TEBRİZ’E VEDA
Gişelerden geçerken bizden ücret almadılar. Motosiklet için tarifeleri yoktu her halde.
Türkiye’den geldiğimizi anladılar galiba derken, gişeden geçtiğim sırada duyduğum Hello sesi
bu itibarın demir atlara olduğu gerçeğiyle yüzleştirdi beni.
Büyük motosikletlerin yasak olmasından dolayı olmalıdır yoksa Türkiyeden geldiğimizi
anladıklarından mıdır bilemem korna çalarak selam verenlerin haddi hesabı yoktu
Yanımdan geçerken korna çalıp bozkurt işareti yapanlarına dahi rastladım.
İran otoyolları bizimki kadar kaliteli değil.
Türkiye, yol olayını büyük ölçüde hallettiğini anlıyoruz bu sayede.
Tebriz-Tahran otoyolunda pek çok yerde polis kontrolü vardı ama durduran olmadı bizi.
Radar uygulamaları da bir garip. Bizim polisler gibi araçlarıyla pusuya yatmıyorlar
Genelde görünür şekilde koydukları otomobilin önüne üç ayak açıp bir kutucuk yerleştiriyor,
hız limitini aşan sürücü yanlarına geldiğinde durduruyorlardı.
Önce cihazla tespit yapıp, bir kilometre ilerideki polislere anons yapmıyorlardı yani.
Radarla hız kontrolü yaptıklarını bildiğimiz halde kale almadan geçiyorduk yanlarından.
Öyle ya biz Türkiyeliydik, hem de motorcuyduk canım. Derken, Zencan’a 70 Km kala polisin biri
zart diye durduruverdi bizi.
Murat Uğuralp, Salih Şimşek ve beni işaret ederek ceza yazacağını söyledi.
Yapma etme, biz din kardeşiyiz dediysek de anlatamadık kendisine.
Sonunda Salih bu tatsızlığı, bilinen eski bir yöntemle tatlıya bağladı.
Amcamın bir de motora bineceği tutmaz mı, kurban olarak Musa Çakır’ın motorunu gösterip aha buna bin dedik.
Polis motora doğru yönelirken Musa, “Motorumu devirirse zararı beşe bölerim “ diye söyleniyordu.
6.Mayıs.2014 günü akşama doğru Zencan’a 10 Km kala otoyol gişelerinden çıktık..
Sağ taraftaki mola yerine yanaştık.
Meraklıları yanaşıp motorlarımızı inceliyor ve neçe puldur diye değerini anlamaya çalışıyorlardı.
İran’da her yerde görmeye alıştığımız sadaka kutularından biri.
Allah Allah nidalarıyla hızlarını alamayıp döneceğimiz sapağı kaçıran Murat Uğuralp ve
Salih Şimşek’i bulup getirme görevi,ters yönden de olsa, hızlı motorcu Halil Can İşvarlar’a düştü.
Şehadet parmağıdır, göğe doğru minare
Her nakışta o mana, öleceğiz ne çare
Zencan Great Otele yerleşiyoruz.
İkinci gün yol rotamız böyle oldu
.
---------- Mesajlar birleştirildi - 12:56 ---------- bir önceki mesaj zamanı 13:11 ----------
ZENCAN
Bir taksiyle anlaşıp, bizi iyi bir lokantaya götürmesini istiyoruz.
Biz içeri giriyorken dışarı çıkan genç kızları ve içeride sevgili oldukları her hallerinden
belli olan çiftleri görünce şaşırmadım değil.
Ağaçtan pencere kepengini andıran iki kanadıyla ilginç bir menü listesi.
Bizim adana kebabı benzeri şiş kebap üzerine konulan bol prinç pilavı en çok bilinen
ve yenilen yemeklerden.Limon ve safran eksik değil tabi.
Halil Can mutfağa dalıp görüntü almış.
Yok usta, bunlar iyi pişmemiş, ateşin üstüne koyuver.
Abguşt adı verilen mahalli yemeği tatmak burada nasip oldu.
Değişik mimarisiyle, göz göz odalarında kadınlı erkekli oturulup yemek yenmesiyle,
musikisiyle beklemediğimiz bir ortamda buluyoruz kendimizi.
Müzisyenlerin program kapanışını, ayakta söyledikleri İran milli marşı ile yapmaları çok duygulandırıcıydı.
Yemek servisi yapan gencin tabağımı masaya bırakırken söylediği “ Men Türkiyelileri çok sevirem” sözü
hala kulaklarımda Tebessüm ederek “Biz de sizi çok seviyoruz” dedim.
Nargilenin İran’daki adı “Galyan” İçmeden gitmeyelim bari.
Günün sonunda otelimize dönerek dinlenmeye çekiliyoruz.
7.Mayıs.2014 sabahı,bir gün önceden konuşup anlaştığımız mihmandarlarımız bizi alarak
ilk olarak Zencan’daki Rakhtshooi Khaneh isimli geleneksel çamaşırhane binasını gezmeye götürdü.
Eskiden çamaşırlar getirilip burada yıkanırmış.
Bizim kültürümüzde de dere kenarlarında çamaşır yıkama günleri olurdu. Akarsu kenarında odun külüyle,
Köpüç adı verilen tahta malzemeyle çamaşırların dövüle dövüle temizlendiğini hatırlarım çocukluğumda..
Kadınlar, çocuklarını yanlarına alıp burada hem banyo yaptırır,
Hem çamaşır yıkayıp bir ihtiyacı giderir,
Hem de hem de konuşup görüşüp sosyal bir ortam oluştururlarmış.
Hediyelik eşya satan bayanla ayak üstü sohbe tediyor, cana yakınlığından cesaret alarak
fotoğrafını çekme iznini alıyorum.
Halil Can İşvarlar niyeti bozmuş.
Zencan Müzesine doğru hareket ediyoruz.
Okullu çocuklar da öğretmenleri eşliğinde müzeyi gezmeye gelmişlerdi.
Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,
Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.
Tuz ocağında az bozulmuş halde bulunan ceset.
Müzeden çıkıp Zencan sokaklarında dolaşıyoruz
Sanki de kendi ülkemizdeyiz. Otların isimleri bile aynı.
Işkın dediğimiz dağ muzunun ismi burada da farklı değildi.
Kapalı çarşıyı da gezmeyi ihmal etmedik. Bizde büyük AVM’ler ne ise İran’da da hemen
her şehirde bu tarz kapalı çarşılar var sanırım.
Bu takım elbise ve kravatı düğünde filan giyiyor olmalı bazıları.
Kapalı çarşıda hurma eşliğinde çay molası. İki Genç mihmandarımız bizleri gezdiriyor.
Züfikar
Gezi planımızda bir değişiklik oluyor. Murat Uğuralp ve Salih Şimşek kısıtlı zamanları olduğunu
zaten önceden söylemişlerdi.
Halil Can İşvarlar ve Musa Çakır yolun bundan sonrası için bana eşlik edemeyeceklerini söyleyince
ya tek başıma seyahat edecektim veya arkadaşlarla dönecektim.
Ben ikinci şıkı tercih ettim.
Bilmediğim bir ülkede yalnız kalmak riskini telefonlarım çalışmıyorken göze alamadım.
Tahran’ı, Yezd’i Şiraz’ı,İsfahan’ı başka bir tarihe, başka bir geziye bıraktım.
Öyle ya Türkiye’nin iki misli büyüklükteki bir ülkeyi bir hamlede gezmeye kalkmanın da anlamı yoktu.
İran’a bir daha motosiklet ile gitmek nasip olur inşallah.
Bu seferlik nasibim bu kadarmış.
Geceliği kişi başı 50 dolara kalabildiğimiz otelimize dönüp, Hamedan’a hareket etmek üzere
yol hazırlığına başladık.
.