Merhabalar değerli motosikletsever arkadaşlar!
Uzun bir aradan sonra yeni bir gezi raporuyla tekrardan karşınızdayım . En son Mart 2011’de Celal Yılmaz kardeşimle yaptığımız 1200 km lik Milas Alanya gezisinden bu yana irili ufaklı çok gezi yapmama rağmen bunları rapora dönüştürme fırsatı bulamamıştım. Ancak yine aynı uzunluktaki bu sefer kuzeye yapacağım bu geziyi özellikle Fat280 nickli Fatih Çakal arkadaşımın da Alanya’dan katılıp şereflendirmesi sonucunda rapora dökme kararı aldım. Bir hayli fotoğraf çektik ve bu fotoğrafları eleyerek belli bir sayıya düşürmeyi başardık. Hemen üzülmeyin çünkü fotoları elesek bile herkesi tatmin edecek kadar sayıda fotoğraf hala mevcut.
Neyse fazla uzatmadan olanları anlatmaya başlasak iyi olacak. Yaklaşık bir ay boyunca bir gün “Geleceğim” bir gün “Gelmeyeceğim” bir gün “Bakalım nasipse olur.” Başka bir gün “Kesin ordayım” diyen ve günü gününe uyma noktasında gözümde bir istikrar abidesi (!) olan sevgili kardeşim Fatih sonunda Milas’a gelmeyi başardı. Telefondaki ses “Abi Muğla civarındayım , nasipse bir saate ordayım.” deyince mutlulukla beraber içimde bir rahatlama olmuştu. Çünkü uzun yoldan gelen bir kişinin sağ salim size ulaşmasını beklemek harbiden de sıkıntılı bir eylemmiş. Şimdi annemi anlayabiliyorum. Çok geçmeden Fatih Milas’a geldi ve Milas girişindeki Milashan Otel in önünde buluştuk. Buluşur buluşmaz da hemen bir fotoğrafla durumu ölümsüzleştirdik. Zaten bu fotoğrafla da maceramız başlamış oldu.
“Abi ben şu üstümü başımı bir değiştireyim.” diyen Fatih i doğruca eve götürdüm. Evde kıyafet değişikliği yapılırken motosiklet sitelerinde Cesur509 nickiyle tanınan ve beraber Milas-Alanya gezisini yaptığımız Celal Yılmaz da bize katıldı.
Celal ile Fatih bilgisayarın başında yapılacak gezinin rotasına bakarken ben de onları fotoğraflıyordum.
Tabi bir de üçlü çekmek lazım
Sonra hep beraber bir çay bahçesine gidip güzel havanın tadını tavşan kanı çaylarla çıkamaya karar verdik.
Çaylar içildikten sonra Celal den ayrılıp doğruca eve gittik. Fatih bütün gün motosiklet sürdüğü için bir an önce dinlenmeye geçmeliydi. Ne de olsa ertesi gün de motosiklet sürecekti ve bunun için kendini fiziksel ve zihinsel olarak hazırlamalıydı. O dinlene dursun ben de size yapacağımız gezinin bir rotasını çizeyim. Aşağıda iki rota fotoğrafı görüyorsunuz:
İlk fotoğraf, yapmayı tasarladığımız gezinin tamamını gösteren rota…
İkinci fotoğraf ise… Diyaloğu aynen aktarıyorum:
-Alo naaptınız len?
-Naapalım başkanım işte, Edremit civarındayız… Çanakkale’ye doğru devam inşallah…
-Çanakkale mi? Napceniz len orda? Çıkın gelin Soma ya… Hem Çanakkale’de görülcek çok bir yer yok!
-Nasıl yok abi yaaa???
-Len gardeşim çıkın gelin sizin burada yiycek ekmeğiniz de var iççek suyunuz da var, yatcek yerinizde var… (Değişik bir bakış açısı ama hoşuma gitti )
-Peki başkanım bekle geliyoruz.
Hemen belirteyim telefonun diğer ucunda Ege aksanıyla konuşan kişi Soma Motosiklet Kulübü Başkanı Ersin AYNACI dan başkası değildi. Ve bu samimi daveti bizi rotamızdan vazgeçirdi. Böylece ortaya aşağıdaki harita çıktı.
Neyse fazla uzatmadan detaylara geçsek iyi olacak. Sabah ezanında Fatih’i uyandırdım. Yol uzun olduğu için sabah erken saatte yola çıkmak hep adetim olmuştur. Gerçi Fatih’in yüzünde “azıcık daha uyusam” ifadesini görmedim değil ama görmezlikten geldim. Aşağıdaki de benim uyanamamış yüz ifadem ama yola hazırım :
Bir de yol kenarından alalım şöyle iki motorla beraber…
Milas’tan kuzeye giden her insanın ilk göreceği şey Bafa Gölü elbette… Ben artık bu manzarayı o kadar çok görmüşüm ki dikkatimi bir hayli sonra çekmiş olacak, birden aklıma Fatih in bu gölü ilk defa gördüğü geldi ve çekip sağa birkaç fotoğraf alalım istedim.
-Bak Fatih şu gölün karşı yakasındaki dağları görüyor musun?
-Evet abi…
-Hah, işte o dağlar Beşparmak Dağları…Milas’a dönüşümüz o dağları aşarak olacak. Acaip ıssız yerler var, bir görsen…
-Farketmez abi…
“Oğlum madem fark etmeyecek niye yola çıkıyoruz?” diyecem ama neyseki Fatih in “patron sensin” nezaketine bağlıyorum bu cümleyi.
“Offf yaaa şimdi sıcak yatakta uyuması vardı anasıni satem!”
Bu yollar uzar gider kardeş…
O zaman yola düşmek lazım deyip gazlıyoruz. Ben her zamanki gibi önden gidiyor arada boynumdaki fotoğraf makinesi ile rastgele fotoğraflar çekiyorum. Makineyi hedefe tut, düğmeye bas. Ne çıkarsa bahtına… Genelde Fatih çıkıyor Gerçi bazen iyi karelerde yakalamıyor değilim. Sırada benim için çok sıkıcı olan ama bir racing sürücüsü için bulunmaz bir yola sahip olan Söke ovasına yaklaşıyoruz. Yüksekten yavaş yavaş Söke ovası görünüyor.
“125 lik bir makine için NO EKŞİN ” parolalı yolumuza giriyoruz.
Ve çok geçmeden Söke’ye varıyoruz. Tabi söylemeden geçmeyelim. Bugün 19 Mayıs 2011 Yani bayram… O yüzden evlerde bayraklar asılı.. Fotoğrafların kenarında gördüğünüz tarihin yanlış olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım.
Tabi Söke’de durmak gibi bir niyetimiz yok.Henüz kahvaltı saatimiz gelmedi Kuşadası na devam edeceğiz. Kuşadası buraya 20 km mesafede…
Anahh Kuşadası na da gelmişiz. Ne çabuk geldik değil mi?
-Fatih!
-Buyur abi…
-Acıktın mı bir kahvaltı yapalım mı?
-Farketmez abi…
-İyi öl o zaman Fatih açlıktan…
-Nasıl abi anlamadım?
-Sür diyorum Fatih sağdan sağdan … Selçuk’ta iyi bir yer biliyorum.
-Ok abi…
Ve o yerin önünde motosikletlerimizi park ediyoruz. Selçuk un İzmir yönünde 5 km kadar dışında sağda … Yanında bir petrol istasyonu var. Tavsiye ederim özellikle kahvaltı açısından …
Sanırım bu köpeklerin karnı aç…
Fatih motosikletini incelerken bana seslenerek…
-Abi hiç sorma, benim motor altına işemiş.
-Nasıl işemiş len?
-Gel de kendin gör.
Yerdeki idrar tabakasının kuş bakışı görüntüsü…
Ve lastiklere sıçrayan idrar damlaları…
Fatih motoruna sonda takarken
Tabi tahmin edeceğiniz gibi yerdeki sıvı zincir yağı. Peki bu kadar zincir yağı zincirden nasıl olur da damlar dediğinizi duyar gibiyim. Elbette damlamaz. Ama siz üç yüz km de bir zincirinizi yağlamak yerine zincire otomatik bir zincir yağlama sistemi kurmaya kalkarsanız bu sistem bazen altına kaçırabilir.
Fatih’in altına kaçıran sistemini yakından görmek için bkz.
http://www.ybrclub.org/forum/viewthr...emi&rowstart=0
Gerçi artık bakmanıza gerek yok çünkü bu sistem biraz önce çöktü
Neyse haznede kalan yağda yolda kendi kendine boşalır nasılsa deyip tekrar sürmeye başlıyoruz. Başlıyoruz başlamasına ama açıkçası bu dakikadan itibaren rotanın en sıkıcı anları başlıyor. Geniş yollar doğanın yerini alan şehir manzarası ve yoğun trafik.
Sür babam sür. Gri bir şehir manzarasını aşmak için daha ne kadar sürmemiz lazım? Epey sıkıldım. Kaytarmak üzereyim. Şimdi Fatih’e sorsam alacağım cevap belli: “Farketmez abi” Madem fark etmez o halde yol kenarında görünen şu büfenin yanında durayım. Çay var gibi görünüyor. Bu arada İzmir den kuzeye doğru baya çıktık. Tam da Foça yol ayrımındayız ama biz kuzeye yani Aliağa istikametine doğru gideceğiz. Tabi çay içtikten sonra…
Çaylar içildi. İçimde adam gibi manzaraların yanı başında motor sürerek gidememekten ötürü bir can sıkıntısı olduğunu itiraf etmeliyim. “Ya Allah ya bismillah” diyerek tekrar gazlıyoruz. Çok geçmeden Aliağa ilçesini ve rafinerisini görüyoruz ama durup fotoğraf almak açıkçası ikimizin de içinden gelmiyor. Aslında belki Fatih için fark etmeyebilirdi tam emin değilim Neyse sürmeye devam ediyoruz. Ve karşımıza Çandarlı tabelası çıkıyor bir süre sonra da beldenin kendisi. Motosikletlerden inip makinelerimizi elimize alıyoruz. Bu arada bilmeyenler için söyleyelim; Çandarlı, Dikili ye bağlı küçük bir belde. Güzel bir sahile ve tarihi bir kaleye sahip.
Denizi görmek beni biraz olsun mutlu ediyor ama yeşil yanı başında olmaksızın pek de bir şey ifade etmiyor doğrusu. Çandarlı da çok fazla vakit kaybetmeden Dikili’ye yöneliyoruz. Ve Dikili nin içinden şöyle bir geçiyoruz. Geçerken de bir yandan fotoğraf çekmeye devam.
Hedefimiz Çanakkale olduğundan mıdır nedir, üzerimizde bir acelecilik… Durmak yok yola devam…
Bu arada yine bir yorgunluk çöktü üzerime… Yol benim için açıkçası çok da eğlenceli geçmiyor. Çünkü ben insanların olmadığı dağlık ve ıssız yerlerde motosiklet sürmekten zevk alıyorum. Öyle ki benim için motosiklete binmek bir nevi şehir hayatından kaçmanın yolu… Fakat gel gör ki güzergahımız bende bir tatmin duygusu yaratmış değil. Yerleşim yerinin biri bitmeden diğeri başlıyor. Bu arada vücut da su kaybetmiyor değil… Yolda bir karpuz tezgahı görüyorum. Hemen sağa yanaşıyorum. Adamcağız yaşının da verdiği etkiyle şekerleme yapmakta… Bir iki sesleniyorum ama hiç uyanacak gibi değil. Acaba uyandırmadan devam mı etsek yola? “Ha ne dersin Fatih? “ demeye kalmadan Fatih sesini kalınlaştırarak:
-DAAAYIIII, SELAMÜN ALEYKÜM…
Adamcağız yerinden gülümseyerek zıplıyor.. Ama içinden ebemize saygılar sunduğunu hissedebiliyorum. Özellikle Fatih’in ebesine… Adamdan orta boy bir karpuz alıyoruz ama onu yiyebilmemizi sağlayacak takım taklavat bizde mevcut değil. Mecburen:
- Dayı!! Senin takımları ödünç alsak?
-Tabi, ne demek, seve seve …
diyor
Bu da memnuniyet dolu yüz ifadesi
Neyse ben dayının verdiği bıçakla karpuzu ikiye kesip kabaca bölüyorum ve oracıkta karpuzu haklıyoruz. O kadar susamışız ki karpuzu bir çırpıda şapur şupur bitiriveriyoruz.
Bir ara dayıyla göz göze geliyorum. Karpuzu vahşice midemize indirmekten mütevellid olsa gerek adamın yüzünde korku ile karışık bir acıma ifadesi. Dayı bizden hem korkuyor hem de halimize acıyor. Büyüksün dayı… Ortalığı epey bir batırmışız. Temizleyelim diyoruz adam ellemeyin diyor, ben hallederim. Dayı ile akrabalık ilişkimizin ilerlemesini istemediğimizden borcumuzu ödeyip izin istiyoruz. O da “Otursaydınız” demiyor zaten… Son olarak bulunduğumuz yerin Balıkesir’in Altınova ilçesi sınırları içinde olduğunu öğreniyor ve oradan ayrılıyoruz. Hoşçakal dayı , her şey için teşekkürler Yola çıkıyoruz mola iyi gelmiş olacak ki yol bir başka güzel geliyor gözümüze… Edremit’e kadar soluksuz sürüyoruz. Bir caminin avlusunda biraz dinlenip elimizi ayağımızı yıkadıktan sonra bir telefon… Tabi tahmin ettiğiniz gibi telefondaki ses Soma Motosiklet ve Spor Kulübü Başkanı Ersin Aynacı… baştaki vermiş olduğum diyaloğu tekrardan yazıyorum:
-Alo naaptınız len?
-Naapalım başkanım işte, Edremit civarındayız… Çanakkale’ye doğru devam inşallah…
-Çanakkale mi? Naapceniz len orda? Çıkın gelin Soma ya… Hem Çanakkale’de görülcek çok bir yer yok!
-Nasıl yok abi yaaa!!
-Len gardaşım çıkın gelin sizin burada yiycek ekmeğiniz de var iççek suyunuz da var, yatcek yerinizde var… (Değişik bir bakış açısı ama hoşuma gitti )
-Peki başkanım bekle geliyoruz.
Fatih de ben de yolun buraya kadar olan kısmından geri kalan kısmının nasıl olacağına dair bir ümitsizlikle göz göze geliyoruz. Kısa bir istişareden sonra Çanakkale’den vazgeçip Balıkesir’e kırıyoruz dümeni. Amacımız Balıkesir, Savaştepe üzerinden Soma’ya varmak.
Edremit- Balıkesir yolu tam da istediğimiz gibi yemyeşil ve ormanlık… Motosiklet sürmek tam da şimdi keyifli bir hal alacak. Ama o da ne? Fotoğraf makinemin şarjı bitti. Hemen Fatih devreye girerek, “Sorun değil abi ben çekerim fotoğrafları” dedi. Ve benden fotoğraf makinemi boynuma astığım askıyı istedi. Keşke vermeseydim. Neden mi ? Fotoğraflara bir bakalım:
“Ne var ki fotoğraflar gayet güzel … Biraz fazla yükleniyorsun Fatih e.” der gibisiniz. Evet fotoğraflarda bir şey yok ama bu fotodan sonra maalesef kaza yapıyor Fatih… Görüntü açıkçası hiç de iç açıcı değildi. Şöyle kısaca özetleyeyim:
“Fatihcim motosiklet sürerken fotoğraf çekecek olursan hızını azalt makineyi hedefe tut deklanşöre bas ve makineyi bırak. Zaten makine boynunda asılı olduğundan sorun yok. Sakın ola ekrana bakıp çekeceğin manzaranın kadraja oturup oturmadığını kontrol edeyim deme… Gerekirse iki defa üç defa bas muhakkak hedefi tutturursun. Aksi halde göz bir yere birkaç saniyeden fazla kilitlenirse kaza yapabilirsin.” dedim ama Fatih bırakın sözümü dinlemeyi adam ışık gölge ayarına bile dikkat edip sanatsal kareler yakalamaya çalışınca yolu unutuyor ve son anda önünde beliriveren iş makinesine çarpmamak için gidonu sağa kırıyor , lastik mıcıra giriyor, Fatih toparlayamayınca yoldan biraz aşağıda bulunan tarlaya uçuyor. Sanırım Fatih’in en son çekebildiği foto bu…
Ben bu fotodaki gibi dümdüz ve ardımda Fatih in geldiğini düşünerek ilerlerken birden dikiz aynasında onun olmadığını fark ettim. Acaba önüme mi geçti diye düşünsem de önümde epey bir uzayan yolda kimsenin olmadığını görünce “EYVAH!!” dedim. Yoksa korktuğum başıma mı geldi? Geri döndüm 2,5 -3 km gittim. Ama Fatih yok. Çıldıracağım nerdeyse, nereye kayboldu bu çocuk. Telefon açtım çalıyor:
-Nerdesin olum?
-Abi ben kaza yaptım.
Sesi çok iyi geldiği için içim biraz olsun rahatladı.
-İyi de nerde yaptın oğlum seni bulamıyorum.
-Abi yoldan aşağı tarlaya uçtuğum için sen beni göremedin. Tekrar geri dön. Ben yola çıkyorum.
Geri döndüğümde tarladan yolun kenarına çıkarılmış hasarlı bir motosiklet ile Fatih’in tepeden tırnağa toprağa bulanmış halini gördüm. Çok üzüldüm ama en azından Fatih sapasağlam karşımda idi. Motosikletin ise kafa grenajı kopmuş gösterge paneli parçalanmış koruma demiri yamulmuş dikiz aynalarından biri kırılmıştı.. Ama en önemlisi debriyaj maneti kırılmştı ki bu vites atamamak demekti. Motosikleti çalıştırdık. Fatih bindi ve ben onu biraz itekledim O da debriyaj kullanmadan vitese attı ve yürümeye başladı. Motora devrini aldırdıkça da vites yükseltti. Bu şekilde Balıkesir in İvrindi ilçesine kadar geldik. (15 km) Orada bir motosiklet ustasına idareten de olsa bir debriyaj maneti taktırdık. İşin kötüsü havada bozuyor. Fatihin yağmurluğu yok ve gelince her şey üst üste gelirmiş.
Bu arada o an motosikletin fotoğrafını çekmek aklıma gelmedi değil ama “Kasap et derdinde , koyun can derdinde” denmesin diye biraz erteledim. Debriyaj teli ve kolu halledildikten sonra havanın da bozması ben de yolu kısaltmanın daha uygun bir fikir olduğu hissini uyandırdı. Balıkesir e gitmeden İvrindi üzerinden Savaştepe’ye bir yol olduğunu görmüştüm haritadan. Oradaki meraklı apaçilere yolu sordum. Onlar da “Abi bizi takip edin biz sizi o yola çıkartırız.” dediler. Neyse onlar önde tek teker yaparak biz arkada çift çeker İvrindi Savaştepe arasındaki yolun başına kadar gittik. Apaçilerle orada vedalaştık. İleriden gelen yağmur bulutları bize sanki bu güzergahı kullanmanın dünyanın en aptalca seçimi olduğunu söyler gibiydi.
Bu sırada telefonda son durumumuz hakkında Ersin Aynacı yı bilgilendiriyorum.
Bu son gördüğünüz fotoğrafta kapkara bir bulutun üzerimize doğru geldiğini görüyorsunuz. Üzerimize diyorum çünkü biz epeyce yüksek bir tepenin üzerindeyiz ve inanır mısınız yıldırımlar hemen önümüzde çakıyor. Çok az bir vaktimiz var yağmurluğu giymek için. Birazdan korkunç bir yağmur yağacak ve bizim yalnızca tek bir yağmurluğumuz var. Önümüzde de dağlık, stablize , tabelaları olmayan köy yollarından katetmemiz gereken 65 km. Yağmurluk bana ait fakat Fatih’in durumu zaten içler acısı… Birşeyler yapmak gerek. Hemen çantamı açıp montumun yağmur geçirmez içliğini montuma taktım. Böylelikle yağmurluğun ütünü Fatih’e vermiş oldum. Altında motosiklet pantolonu giydiğinden yağmurluğun altını giymek de bana düştü. Sorunu bir şekilde kısmen de olsa hallettik ve yukarıdaki son fotoda görünen bulut bizi yutmadan tepeden aşağı indik. Çok geçmeden gök patladı ve biz yağmur beklerken kaskımızda takır tukur sesler duymaya başladık. Acaip bir doluya tutulduk. Kaskın içinde sesten durulmuyor. Ama biz çamurlu suların akarak kanallar açtığı o berbat yollardan zor da olsa ilerliyoruz. Garip ama içimde acaip bir haz duygusu. Sanırım mazoşistim. Neyse kaskın içi buğulanıyor ve zaten az olan hızımızı daha da azaltıyoruz. Yollar ikiye üçe ayrılıyor biz ise tabelası olmayan bu yollarda ne tarafa gideceğimizi bilmeden hislerimize göre seçim yapıyoruz. Fatih arkadan benim seçimlerime sessiz sedasız uyarak takip ediyor. Sonunda dolu şiddetli yağmura çevirdi. Lanet olası alt yağmurluğun iki yanına iki cep bir de küçük su dökmek için önüne cep açmışlar ve bu cepler üst yağmurluk olmadığından maalesef bütün suyu içeri aldı. Donuma kadar ıslandım. Ama durmak yok yola devam. Arada denk gelirse, gelen geçen olursa soruyoruz…
-Savaştepe?
Siz hapı yutmuşsunuz der gibi bir el işareti ile
-Devam devam…
diyorlar…
Böyle epey bir gittik. Sonunda zor da olsa Savaştepe’yi bulabildik oradan Soma çok zor olmadı şükür. Ama Soma ya kadar aralıksız yağmur yedik. Sonunda Soma da bir petrolden telefon açtık ve başkana geldiğimizi söyledik o da sağolsun Fatih ve Hakan isminde iki arkadaşı bizi almaları için Petrole gönderdi. Ondan sonrasında kendimiz kulüp binasında bulduk. Motosikletlerimizi park edip, üstümüzü başımızı değiştirdik. Sonra da yemeğe gittik. Yemekten sonra yapmak istediğimiz tek şey yatıp uyumaktı. Epey bir yorulmuştuk. Ersin başkanın çağırmış olduğu parçacı gelip Fatih’in ihtiyacı olan parçaları tespit edip gitti. Biz de bugünü yine de az zararla kapatmanın verdiği şükür duygusuyla derin bir uykuya daldık.
DEVAMI GELECEK…