. Torunları doğurdu.. Derken Kör vefat etti.. Birinci kuşak torunlar da doğurdu.. Bu olay “En az üç çocuk” prensibiyle devam etti. Şu anda birçok torununu toprağa veren Arap bacı, ailenin aradaki bir kuşağına mensup Afrikalı ( siyah renkli ve zayıf olduğu için ) ve son torunlarından Büyük Çeşit Beşit ve Küçük Çeşit Beşit ( ikisinin de iki renkli oluşu ve aralarındaki yaş farkı yüzünden ), Pamuk ( beyaz renkli ), Kırçıllı ( benekleri var), Saftirik ( dövülse de sevilse de hiç ses çıkarmıyor ), Van Erciyes (Van kedisi ) hepsi apartmanımızda ikamet etmektedir. Apartmanımızın çok uluslu bir yapısının olduğu belli oluyor.
Rüyama kaldığım yeden devam etmem gerekirse meclisteki kediler başbakanı seçecekler. Günün anlam ve önemi açısından koltuğa genç kedilerden birinin geçmesi muhalefet tarafından istense de iktidar olan annemin kedileri koltuğa Arap bacıyı oturttular. Yani yaşı en büyük olan kediyi.. Muhalefet kediler miyav yükseltmeye başladılar.. Bugün yirmi üç nisan çocuk bayramı diye miyavlaştılar.. Meclisin başkanı Pamuk, bütün muhalefeti payladı. Oturum kapandı.
Annem beni uyandırdı. Klasik yirmi bir çayımıza başladık. Doğanvizyonda hiç bir şey yok.. Gazeteleri hiç saymıyorum. Doğanvizyonun print (baskı) edilmiş hali.. Oradan da ekmek çıkmayacağını düşünüp.. Aziz Nesin’in “Fil Hamdi” sini okuyorum. Aklıma Aziz Nesin’in üzerine atılmak istenen Madımak olayları temalı haber geldi. Ağlanacak halimize şöyle bir gülecektim ki annem dizilerden yaptığı seçmelerle bütün konsantrasyonumu bozdu.. Dizi facialarıyla dolu bir iki saatten sonra yattım yatağıma bir ara dalıp gitmişim.
Benim rüyanın programında bu sefer ikinci meclis oturumu var. Rüyam bizim mahallenin bıçkın kedilerinden Çiçek’in kürsüdeki konuşmasıyla başlıyor. Çiçek, hükümete soru soruyor.
“ Niye sürekli katar amcanın çöplüğüne gittiniz. Sizin çoluk çocuğu, torunları hep o çöp tenekesinde görüyorum. Oradan ne fayda sağlıyorsunuz” dedi. Kırçıllı, oturduğu yerden laf atmaya başladı. Çiçek çok sivri dilli… “Sen git, Arap gelsin” diyip, sorularını tekrarladı. Ortalık fena karıştı. Annemin kedileri Çiçek’in üstüne yürümeye başladı. Ortam rengârenk oldu. Havada uçuşan tırmıklar ve dört ayağı üzerine düşen kediler derken ortama doğanvizyoncular dâhil oldu. Arap kürsüden “Bizimkiler yapmaz” diye miyavlarken. Çiçek “Linç edeceklerdi” diye miyavlıyor…
Mart ayını andıran o gürültüyle, yatağımdan fırladım. Karnımın ağrıdığını fark ettim… Tuvalet seferi sonrası bir bardak su içip, halimize dua ettim. Düşünsenize ya annemin kedileri ülkeyi yönetseydi. Şimdi ki gibi kalkınmayı bir yana bırakın.. Yerin kaç kat dibine batardık. Annemin kedileri çocuklardan beter. Garfield gibiler. Yedikleri viskıs önlerinde yemedikleri stoklarında. Ama hala kavga ediyorlar. Ya sokak kedileri ne yapsın. Onları düşünen yok. Annemin kedileri çoluğunu çocuğunu, torununu torbasını düşünüyor.
Yatağıma yatıp uyumaya çalışıyorken bir yandan da binlerce kez şükrediyordum. Bizim ülkemiz gül gibi. Meclisimiz papatya bahçesi. Çağdaş, modern, medeni,…
Bir şey daha anladım Kuru fasulye pilav cüzdan kadar mide içinde zararlı.. Adama ne kâbuslar gördürüyor..
ARGUES
20.04.2008 / 23.52
Mizahsever olarak iki mizah ve tarihsever olarak bir araştırma makalemi sizinle paylaşmak istedim... Özellikle İzmir hakkındaki bilgileri hepimiz bilmeliyiz diye düşünüyorum...